Beğeneceksin gibime geliyor Fırat. Ben bile beğendiysem sen hayda hayda beğenirsin yani :). Yine eizklik yapmasaymış çok daha iyi bir film olabilirmiş ama bu haliyle bile iyi bir film yani.
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Beğeneceksin gibime geliyor Fırat. Ben bile beğendiysem sen hayda hayda beğenirsin yani :). Yine eizklik yapmasaymış çok daha iyi bir film olabilirmiş ama bu haliyle bile iyi bir film yani.
Salı günü izlemeyi planlıyorum. Bakalım...
İlginç bir deneyim olacak.
Kendisine karşı oluşturmuş olduğum olumsuz önyargı ile bu filmin iyi olacağına dair önyargım çatışacak.
Bakalım sonuç ne olacak?
Ama şüphe duymadığım bir şey var:
Bu adamın her filmini bir şekilde merak ediyorum. Bundan sonra da öyle olacak sanırsam. Sonuç ne olursa olsun. 🙂
Önyargılı olmamalı tabi, bir film için izlemeden konuşmak yanlış olur ama şahsen ben zaten Tarantino'yu çok sevmiyorum. Çok abartıldığını düşünüyorum. Kill Bill'ler bana göre ancak "idare eder" filmlerdi. Grindhouse projesi de eğenceliydi ama o kadar. Bu filmin de çok iyi olmasını beklemiyorum. Yaptıklarından fazla konuşan bir adam Tarantino.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Benim için Tarantino'nun en iyi filmi bu. Film diyebileceğim ilk filme de bu hatta. Görkem'in de dediği gibi Tarantino çok konuşur, ben bunu ciddi anlamda içten içe ezik bir karakter olmasına bağlıyorum (o tiple çok normal, milyon doların olsa ne yazar). İşin kötü tarafı o ezikliğini filmlerine yansıtması. Ne yazı ki bu filme de yansıtmış. İyi tarafı ise diğer filmler kadar ağır bir şekilde yapmamış bunu, o nedenle iyi bir film çıkmış. Hele ki ilk sahne kesinlikle muhteşem. Her anlamda bir gösteri, filmin de en iyi sahnesi zaten. Christoph Waltz oyunculuğu ile onlarca ödül toplayacaktır ki Cannes'da en iyi oyuncuyu aldı bile.
Neyse Tarantino'nun ezikliği kısmına ise daha uzun bir yazı yazacağım o nedenle burada girmedim filmlerine bunu nasıl yansıttığına. Yazınca paylaşırım efendim.
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Konu ile alakalı Tarantino Ropörtajı.
http://www.hurriyet.com.tr/magazin/haber/12333157.asp?gid=222 " onclick="window.open(this.href);return false;
http://www.otekisinema.com/?p=7111 " onclick="window.open(this.href);return false;
öteki sinemadan güzel bir yazı.
bencede en iyi filmi tarantinonunun
i've been twelve forever
Bu da Fatih Özgüven yorumu:
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=951629&Yazar=FAT%DDH%20%D6ZG%DCVEN&Date=27.08.2009&CategoryID=113 " onclick="window.open(this.href);return false;
Sanırım Fatih Özgüven yorumunda filmin sonunu açık ediyor. Sanırım diyorum çünkü filmi henüz izlemedim! Eğer hakkaten böyle birşey yapmışsa kendisine sinema tarihinin en büyük küfürünü edeceğim.
mükemmel. ama en iyi değil. heralde bi daha gidicem filme.
tarantino'yla röportaj:
http://beyazperde.mynet.com/sinemasaldetay.asp?id=4310 " onclick="window.open(this.href);return false;
bir de özellikle şu kısım:
SORU: Sinemacı olarak bir eğitim almadınız. Sinema ve yönetmenliği sadece film seyrederek öğrenmek mümkün mü?
CEVAP: Tuhaf ama bence çoğu sinema okulu, estetik öğeleri pek öğretmiyor, kendi estetiğinizi oluşturmak zorundasınız. Ve bir sanatçı olmanın bir bölümü de kendi estetiğinizi keşfetmektir. Size müzik ile görüntü eşlemesini öğretebilirler, ya da farklı farklı kurgu numaralarını, veya kamerayla yapabileceğiniz numaraları…. Size bazı filmler izlettirirler. Ancak bir sanatçı olmanın büyük bölümü kendi estetiğinizi keşfetmektir. Bunu beğeniyorum, bunu beğenmiyorum diye başlarsınız. Sonra iyi eser ile kötü eser arasındaki farkı anlamaya başlarsınız, artık olay sadece bu hoşuma gidiyor, bu gitmiyor değildir. Sonrasında estetiğinize ince ayar yaparsınız. Ardından her şey olayı pratiğe dökmeye kalır. Sinemada hikaye anlatımında beni en çok etkileyen kişinin, eleştirmen Pauline Kael olduğunu söyleyebilirim. Ben sinema okuluna gitmedim fakat onun yorumlarını okudum ve onun yorumları her türlü sinema okulundan, tüm profesörlerden daha iyiydi. Bana estetiği öğretti. Onun her dediğine katıldığımı söylemiyorum. Yorumlarının büyük bölümüne katılmazdım. Fakat bugüne kadar beni etkiledi. Çekimlere gelince, bir yönetmen olarak, daha yönetmen olmadan önce bile, yönetmen olmak için her şeyi bilmeniz gerekmediğini anlamak biraz zaman aldı. Işıkları alıp, belli bir ışık efekti yaratmak için nasıl koymam gerektiğini bilmem gerekmiyor. Bunu benim yerime yapan insanlar var. Bu iyi bir örnek çünkü bunu bilmiyordum. ‘Bu tür ışığı nasıl yapabilirim?’ dediğimde cevap ‘O tür bir ışığı sen yapmazsın.’ olurdu.
SORU: Yani işi paslamayı ve işbirliği yapacağınız doğru kişileri seçmeyi öğrendiniz.
CEVAP: Evet. Aslında bunu ne zaman fark ettiğimi söyleyeyim. Rezervuar Köpekleri’ni çekmeden once Sundance Enstitüsü’ndeydim ve Terry Gilliam ile bazı çekimler yaptım. Onunla hoş bir şekilde sohbet ediorduk ve kafamda harika görüntüler vardı ancak o gün biraz ürkmüştüm ve orada çekmenin bir tarzının olmayacağı, iyi bir görüntü sağlamayacağı ve daha önce bazı filmlerde gördüğüm gibi sönük olacağını düşünmeye başladım. Kafamdaki görüntüyü beyazperdeye nasıl yansıtabilirim diye düşündüm. Terry’e ‘Senin çok belirgin bir görsel imzan var. Bunu beyazperdeye nasıl taşıyorsun?” diye sordum. O da şöyle cevap verdi: “Önemli olan Quentin, onu bunu senin yapman gerekmez, bunu senin yerine yapacak insanlar var. Yaptıkları işi beğendiğin harika insanları işe al ve onlara neler istediklerini söyle. Neler istediğini onlara, onların anlayabileceği bir şekilde anlatabilmelisin.” Bunu söylediği anda işin üstündeki esrar perdesi büyük ölçüde kalktı. “Ne istediğimi biliyorum, bunları söyleyebilirim, bunları açıklayabilirim, tek yapacağım budur.” diye düşündüm. Tek gereken şey bu gibiydi.
- zaman ne çabuk geçiyor.
- zaman duruyor da içinden biz geçiyoruz galiba.
tarantino'yla röportaj:
http://beyazperde.mynet.com/sinemasaldetay.asp?id=4310 " onclick="window.open(this.href);return false;
bir de özellikle şu kısım:
SORU: Sinemacı olarak bir eğitim almadınız. Sinema ve yönetmenliği sadece film seyrederek öğrenmek mümkün mü?
