Inarritu'nun son filmi...
Dört gözle bekliyorum.
Fragman:
10 Kasım'da vizyondaymış...
Hadi bakalım 1 hafta kaldı Inarritu'ya!
Ve izledim...
Inarittu'nun diğer iki filmini izledikten sonra boğazımda bir şeyler düğümlenmişti... Etkisi uzun süren filmlerdi, ki hala devam etmektedir...
Ve bu da kaideyi bozmadı, yine aynı etki, bu sefer daha da sarsıcı belki de!
(Senaryosunda yer yer zorlama noktalar yakalasam da!)
Yanıstılanın dünyaya dair bir gerçeklik olduğunu bilmek insanın canını bir o kadar daha acıtıyor...
Inarittu'nun şu filmde bas bas bağırdığı iletişimsizlik sorununu her an her saniye yaşıyor olmak fena koyuyor insan olana...
"Anlam" tam da orta noktasında duruyor hayatın, bir şeylere anlam vermeye çalışıyoruz.
Ve işte bu filmde bunun çerçevesinde gerçekleşen anlayamamak duyamamak konuşamamak!!!
Farklı diller konuşuyoruz anlaşamıyoruz...
Aynı dili konuşuyoruz yine anlaşamıyoruz...
Peki ya ortak dil olan "beden dili" de kar etmiyorsa...
O zaman sorun bambaşka bir yerde diyor Inarittu! Tek sorun dil değil. Dünyayı hakimiyeti altına almış müthiş bir "iletişimsizlik". Çok uzağa bakmaya gerek yok, bu forumda bile dolu örneğini gördük değil mi?
Ve zaman zaman doruğa ulaşıyor İnarittu kamera kullanımında.
Sağır ve dilsiz kızımızın dünyayı algılayışı ve dünyanın onu algılayışını yaklaşık on dakika boyunca bir görüntü gösterisine dönüştürüyor!
Film boyunca da içeriğiyle bütünleşerek konuşmaya gerek yok "gösteriyorum" diyor! Ve hiç konuşmuyor... Sadece gösteriyor. Ve bence bunu yaparak belki de sinemaya bu iletişimsizliği yenme konusunda önemli bir misyon yüklediğini belirtiyor. Sinema konuşmadan gösterebilme gücüyle iletişimsizliğin en büyük düşmanıdır diyor. Sinema diliyle 3 saat boyunca dünyanın dört bir yanındaki insanlar iletişiyor!!! Bizlere de son olarak şu sözleri söylemek kalıyor:
Anlaşılmak istiyorsanız, dinlemeniz gerekir!!!
Kezzap yorumun beni çok etkiledi..Teşekkür ederim. Filmi daha izleyemedim ama senin söylediklerinden çıkardığım kadarıyla iletişimsizliği vurgulamak için Babel'in seçilmesi (yani herkesin bildği efsanevi babil kulesi hikayesi temasının kulllanılması) bana çok zekice ve övgüye değer geldi. Birazda Sinema anlamında görüşlerini belirtirsen sevinirim. Bende bugün yarın gitmeyi düşünüyorum. izlenimleri burada paylaşırız.
