Natalie Portman Nina karakterini gerçekten kusursuzca canlandırmıış.
Hikaye ve kurgu da başarılı,
ama bir şeyler esksik, neyin eksik olduğunu bulamadım bir türlü,
bir kez de sinema da izleyip nedir o eksik bulabilecek miyim bakalım...
hayatımda izlediğim 10/10'luk filmlerden.
Senaryosu, psikoloji kitap özeti. Sinematografisi 4 yıllık lisans eğitimi.
Reji, yanına yaklaşılamaz.
Filmden çıktıktan sonra kendimi ilk defa bu kadar çaresiz hissettim. Nasıl forum beğenmiyor, aklım almıyor 🙂 Çünkü ben bu filmi sinemada görmemizin çocuklarımıza anlatabileceğimiz çok değerli bir anı olduğunu düşünüyorum. Zaten "cult" janrası için biraz beklememiz lazım.
Filmin kaç mekanda geçtiğine,kaç oyuncu (ana ve yardımcı oyuncu) olduğuna, ortalama sahne sürelerine, yakın-uzak kadraj uyumuna,5 plot noktasının yanındaki ilavelere, reverslere ve bütün baleyi izlediğinize bir kez daha dikkat edin en azndan.
kolay gelsin.
http://www.camurfilms.com" onclick="window.open(this.href);return false;
Bir filmin teknik anlamda (sinematografi) kusursuz olması -ki bundan da emin değiliz- o filmi her anlamda kusursuz yapmaya yetmez. O evdeki korku numaralarını bir daha düşünün. Bence hiç korkuya bulaşmadan, karakterin kendine yabancılaşması ve bir ötekini yaratması gerilim ve psikoloji ögeleri kullanılarak verilmeliydi. "Peki bunu nasıl gösterecekti" dediğinizi duyar gibi oluyorum. E onu da Aranofsky gibi bir yönetmenden beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum. Senaryonun nerelerden beslendiğini ilk yorumumda yazmıştım. Biraz daha deşelim ki ak kuğu, kara kuğu çıksın ortaya İlber.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
en iyi kadın oyuncu dışında ödül alamadı sanırım, bence bağımsız sinemadan gelen yönetmenlerin kıramadığı ve böyle giderse de kıramayacağı bir engel var
İLK UZUN METRAJ FİLMİM : www.zamakfilm.com
http://www.yabancifilm.com" onclick="window.open(this.href);return false;
AZRAİL
http://www.youtube.com/watch?v=F68E08k_U5w" onclick="window.open(this.href);return false;
GERÇEK DÜŞ
http://vimeo.com/10479111" onclick="window.open(this.href);return false;
Yanii... Aşırı derinliksiz, ama iyi bir seyirlikti. Ya da benim için iyi bir seyirlikti en azından, çünkü korku/gerilim/gizem sinemasına karşı şahsi bir zaafım var. Bu türleri izlemek benim için maç izlemek gibi bir şey, izlediğim sürece beni eğlendirsin yeter. Genel sinema bakışının dışında tutuyorum ister istemez.
Muhteşem çekilmiş ve oynanmış kara kuğuya dönüşme sahnesi dışında, Natali Portman'ın oyunculuğu beni sinir etti. Böyle ağlak, sümsük falan. Biri onu şöyle bir dürtsün "iki dakka delikanlı ol" desin istedim film boyu.
Bütün iyi yönleri, çok yüzeysel ve niteliksiz bir film olduğu gerçeğini gene de değiştirmiyor. Hele o aşırı romantik -gerçeküstücü mü demeli yoksa- finali, "I felt it" berbattı.
ohannes, bu nasıl bi filmdi la? çarptı beni. ohannes.
ohannes, bu nasıl bi filmdi la? çarptı beni. ohannes.
+ rep
- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)
Uzun uzun yazmama gerek yok. Bu filme eleştirimi merak eden olursa Görkem'in yazdıklarının bi daha okuyup tam zıttını düşünsünler. Tam olarak onu düşünüyorum. 🙂 🙂 Bu kadar acıması eleştirilmez yav. Bu kadar yanlış saptamalar olmaz hacı ya. Yani ne gereği var dediğin sahnelerin çoğu karakterin değişim örgüsünü destekleyen süper sahneler bence. Muazzam bi sinema resitaliydi benim için. İki gün içinde iki kere izledim.
İki gün içinde iki kere izledim.
Nerede komutanın odasında mı? 🙂
güzel yazmış efe. okuyalım, filmi biraz daha anlayalım. anlamak için okumak gerek.
http://www.altyazi.net/makale/siyah-ku%C4%9Fu-8-166.aspx " onclick="window.open(this.href);return false;
http://www.camurfilms.com" onclick="window.open(this.href);return false;
Ludwig Feuerbach felsefesi adlı yazıdan:
"......................
Feurbach’ın en önemli düşüncesi “yabancılaşma” üzerine olanlardır. Feuerbach,tanrı denilen şeyin aslında insanın kendi düşüncesi ve kendi özü olduğunu söyler.Ancak insan bu özü kendi dışına taşımış ve kendisine dışarıdan bakan bu figüre tanrı adını vererek kendisini ikiye bölmüş ve kendisine yabancılaşmıştır.Böyle bir tanrı düşüncesinden vazgeçmeden insan kendi yabancılığından kurtulamaz demiştir......."
..........................
http://www.cangungen.com/2011/03/08/ludwig-feuerbach-felsefesi/ " onclick="window.open(this.href);return false;
*******************************************************************
İmgemizi izleyen iç gözün, aynada kendini keşfeden bir bebeğin Lacancı anlatımla bir yarılma yaşamasını andırır bir şekilde, ve belki de bunun bir başlangıç olduğu kabul edilirse, neler yapacağı kestirilebilir mi? İmgenin bir "ikiz"e dönüşmesi -Dostoyevski'nin Dvoynik adlı uzun hikayesi için Öteki başlığını kullanmak gerekiyor- Feurbach’ın dediği gibi bir yabancılaşmayı da beraberinde getirmiyor mu? "Dvoynik"in kahramanı Bay Golyadkin'in yavaş yavaş çıldırmasını belki de bu şekilde açıklayabiliriz. Yani "kapılar açıldımı tutabilene aşkolsun" durumu. Modern dünya, bireyi her yandan kuşatarak bu yabancılaşmaya zorlamış oluyor ve haliyle imgesini de ele geçiriyor ve kişi bunun farkına varmıyor bile. Black Swan'ın kendini feda edişi biraz da, Matrix'deki Neo'nun uyanışı içindir.
Alttaki satırlar Notos Dergi'nin Dostoyevski başlıklı özel sayısından (Nisan-Mayıs 2009). İkiz ve "Öteki" başlıklı makale. Yazarı Sabri Gürses.
"...............Hegel'in efendi ve kölesinden Husserl fenomenolojisine uzanan, Sartre'ın başkaları, Foucault'un öteki, Derrida'nın differance, Lacan'ın objet petit a, Zizek'in paralaks gibi kavramlarını içine alan geniş bir ontolojik düşünce ağında, Dostoyevski'nin ikiz fikrinin, Bay Golyadkin ve ikizinin bir bakıma merkezde yer aldığı söylenebilir: ben ve kopya, ben ve ikiz, ben ve doppelganger, ben ve ben. Foucaultcu ifadeyle, "ikiz" ötekidir; Derridacı ifadeyle Bay Golyadkin ve ikizi arasında bir ayrım değil, ayram, differance vardır. Lacan ya da Zizek, ikisi arasındaki ayrımın objet petit a olduğunu söyleyebilir ya da Zizek, bir paralaks değişikliğiyle Bay Golyadkin'in ikiz olduğunu göreceğimizi belirtir.............."
Together As One - DEATH 1:05
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Garip, beğenen çok beğenmiş, hayran olmuş. Beğenmeyen de tamamen ağzına sıçmış filmin diyebilirim. Dürüst olmak gerekirse de evet film bence de iyi ama öyle "öhh vay anasını" dedirtip koltuğa gömdürecek düzeyde de değildi, yani üstümde öyle büyüleyici bir etki yaratmadı (Genel olarak filmden büyülenme hissi oluşmadı). Senaryo, yönetmenliğe göre biraz daha geride kalmış diyebilirim. Filmi izlerken bendeki bu büyülenme hissini sadece yönetmenlik oluşturdu diyebilirim. Yönetmenlik son ama son derece iyiydi hatta harikaydı diyebilirim, 10/10. Lakin filmin kendisi 8/10 seviyesinde seyrediyor.
Bir de ben kendim de her ne kadar izlememiş olsam da filmi tamamen anlamak için Kuğu Gölü Balesini gerçekten bilmek ve izlemiş olmak gerektiğine inanıyorum.
Bir de ben kendim de her ne kadar izlememiş olsam da filmi tamamen anlamak için Kuğu Gölü Balesini gerçekten bilmek ve izlemiş olmak gerektiğine inanıyorum.
İzlemiş olmak iyi olabilirdi, lakin baledeki karakterler gerek söz anlatımıyla gerek gösterimiyle yeterince anlatılıyor. Karakterlerde öyle kafada soru işareti bırakacak bir şey oluşmuyor. Kaldı ki film bu iki karaktere çok sağlam bir şekilde bağlanıyor.
Buna ek olarak La Pianiste filminde Schumann ve Schubert müziklerinden sıkça bahsediliyor ve bu müzikler çalınıyor. Öyle ki film tamamen bu müziklerin felsefesinden oluşmakta. O yüzden Haneke'nin bu filmini daha net anlayabilmek için bu iki müzisyenin felsefesi anlamak gerekir. Ama Black Swan için illa ki Kuğu Gölü Balesi'ni izlemek gerekmez. Çünkü seyirci için yeterince anlatılıyor.
- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)
Yok benim dediğim karakter, hikaye bazından daha çok müzik kısmıydı. Film boyunca arka planlarda belirli müzikler duyuyoruz ve büyük ihtimalle de bu müzikler kuğu gölü balesinin orijinalinden alınmadır lakin biz (En azından ben) kuğu gölü balesini izlemediğimden ötürü yönetmenin bu müzikleri bazı sahnelerde neden kullandığını veya o sahnede o müziğin kullanılmasının özel bir anlamının olup olmadığını bilemiyorum. Ve şahsen yönetmenin müzikler yardımıyla senaryo üzerinde kendince bir şablon oluşturduğunu düşünüyorum keza zaten Natalie Portman'ın karakteri de filmde Kuğu Gölü'nü yaşayan asıl karakter ve film aslında bize karakterin oynadığı baleden daha çok karakterin kendi hikayesinin kuğu gölü balesi olduğuna dikkat çekiyor ve böyle bir filmde müziklerin de bu tür bir destek anlamının olması gerekir. Benim kastettiğim nokta da buydu açıkçası.