CEVAP: Tuhaf ama bence çoğu sinema okulu, estetik öğeleri pek öğretmiyor, kendi estetiğinizi oluşturmak zorundasınız. Ve bir sanatçı olmanın bir bölümü de kendi estetiğinizi keşfetmektir. Size müzik ile görüntü eşlemesini öğretebilirler, ya da farklı farklı kurgu numaralarını, veya kamerayla yapabileceğiniz numaraları…. Size bazı filmler izlettirirler. Ancak bir sanatçı olmanın büyük bölümü kendi estetiğinizi keşfetmektir. Bunu beğeniyorum, bunu beğenmiyorum diye başlarsınız. Sonra iyi eser ile kötü eser arasındaki farkı anlamaya başlarsınız, artık olay sadece bu hoşuma gidiyor, bu gitmiyor değildir. Sonrasında estetiğinize ince ayar yaparsınız. Ardından her şey olayı pratiğe dökmeye kalır. Sinemada hikaye anlatımında beni en çok etkileyen kişinin, eleştirmen Pauline Kael olduğunu söyleyebilirim. Ben sinema okuluna gitmedim fakat onun yorumlarını okudum ve onun yorumları her türlü sinema okulundan, tüm profesörlerden daha iyiydi. Bana estetiği öğretti. Onun her dediğine katıldığımı söylemiyorum. Yorumlarının büyük bölümüne katılmazdım. Fakat bugüne kadar beni etkiledi. Çekimlere gelince, bir yönetmen olarak, daha yönetmen olmadan önce bile, yönetmen olmak için her şeyi bilmeniz gerekmediğini anlamak biraz zaman aldı. Işıkları alıp, belli bir ışık efekti yaratmak için nasıl koymam gerektiğini bilmem gerekmiyor. Bunu benim yerime yapan insanlar var. Bu iyi bir örnek çünkü bunu bilmiyordum. ‘Bu tür ışığı nasıl yapabilirim?’ dediğimde cevap ‘O tür bir ışığı sen yapmazsın.’ olurdu.
SORU: Yani işi paslamayı ve işbirliği yapacağınız doğru kişileri seçmeyi öğrendiniz.
CEVAP: Evet. Aslında bunu ne zaman fark ettiğimi söyleyeyim. Rezervuar Köpekleri’ni çekmeden once Sundance Enstitüsü’ndeydim ve Terry Gilliam ile bazı çekimler yaptım. Onunla hoş bir şekilde sohbet ediorduk ve kafamda harika görüntüler vardı ancak o gün biraz ürkmüştüm ve orada çekmenin bir tarzının olmayacağı, iyi bir görüntü sağlamayacağı ve daha önce bazı filmlerde gördüğüm gibi sönük olacağını düşünmeye başladım. Kafamdaki görüntüyü beyazperdeye nasıl yansıtabilirim diye düşündüm. Terry’e ‘Senin çok belirgin bir görsel imzan var. Bunu beyazperdeye nasıl taşıyorsun?” diye sordum. O da şöyle cevap verdi: “Önemli olan Quentin, onu bunu senin yapman gerekmez, bunu senin yerine yapacak insanlar var. Yaptıkları işi beğendiğin harika insanları işe al ve onlara neler istediklerini söyle. Neler istediğini onlara, onların anlayabileceği bir şekilde anlatabilmelisin.” Bunu söylediği anda işin üstündeki esrar perdesi büyük ölçüde kalktı. “Ne istediğimi biliyorum, bunları söyleyebilirim, bunları açıklayabilirim, tek yapacağım budur.” diye düşündüm. Tek gereken şey bu gibiydi.
İşte bu adam bu yüzden anlamlı ve bu yüzden bizim gibi kendi yağında kavrulanlar için gaz verici.
Sağol zepra.
Yukarıdaki yorumuma ve Tarantino'dan pek hoşlanmamama rağmen rahatça söyleyebiliyorum ki Sonsuzlar Çetesi çok iyi bir film. Hazzetmediğim, gereksiz bulduğum birçok şey oldu filmde ama yine de belki de Tarantino'nun en iyi filmiydi. NEt yorum için bir süre beklemek ve tekrar izlemek lazım. Ama niyeti olan arkadaşlar mutlaka görsünler.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Sonunda izlemeyi başardım.
Öncelikle belirteyim ki bu film bana kalırsa hem Tarantino'nun en iyi filmi, hem de en politik filmi.
"Tarih ancak yazılırsa vardır" diye bir söz vardır. Yani geçmişteki olaylara sadece geçmiş diye bakabilirsiniz, bunları bir bütünlük içinde bir bilgiye dönüştürürseniz bu tarih olur. Tarantino bu filmde kendi tarihini yazıyor. Tarihi "gerçek olaylar"ın yorumlanması olarak algılamak yerine belli bir dönemle ilgili oluşturduğu yargı ile kurmaca üzerinden şekillenen bir tarih okuması yapıyor.
Önemli olan burada yargısının ne olduğu:
1. İkinci Dünya Savaşı (ya da genel olarak savaş kavramı) içinde kimsenin suçlu, masum ya da kahraman olduğu bir şey değildir.
Bunu İkinci Dünya Savaşı filmlerinde artık klişeleşmiş olan her şeyi yıkarak yapıyor. Kahraman Amerikalılar dediklerimizin aslında, en az Naziler kadar cani olabileceğini, zavallı Yahudiler'in, ellerine fırsat geçtiği taktirde Nazilerle aynı oranda şeytanileşebileceğini, "her şey vatan için" diyen birinin aslında derdinin pek de vatan olmadığını söylüyor.
2. Savaş dediğimiz şey karmaşıktır, taraflar belirsizdir.
Bunu da "dil" unsurunu kullanarak, birçok kişiyi birçok dille ilişkiye sokarak gösteriyor.
Savaşı bitirenin tüm klişelere inat Amerikalılar değil de bir Alman olması meselesi de çok ilginç geldi.
Filmde eleştirilecek tek yan, filmde savaşın ağır sorumluluğunun Alman Nazi komutanlarına atfedilmesi. Yani onlar ölünce savaşın bitecek olması fikri evet belki kabul edilebilir ama, bunun sakıncalı bir yanı da var. Koskoca bir savaşın tek sorumlusunun Hitler gibi algılanması sorunu. Oysa dönem incelendiğinde Hitler psikolojisine sahip koskoca bir orta sınıfın varlığı gözümüze çarpacaktır. Hitler sadece ön plana çıkmayı başaran basit bir lider.
Neticede gayet sevdiğim bir film oldu bu eksikliğinin dışında.
Bir Tarantino filmine yüksek puan vermek nasip oluyor nihayet:
8 / 10
Evet. Ben de, Hitler başvurduğu resim akademisine kabul edilseydi dünyanın gidişatı nasıl olurdu diye merak ederim. Nazileri benimseyen Almanların yerine Fransızları ya da İsveçlileri koysanız pek bir şey değişmezdi, yine kabul görürlerdi gibime geliyor. Filmi seyretmedim ama yazdığın gibi, Tarantino Yahudilerin de ellerine fırsat geçtiğinde aynı zulmü yapabileceklerini göstermiş. Hangi halkı koyarsanız koyun değişmez. Çünkü önemli olan insanın kendisi. Aklının derinliklerinde yatan kötülük duygusu. Haneke de son filminde buna benzer durumları inceliyor diye biliyorum. Buradan bakınca Hitler bir nevi Pavlov’luk yapmış. İnsanın ana ihtiyaçları, barınma, yeme-içme gibi, diğer canlılarla –düşünemeyen varlıklar- ortak olduğu için, diğer zaruri olmayan ihtiyaçlar tıraşlandığında onlardan farkımız kalmıyor. Vicdan’ı devre dışı bırakmak da bu anlama gelebilir. O dönem için Nazilerin Propaganda bakanı Dr. Goebbels de incelenmesi gereken figürlerdendir.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer