Forum

Son Dönem Türkiye S...
 

Son Dönem Türkiye Sineması ve Taşra Temsili

14 Gönderi
10 Üyeler
0 Reactions
4,981 Görüntüleme
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Başlığa bakınca çok kapsamlı bir yazının başlığıymış gibi duruyor ama buradaki yazıları daha okunabilir bir uzunlukta yazmak gibi bir derdim olduğundan, bazı fikirlerin hızlıca verilip, daha bir "özet geç" kıvamında verildiği bir yazı olacak.

Bilindiği üzere Nuri Bilgi Ceylan'ın bazı filmleriyle tavan yapmış bir temsildir bu.
Ayrıca Reha Erdem'in de 5 Vakit ve Kosmos ile girdiği bir alandır.
Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf Üçlemesi de buraya dahil edilebilir.
Tatil Kitabı isimli bir film de mevcut. Ve de Mommo Kız Kardeşim.
Unuttuklarım muhakkak ki vardır.

Bu filmlerin her birinde "taşra" bir anlatım biçimi olarak "zaman" üzerinden değerlendiriliyor.
Bunların arasından Kosmos biraz daha farklı olsa da, geriye kalanların hepsinde "taşranın zamanı", sabit bir döngü içinde, doğrusal değil de tekrar üzerinden işleyen, durağan, sıkıntı verici (olumsuz anlamda değil), yani aslında "şehrin zamanı"nın tam aksi olarak kurgulanıyor. Bu görüşü anlatan bir kısa filmimiz de var aslında. (Bir Kaplumbağa ve Tavşan Hikayesi)

Bu filmleri yapan insanların, taşra ile ilişkileri olmuş olmasına rağmen, hepsinin taşra diye tanımladıkları alanı bir "dış olgu" olarak tanımladıklarını düşünüyorum. Yani bu şehirli insanlar için "taşra" dışarıda bir yerdir. Dolayısıyla taşranın zamanına bakış, şehirli bir bakışın etkisi altındadır. Bu yönetmenlerin taşranın zamanı olarak tanımladıkları "sabit bir döngü içinde, doğrusal değil de tekrar üzerinden işleyen, durağan, sıkıntı verici (olumsuz anlamda değil) içinde ilerleyen zaman" şehirli bir bakış için öyledir belki ama o taşranın içinde yaşayan için de öyle midir? Taşrada yaşayan biri için zaman bu kadar sabit mi akar, yoksa en az şehirdeki insanın zamanı gibi akıcı mıdır?

Taşrada yaşayan insanlar için şehir üzerinden tanımlanan bir "hızlılık" kavramı olmadığından, taşranın kendine has bir zamanı olduğundan, bu zamanın "hızlı"-"yavaş" olarak algılanmadığını rahatlıkla görebiliriz. İtalyan yeni-gerçekçiliği de taşrayı konu alan filmler çekmişti, fakat hiçbirinde taşranın bu şekilde resmedilmediğini, aksine tam tersi resmedildiğini görürüz. Bu aynı zamanda Yeşilçam'ın taşrası için de geçerlidir.
Değişen, hız kazanan şehrin, kaçınılmaz olarak hız kazanan bakışlar ile taşraya bakmasından kaynaklı bir değişiklik gibi gözüküyor.

Ya da...

Bu bakışın ne denli gerçeği yansıtan bir bakış olduğu tartışması bu aslında.
Ama bir yönetmen de çıkıp, benim derdim gerçeği yansıtmak değil, bunun ile oynamak, gerçeği boyamak diyebilir, ki yapıyor oldukları da bence zaten budur. O zaman çok daha geniş kapsamlı bir tartışmayla sanat ile yansıtılacak olanın bir gerçek temsili mi yoksa gerçeğin şekil değiştirilmiş bir temsili mi olduğu tartışmasını yapmak gerekmektedir. O da bir başka yazıya artık.

 
Gönderildi : 15/06/2010 7:51 pm
(@admin)
Gönderi: 0
Admin
 

Yılmaz Güney dahil çoğu kişinin birebir yansıtamadığı bir bölgedir. Dünyada en iyi yapanlarda iranlılardır bence. Her ne kadar o toplumun kültürünü bizimki kadar bilmesekte içimize dibine kadar işleyen gerçeklikte görüyoruz karakterleri hikayeyi. Bizim taşralı filmlerimizde ya bi entellik kaygısından ötürü uzak duran bir taşra var yada mesaj vericem kaygısıyla lafını söyleyip giden taşra/taşralı modeli var. Benim için acı ama gerçek izlediğim en iyi taşra temsili türk filmleri (susuz yaz'ı yılanların öcü'nü bi kenara bırakırsak) halen kibar feyzo ve benzeri yapımlar.

kötüleyin lan.

 
Gönderildi : 15/06/2010 10:37 pm
 Düd
(@dud)
Gönderi: 0
 

İranlı yönetmenler genelde ülkelerinde baskılardan dolayı yabancı filmleri izleyemediklerini, dolayısıyla yabancı sinema akımlarının kendilerini etkilemediğini, kendi bildikleri sinemayı yaptıklarını söylüyorlar. En azından bazıları böyle diyor. Belki de sorun buradadır.

Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.

 
Gönderildi : 15/06/2010 10:39 pm
(@admin)
Gönderi: 0
Admin
 

Güzeel. verdim şukunu dude.

 
Gönderildi : 15/06/2010 11:18 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Yılmaz Güney dahil çoğu kişinin birebir yansıtamadığı bir bölgedir. Dünyada en iyi yapanlarda iranlılardır bence. Her ne kadar o toplumun kültürünü bizimki kadar bilmesekte içimize dibine kadar işleyen gerçeklikte görüyoruz karakterleri hikayeyi. Bizim taşralı filmlerimizde ya bi entellik kaygısından ötürü uzak duran bir taşra var yada mesaj vericem kaygısıyla lafını söyleyip giden taşra/taşralı modeli var. Benim için acı ama gerçek izlediğim en iyi taşra temsili türk filmleri (susuz yaz'ı yılanların öcü'nü bi kenara bırakırsak) halen kibar feyzo ve benzeri yapımlar.

kötüleyin lan.
Kibar Feyzo güzel örnek, hatta Yeşilçam derken o örneği verecektim ama indirgemeyeyim dedim.
Onlarda da kısmen de olsa tek tipleştirme gibi bir sıkıntı olsa da (kötü ağa, saf köylü gibi), genel yapı ve yaklaşım itibariyle gerçeğe daha yakın örnekler sunuyorlar.
Verdim şukunu. 🙂

Neticede derdimiz gerçeklikse, Dude'ün söylediğinin çok önemi var.
Bunu aslında daha önceden yaptığımız bir tartışmaya da bağlayabiliriz.
İran filmleri "evrensel" değil mi?
Fazlasıyla öyleler. Dünya üzerinde bir sürü takipçisi var.
Çünkü dünyanın kabul ediyor olduğu birtakım kalite standartları içinde, kendi sinemasal gerçekliklerini yaratabiliyorlar.
Benzer bir durumu Uzakdoğu sineması için de telaffuz edebiliriz.

Dolayısıyla yukarıda "taşra temsilini sunan" günümüz yönetmenlerinin bakışını fazlasıyla dışarıdan bir bakış olarak görüyorum.
Bu topraklara ait olduğunu hissetmediğim daha batılı bir görüş seziyorum onlarda. (Bu yüzden bana kalırsa Nuri Bilge'nin en iyi filmi "iklimler". Çünkü ait olduğu toplumsal konuma daha yakın bir hikaye anlatıyor Nuri Bilge bu filmde, o yüzden sırıtmıyor.)
Zaten dışarıdan ödülleri kapıyor olmalarında bunun payı çok.
Bir Atıf Yılmaz, Lütfi Akad, Metin Erksan gözü göremiyorum bu yönetmenlerde.

Ekstra bir not olarak:

Taşra temsili değil, ama bir anlamda şehrin taşrasını anlatan Zeki Demirkubuz'da ise fazlasıyla bu gerçeklik hissi var mesela.
Yabancı bir bakış izlenimi sezmiyorum kendisinde.
Kendisinin bu ülkede seviliyor olmasına rağmen hala Avrupa'dan kayda değer bir ödül alamayışı da bu yüzdendir diye düşünüyorum.

 
Gönderildi : 16/06/2010 12:01 am
 HHK
(@hhk)
Gönderi: 0
 

Yazıyı okuduğumda ilk aklıma Vizontele 1 geldi... Taşrayı en iyi anlatan filmlerden biridir... Başarısıda burada yatar zaten...beetlejuice'un Kibar Feyzo örneğinden sonra, aklıma Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak ve Dondurmam Gaymak filmleri geldi, yakın zamanımıza ait olanlardan...

Taşrayla ilgili işlenilen konuları neden illa durağanlık ve sıkıcılık içinde verdiklerini hiç anlamamışımdır...

Komiği bize çok yakın geliyor ama diğer türlerindeki karekterler her ne kadar taşrada yaşasalarda bize soğuk geliyorlar, sanki ilk defa görüyormuşuz gibi... Belki de bunun altında yatan taşradaki karekterleri daha kendi iç dünyasında işlemeleri ama bu da pek tanıdık gelmiyor...

Heralde ilk yazılanda verilen örneklere göre yeşilçam örneği Kemal Sunal'ın Gülmeyen Adam filmi olabilir... aklıma şu anda geldi, köydeki durumu Kezzap'ın verdiği örneklere yakın... ama orda da köy kısmı kısaydı ve kızın durumu gene bize bir hoş geliyordu...

- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)

 
Gönderildi : 16/06/2010 1:17 am
(@karatasa)
Gönderi: 0
 

İranlı yönetmenler genelde ülkelerinde baskılardan dolayı yabancı filmleri izleyemediklerini, dolayısıyla yabancı sinema akımlarının kendilerini etkilemediğini, kendi bildikleri sinemayı yaptıklarını söylüyorlar. En azından bazıları böyle diyor. Belki de sorun buradadır.
Bu senin dediğin türk yönetmenler youtube'a giremiyor ondan böyleleler gibi bir açıklama olmuş.

 
Gönderildi : 16/06/2010 3:33 am
(@cogito)
Gönderi: 39
 

Kemal Sunal'ın Gülmeyen Adam filmi olabilir... aklıma şu anda geldi, köydeki durumu Kezzap'ın verdiği örneklere yakın... ama orda da köy kısmı kısaydı ve kızın durumu gene bize bir hoş geliyordu...

Ben hangi filmden bahsettiğini anlamadım. Sanırım Gülen Adam filmini kastediyorsun; ama onda da film tamamen İstanbul'da geçiyor.

Çok beklersen,hiçbir şey yapamazsın.

 
Gönderildi : 16/06/2010 3:46 am
 HHK
(@hhk)
Gönderi: 0
 

Kemal Sunal'ın Gülmeyen Adam filmi olabilir... aklıma şu anda geldi, köydeki durumu Kezzap'ın verdiği örneklere yakın... ama orda da köy kısmı kısaydı ve kızın durumu gene bize bir hoş geliyordu...

Ben hangi filmden bahsettiğini anlamadım. Sanırım Gülen Adam filmini kastediyorsun; ama onda da film tamamen İstanbul'da geçiyor.

Filmin adı "Abuk Sabuk Bir Film" ama herkesin hatırlaması için böyle yazdım... Gülmeyen Adam deyince de herkes bilir... Bunun durumunu öğrenirler, köyden alıp İstanbul'a getirler, güldürene şu kadar ödül verilecek derler, herkes her türlü boku yer ama güldüremez, filmin sonunda bir çocuk elindeki film şeridini sallıyordur...
Kemal
-hey napıyorsun sen onla diye sorar,
çocuk
-film çeviriyorum der
ve Kemal hayatında ilk defa güler hem de gülme krizine girer...

Sanırım şimdi izlemiş kadar oldun.. 🙂

- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)

 
Gönderildi : 16/06/2010 4:12 pm
(@admin)
Gönderi: 0
Admin
 

Konu kaynamadan düzeltiyim. Abuk subuk bir film başka gülen adam başka.

 
Gönderildi : 16/06/2010 5:50 pm
(@mobidik)
Gönderi: 0
 

Taşra=Durağan
Merkez=Hareket

Anlatılan olay genelde bunun üzerinden dönüyor.. Ya şehrin bu hareketinden kendini geldiği yere, özüne dönen kahramanları ya da özünden çıkıp hareket içinde kaybolan kahramanları anlatıyor..
Ama neden Kezzap'ın dediği gibi anlatımda kullanılan durağan zaman tercih ediliyor bilemiyorum..
Kendi hayatımdan yola çıkarsam eğer (belki yanlış anlamışsın mobi diyceksin ama):
Şehirde hiç de hareketli bir yaşamım yok, evden kursa kurstan eve müthiş monoton bir hayat.. Ama yine de hareketli.. Neye göre?
Arabaya atlayıp yaklaşık 45dk. uzaktaki köyümüze gittiğimde kendimi muhteşem bir sakinlik içinde buluyorum.. Orada zamanın kıymetini daha iyi anlayabiliyorum.. Orada zaman sanki benim bir adım önümde değilmiş gibi.. Günün herhangi bir saatinde herhangi bir yerde oturup gözlem yaptığımda her şeyi farkedebiliyorum.. Sesler karışık değil de bütünü veren ama ayrı ayrı dinleyebilidiğim bir olgu.. Görüntü desen aynen.. Yani hafif bir rüzgarın önümdeki bitki üzerindeki etkisini orada gözlemlemek, onu farketmek çok ayrı bir şey..
Şehirde bunu başarabilmek çok zor.. O kadar çok uyarıcı oluyor ki seçme şansın zor.. Algın o anda hangisi ağır basıyorsa ona yöneliyor veya sadece ihtiyaç olan noktaya odaklanma sözkonusu oluyor..
Taşrada zaman isteseniz de sizden bağımsız oluyor.. Orada anlıyorsunuz sabahı, öğleyi, ikindiyi, akşamı ve geceyi.. Bunu sadece ezan sesini dinleyerek bile yapabiliyorsunuz.. Ama şehirde kaç kişi bunun ayrıdımına varabliyor ki? Herkes evinde döndüğünde şunu diyor kendine: "Yine akşamı ettik, günler ne hızlı geçiyor?"
Zaman aynı zaman, orda da 24 saat fakat algılanan zaman ayrı bir şey..
Sanırım yönetmenlerimiz bunu anlatmaya, bunu farkettirmeye çalışıyor.. Ve açıkçası bu benim hoşuma gidiyor...
5 Vakit, Mommo ve hatta İki Çizgi filminde karakerlerin şehir dışına çıktıklarında bu durağanlığı (zaman bakımından) görmek mümkün..
Çok sığ oldu belki bakış ama görünen yüzlerden birisi de bu sanırım...

Maksadım sana gördüğünü anlatmak değil anlamadığını göstermektir.

 
Gönderildi : 18/06/2010 5:30 pm
(@eskici)
Gönderi: 0
 

Yukarıda saydıgımız yönetmenlerin taşrayı hakkıyla yansıtamamalarının nedeni, herkesin hemfikir olduğu üzere şehirden taşraya bakmaları.Bunun hakkını vererek kim yaptı dendiğinde aklıma ilk olarak nur içinde yatsın ahmet uluçay'ın karbuz kabuğundan gemiler yapmak filmi gelir, taşrayı iliklerine kadar hissettirir insana.

 
Gönderildi : 21/11/2011 5:34 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

İlginç bir nokta. Fikrimde pek emin olamadım. Birşeyler yazıp yazıp sildim.... ??

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 21/11/2011 6:02 pm
(@verbal_kint)
Gönderi: 0
 

Sinema Taşra dediğimizde son dönem NBC'nin üçlemesinden başka taşrayı, "taşralılık" kapsamında inceleyen pek olmadı. Buna sadece Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf Üçlemesi'ni dahil edebiliriz. Tam da bu noktada Kaplanoğlu anlatısını kurduğu düzlemdeki karakterleri taşraya oturtuyor. Dolaylı yollardan "taşralılığı" anlatıyor. Ama NBC, filmin özündeki "taşralılık" ve "taşralı birey olma hali,duygusu"nu anlatmayı hedefliyor.
Taşra Temsili, taşralı temsili, kentli, modernite ve kent konularında mimari-sosyoloji-sinema üçgeninde çok yazılmış kaynak var.
Bunların yanında bu makale çalışmaları da var. Ulaşırsam buradan size yardımcı olmaya çalışırım.

http://www.camurfilms.com" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 23/11/2011 4:10 am
Paylaş: