Melodramlar zaten bunu amaç edinmiştir ama eskilerde ağlatmak bir gişe kaygısıydı. Ağlatan filmler daha çok rağbet görüyordu. Hala da eskisi gibi olmasa da durum böyle... Ama ağlatabiliyorsa sorun olarak görmüyorum.
''Ağlatabiliyorsa'' diyorum çünkü çok acıklı bir konuyu bile ağlatamayan (yüzüne gözüne bulaştıran )beceriksiz yönetmenler var. Ama küçücük ,minimal insan ilişkileri olan sahnelerde bile ağlamışlığım vardır. ''Vay be hiç bu açıdan bakmamıştım '' dercesine 🙂
eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc
Peki sizi ağlatan filmler ile ağlatmak için mücadele eden filmler arasında bir ayrım yapıyor musunuz?
Benim böyle bir ayrımım var ve beni ağlatmak için
mücadele eden filmlerden nefret ediyorum.
Ağlatmak amaç olmamalı, fakat bunu hissettiğim çok film var.
İsim verirsem yine filmlerin ateşli savunucuları sert bir biçimde saldıracaklar (filmi savunmayacaklar, saldıracaklar, daha önceki deneyimlerimden biliyorum), o nedenle örnekleme yapmadan mevzunun özünü tartışalım derim ben eğer tartışılacaksa.
Babam ve Oğlum bu tarz bir film bana göre. Ama yine de insan o sahnelerde engel olamıyor kendisine. Aslında hiç sevmem ağlak edebiyatını. Cezmi Ersöz'ü, Tuna Kiremitçi'yi vesayreyi. Babam ve Oğlum da ağlak edebiyatıdır bir nevi. Ama nedense görevini yerine getiriyor malum sahneleri. Bilmek duygulanmaya engel olamıyor.
Yapmayın. Aynı Big Bang'in çocuklarıyız hepimiz...
Bir açıdan da Babam ve Oğlum hedeflediği şeyi yapıyor olabilir mi. Yani hedefi insanı duygulandırmak belli ki, tamam. Ama bir filmin duygusal sahnelerini çekerken yönetmen o duygusallığı karşıya geçirmeye çalışmaz mı? Yani adam istemiş ve başarmış, hikayesi bu, anlattığı şey ağlanası, yaptığı film de öyle. Eee, bunda ne terslik var şimdi, diye de bakmak gerekmiyor mu bazen. Nasıl yapıyorsunuz o ayrımı. Ben ayırmam film iyiyse hikayesini bana geçirebilmişse iyidir yani.
Benim ayrımım genelde biçimsel oluyor.
Arkada abartılı bir müzik, orkestra falan hatta, ısrarla zoom-in ya da yakın çekim yapan bir kamera, büyük oyunculuk.
Şener Şen'in ağladığı sahnenin biçimi (Eşkiya) ile Çetin Tekindor'un ağladığı sahnenin biçimini (Babam ve Oğlum) karşılaştırırsak fikrimi aşağı yukarı anlamış olursunuz. Tamamiyle bakış açımdır. En nihayetinde "ekspresyonizm" diye bir akım var. Bu akımdan öğeler taşıyan yönetmenlerdir çoğu zaten Eyüp'ün ağlak edebiyatı olarak nitelendirdiği biçimi benimseyenler. Bu da tercihtir. O akımı beğenmediğinizi, hatta etik bulmadığınızı belirtirsiniz olay biter. Ama o da bir çeşit sanat yapma biçimidir.
Hatta benzer bir örnek Gönül Yarası'ndan da verilebilir.
Zerre kasan ve ağlamaya zorlayan bir biçimi yoktur sonlara doğru olan sahnenin.
Yönetmenin müdahalesi yoktur yani dışarıdan.
Yavuz Turgul çok şey söylüyor bizlere sanırım biçimsel anlamda.
Peki herşeyi verirken mubah da, duygusal bir kreşendo anında zoom mu günah? Orkestra mı günah? Yıllardır hollywood babasını yapıyor bunun... Bu bir tarzdır ben zaman zaman hoşlanıyorum. Özellikle o plandaki oyuncu içsel bir mücadele yaşıyorsa, muhteşem bir özdeşleşme sağlıyor...
- baço
Peki herşeyi verirken mubah da, duygusal bir kreşendo anında zoom mu günah? Orkestra mı günah? Yıllardır hollywood babasını yapıyor bunun... Bu bir tarzdır ben zaman zaman hoşlanıyorum. Özellikle o plandaki oyuncu içsel bir mücadele yaşıyorsa, muhteşem bir özdeşleşme sağlıyor...
Yok abi günah münah demiyorum. 🙂
Aynı şeyi söylüyorum. Bu bir tarzdır diyorum. "Sanatsal" bir ifade biçimidir diyorum.
Ama beğenmediğimi söylüyorum.
Günah-münah, yanlış-hata ne haddime bunları söylemek.
Ya mubahla kafiyeli oldu da günah, o açıdan
- baço
KEzzAP'a kesinlikle katılıyorum. Ağlatan ve "ağlatmaya uğraşan" filmler vardır, örnekleri de vardır. Mordevrim'in örneği bence doğru bir örnektir hatta Çağan Irmak'ın ağlak edebiyatı yapma ile adı özdeşleşecek bu gidişle, Babam ve Oğlum'da ki kadar olmasa da Issız Adam'da da vardı benzer durum.
Ve aslında Darren Aronofsky sineması bu açıdan incelemeye değerdir. Aronofsky filmleri hep gayet "acıklı" filmlerdir. DOğru kelime budur bence. Müzikleri de bunu eksiksizce destekler. Ama ağlatmaya uğraşmadan acıklı olma da budur bence.
Yavuz Turgul'da gayet güçlü bu konuda. Uğraşmadan, duygusal pornografi yapmadan ağlatan bir sinemacı.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Tabi gözlerin sulanması ile hömkür hömkür ağlamak çok farklı. Babam ve Oğlum'da yeter diye sinemada bağırdığımı hatırlıyorum. Önümdeki kızı sedyeyle taşıdılar. (cidden) Yine de kötü film 🙂 Özellikle ilk 10 dakikası felaket. Gözlerimi dolduran filmleri ise saymakla bitiremem. Bazen çok mutlu bi sahnede bile oluyor. İlginçtir benim ilk ağladığım film vizontele'dir. Finalinde. Kardeş Türküler'in katkısı büyük tabi.
Şimdi hatırladım.... What dreams may come... Çarpmıştı be...
- baço
Hüngür hüngür değil ama, 8 1/2'un final sahnesi. Çok fena çok, her seferinde acayip duygulandırır.
Crash
Pis bir düğüm atmıştı boğazıma hele hele buzdolabındaki yiyecekler için polisin annesinin dediklerinden sora garip olmuştum.
Evlat öyle deme,mizah çok ama çok ciddi bir iştir!
Münir Özkul
Canım Kardeşim.
Ben bu filmin bir çok yerinde hüngür hüngür ağlamışımdır. Hala izlerim ve her izlediğimde ağlarım.
eşkıya ,cumali 'nin öldüğü sahne ,hatta yine izleyeyim yav
the fall; alexandria nın, karakterlerin ölmemesi için yalvardığı sahne
Niye uçmuyor, İnci?
Uçar bi'gün.
Uçurtmayı Vurmasınlar - Tunç Başaran
"Boşa sallanan kürek dalga yaratmaz."