Forum

Kim ki Duk uzerine
 

Kim ki Duk uzerine

29 Gönderi
13 Üyeler
0 Reactions
7,375 Görüntüleme
(@dv-art)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

ercinoztas, cok guzel yorumlamissin,acikcasi bu basligi acarken bu kadar ilgi beklemiyordum, ama degisen zamanla birlikte forumda azda olsa bu tip onemli konularda zaman ayirip yazacak insanlari gormek guzel.Hwal gercekten etkileyici bir film zaten ufak tefek yorumlari yapmistim yukarda.

 
Gönderildi : 06/11/2007 12:40 am
(@ercin)
Gönderi: 0
 

Dv-art söylediklerin için teşekkür ediyorum,bu forumda daha önce bu konuda çok yakınmıştım ve senin ismini de telaffuz etmiştim.Yeniden gelmen ve bizimle önemli mevzuları paylaşman çok güzel..

Bugün The İsle'yi de izledim.Tabii bu filmde de ustanın eşsiz tarzı etkileyici fakat Hwal ve İlkbahar,yaz,sonbahar,kış ve ilk bahar'ı izledikten sonra bu başyapıtlara nazaran filmin niteliğinin biraz daha aşağılarda olduğunu söyleyebilirim. Yine hastalıklı bir kadın karakter,yine senin de dediğin gibi insana,aşk a dair umutlarını yitirmiş bir yönetmenin elinden çıkan karamsar bir film.İntihar sahneleri de Hwal daki gibi çok enteresan hakketten.İzlerken bu koreliler çıldırmış olamalı diye düşündüm ayrıca gözlerimi kapattım,bayağı bi rahatsız ediciydi.

Bu gece Wild Animals ı izlemeyi düşünüyorum Dv-art,sonrasında yorumlarımı yazarım.

 
Gönderildi : 06/11/2007 1:50 am
(@hegel)
Gönderi: 0
 

''Yay''daki ihtiyar da gelmiş geçmiş en iyi karakterler arasına girmelidir bence.. -O da hiç konuşmaz, tek kelime bile- Aslında bu sessizlik, müzik kullanılmayışı, sabit planlar, geniş açılar mininalist yönetmenlerin gerçeğe olabildiğince yaklaşma arzularından doğmasının yanı sıra, gerçek anlamıyla 'basit'in derinliğini gözler önüne seriyor. Bakabilene.

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 06/11/2007 6:51 pm
(@dv-art)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Dv-art söylediklerin için teşekkür ediyorum,bu forumda daha önce bu konuda çok yakınmıştım ve senin ismini de telaffuz etmiştim.Yeniden gelmen ve bizimle önemli mevzuları paylaşman çok güzel..

Bugün The İsle'yi de izledim.Tabii bu filmde de ustanın eşsiz tarzı etkileyici fakat Hwal ve İlkbahar,yaz,sonbahar,kış ve ilk bahar'ı izledikten sonra bu başyapıtlara nazaran filmin niteliğinin biraz daha aşağılarda olduğunu söyleyebilirim. Yine hastalıklı bir kadın karakter,yine senin de dediğin gibi insana,aşk a dair umutlarını yitirmiş bir yönetmenin elinden çıkan karamsar bir film.İntihar sahneleri de Hwal daki gibi çok enteresan hakketten.İzlerken bu koreliler çıldırmış olamalı diye düşündüm ayrıca gözlerimi kapattım,bayağı bi rahatsız ediciydi.

Bu gece Wild Animals ı izlemeyi düşünüyorum Dv-art,sonrasında yorumlarımı yazarım.

guzel sozlerine tesekkur ederim Ercin.Defalarca belirttigim gibi bu konulara cok fazla ragbet olmadikca filmler belki gorsel acidan guzellesebilir ama icerik olarak hala bombos teneke olmaya devam eder,o yuzden filmcilik tartismalari en onemli konulardir.
The isle yi biraz zaman gectikten sonra tekrar seyret daha fazla sevdigini goreceksin.Ayrica intihar sahneleri sinema tarihine gececek cinsten(herkesin ici kaldirmayabilir bastan soyleyeyim)
wild animals i seyrederken gondermelere biraz dikkat et,cok sey anlatiyor.Ne zaman seyredersen haber ver konusalim.

 
Gönderildi : 06/11/2007 11:59 pm
(@dv-art)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

''Yay''daki ihtiyar da gelmiş geçmiş en iyi karakterler arasına girmelidir bence.. -O da hiç konuşmaz, tek kelime bile- Aslında bu sessizlik, müzik kullanılmayışı, sabit planlar, geniş açılar mininalist yönetmenlerin gerçeğe olabildiğince yaklaşma arzularından doğmasının yanı sıra, gerçek anlamıyla 'basit'in derinliğini gözler önüne seriyor. Bakabilene.

hani kkymn nin kullandigi (ama surekli yanlis kullandigi ve benim surekli bunu belirttigim) bir cumle vardir. 'less is more'
iste bu cumle yanlis kullaniminin aksine minimalizm akiminin mottosudur, yani basit olan daha derindir.
Sen bu gercegi yakalamissin iste.Onemli olan olabilecek en basitte en mukemmel ve derini yakalamaktir.Minimalizmin ana hedefi budur.
Kim ki Duk ta tam bir batini(yani sufizm gibi, yuzeyle degil ozle ilgilenen) olarak bu konuda su anda yasayan en deneyimli yonetmenlerdendir.
Her filminde 'cember kader' 'ozde birlik' 'askin sadelik' gibi temalara bolca goz kirpar.

 
Gönderildi : 07/11/2007 12:04 am
(@ercin)
Gönderi: 0
 

Dv-art,geçen gece nedense birden bire Wild Animals ı değilde Bad Guy u izlemeyi tercih ettim.Filmde, yine farklı bi hikaye,yine konuşmayan sağlam bi karakterimiz ve yine hastalıklı bir aşkımız var.Gerçi bu film kim ki duk un sonraki filmlerine göre insanlığa dair umutlu özellikle filmin finalinden bu anlaşılıyor.

Film, çok sade bi şekilde başlıyor,adamımız şehrin ortasında bir bankta oturan bi kızı görüyor ve gözünü kırpmadan şaşkınlıkla onu izliyor ve gidip yanına oturuyor.Film başlar başlamaz olan bundan sonra ki hadiseler şaşırtıyor beni..Film bu baştaki mantıkla öyle bi ilerliyor ki, daha da şaşırıyorum.Yine bizden çok uzaktaki bi kültürün insanlarının yaptıkları bana çok ilginç geliyor.Bu arada han-gi yi bir Türk kabadayısına benzettim,sigara içişi bile öyleydi çok enteresan.Biraz aksiyon dolu bir film diğerlerine nazaran.Ama yine de kim ki duk un bu filmde de seyirciye anlatacak sağlam dertleri var.

Bi de hikayenin akışında aklıma takılan bişiyler var, güney korede şehrin ortasında askerlerle kavga etmek bi suç değil mi,ayrıca bir insan güney korede bu kadar kolay alıkoyulabilir mi?Bunlar bana bayağı bi zorlama geldi.Buna itirazım var.Ayrıca Bad guy, The isle den sonra 2001 yılında çekilmiş,hani ilk dönem filmlerinden biri de değil.

Son zamanarda tek yaptığım kim ki duk filmleri izlemek,beni feci halde etkilediler,en çok eleştirdiğim Bad Guy u bile çok sevdim bundan sonra farklı filmler özellikle amerikan filmlerini izlemeyemiyorum artık çünkü çok basit geliyorlar.Kim ki duk'u sinemanın ozanı olarak nitelendiriyorum,bu zamanda böylesi bir sinema anlayışının çok az yönetmen tarafından yakalndığını düşünüyorum.Çok başarılı kim ki duk..

 
Gönderildi : 10/11/2007 7:39 pm
(@dv-art)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

cok guzel bir yazi ellerine saglik ercin. oncelikle kore hakkinda ki sorularin yerli yerinde ama bunu disaridan degerlendirmek zor.yani disarda anlatilanlara gore turkiyede herkes iskence goruyor herkes korku icinde, ama ben defalarca icki kontrollerinde polise en yakasi acilmamis kufurleri edenleri gordum hicbiri dayak yemediler (tabi bu hic yemeyecekleri anlamina gelmez)
yani ki duk gibi normal hayati konu alan bir yonetmen o yuzden bunu cok buyutmemistir. sonucta bir hollywood filmi olsa bas karakter butun herkesi dover ve giderdi ama biliyorsun bu sahne cok farkli ilerliyor.

alikonulma meselesindeki dusuncelerin ne yazik ki cok iyimser.real sex traffic,lilja 4-ever gibi filmleri izlediysen hatiralarsin,avrupanin en eski ve 'modern' baskentlerinde evde hapsedilen rus-slav kokenli genc kizlari anlatir. hatta uzaga gitmeyelim defalarca gormussundur istanbulda atakoy,atasehir gibi semtlerde (yani komsulugun olmadigi kimsenin digerine karismadigi yerler) zaman zaman polis baskiniyla ortaya cikan aylardir eve hapsedilmis,kapilar uzerlerine kitlenip birakilmis kadinlar ve bunlari satin alan sadece gelip tatmin olup giden parali ama serefsiz hayvanlar ulkemizde de mevcut.bahsettigimiz sehir istanbul hemde, binyilin baskenti.

koreliler belli acilardan bizlere cok benziyor,ozellikle karsi cins konusundaki davranis sekilleri 'acaba turkmu ya bunlar?' dedirtecek derecede.o yuzden sasirma, ha tabi kim ki duk filmlerinde genelde asmis rahatsiz karakterler oldugu icin bu cok dikkat cekmez ama diger kore yapimi filmlerde rahatca gorulebilir.

kim ki duk hakkindaki dusuncelerimi tekrar etmeyeyim,aynen dedigin gibi bir ozan yada bir rahip diyebiliriz, sinemasi bir dua veya siir gibi akar,o kadar duragan ve bir o kadar derin.

 
Gönderildi : 12/11/2007 2:49 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Şimdi herbir filmle ilgili bir şeyler yazacağım zaten yavaş yavaş da beni en etkileyen filmlerinden biri olan "ilkbahar,yaz,sonbahar,kış ve ilkbahar" ile başlayayım.

"Zaman" ve "Mekan" kavramları en önemli şeydir sanatta şüphesizki. Bütün sanat dalları genel olarak "mekan"ın üzerine eğilmek durumundadırlar çünkü ellerindeki malzeme budur. "Zaman" algısını eğip bükmek biraz zordur. Sinemanın verdiği en büyük olanaklardan biri de budur. Hatta bu imkan o kadar büyüktür ki şunu bile iddia edebiliriz: bütün filmler "zaman" ve "mekan" algısına indirgenerek okunabilir. Bana kalırsa bir kişinin zaman ve mekan algısı bir filme olan beğenisini şekillendirir. Günümüzde çok fazla açılı, on saniyede bir kesme yapılan, kurgusu hoplamalı zıplamalı, kamerası hareketli filmler tercih edilir durumda. Çünkü bu filmler tamamiyle bizim bilinçaltımızda yatan zaman ve mekan algımıza hizmet ediyor. Bir gününüzü düşünün. "Hız" sayesinde katettiğiniz mekanları zamanlara bölün. Ortaya korkunç bir sonuç çıkıyor. Yaşam da algımız da o kadar hızlandı ki, internet hızlarımız gibi, araba hızlarımız gibi hayatlar yaşıyoruz!

Ama sanat var olanın dışına çıkıp kendine bakabilmektir.

Ben bu hızlı ve bol mekanlı yaşamdan pek memnun değilim! İnsanın kendine dönmesini ve kendini algılamasını o kadar engellemekte ki. İşte belki de sırf insanın dingin bir şekilde kendine bakabilmesi adına "zaman" ve "mekan" algısını bu derece minimalleştiren (ama özünde, gündelik hayatta giremeyiceğimiz kadar derinlere götüren) böyle filmler önem taşıyor.

Şimdi gelelim filme. Bu film müthiş bir "mekan sıkıştırması". Filmin özüyle biçimi arasındaki uyumu da tam bu mekan sıkıştırmasından geliyor belki de. Kim ki duk'un yakaladığı o sabit kareler bizim bu mekanın içine sıkışmamıza, belki gündelik hayatta hiç yaşayamayacağımız bir mekansal dinginliğe çıkarıyor. Şimdi bu film öyle başka bir mekanda aynı öğretiler üzerinden anlatılmış olsaydı, ya da ne bileyim, kim ki duk, pan gibi mekanı kaydıran müthiş bir silah varken on saniyede bir kesmelere ya da farklı kamera hareketlerine başvursaydı biz o mekanda kendimizle başbaşa kalıp filmin öğretileriyle bu denli yüzleşebilir miydik? Elbetteki hayır!

Şimdi gelelim filmin ismine de konu olmuş zaman algısına. Günümüzün zaman algısının hızlılığından bahsettim. Bu filmde ise durağan bir zaman var. Mekanın durağanlığı ile müthiş bir uyum taşıyor. Zaman filmin genelinde "çabuk" akarken, özelde "yavaş" akıyor. Bu yavaşlık ve dinginlik yine filmin ana öğretisini algılamak için gerekli biçimsel özelliği bize sunuyor. Tıpkı filmdeki kahramanın hayat algısının yavaş yavaş şekillenmesi gibi biz de yavaş yavaş kendimize dönüyoruz. Film bize aslında zaman ile ilgili olarak şunu söylüyor:
İnsanın kendini tanıması "uzun" (filme göre bir ömür) ama kesinlikle sürekli devam eden, aksayan ve duran değil ve sırf bu yüzden yavaş bir süreçtir.

Filmin kapı mevzusuna yorumum şöyledir son olarak. Duvarın arkası, yani en basitinden şahsi odalarımız kişinin kendini topluma kapattığı birey olduğu yerlerdir. Kapılar ise topluma açıldığı yerler... Şimdi duvarlar olmamasına rağmen kapıları kullanmak müthiş bir felsefedir. Duvarlar yokken kişi kendini topluma kapatmaz, devamlı toplumla iç içedir, ama ne olursa olsun kendine döndüğü bir kapıda vardır. Toplum kişinin bu kendi olduğu alana duvarlar olmadığı için müdahale etmekte serbesttir. Ama öyle bir toplum algısı oluşmuştur ki toplum bireye saygı gösterip kapıyı kullanır! Buyrun size toplum-birey ilişkisine yönelik müthiş bir politik mesaj. Zaten dikkat ettiyseniz harika iki sahne var bu kapının kullanıldığı. Oğlan kıza ilk dokunmaya çalıştığında kapıyı kullanmıyor ve kızın tepkisiyle karşılaşıyor. Ama seviştikleri sahneden hemen önce -gece sevişmelerinden bahsediyorum- ikisi de kapıdan çıkıyor!

Benim filmle ilgili fikirlerim ve nacizane gözlemlerim bu kadar. Biraz geç dahil oldum ama, "yavaş yavaş"!

 
Gönderildi : 20/11/2007 4:17 am
(@anonymous)
Gönderi: 0
 

En Son The Dream / Bi-mong / rüya adında filmi geldi türkiyeye üstatın sinemada izledim şimdi dvd side cıktı onu aldım filimleri arasında tercih yapmak zor ancak rüyadan önce boş evi seviyordum şimdi en hit filmim Rüya/Bi-Mong/The Dream adlı film. gerçektende süper üstü süper birşey olmuş... merak ettiğim konu ise bir sonraki filmi nasıl birşey olacak. merakla bekliyorum....

 
Gönderildi : 24/01/2009 5:20 pm
(@claricestarling)
Gönderi: 0
 

rüya filmini izlediğim ilk filmi sanırsam, ipek yolu film festivali kapsamında izlemiş ve uçurum vari sinema dili hataları keşfettiğim pek te hoşuma gitmemiş yönetmen, bu filmi adına konuşuyorum..

o festivalde gerçekten tek baba film izlediğim; on onbeş film arasından beşir'le Vals idi..gazze saldırısı ile gündeme de paralel bağlantı yapmış bir film..

I don't know. I had no food or water. It was very cold. I thought - if
I can even save just one... but he got so heavy. So heavy...

 
Gönderildi : 24/01/2009 9:42 pm
(@kont-mondego)
Gönderi: 29
 

Merhaba arkadaşlar ;

Geçenlerde Alkazar 'da "Kim Ki Duk'un 16.filmi" ibaresiyle biten "Rüya" isimli filmini izledim.Yaptığım yorum çıkışta şu oldu ; Kim Ki Duk'un diğer 15 filmini izlemek istemiyorum 🙂 Çok talihsiz bir yapıt..

Önyargılı olmamak gerek kesinlikle ama bu filmden hareketle yönetmenin tarzına dair bir kaç şey söylenebilir diye düşünüyorum.

Herşeyden önce "ben çok çarpcı/dahiyane bi senaryo yazmalıyım,şunu şöyle yapmalıyım,bunu böyle yapmalıyım ki izleyici etkilensin,izleyenlerin aklını almalıyım" diye bir iş ortaya çıkabilir..Buna bir itirazım yok..Ama eğer yapıt bu maxadını tüm film boyunca ele veriyorsa işte o zaman çok itici oluyor.İzleyiciyi filmden soğutan ve irite eden şey de hep bu.İkna sorunu.

İzleyici eğer gördüğü şeylere,anlatılan hikayeye,oyuncuların davranış biçimlerinin neden/sonuç ilişkilerine ikna olmuyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir.Fantastik bir öykü bile olsa ikna edicilik bambaşka bir olgudur ve gerek şarttır.

Yönetmenin diğer 15 filminin içinde mutlaka ki iyi eserler vardır,öyle olmasaydı yukarda ki sizin değerlendirmeleriniz olmazdı..Bu durumda ortaya çıkan sonuç şu ki yönetmende ciddi bir metal yorgunluğu var..

 
Gönderildi : 27/01/2009 10:35 pm
(@baco)
Gönderi: 0
 

Ben de izledim ve çok da beğendim. Sonunun fazla dramatik olması dışında çok değişik ve güzel bir filmdi bence...

- baço

 
Gönderildi : 27/01/2009 11:55 pm
(@anonymous)
Gönderi: 0
 

bence cok romantikti

 
Gönderildi : 28/01/2009 12:42 am
(@anonymous)
Gönderi: 0
 

1. kim ki duk bir fotoğrafcıdır ... ve bunu filmlerinde fazlaca fark edebilir insan
2. hikayelerin fantastik olması onların yaşam ve inançlarına bağlıdır bize fantrastik gelen onlarda olağandır...
3. kim ki duk herhangi bir tanrıya inanmadan yaşar ondan dolayı bütün filimlerinde bir fantastik hava vardır...
4. bence filimlerinde eksik bir şey yok... 🙂 herkese iyi seyirler... bu arda Rüyayı bende alkazarda izledim... 🙂

 
Gönderildi : 01/02/2009 12:47 am
Sayfa 2 / 2
Paylaş: