Amerika'nın Buhran Yılları zamanında geçen bir dönem filmi. Allen'a göre kendisinin en iyi filmidir. Mia "Cecilla" Farrow, mutsuz bir evliliği olan ve kız kardeşinin çalıştığı kafede garsonluk yapan bir sinefildir. Aklı fikri, kasabaya yeni gelen filmlerdedir. Var olan bütün parasını da -kocasından kurtarabildiği kadarını- filmlere yatırır. Kocası Dany "Monk" Aillo da, buhran nedeniyle işsiz kalmış, kaba saba bir adamdır. Karısının üzerinden geçinir, kumar oynar, karısını döver, hırpanî bir "loser"dır. Bu müzmin Amerikan ailesinin hayatı, kasabaya gelen bir filmle değişir: The Purple Rose of Cairo. Müthiş bir zenginliğe sahip burjuva sınıfından birkaç kişi, sıkıcı yaşamlarından Kahire'ye tatil yapmaya giderek kurtulmak isterler. Burada da maceracı, İndiana Jones alter-egolu Jeff "Tom Baxter" Daniels'la karşılaşırlar. Tom, Kahire'de mor gülün peşindedir. Film de tam burada kopar. Bu filmi defalarca izleyen Cecilla, seansın birinde bir gün beyaz perdedeki Tom'un kendisine seslendiğini fark eder. Tom Cecilla'yla konuşarak beyaz perdeden gerçek dünyaya karışır ve hikâye enfes bir hâle bürünür. Dahasını anlatmayayım.
Bu müthiş myse en abyme (öykü içinde öykü, film içinde film) örneğini kaçırmamanızı dilerim. Jeff Daniels'ın filmde canlandırdığı iki karakter de inanılmaz dolu, inanılmaz başarılıdır. Filmi ağzım açık izledim. Woody Allen hayranıysanız zaten kaçırmamışsınızdır. Yok değilseniz, ustayı bu filmle sevmeye başlayabilirsiniz.
Not: BAFTA Ödülleri'nde En İyi Film ve En İyi Senaryo ödülünü almış. Oscar'da da En İyi Özgün Senaryo dalında aday gösterilmiş. Cannes'da FIPRESCI ödülünü kazanmıştır.
teşekkürler. Ali bu film woody allen'ın zekasına bir kez daha hayran olmamı sağlamıştı. hatta ilk izledigim zaman sinemaya gittiğimde pskolojikman perdeden adamlar çıkabilir endişesini yaşattı. ölmeden önce izlemek gereken filmlerden.
Filmi izlerken, "Perdedeki filmi neden bu kadar çok gösteriyor," diyip durdum önce. Sonra perdedeki siyah beyaz filmde Jeff Daniels'ı görünce, "Allah allah, bu adam bu kadar yaşlı mı," dedim. Bir türlü oturtamadım. Ne zaman ki Tom perdeye dönüp Cecilla'yla kounşmaya başladı "Ah benim canım ustam," diyip güle güle izledim filmi. Annie Hall'da da sinema kuyruğundaki adamla tartışırken bizimle konuşma sahnesi vardı, hatırlarsın. Oradakine benzer bir duyguydu bu.
teşekkürler. Ali bu film woody allen'ın zekasına bir kez daha hayran olmamı sağlamıştı. hatta ilk izledigim zaman sinemaya gittiğimde pskolojikman perdeden adamlar çıkabilir endişesini yaşattı. ölmeden önce izlemek gereken filmlerden.
ben bu filmi yaklaşık 20 sene önce trt de görmüştüm.. beyin çeperlerimin genişlediğini hissetmiştim... bir nevi entellektüel hulk'a dönüşüm diyelim... son 3 filmi ile tür değiştirmiş gibi gözükse de ölmeden önce bir ''altın vuruş'' yapar inşaallahürahman.....
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Üstadın önünde şapka çıkarıyorum ve şşşerrrreefsizim benim aklıma gelmişti diyorum 🙂
Seviyorum seni lan Woody..
Bilal'in tavsiyesi üzerine izledim bu başyapıtı. Onun yaklaşık yorumu şuydu: Algılarımla oynayıp, onun gelişmesini,ordan oraya deli gibi savrulmasını sağlayan filmlerden, woody allen in bana göre en iyi filmi.
Çok güzel bir yorumdu bu..Ben de hemen atladım filme tabi..
Woddy Allen'in 1985 yılında gerçekle sanalı alıp birbiriyle kapıştırması ve kapıştırma biçimi sinemaya çok enfes bir tat katmış. Dehasına hayran olmamak mümkün değil. Karakterlerin birbirine attığı replikler bunu öylesine sağlamlaştırıyor ki, önünde saygıyla eğilmek düşüyor bize. özellikle finaldeki gerçekle sanalın yüzleşmesi çok gerçekçi oluyor, hollywood tan böylesi bir iş çıkarabilmek gerçekten çok önemli.gözümde o kadar çok büyüdü ki, woody helal olsun sana.