Forum

Yumurta

31 Gönderi
9 Üyeler
0 Reactions
7,918 Görüntüleme
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

-fena halde spoiler içerir-

Ölüm olgusuyla karşılaştığımız ya da farkında olmadan dahi olsa onunla yüzleştiğimiz her an hayatımızda uzun süreçli sorgulamalara neden olur. İşte Yusuf’un kendi yaşamına bakışı, bir telefon sesinin arkasından aniden yüzleştiği bu olgu ile yaşamının köklerine, anlamını yarattığı “mekân”a dönüşü ile perçinleniyor ve Yusuf’u, ölümün durgunluğu üzerinden mekan ve yaşamın durgunluğuna, mekanın sorgusundan hayalleri üzerinden sorguladığı bir yaşam sorgusuna doğru yola çıkarıyor. Yumurta buradan bakınca, genelde durgun bir mekanın, özelde ise durgun bir yolun filmi. İlk sahnemiz bize tam da yukarıda bahsettiğim bu yolun tarifi üzerinden kendi yolunu çiziyor. Zamanın akmadığı bir mekanda yaşayan –ya da yolda yürüyen- Zehra uzun bir planda yaklaşır, kameranın önünde durur ve Zehra’nın gerçekliğine tanık oluruz. Tıpkı bu yaklaşmanın durağanlığı ve olağanlığı gibi uzaklaşır, yani ölür. Bizse sadece takip ederiz. Yusuf’un da, Ayla’nın da aslında film boyunca yaptığı tıpkı Zehra’nın filmin başında bize sunduğu bu yolda ilerlemektir. Yusuf’un bu yolda uzun bir yürüyüşün ardından (bu yürüyüşü “Süt” ve “Bal” da daha iyi göreceğiz) hikaye boyunca sık sık kameranın önünde duran yüzü bize hikâyenin Yusuf’un yaşamının üzerinden ilerlemekte olduğunu söylemektedir aslında. Ayla’nın yüzünün kamera önüne geldiği gölün kenarındaki sahnede Ayla’nın yaşam sorgusunun –en azından bu film dahilinde- doruğa ulaştığı anı gösterir zaten. Yani aslında Zehra’nın yürüyüşü gibi oldukça durağan bir yoldur hayat. Yaşarız, yaşadıklarımızı sorgularız, yaşarız ve ölürüz. Hepsi bu…
Yusuf kadraja giriyor. Ölüm olgusuyla yüzleşerek, köklerine dönerek ve tüm bunların etkisiyle korkularına yolculuk ederek… Yusuf’un köklerine yolculuk öyküsü bir yumurtanın ölümüyle başlıyor. Bir yumurta yere düşüyor, “içindeki yaşam” tüm çıplaklığıyla yere saçılarak ölüyor! Ve bunun Yusuf’u ürküterek uyandıran bir rüya olduğunu görüyoruz. Yusuf kadraja işte bu ölüm korkusuyla beraber giriyor ve film boyunca Yusuf’a bu yolculuğunda eşlik ediyor. Yusuf’un kendine ve çevresine olan uzaklığının köklerini de anlıyoruz böylelikle. Ve bunu anlarken de aslında Yusuf’un aradaki bu uzaklığı kapatıp “yaklaşmasını” izliyoruz. Tüm bu yakınlaşma çabasında kendisine eşlik eden ölüm ve yalnızlık korkularının tıpkı baştaki yumurta gibi bu mekanda sembolleştirildiğini görüyoruz ve bekliyoruz Yusuf’un içine düştüğü kuyudan çıkışını. Yusuf gidemiyor, Yusuf kuyudan çıkamıyor. Orada, o durağanlıkta, kameranın önünde kalarak, görmek zorunda kalıyor insanların kendisiyle ilgili besledikleri fakat gerçekleşmeyen umutlarını, kendisinin hiç inanmadığı fakat insanların hayatlarını bağladıkları inançları, kendi yaşamı sabit dururken arkadaşlarının değişen yaşamlarını. Yusuf görmek zorunda kalıyor aslında, içinde mahsur kaldığı kuyuyu kendi elleriyle yaptığını.
Yusuf, kameranın önünden çekmek istiyor yüzünü. Gitmek istiyor, kaçmak istiyor ama kaçamıyor. Yusuf geri dönüş için yola çıkıyor. Oysa, daha tavuk yumurtasını vermeden yapmak istiyor bu dönüşü. Fakat bu durağan mekan bir kez daha sembolleştirerek Yusuf’un korkularını önüne sunuyor ve bu dönüşe izin vermiyor. Yusuf bu durağan zaman ve mekana sıkışıp kalıyor. Bu sıkışıp kalmışlığın içerisinde Yusuf’un çoban köpeği karşısında ölüme, yalnızlığa ve yaşama karşı çaresizliği, gözyaşlarına dönüşüyor. Film boyunca tüm sıkışmışlığına rağmen güçlü bir görüntü çizmiş Yusuf, korkularıyla bu kadar açık karşılaşınca tıpkı her insan gibi çaresizliğin kollarına atarak kurtarıyor kendini. Yusuf’un daha önce bu sembolleşmiş korkularının her biri bir rüya evreninde karşımıza çıkıyordu ve Yusuf kabustan uyanıyordu. Oysa bu doruk noktasında rüya ile gerçek birleşiyor bunun da bir kabus olup olmadığı soru işareti olarak kalıyor. Ama bu yüzleşme önemini tam da bu noktadan alıyor. Daha önce kabus olarak nitelediği ve uyanarak kurtulduğu korkularından uyansa da kurtulamıyor bu sefer. Korkuları uyanmasına rağmen karşısında tüm gerçekliğiyle duruyor. Çünkü bu sefer korkuları, Yusuf “giderken” hatta belki “kaçarken” karşısına çıkıyor ve bu kaçışa izin vermeyecek ölçüde kuvvetli ve gerçek olup, Yusuf’u yarım bıraktığı “yaşamına”, filmin başında kırdığı yumurtayı geri alması için güne başlayacağı kahvaltı masasına geri yolluyor.
Kahvaltılar, mutlu bir günün başlangıcıdırlar belki. Özellikle köylerde ve kasabalarda taze yiyeceklerle yapılan kahvaltının tadı bir başka olur. İşte, filmin sonunda belki de Yusuf’un yüzüne yapışan o gülümseme bu tadın eseridir. Yusuf kahvaltı masasında gülümsemektedir, çünkü geçmişini oluşturan “süt” ve “bal” kahvaltının vazgeçilmezidir. Tavuk, içinde bir “hayat” taşıyan yumurtayı da yumurtlamıştır artık. Yusuf ait olduğu yere, kahvaltı masasına dönmüştür, gülümsemektedir, iştahlıdır.

-fena halde spoiler içerir-

Bu da fragmanı:

Heleloyloy!

 
Gönderildi : 16/11/2007 2:41 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Ben beğendim filmi...
Bir Nuri Bilge Ceylan taklidi ile karşılaşacağımdan korkarken özgün bir çizgiyi korumayı başarabilmiş bir yönetmenle karşılaştım. Nuri Bilge severler, muhakkak seveceklerdir. Daha sembolizme kayan, fakat sembol ile gerçeğin arasındaki ayrımı belirginleştirmeyen bir yönetmen. Tavsiye ederim.

 
Gönderildi : 16/11/2007 2:45 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Fragmanında Nejat İşler'in harika yorumladığı harika şiir:

mavi yaz akşamlarında özgür gezeceğim
ayaklarımın altında nemli, serin kırlar
başakları devşirip otları ezeceğim
yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgar
ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen bir düş
ve yüreğimdeki sevgi,büyük, sonsuz, umutlu
çekip gideceğim çingene gibi,başı boş
doğada, bir kadınla birlikte gibi mutlu.

Arthur Rimbaud

Bu arada filmi izleyen yok

 
Gönderildi : 16/11/2007 3:26 pm
(@admin)
Gönderi: 0
Admin
 

bende fragmandan tarkovski atmosferi hissettim emme tabi izleme lazım.. o da şiir kullanmayı seviyor o yüzden.

 
Gönderildi : 16/11/2007 4:13 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

"Stalker"dan çok etkilenilmiş zaten bence bu filmde! Geçende de yazmıştım forumda bir yere. Stalker'daki gibi bir "dönüş" hikayesi...

 
Gönderildi : 16/11/2007 4:21 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Güzel bir yazı:

Cüneyt Cebenoyan

cuneytcebenoyan@birgun.net
Yumurta 16/11/07

Yusuf ile Ayla ile Zehra

Yumurta kendinden ve hayattan pek bir beklentisi kalmamış eski şair/yeni sahaf Yusuf'un (Nejat İşler) bir anlamda yeniden doğuşunu, bir yerlere ve birilerine yeniden bağlanmayı öğrenişini konu alıyor. Filmin iki önemli kişisi daha var. Birisini, Zehra'yı sadece bir kez, filmin başında öbür dünyaya, mezarlığa doğru yürürken görüyoruz (kavak ağaçlarının silueti gerçekten bir başka dünya izlenimi veriyor). Yusuf'un annesi Zehra ölümüyle sahneden çekilmiyor, tam tersine Yusuf'un kaderini belirleyecek denli hayata müdahil oluyor. Diğer önemli kişi ise Zehra anayla birlikte yaşayan Ayla (Saadet Işıl Ak-soy). Liseyi yeni bitirmiş, üniversite sınavlarına hazırlanan Ayla'nın kendi ailesi hakkında bilgi sahibi olamıyoruz. Ayla, Zehra ananın ruhunun bu dünyadaki temsilcisi gibi, onun isteklerinin yerine getirilmesini sağlıyor. Ve böyle yaparak hem kendinin hem de Yusuf'un kaderini tayin ediyor. Kısacası filmin asıl kahramanı bir anlamda gözle görülmeyen, yaşamayan biri, bir ruh, Zehra ananın ruhu. Ama Zehra'nın ölüsü bile Yusuf'tan daha canlı.

Yusuf'u ilk kez sahaf dükkânında/evinde görüyoruz. Filmin bence en başarısız sahnesi bu. Gerçeklik duygusu bu sahnedeki kadar başka hiçbir bölümde eksik değil. Yusuf dükkân evinde kapıyı kilidemeden, kepenk indirmeden, uyku ilacı niyetine içtiği şarabını içip yatmaya hazırlanırken, genç ve seksi bir kadın girer içeri. Şarapçılar bile şişelerini bir kesekağıdma sarar ama bu seksi kadın geceleyin elinde şarap şişesini açıkta tutarak dolaşabilmektedir görünüşe göre. Yusuf ne bu elinde fallik bir nesne tutan kadınla ne de ondan kazanabileceği parayla ilgilidir. Sahne gerçeklik duygusundan yoksun olsa da Yusuf'un her şeye il-gisizleşmiş halini ekonomik bir şekilde özetler. Aynı gece annesinin ölüm haberini de alan Yusuf cenazeye katılmak için kasabası Tire'ye geri döner.

KABUĞU ÇATLATMASI ZAMAN ALACAK
Yusuf'un yeniden doğumu da ilk doğumunun gerçekleştiği bu kasabada ana ocağında gerçekleşecektir. Ama sancısız doğum olmaz; Yusuf'un da düştüğü kuyudan çıkması, yumurtasının kabuğunu çatlatması zaman alacaktır. Yusuf'un yokluğunda Zehra Ana Yusuf'u yaşatmıştır. Yusuf adına arkadaşlarına hediyeler (Yusuf'un yayımlanan ödül de kazanmış olan tek kitabını, Ayla'ya kazak) göndermiştir. Yusuf böylece çok sıcak bir ilgiyle karşılaşır. Fakat yine filmde kafa karıştıran bir şey var: Bir sahnede Yusuf'u epilepsi (ya da narkolepsi) krizi geçirirken görürüz. Bu da şu soruyu sordurur: Yusuf'un beyninde yaşadıklarını, yaptıklarını unutmasına neden olan fiziksel bir hasar mı var? Eski sevgilisiyle buluştuğunda Tire'ye dair söylediklerini inkâr etmesi bu hafıza hasarının (gönderdiği hediyeleri hatırlamaması gibi) başka bir göstergesi midir yoksa iki kişinin geçmişi farklı yaşatıyor olmalarından mı kaynaklanır?

Yusuf İstanbul'a bir an önce geri döneceğini söylese de bir türlü dönemez. Annesinin adağını yerine getirir nihayetinde. Koçu almak için çıktıkları yolculuk Ayla'yla Yusuf arasında bir yakınlaşmayı da başlatır. Zaten Zehra'nın adağı da anlaşılan budur. (Kaplanoğlu vejateryen olmak gerektiğini de mi söylüyor acaba bize? Filmin başında vejateryen yemekleriyle ilgili kitap arayan kız, ölümüne gitmeye can havliyle direnmeye çalışan koç, bir kadın ordusunun kurbanı parçalara ayırması...)

FİLMİN EN 'DÜNYEVİ' BÖLÜMÜ
Yine hedefine tam ulaşamayan bir sahnede Yusuf geri dönemeyeceğini kani olur. Bir çoban köpeği Yusuf'un uzaklaşmasını engeller. Ama köpek fazla dost canlısı göründüğünden bu sahnenin dramatik etkisi yeterince güçlü değil.

Nihayetinde iyi çekilmiş ve iyi oynanmış (Nejat İşler çok çok iyi) bir film Yumurta. Diyaloglar da iyi yazılmış. Ama Kaplanoğlu'nun zamana (filmde sık sık saat görüyoruz ya da tiktakını duyuyoruz) ve metafiziğe dair söylemeye çalıştıklarını çok da iyi ifade ettiğini düşünmüyorum ya da ben bu konulara uzağım. Yusuf'un Ayla'yla yakınlaşması da yeterince güçlü bir etki uyandırmıyor. Bu iki insan arasında çok ama çok mesafe var aşılacak ve bunu başarmaları çok da mümkün görünmüyor. Yani Yusuf'un yeniden doğuşunda da bir sorun var. Ayla'ya gelince, bu kasabalı kızın kişiliğinde insanı saran bir şey yok. Yusuf zaten üçlemenin ana karakteri olduğu için, Ayla o kadar da önemli değil. Yusuf'un yaşadıkları inandırıcı ama onu da çok tanımıyoruz sonuçta. Zaten filmde en güçlü irade sahibi kişi başta da söylemiştik, bir ruh, Zehra'nın ruhu. E, onu da göremiyoruz haliyle.

Zehra'dan bağımsız yan karakterlerden elektrikçi Haluk'un (Ufuk Bayraktar), Yusuf'la girdiği kıskançlık yüklü ilişki belki de filmin en dünyevi bölümünü oluşturuyor. Sanırım bu yüzden filmin en sevdiğim anı Haluk'un Yusuf'un hafızasını aşağıladığı sahne oldu.

Yönetmen: Semih Kaplanoğlu Oyuncular: Nejat işler, Saadet Işıl Aksoy, Ufuk Bayraktar, Tülin Özen Türü: Kurmaca Ülke: Türkiye, Yunanistan

 
Gönderildi : 18/11/2007 4:17 am
(@admin)
Gönderi: 0
Admin
 

Sinan çetin yaşamdan dakikalarda yumurta filmine çok kötü göndermesi yaptı. Şok oldum 🙂 izlemedim filmi gerçi ama kurduğu cümle şöyleydi... Kültür Bakanlığında havuz sistemi gibi çok büyük bi yanlış var. Yılmazın vizontelesi gibi bir film cekiliyor onun geliriyle gidiyorsun yumurta gibi bi filme destek oluyorsun. Çok saçma dedi.

 
Gönderildi : 18/11/2007 4:22 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Sinan Çetin sussun! Reklam çeksin!
Mümkünse de sinemadan ve sinema yorumlamaktan da uzak dursun!
Küfür ederdim ama neyse...
Hayır filmi beğenmezsin ama şimdi gelip bana "Yumurta gibi bir film" demezsin!
Şöyle oturup karşılıklı filmden ne anladığını konuşmak isterdim. Bakalım ne kadar doldurabiliyor argümanının altını.
Özünde "bomboş" adamlar bir yerlere gelirse, böyle kahvehane yorumları da kaçınılmaz olur!

Digi digi digitürkler!!!!
Mutlu mesut aileleer!

 
Gönderildi : 18/11/2007 4:27 pm
(@admin)
Gönderi: 0
Admin
 

http://kultur.sabah.com.tr/sin118-10-20071119-100.html

kezzap delirecek eyvah eyvah 😀

 
Gönderildi : 19/11/2007 4:03 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

http://kultur.sabah.com.tr/sin118-10-20071119-100.html

kezzap delirecek eyvah eyvah 😀
😀 😀

Yok buna delirmem...
İyice "yumurta"cı gibi oldum ya.

Hayatımın filmi falan değil bu.
Sadece Sinan Çetin'in aptalca eleştiri tarzına gıcık oldum.
Kendisine de gıcık olduğumdan olsa gerek.

 
Gönderildi : 19/11/2007 8:29 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Bu filme entellektüel terör diyenler acaba entellektüel kelimesinin anlamını biliyorlar mı?

Globalleşen dünyada, kasaba ve köy gibi sıkışık mekanlar içerisinde zaman ve mekan algısı üzerine hiç kafa yormuşlar mı?

Metafizik tüm bu çatı altında bu adamla için ne ifade ediyor acaba, hiç düşündüler mi hayatlarında. Hıncal Uluç'ta bir zahmet futbol yorumlasın.

Delirmem dedim delirdim yalnız 😀

 
Gönderildi : 19/11/2007 8:33 pm
(@payitaht)
Gönderi: 0
 

Sinan Çetin Teoman ın filmine, Balans ve Manevra, Türkiye'nin ilk sanat filmidir demişti, hatta konuyu daha ileri götürerek Teoman a Türkiye'nin en iyi oyuncusu hatta bokunu çıkararak Türkiye'nin en iyi şairi demişti..

Bende öyle bakmıştım, öylece.. Yine bakıyorum aynı gözlerle.

Yumurtayı henüz izlemedim. İnşallah bugun yarın izlerim.. Bilahere dönerim.

 
Gönderildi : 20/11/2007 8:31 am
 orca
(@orca)
Gönderi: 16
 

yumurta filmini izledim ve sinan çetinin o sözlerini duyunca ben başka bişeymi izledim dedim.film bence kaç para kaç ve anayurt oteli filminden sonra yrattığı atmosferle beni etkilemiş 3.türk filmidir.film çok iyi ama sanki bişiler eksikti ama defalarca sıkılmadan izlerim.özellikle bir köpek sahnesi varki yaşayan bilir:)bu arada sinan çetin romantik gibi rezalet bi filmden sonra ben yönetmenim bile demeye utanmalı...

 
Gönderildi : 22/11/2007 2:28 pm
(@payitaht)
Gönderi: 0
 

Ben beğendim filmi...
Bir Nuri Bilge Ceylan taklidi ile karşılaşacağımdan korkarken özgün bir çizgiyi korumayı başarabilmiş bir yönetmenle karşılaştım. Nuri Bilge severler, muhakkak seveceklerdir. Daha sembolizme kayan, fakat sembol ile gerçeğin arasındaki ayrımı belirginleştirmeyen bir yönetmen. Tavsiye ederim.

Hele şükür izledim filmi. Bende kezzapın dediği gibi nbc taklidi korkusyla gittim ve hatta filmin girişindeki uzun yürüme sahnesini uzak ın girişine benzettim.. Ekrana ayakkabı fırlatasım geldi ama sonradan filmin özgün yapısı beni içine çekti.. Bayada sevdim filmi. Köpek sahnesi zaten filmin zirvesiydi. Keşke orda bitirseydi diyede içimden geçti ama..

Velhasıl, nasıl derler; nevi şahsına münhasır bir film izledim. Mutluyum.

 
Gönderildi : 22/11/2007 3:27 pm
(@ercin)
Gönderi: 0
 

Bugün sınavdan çıktım yumurtaya gittim.
Benden başka kimse yoktu.
Tek başıma izledim koca salonda filmi, ama nasıl?
Önce renkler kaymış bi vaziyette ilk 10 dakika izledim,
sonra gittim bu ne hal dedim,kızdım; düzelttiler.
Sonra bi baktım bi çok planda yusuf un kafasının yarısı yok,
ulan bu adam böyle kadraj çekmez diyorum,
sonra da yaa çekmişse..Kararsız kaldım ama büyük ihtimal görüntüyü perdeye tam oturtamamışlar.Ben de mükemmelliyetçi bi herifim hiç içime sinmedi arkadaşlar.
Bi daha yerimden kalkıp da müdahale etmedim.
Bi de film çok erken bitti,bir şeyler eksik kaldı sanki..
Biraz önce fragmanı izledim bi de ne göreyim izlemediğim yerler var.
Arkadaşlar anlayacağınız artık makarayı yanlış mı sardılar ne..
İşte bizim ülkemiz,gittiğim hiçbir yerde ekmek parasını kazandığı işi hakkıyla yapan yok.
Marketten,bankadan,okuldan,otobüsten ve son olarak sinemadan insanlara lanetler yağdırarak çıkıyorum.Yazıklar olsun ne diyim.

 
Gönderildi : 24/11/2007 12:12 am
Sayfa 1 / 3
Paylaş: