Into the Wild - Sean Penn
Film sinematografik olarak harika, aks atlamasının anlamlı kullanıldığı bir film olarak örneği gösterilebilecek bir film, kurgusu, müzikler, oyunculuk, görsellik vs. şahane. Bu yüzden 10 puanın yarısı olan 5 puanı biçime veriyorum. İçerik ise nefret ettiğim bir sosyal tipi anlattığından, biraz da överek anlattığından benden 5 üzerinden 0 alıyor ve toplamda:
5 / 10
Yani filmin anlatıyor olduğu şey, tip, beni zerre alakadar etmiyor, film boyunca küfürden başka bir his canlandırmadı.
Yani ne anlatıyor film kötü olan.
Yani ne anlatıyor film kötü olan.
Öyle toplumun dışına kaçan, doğaya dönüyorum, özgürleşiyorum diyen hippi ruhlu tiplerin ağzına ağzına vurmak istiyorum.
Böyle doğayı romantize etme halleri falan. Mekansızlık vs. Benimki böyle anarşizan ruhtan nefret etme hali.
Topluma faydası olmayan adamın ta... Gitsinler yaşasınlar karavanlarında.
(Ha bir de çocuğun açlara gönderdiği üç beş kuruş parayı bana demeyin, bu iş yardımseverlikle olacak bir iş değil.)
Sevmiyorum yani neticede anarşistleri, ya da anarşizan ruhları.
Olum seninki de nasıl bir inanış türüdür la. Her şeye karışıyo. Hangi din bu?
Yani ne anlatıyor film kötü olan.
Öyle toplumun dışına kaçan, doğaya dönüyorum, özgürleşiyorum diyen hippi ruhlu tiplerin ağzına ağzına vurmak istiyorum.
Böyle doğayı romantize etme halleri falan. Mekansızlık vs. Benimki böyle anarşizan ruhtan nefret etme hali.
Topluma faydası olmayan adamın ta... Gitsinler yaşasınlar karavanlarında.
(Ha bir de çocuğun açlara gönderdiği üç beş kuruş parayı bana demeyin, bu iş yardımseverlikle olacak bir iş değil.)
Sevmiyorum yani neticede anarşistleri, ya da anarşizan ruhları.
Din değil, düşünce. Sevmiyorum abi anarşistleri, bu kadar basit.
Düşüncemin adı da: Kültürel Marksizm ya da Neo-Marksizm (İkisi de kullanılabiliyor.)
Ve evet Marksizm her şeye karışır, onun sonucu benim de her şeye karışmam.
Dinler de düşünce şeklidir zaten. Sonradan ritüeller eklenir kendilerine. İnsanlar onu kendi anladığı şekillere yorarlar.
Bu gidişle Marksizim de din olur. Gol olur.
Din değil, düşünce. Sevmiyorum abi anarşistleri, bu kadar basit.
Düşüncemin adı da: Kültürel Marksizm ya da Neo-Marksizm (İkisi de kullanılabiliyor.)
Ve evet Marksizm her şeye karışır, onun sonucu benim de her şeye karışmam.
İşin ilginç yanı anarşist olarak tanımladığın bu doğa bağımlısı insanların bu filmden nefret etmesidir. Daha geçen hafta aynen o tarif ettiğin modelde bir arkadaşla (motorla Amerika'da dolanıyor ara ara) bu filmi konuşurken yolda sohbet ettiği herkesin (kendisi dahil) bu filmde nefret ettiğini, ancak o hayat öykünen bizim gibi insanların o filmi çok beğendiğini söyledi. Zira bir kere filmdeki adam gerçekten salak. Yolda olmanın 1 numaralı kuralı planlı olmak (mış). Bu herif çok salak bir olay girişiyor ve neticesinde başına kötü şeyler geliyor vs. vs.. Onun dışında, romantikleşmeyi falan da sevmiyorlarmış.
Diğer savın, yani bu bireylerin topluma yararı olmayan bireyler olduğu savı, ise çok kolay bir şekilde çürütülebilir. Kendini tanımayan, bilmeyen bir birey topluma da yararlı olamaz. Bazı bireylerin kendi bulma süreci yola çıkmasını gerektiriyorsa bu toplum gelişimi adına atılmış bir adımdır. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Sen filmlerde buluyorsun, o yollarda. Basit.
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
He işte ben de on diyorum Eylem, ağzını öpeyim. Yararın her türlüsü olabilir. Marksizim afyon olmaya doğru ilerliyor. Go on man.
İşin ilginç yanı anarşist olarak tanımladığın bu doğa bağımlısı insanların bu filmden nefret etmesidir. Daha geçen hafta aynen o tarif ettiğin modelde bir arkadaşla (motorla Amerika'da dolanıyor ara ara) bu filmi konuşurken yolda sohbet ettiği herkesin (kendisi dahil) bu filmde nefret ettiğini, ancak o hayat öykünen bizim gibi insanların o filmi çok beğendiğini söyledi. Zira bir kere filmdeki adam gerçekten salak. Yolda olmanın 1 numaralı kuralı planlı olmak (mış). Bu herif çok salak bir olay girişiyor ve neticesinde başına kötü şeyler geliyor vs. vs.. Onun dışında, romantikleşmeyi falan da sevmiyorlarmış.
Diğer savın, yani bu bireylerin topluma yararı olmayan bireyler olduğu savı, ise çok kolay bir şekilde çürütülebilir. Kendini tanımayan, bilmeyen bir birey topluma da yararlı olamaz. Bazı bireylerin kendi bulma süreci yola çıkmasını gerektiriyorsa bu toplum gelişimi adına atılmış bir adımdır. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Sen filmlerde buluyorsun, o yollarda. Basit.
İşin ilginç yanı anarşist olarak tanımladığın bu doğa bağımlısı insanların bu filmden nefret etmesidir. Daha geçen hafta aynen o tarif ettiğin modelde bir arkadaşla (motorla Amerika'da dolanıyor ara ara) bu filmi konuşurken yolda sohbet ettiği herkesin (kendisi dahil) bu filmde nefret ettiğini, ancak o hayat öykünen bizim gibi insanların o filmi çok beğendiğini söyledi. Zira bir kere filmdeki adam gerçekten salak. Yolda olmanın 1 numaralı kuralı planlı olmak (mış). Bu herif çok salak bir olay girişiyor ve neticesinde başına kötü şeyler geliyor vs. vs.. Onun dışında, romantikleşmeyi falan da sevmiyorlarmış.
Yollarda planlı gezenlere anarşist diyenleri öperim ben. Planlı anarşistler. Yolda planlı gezene gezgin denir. Anarşi çıkarıp düzenin işleyişine çomak sokana, düzene karşı durana anarşist denir. "Alayınızın amk" diyip plansız programsız kafasına göre takılan adama "hiç olmayı seçmiş" denir. Enteller nihilist der, o da doğrudur. O diğerleri, hiç olmayı seçen adam yanında (kusura bakmayın) osuruk kalır. Zor iş hiç olmak, hiç bir şey olmamayı seçmek. Öyle Fayt Klap tarzı tripler yok, herkes Fayt Klap'a bayılır, niye? Deve kervanı yüküyle karizma var çünkü. Ama burada hiçlik var. Kezzap'ı bilmem, o dini inancı gereği 🙂 filme tavır almış. Zordur hiç adamın yerine koymak kendini.
Anarşist ruh taşıyan adam ile anarşist adam arasında fark var. O yüzden ikisini ayrı ayrı belirttim. Bu filmdeki adam anarşist değil, sadece öyle bir ruh hali var. Dolayısıyla bir anarşistin bu filmden hoşlanmaması da normal olabilir. Benim karşı olduğum aslında hem anarşistlerin, hem de liberallerin, hatta sosyalistim diyenlerin bile bünylerinde barındırıyor oldukları kendilerini merkeze alan ruh hali. (Başta birçok Marksist'te var bu.) Zaten bir anti-kapitalist mücadele olması anlamında bir sosyalist olarak benim bir anarşiste fikir anlamında karşı çıkmam pek anlamlı değil ilk etapta. Birlikte mücadele edilen alanlar da çok olmuştur tarihte. Ama son noktada sevmem anarşistleri ki o da genel olarak taşıyor olduklarını düşündüğüm bu ruh hali yüzündendir. En azından benim gözlemliyor olduğum doğrultuda bu böyle. Ha anarşistler diyorlarsa ki bu filmdeki ruh hali "anarşizan" bir ruh hali değildir, benim ikna edilmem gerekir, hem de seve seve ikna olurum. Fakat dediğim gibi bu filmde de gördüğümüz kendini merkeze alan, doğayı kendi dışında kabul edip ona ulaşmaya çalışan ruh hali aslında Marksist'im diyenleri bile esir almışken, bir Anarşist'i fikrin temeli açısından hayli hayli esir almış durumda gibi geliyor bana.
Marksizm, dogmatiklik, din gibi olması, gözü kör olması gibi şeyleri ilk kez buradan duymuyor. Şapkadan tavşan çıkmadı yani. Yıllardır söylenilegelen şeyler. Şimdi evet bir dogmatik marksizm var, örneklerini çokca gözlemliyoruz, ama bu dogmatiklik anlayışını Marksizm kendine yüklemek ne kadar anlamlı bunu sorgulamak gerekiyor. Din dediğimiz, temelinde dogmatizme en yakın olguyu tasavvuf ile birleştirip, onu dogmatizmin keskin sınırlarından dışarıya öylesine taşıran ve bir ateistten bile daha hümanist (insan temelli) olmayı becerebilen düşünürler de var (alkol almanın sevap kazandırdığını düşünür mesela bunlar), Cübbeli Ahmet Hoca gibi zatlar da. Yorumun önemli olduğunu düşünüyorum. O nedenle Marksizm'e gözü kör, din olma yolunda ilerliyor gibi şeyler yakıştırmadan önce Marksizm içi teorik ve pratik tartışmaları bilmek gerekiyor. Ben oraya Neo-Marksist'im yazıyorsam eğer bu aslında "ben Marksizm'in dogmatik bir biçim almış, sadece ekonomi temelli haline karşı çıkıyorum" demek zaten. Yani, Marx'ın yanlış şeyler de söylediğini (ya da onun söylediklerinin kendisinin takipçileri tarafından yanlış yorumlandığını), Ortodoks Marksizm'de söylenilegelen şeylerin birçoğunun günümüzü anlamaya yeterli olmadığını, bunun için günümüze dair yeni açılımların şart olduğu söylenilegelen, yani aslında eleştiriyor olduğunuz şeyi eleştiren bir Marksizm geleneğinden geldiğimi ısrarla belirtiyorum.
Tüm bunların yanında, ne kadar yeni açılımlar getirirsen getir, Marksizm eninde sonunda meseleyi yine sınıfsal eşitsizliklere getirir. Ama buraya getirmesi nedense hep Marksizm'in sorunudur, sanki yüyıllardır devam eden ekonomik sınıfsal eşitsilizğin sebebi Marksizm'miş gibi. Yahu çözsünler ekonomik eşitsizliği birileri bir tarafta sefa sürerken onların on milyon katı insan sokaklarda açlıktan ölmesin de Marksizm sınıfsal eşitsizlik var demesin o zaman ya! Sistem değişiyor o oranda Marksizm de yeni açılımlar getiriyor, örneğin sınıfı ilk tanımladığı zamanki gibi tanımlamıyor, ama sistemin değişmeyen bazı yanları var, o oranda da değişmiyor zaten, bu kadar basit.
Diğer sava gelince Dude, haklısın, kendini tanımayan bilmeyen birey de topluma yararlı olamaz, buna sonuna kadar katılıyorum, hatta şu anda örgütlü sosyalist mücadeleden uzak durmamın temel sebebi bu, örgütsel alanların "kendilerinin farkında olmayan, örgüt körü, örgütlerine dair sorgulama güçlerini yitirmiş" insanlardan oluşmaları. Kendilerinin farkında olmamaları. (Herkes için söylemiyorum.) Ben de bu nedenle örgüt körü olmamak için kendini dışarıda eğitenlerdenim mesela. Ama bu dışarıdalığın, yani kişinin kendini bulma halinin, "kendimi toplumdan soyutluyorum abi" gibi bir halle ulaşılabilecek bir hal olmadığını düşünüyorum. Seni komple şekillendirmeye çalışan yerlerden uzak durabilirsin (örgüt bunlardan biridir) ama bu toplumun her halinden uzağa kaçmak demek değil. Karşı çıktığım nokta bu. Birey kendini toplumdan bağımsız olarak geliştiremez diyorum ben de. Yani dur ulan birey olayım, sonra topluma yararlı olurum diye bir şey yok. Hadi hep örnek veriyorum, yine tasavvufculardan örnek vereyim. Bu adamlar en temel bireycilerdir fikir anlamında. "İlim kendin bilmektir." (Yunus Emre) Ama Yunus Emre'nin hayatına bakarsan tamamıyla toplumun içinde olan, kendine de dönen iki hali birarada yaşayan bir insandır. Bunun dışında olan tasavvufçular da var, kendilerini bir mağaraya kapatanlar vesaire. Hinduizm ve Budizm arasındaki en temel fark da bu mesela. Hinduizm'in temeli kendini toplumdan soyutlamaya dayalıyken, Budizm daha çok toplumla bir arada bir benlik yaratmayı amaçlar. (Budizmin içinde de Hinduizm'e yakın kollar var gerçi.) Yani aslında kökü çok eskilere dayalı tartışmalar bunlar, aynı tartışmaları bugüne de uyarlayabiliriz, bunu söylemeye çalıştım.
ekleme: Güzel bir tasavvufi deyiş var konuyu açıklayan:
Gah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi
Gah inerim yeryüzüne seyreder alem beni
Ben bu filmi çok severim aga! Benzerlerini de. Eksikte olsa güzel şeyler hatırlatır. Yarım anlatılmış cesaret öyküleridir. Elemanın yaptığı göt isteyen bi şeydir. O göt bizde olmadığı için kıskanır bok atarız. Hikayenin orjinali katıksız olarak "doğanın içinde doğruyu bulma, kendini bulma, ruhun arınması, bedenin terbiyesi" üzerine bir serüvendir. Yönetmenin bu anlamdaki başarısı yada başarısızlığı bunun kutsallığını değiştirmez. Hiç olma yolları çok fazladır. Bu da onlardan biridir. Zor yollardan biridir. Bir kızılderilinin yada mevlana'nın ulaşmaya çalıştığı şey temelde aynıdır.
CLEAN, SHAVEN (1994) – Yön: LODGE KERRIGAN
Bazen tepkisiz mekanlar, tekinsiz mekanlardan daha korkutucu olur. Peter, hezeyanlar içinde olan, kendine zarar veren şizofren bir karakter. Akıl hastanesi gibi bir yerden –tam emin değiliz- kaçıyor mu, bırakılıyor mu –tam emin değiliz- anlamıyoruz. Ergenlikte bir kırılma yaşayarak insanlardan tamamen kopmuş. Bir kızı var ve onu bulmak istiyor. Karısının öldüğünü biliyoruz ama sebebini bilemiyoruz. Yönetmen, seyirciye de fazla bilgi vermeyerek bizi Peter ile özdeşleşmeye zorluyor. Herkesin kendine zarar vermek istediğini düşünüyor. Bu anlamda William Friedkin’in Bug ve David Cronenberg’in Spider filmleri ile benzeşiyor. Ama ikisinden de önce çekilmiş. Soğuk, mesafeli, sert ve gerçek bir duruşu var. Bu yanıyla benzerlerinin önünde bir film. Bu duyguları oluşturduğu atmosferle kolaylıkla verebiliyor. Mekanlar o kadar geniş ki, kişi başına kilometrelerce alan düşüyor. Bu da akla hemen taşrayı, yalnızlığı ve anlamsızlığı getiriyor. Bütün bu devasalıkla başa çıkamayacak olan insan kederlenmek zorundadır. Sanki doğuştan gelen bir eziklik, bedenin güçsüzlüğünden doğan zafiyet, insanı tabiat karşısında çaresiz bırakır. Bu yüzden de insan bilmeden de olsa çevreyi kirleterek negatif anlamda etkin bir rol oynar. Filme dönersek, herkesin bir diğerini potansiyel tehdit olarak gördüğü bir durum var. Olayları araştıran, kılı kırk yaran dedektif bile, yeri geldiğinde müdahale etmesi gereken yerlerde kılını kıpırdatmıyor. Dengesiz gibi görünen Peter, aslında bu çarpık oyunu kuralına göre oynayan tek kişi. Diğerlerinin saçma bir düzen oluşturma çabalarına bir anlam veremiyor bu yüzden. “Neyi değiştirebilirsiniz ki” der gibi bakıyor, çarpıklığa tutulan bir ayna gibi parlayan gözleriyle.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Book Of Eli/Hughes Brothers.
6/10
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
The Social Network - David Fincher
7.6/10
The Social Network - David Fisher
7.6/10
Derek Fisher ?