Bomb City (2017)

Yaşanmış bir olay ve aslında çok da sıradan, olağan, beklenilebilir bir durum. Fakat adamlar o kadar güzel anlatmış, o kadar iyi gizlemişler ki, merakla izliyorsunuz ne olacak diye. Meseleye tek taraflı bakıldığı söylenilebilir, taraf tutulduğunu görmek kolay ama haksız da sayılmazlar. Olayın ne olduğunu ve nasıl sonuçlandığı öğrendikten sonra bile bir sürprizle bitirmişler. "Adamlar işi biliyor" dedirtti bana.

Merak ettim, listeme aldım, izleyeceğim.

Once Upon A Time In the Revolution 8/10
Sergio Leone'nin diğer filmlerine göre geri de kalmış gibi ama bence muhteşem bir spagetti western filmi. Tavsiye ederim. Ayrı bir parantez soundtrackları besteleyen Ennio Morricone için. Her bestesi mi güzel olur bir insanın. Hem Cinema Paradiso hem de Sergio Leone'nin çoğu filminde soundtrackları efsane.

Ali'nin Sekiz Günü 7.5/10

İnternette yorumları okuyunca beğenen ve beğenmeyen yarı yarıya gibi. Ben beğenen taraftayım. Ali'nin 'sıkışmışlığı'nı üzerimde hissettim. Kendimden birşeyler buldum sanırım o yüzden merakla izledim. Anlatılmak istenen daha kısa sürede anlatılabilir miydi bilmiyorum. Belki de anlatılabilirdi. Buradan sonrası SPOİLER olabilir. Bakkal sahnesini çok saçma geldi bana. Kimse tanımadığı bir bakkala gidip öyle laflar etmez bence. Yani saçma olan adamın ne söylediği değil de bu olayın nasıl geliştiği saçma geldi. Sahne doğal durmuyordu. Sanki zorlamaydı biraz.

Bundan sonra daha sık yazmaya çalışacağım bu başlığa. Seviyorum bu forumu. Canlansın istiyorum. O yüzden sık sık buraya yazacağım.

Planes, Trains and Automobiles (1987) 8/10

İzlediğim en eğlenceli yol filmlerinden biridir. Chicago'ya ulaşmaya çalışan iki adamın başından geçenleri anlatıyor. Steve Martin ve John Candy başrolü paylaşıyorlar.

The Social Dilemma! Haftalardır üzerine bir sürü şey okuduktan sonra eşimle birlikte ancak dün gece izleyebildik. Okuduğumuz detaylı eleştirilere rağmen, bir Netflix yapımının sosyal medyayı nasıl ve ne kadar eleştirebileceğine ilişkin tüm kişisel önyargılarımızla izledik ve gerçekten sarsıldık. Sarsılmanın sebebi hiç bilmediğimiz şeyleri duymuş olmaktan gelmiyor. Bu algoritmalar, reklam ağları vs. bunlar bildiğimiz şeyler ama etkileyici olan şu ki; bütün bu mekanizmanın kuruluş ve gelişim hikayesini yıllarca Google, Facebook, Twitter, Instagram, Pinterest gibi firmalarda üst düzey yönetici veya yazılım geliştiricisi olarak çalışan insanların ağzından dinlemek. Kısaca öz anlatımlara daha doğrusu itiraflara dayanıyor olması! Sanırım şimdiden Avrupa ve ABD'de karşılıklı davalar söz konusu olmaya başlamış. Çünkü verilen bilgiler çok içeriden.

Her ne kadar belgeselin bir yerinde milyarlarca insana yapılan bu sosyal kötülüğün aslında kötü niyetten kaynaklanmadığı "işletme hatasına dayandığı" söylense de 1 buçuk saat sonunda belgesel izleyicide distopik bir korku filmi duygusu bırakıyor. Ortalama zekalı bir insanın teknoloji kapitalizminin içindeki buz gibi kötülüğü görmesini olanaklı kılıyor.

Bence izlenmeli, izletilmeli hatta harekete geçilmeli. Şahsen eşim izledikten 5 dakika sonra 10 küsür yıllık Facebook hesabını bütünüyle sildi, ben de üç dört yıldır kullandığım tek sosyal mecra olan Instagram hesabımı. Şimdilik elden bu kadarı geliyor. Ama belgeselde de dediği gibi, bu organize kötülükle baş etmek için böyle naif eylemlerden fazlası gerekiyor bize.

Seules les bêtes 7.5/10

Fransız yapımı bir gizem/gerilim filmi. Gerilim beklentiniz çok fazla olmasın. İç içe geçmiş hikayeler sıkmadan akıp gidiyor. Günümüzde internetten tanışmanın ne kadar güvenli olduğuna da ışık tutuyor. İzlemenizi öneririm. Her şeyi geçtim oyunculardan 'Nadia Tereszkiewicz' güzelliği için bile izlenir.

Badlands 8/10

Öncelikle müziklerin ve oyunculukların harika olduğunu düşündüğüm film. Filmin başlarında bana garip gelen şeyler film ilerledikçe olağan bir hal almaya başladı. Gençlerin içindeki boşluk duygusunu çok iyi yansıttığını düşünüyorum. Karakterlerin tepkisizlikleri izleyiciye de yansıyor. Temposu ağır ama rahatsız etmiyor. Temposunun ağır olmasının da vermek istediği mesajla ilgili olduğunu düşünüyorum. Tavsiye ederim. (İzlediğim filmlerin puanlarını kendi düşünceme göre veriyorum!)

Somers Town 6.8/10

Son zamanlarda süresi uzun filmleri izleyemiyorum. Çok çabuk dikkatim dağılıyor. O yüzden bu sıralar kısa süreli filmleri tercih ediyorum. Bu da onlardan biri. 75 dakika civarında, sade, siyah beyaz ve hoş bir film. Başrolünde 'This is England' filminden tanıdığımız Thomas Turgoose var. Londra'ya gelmiş ve bir şekilde tanışan iki arkadaşın hikayesini anlatıyor.

Borç 6.5/10

Hayatın içinden, hepimizin bildiği bir Türk aile yapısını yansıtmış Vuslat Saraçoğlu. Fakat yarım kalmış bir film bence. Özellikle finali kafamda ki bazı soruları cevaplamadan bitti. Aslında çoğumuzun yaşadığı hayat filmde yansıtıldığı gibi olduğu için izlemesem de olurmuş. Bana göre merak unsuru uyandıran birşey yoktu. Serdar Orçin'in oyunculuğunu beğeniyorum. O yüzden izlemek istedim.

No Man's Land 7.5/10

Bosna savaşında tarafsız bölge de kalan 3 askerin hikayesini anlatıyor. Birleşmiş milletlerin ne kadar etkili olduğunu da savaşın, çok da ağır olmayan bir üslupla, saçmalığını da görüyoruz. Üzerine derin yorumlar yapılabilir fakat ben öyle bir düzeyde olmadığım için şu an sadece tavsiye edebiliyorum.

War of the Buttons 8/10

İrlanda'da geçen, karşılıklı iki kasaba da yaşayan çocukların birbirlerine karşı husumetini anlatan naif ve akıcı bir filmdir. Hem çocuk oyuncular olsun hem de müzikler harikadır. İçim de sıcak duygular uyandırmıştır. Filmin sonu başından tahmin edilebiliyor fakat yine de tavsiye ederim.