Sinema alanında görüşlerim: 😀
Şimdi diğer iki filmine de vurgu yaparsak Inarittu'nun en önemli özelliği ki Arriaga(senarist)'nın da etkisiyle 3 hikaye anlatmaktır biliyorsunuz ki... Söz konusu bu olunca doğal olarak kurgu çok önemli bir noktaya denk geliyor Inarittu sinemasında. İlkinde, yani Amores Perros da, düz bir kurguyu tercih etmişti. Üç karakteri ayrı ayrı anlatıp, önce eş bir zamana getirip, ardından o zamandan sonrasını ayrı ayrı göstermeyi tercih etmişti. 21 Gram'da ise birden karşımıza allak bullak edecek bir kurguyla çıktı!!! Kurgusu içeriğiyle inanılmaz bütünleşen bir kurguydu. Zaman atlamalar, mekan atlamaları Sean Penn için bir ölüp dirilme halini simgelerken, film boyunca bu atlamalar sayesinde Benico Del Toro'nun iki farklı yüzünü görüp onunla birlikte bir sorgulama yapıyorduk. Naomi Watts'ın hikayesinin (kurgusunun) durağan işlemesi de aslında onun durağanlığına bitmişliğine vurgu yapıyordu... E şimdi bunları niye anlattım! Babel'de ise Inarittu ikisini birleştiriyor... (Zamansal olarak Amores Perros'un işleyişini, yani genel olarak eş zamanlı, mekansal olarak da 21 Gram'ın sıçramalı kurgusunu kullanıyor.) Ve yine bu mekansal sıçramalar filmin içeriğiyle bir bütünlük oluşturuyor. Çünkü Inarittu filmin başından itibaren ortak bir acıyı farklı kıtalarda anlatıyor... Bu da mekansal sıçramalarla dolu kurgusunu çok dolduruyor. Özellikle filmin son kısımlarında bu kurgusu sayesinde yüzümüze tokatlar daha sert iniyor...
Ve kamera kulanımı...
Genel olarak "gösteren" bir kameramız var daha önce de dediğim gibi...
Çünkü dillerin önemini yitirdiği bir filmde "konuşmalar" çok önemli olmayacak doğal olarak... Zaten bir süre sonra karakterlern ne dediğinin pek de bir önemi kalmıyor, çünkü dedikleri kendi içlerinde bile bir anlamsızlığa sürüklüyor onları ki biz ne yapalım?
sarsıntılı (çok az) kamera kullanmayı çok iyi başaran bir yönetmen... Oldukça dozunda yapıyor bu işi. Brad Pitt ve Cate Blanchet filmin başlarında çok sıkışık kadarajlarda karşımıza çıkıyorlar, fakat filmimizdeki diğer hikayelerde kamera genel olarak karakterlerimize mesafeli... 21 Gram'dan bildiğim kadarıyla zaten kadın-erkek ilişkilerinde hep böyle sıkışık kadrajlar kullanmayı seviyor Inarittu... Nasıl bir anlam yüklüyor bilmiyorum ama bana hissettirdiği, direkt bu duygusal dalgalanmamnın içie girmek gibi bir şey. Mesela az önce İklimler'den çıktım. Hikaye iki karakter arasına çok iyi alıyor seni... Fakat başka bir yolla. Sen biraz daha dışarıdan bakıyorsun olaya. NBC seni çok fazla sokmuyor işin içine. Inarittu da diğer hikayelerini anlatırken bu filmde daha geniş kadrajları benimsemiş ki, bunun en hoşuma giden bölümü Tokyo hikayesinde. Çünkü durum orada tamamiyle görmeye ilgili... Duyamayan konuşamayan bir kızımız var ne de olsa...
Oyunculuklara gelince,
Brad Pitt ve Cate Blanchet'in çok oyunculuk gerektirecek bir rolleri yok bence ki bu iki oyuncu da oldukça zor rollerin altından kalkmayı başarabilecek oyuncular biliyorsunuz. İyiler...
Ama Gael García Bernal(tek bir sahnede müthiş bir oyunculuk sergiliyor, ya da çok sevdiğimden bana öyle geliyor!), Boubker Ait El Caid(Yusuf) ve özellikle Rinko Kikuchi 'in (chieko) oyunculukları oldukça iyi.
Filmle ilgili olumsuz eleştiriler de okudum. Diğer iki Inarittu filmini sevdiyseniz bu film de sizi bir yerlerden yakalayacaktır. Ne olursa olsun çok önemli bir film ve yönetmen...
Yani şu an şok içindeyim...
BS forumlarını geziyorum!
Ve şunu görüyorum ki bu film sadece "dil"den kaynaklı bir iletişimsizlik üzerineymiş gibi anlaşılmış...
Ortak bir dil konuşmak gibi şeylerden bahsediliyor.
Kimisi de diyor ki TÜRKÇE TÜRKÜNDÜR falan...
Ooof of!!!
Dünyadaki iletişimsizlik sorunu o kadar büyümüş ki Inaritu bas bas bağırdığı "iletişimsizlik" sorununu yine iletişimsizlikten kaynaklı olarak anlatamamış! Vay halimize.
Kimsenin suçlu olmadığı film...
Bugün izledim.Genel olarak beğendim. En iyi yönetmen ödülünüde bence haketmiş. Özellikle çok gerçekci bulduğum sahneler vardı. (Özellikle Gümrük sahnesi ve çoçuğun teslim olurkenki performansı.) Diğer iki filmine nazaran bende çok iz bırakmadı. Fazlaca uzun buldum Gerçi tam tempo düşecekken öyle bir şey oluyorki tekrar silkelenip filme bağlanıyorsunuz. Brad pitt'e gerek varmıymış bilmem ama öyle karakter oyunculuğu falan değildi rolü. Amerikan şovanizmine yönelik bi propaganda falan görmedim ama gereksiz göze sokulan bir müslüman ezikliği vardı. Rahatsız ediciydi. Üç kültürü bütünlüğü bozmadan sunmuş. Genel olarak usta işi bi film. Güzel sekanslarda vardı. Sinemada izlenmesi gereken bir film diyemem.
Yani şu an şok içindeyim...
BS forumlarını geziyorum!
Ve şunu görüyorum ki bu film sadece "dil"den kaynaklı bir iletişimsizlik üzerineymiş gibi anlaşılmış...
Ortak bir dil konuşmak gibi şeylerden bahsediliyor.
Kimisi de diyor ki TÜRKÇE TÜRKÜNDÜR falan...
Ooof of!!!
Dünyadaki iletişimsizlik sorunu o kadar büyümüş ki Inaritu bas bas bağırdığı "iletişimsizlik" sorununu yine iletişimsizlikten kaynaklı olarak anlatamamış! Vay halimize.
Filmi daha izleyemedigim icin yorum yapamayacagim ama su bs forumlari dedigin sey zaten basli basina yanlis,o yuzden pek de ciddiye almamani tavsiye ederim.
Diğer iki filmine nazaran bende çok iz bırakmadı.
Buna ben de katılıyorum bu arada...
Paramparça Aşklar ve Köpekler kadar iyi değil.
Ama 21 Gram'ı zorlar sanki...
Sinemada izlenmeyecek bir film diyemem, en azından benim için. Bu hafta 4 film falan izlemeyi düşünüyordum, bunlardan bir tanesi de Babel olmalıydı tabi.
Diğerleri Dönüş-Almadovar, İklimler-NBC(izledim), Kader (Demirkubuz)
Arkadaşlar bence babil,inarittu sinemasının doruk noktasıdır.PAramparça aşkklar köpeklerle dünya sinemasında ender görülen özgün bir sinema dili oluşturmuştur.21 gram kurgusuyla biraz daha çetrefilliydi ama inarittu sinemasının kendine has üslubunu devam ettiren nitelikte çok etkili bir filmdi.Babil iletişimsizlik mevzunu müthiş bir gerçeklik duygusu yakalayarak evrensel bir şekilde hiç sıkmadan(uzun olduğunu düşünenlere katılmıyorum),insanları yıkıp geçen bir edayla,o özgün sinema dili çerçevesinde peyazperdeye aktarılmış bir başyapıttır.Son zamanlarda beni bu kadar sarsan başka bir film olmadını söylemeliyim.
bende yeni izleme fırsatı buldum. açıkcası ameros peros ve 21 grams dan çok daha iyi bir film gibi geldi bana. görüntü yönetmenliği çok daha iyiydi. diğer ikisini seyrettiğimde de çok etki altında kalmıştım, ama bu sanki insanı uyuşturup rahatlatıp öyle iğneyi batırıyor gibi, çok duru sade bir anlatımı vardı filmin. iletişimsizlik teması var ama dediğiniz gibi, dillerin farklılığı teması üzerine bişiyler anlatma derdi olmamış yönetmenin; hikayeleri farklı kültürlere yayınca ortaya çıkan, filmin asıl anlatmak istediğini vurgulayan bir yan öğe sadece dil konusu...