Scario (2015) - Denis Villeneuve
İlginç bir iş olmuş. Villeneuve her türde ürün veren bir yönetmen. Oyunculara, kendilerini ispat etmeleri için sınırlı bir boşluk bırakıyor. Senaryolar çok derin değil ama işte potansiyeli olan, kendilerini ispatlamış oyuncular bir sanatçı gibi davranarak o eksik olan derinliği filmlerine veriyorlar. Enemy, Prisoners ve bu filminde bunu gördüm. Tarkovski'nin kırsalda yaptığı geniş açı manzaralı görüntüleri şehirde ustalıkla kullanıyor. O yüksek binaların arasında gezinen insanların küçüklüğü zayıflıklarını gösteriyor. Yani bir tür gizliden kıyaslama var. Karakterler her şey ile mücadele halinde. Çok yönlü, nitelikli ve derinlik verilmişler. Bu karakterleri basit olayların ortasına bırakıyor Villeneuve. Bu filmde de usta bir FBI ajanı bilmediği bir işe girince çaylak olduğunu görüyor. Verilen mücadele klasik baş kahramana uymuyor günümüz sinemasında artık. Kötüler kazanıyor genellikle, gerçekte olduğu gibi. Film her göz ile seyredilmeyi hak ediyor bence. Yönetmen adayları, senarist ve oyuncu adayları vs.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
The Legend of Bagger
IMDB : 6.7/10
Robert Redford yönetmenliğinde ki filmin başrollerini Matt Damon ve Will Smith oynuyor.Eski efsane golfçüler Bobby Jones ve Walter Hagen'in gösteri maçında, golf'ü dünya savaşı nedeniyle bırakmış Rannulp Junuh'un hayatını anlatıyor.Kesinlikle tavsiye ettiğim bi film.
Voyage in Time - Andrey Tarkovski
One Day in The Life of Andrei Arsenevich - Chris Marker
İki film birdendi.
Annemle Geçen Yaz - Anna Muylaert
Filmin orijinal adı "Saat Kaçta Dönecek?" tir. Türkçe olarak bu şekilde çevrilmiştir.
Regina Case' nın oyunculuğu için bile izlenir. Gerçekten sıcacık bir film.
Alın çayınızı kahvenizi bu filmi izleyin derim.
Arizona Dream - Emir Kusturica
Emir Kusturica'nın ilk ingilizce filmi. Johnny Depp döktürmüş filmde. Müzikleri şahane. İyi vakit geçirmek için tercih edilebilir bir film.
Il Postino: The Postman
1994 yapımı İtalyan filmi benim oldukça hoşuma gitti benim gibi şiirleri seviyorsanız filmi beğeneceğinize eminim İtalya'da küçük bir kasabaya gelen sürgün edilmiş ünlü bir şair ile postacının hikayesini anlatıyor
Hell Or High Water (2016) - Yön: David Mackenzie
Senaryoyu yazan Taylor Sheridan bundan önce Villeneuve'nin Scario'sunu yazmış. Aralarında benzerlikler olduğunu yazanları gördüm ama bana öyle gelmedi. Ya da "bir yazar aslında hep aynı şeyi yazar" klasik tanımlamasından gidersek olabilir. Basit diyaloglar, sade bir anlatım, monoton yaşamlar ve devasa Texas. Son çıkan diziler bizi devamlı twist görme beklentisine soktu. Bu çıtayı yukarı koymak anlamına mı geliyor? Olmamalı. Farklı kulvarlarda, kendine özgü anlatımlar olabilir. Bu filmde ilginç olan nedir; merak uyandıran, bizi çeken? Yaşlı Jeff Bridges ve ortağı arasındaki diyaloglar ile iki kardeş arasındaki diyaloglar kıyaslanabilir. Film bizi ağır bir kamyonun arkasına bağlanmış bir karavan gibi peşinden sürüklüyor. Canınız sıkılabilir belki ama uçsuz bucaksız manzaraya bakarak avunabilirsiniz. Fena değil. 2016 yılında işlerin nasıl yürüdüğünü görmek açısından belgesel tadı bile alınabilir.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Nocturnal Animals (2016) - Yön: Tom Ford
Michael Shannon çok iyiydi. Genellikle öyledir. Jake de her zaman iyidir ama bu sefer maalesef öykünün kıtlığından dolayı sönük kalmış. Yönetmen imajlara yüklenmiş. Geçmişinde bolca video klip var. Çift kanaldan ilerleyen bir durum var. W.Faulkner'in "Vahşi Palmiyeler" romanını getirdi aklıma. Orada da bağımsız iki öykü akar. Roman bittikten sonra nehirde ölüm kalım mücadelesi veren mahkum ile işleri yoluna koymaya çalışan genç doktorun benzer mücadelelerden geçtiklerini görürsünüz ve tosladıkları aynı bürokrasiyi, kanunları vs.
Filmde kadının hayatı ve ona gönderilen kopya romanda olanlar birbirinden bağımsız değil. Romanı eski kocası yazmış. Ona ithaf etmiş. Amy Adams filmde de dendiği gibi çok hüzünlü bakıyor. Her şeyi var ama üzgün işte. Modern zamanların varoluş sıkıntısı mı? Risk alınmamış bir yaşam. Elinin altındaki her şeyden bu steril riski almış gibi yapıyor ama aslı gibi olmuyor işte. Okunan roman bunu bize veriyor ama o da beklentileri boşa çıkartıp yavan kalıyor.
İmajlar, göstergeler, renkler, bedenler vs. Açılıştaki tuhaflık. Seyirciyi kavrama çabası mı? Konformist, edilgen ve yapay bir kültürün pompalanması gibi göründü bana bu açılış sekansı. Kime? Oradakilere mi; hepimize mi? Bunun yeterli olmadığını düşünüyorum. Ucu açık olması, kolaycılığa kaçılması anlamına gelmemeli.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Hell Or High Water (2016) - Yön: David Mackenzie
Senaryoyu yazan Taylor Sheridan bundan önce Villeneuve'nin Scario'sunu yazmış. Aralarında benzerlikler olduğunu yazanları gördüm ama bana öyle gelmedi. Ya da "bir yazar aslında hep aynı şeyi yazar" klasik tanımlamasından gidersek olabilir. Basit diyaloglar, sade bir anlatım, monoton yaşamlar ve devasa Texas. Son çıkan diziler bizi devamlı twist görme beklentisine soktu. Bu çıtayı yukarı koymak anlamına mı geliyor? Olmamalı. Farklı kulvarlarda, kendine özgü anlatımlar olabilir. Bu filmde ilginç olan nedir; merak uyandıran, bizi çeken? Yaşlı Jeff Bridges ve ortağı arasındaki diyaloglar ile iki kardeş arasındaki diyaloglar kıyaslanabilir. Film bizi ağır bir kamyonun arkasına bağlanmış bir karavan gibi peşinden sürüklüyor. Canınız sıkılabilir belki ama uçsuz bucaksız manzaraya bakarak avunabilirsiniz. Fena değil. 2016 yılında işlerin nasıl yürüdüğünü görmek açısından belgesel tadı bile alınabilir.
Film aslında çok sert bir sosyolojik arka plana sahip.
Fakat iyi değerlendirememiş gibi geldi bana.
Fazla dialoglara bağlı. Kötü bir film asla değil. Ama eksik bir şeyler var çözemediğim.
Daha fazla hissetmek isterdim sanırım o bölgeyi.
Belki daha çeşitli karakterler gerekliydi.
Tatmin etmeyen, anlamlandıramadığım bir şeyler var bu filmde.
Nocturnal Animals (2016) - Yön: Tom Ford
Michael Shannon çok iyiydi. Genellikle öyledir. Jake de her zaman iyidir ama bu sefer maalesef öykünün kıtlığından dolayı sönük kalmış. Yönetmen imajlara yüklenmiş. Geçmişinde bolca video klip var. Çift kanaldan ilerleyen bir durum var. W.Faulkner'in "Vahşi Palmiyeler" romanını getirdi aklıma. Orada da bağımsız iki öykü akar. Roman bittikten sonra nehirde ölüm kalım mücadelesi veren mahkum ile işleri yoluna koymaya çalışan genç doktorun benzer mücadelelerden geçtiklerini görürsünüz ve tosladıkları aynı bürokrasiyi, kanunları vs.
Filmde kadının hayatı ve ona gönderilen kopya romanda olanlar birbirinden bağımsız değil. Romanı eski kocası yazmış. Ona ithaf etmiş. Amy Adams filmde de dendiği gibi çok hüzünlü bakıyor. Her şeyi var ama üzgün işte. Modern zamanların varoluş sıkıntısı mı? Risk alınmamış bir yaşam. Elinin altındaki her şeyden bu steril riski almış gibi yapıyor ama aslı gibi olmuyor işte. Okunan roman bunu bize veriyor ama o da beklentileri boşa çıkartıp yavan kalıyor.
İmajlar, göstergeler, renkler, bedenler vs. Açılıştaki tuhaflık. Seyirciyi kavrama çabası mı? Konformist, edilgen ve yapay bir kültürün pompalanması gibi göründü bana bu açılış sekansı. Kime? Oradakilere mi; hepimize mi? Bunun yeterli olmadığını düşünüyorum. Ucu açık olması, kolaycılığa kaçılması anlamına gelmemeli.
Bu filmi daha bir sevdim ben.
Nefret ve intikam duygularının romandaki ve gerçek hayattaki iki yorumu çok ilginçti.
Acaba birilerini öldürecek kadar nefret ettiğimiz noktalarda, nasıl içimize gömüyoruz bu duyguları?
Nefret ve intikam duygularını nasıl bastırabiliyoruz?
...........
Acaba birilerini öldürecek kadar nefret ettiğimiz noktalarda, nasıl gömüyoruz bu duyguları?
Nefret ve intikam duygularını nasıl bastırabiliyoruz?
Bilinçaltına atıyoruz ama yok olmuyor. Zizek, Psyhco filminde bodrum kat, zemin kat ve üst katı id, ego, superego olarak tanımlamıştı, şu filmlerden bahsettiği belgeselde. Bodrum kat bilinçaltı.....
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Morbius probleme çok yakındı. Krell projesini tamamlamıştı. Bu büyük makineyi. Artık araçlar yoktu. (Düşünce gücü ile istenilen şeyin yaratılması. Ama bilinçaltına ittirilmiş düşüncelerin açığa çıkmasıyla….) Gerçek bir icat.
- Doktor, boşver şimdi bunu.
- Ama Krell (uygarlığı) bir şeyi unuttu.
- Neyi?
- Canavarları John.
- Id’den gelen canavarları.
- Id’mi? O da nedir? Konuşsana doktor.
(FORBIDDEN PLANET)
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
American Beauty
5-6 oldu sanırım izleyişim. Başucu filmlerimden biri. Sinematik olarak değil, beni götürdüğü yer olarak. Gerçekten 10 numara bir senaryo ve akış....
Ben de çok severim. Son yıllarda Oscar alanlar arasında en tuttuklarımdan.
Tozlu rafları karıştırırken,
G.Deleuze şöyle der: "Asla kimse çelişkiden ölmemiştir. Ve ne kadar daha şizofrenleşirse, ne kadar çok sakatlanır ve sıhhatini kaybederse o kadar Amerikanvari bir biçimde işlemektedir bu şizofrenik kapitalist toplum". Bir türlü ölememek. En büyük hazzın bu ölüm anı olduğunu sezinlediği halde ondan ölesiye korkmanın travmatik etkisiyle bütün bir hayatı dengesizce yaşamanın yansıması. Tatmin olamayan ve sistemin bunu yasakladığı insan huzura kavuşmak için ölmek zorundadır. Bunu yapamıyorsa ya öfkeyle, Amerikanvari bir şekilde dibe doğru çekilir -filmde olduğu gibi- ya da 3. dünya ülkelerindeki yokluğun içinde, bu hafiflikle yüzeye çıkmaya zorlanır. Ama az gelişmiş ülke insanı da sisteme dahil olduğundan, ona da bu hastalık bulaşmıştır ve bir türlü geçmek bilmez. Modern klasiklerden...
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Captain Fantastic (2016) - Yön: Matt Ross
Bu bir bağımsız film mi? Yönetmenine IMDb'den baktım. Aktörlükten gelme. Çok filmde, dizide oynamış. 2012'de ilk filmini, 28 Hotel Rooms'u çekmiş. Daha önce iki tane kısası var. 70 doğumlu.
6 çocuğunu kendi ilkelerine göre yetiştiren, eğitimlerini kendi veren bir baba (Viggo Mortensen). Ormanda yaşıyorlar. Teorik olarak bir çok bilgiye sahipler. Kasaba dışında dış dünya ile pek bağlantıları yok. Baba her şeye hazırlıklı olmaları için, doğada pratik olarak da eğitim veriyor. Tuhaf bir zıtlık var elbette. Alınan teorik eğitim aslında dış dünya için gerekli ama onlar ormandalar. Doğada hayatta kalma, barınma vs. eğitimlerinin de şehirde bir karşılığı yok. Belli ki ilerde olacaklara karşı baba çocuklarını hazırlıyor. Çocuklar çok şey biliyorlar, fazlasıyla. Tabi film bu şekilde eksik kalacağı için bir şekilde şehire inmeleri gerekiyor, mecburen. Buraya kadar gerçek anlamda bağımsız bir film olduğunu düşündürtüyor.
Ama sonra işte, bildiğimizin dümen suyuna gidiyor. Uyumsuzluklar, zıtlıklar, anlaşmalar vs. Belki de olması gereken bu.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Planet of the Apes - 1968.
harika bi filmdi. kostümleri, efektleri dönemine bile göre bi parça amatör sayılır. ama film eleştrisini o kadar güzel ve gitgide yükselerek yapıyo ki insanın gözü görmüyo bile bunları. Olayların başlamasından itibaren nerdeyse her sahnesinde insanı iki kere düşünmeye itiyo. Final sahnesini konuşmak içinse harbi bi terbiyesiz olmak lazım o cüreti şimdilik kendimde bulamıyorum 🙂
Tek umudum Tarantino'yla Cimilli İbo arasındaki benzerlik.