Arkadaşımın ödevidir:
ONUR AÇIKGÖZ
1428184
Kieślowski Sinemasının Olgunluk Dönemine Bir Örnek: Mavi
Krzysztof Kieślowski filmlerini tanımlayan ve onlara yön veren en önemli özellikler üzerine düşünüldüğünde, “rastlantısallık” teması ön plana çıkar. “Şans faktörü hayatımızı ne dereceye kadar ve nasıl etkiler” sorusu, yönetmenin en çok kafa yorduğu sorulardan biri ve Kieślowski sinemasının önemli unsurlarındandır. İronik bir şekilde, Kieślowski’nin kendi yaşamı da, rastlantısallığın bir kimsenin yaşamını nasıl şekillendirdiğine, ya da ‘kader’ini nasıl değiştirdiğine bir örnek teşkil eder. Gençliğinde itfaiyeci olmak isteyen Kieślowski, pek ilgilenmediği bir halde bir yakınının müdürü olduğu tiyatro okuluna gitmiş, daha sonra o okulda tiyatro yönetmeni olmaya karar vermiştir. Fakat o dönemlerde Polonya’da tiyatro yönetmenliği için özel bir okul bulunmadığından, ara basamak olarak olarak sinema okumayı seçmiş; ilk iki başvurusu reddedilince zorunlu askerlik hizmetinden kaçmak için kısa bir süreliğine sanat okulunda okumuş ve 1964 yılında üçüncü başvurusunda Lodz Film Okulu’na girmiş, burada Polanski, Wajda, Zanussi gibi geleceğin ünlü Polonyalı yönetmenleriyle birlikte eğitim almıştır. Kısacası, itfaiyeci olma amacıyla yola çıkan Kieślowski, yönetmenliğe uzanacak bir yola tesadüfler sonucu girmiş ve bu rastlantısallık filmlerinde belki de insan yaşamını belirleyen kilit faktör olarak yer almıştır.
Kieślowski, filmlerinde politik bir bakış açısından öte, insani olanla ilgilenmeyi yeğleyen bir yönetmendir. Cummings’e göre, yönetmenin sinema kariyeri yıllar içinde yavaşça toplumsal-siyasal gerçekliğin yansıtılmasından coşkun soyutlamalara ve zihin meşguliyetine doğru kaymıştır. Ama bu iki yönlü kariyerinin tamamında merkeze aldığı şey –gerek komünist propaganda, gerek İncil dogmaları, gerekse de Fransız Devrimi’nin idealleri olsun- “kültürel mitlerle gündelik hayatı bağdaştırmaya çalışan sıradan insanın mücadelesidir” (Cummings, 2003). Filmleri incelendiğinde, varolan sorunlara karşı hazırlanmış reçeteler sunmaktan imtinayla kaçındığı kolaylıkla anlaşılabilir ki bu yönetmenin sinemasının ön plana çıkan bir başka özelliğidir. Kendisi de bunu “benim işim bilmek değil, bilmemektir” diyerek vurgular; zaten eserlerinde belirgin olan şey, “çözümlenmekten öte keşfedilmiş sorulara verilmiş cevapların yokluğudur” (Newall, 2005). Kieślowski filmlerinde karakterler, genellikle yaşadıkları mekan ve zamanın kısıtlamalarına hapsolmuş bireyler olarak karşımıza çıkarlar.
Bu yazıda, Kieślowski sinemasının yukarda bahsedilen belirgin özelliklerini içinde taşıyan ve aynı zamanda yönetmenin olgunluk eserlerinden olan Mavi filmi ele alınacaktır. Yönetmenin uluslarası alanda tanınmasını sağlayan “Üç Renk” üçlemesinin ilk filmi olan Mavi çeşitli düşünürlerin değerlendirmeleri ışığında anlamlandırılmaya ve çözümlenmeye çalışılacaktır.
Mavi
Fransız Devrimi’nin üç idealinden bir olan liberte (özgürlük) temasını konu alan film, yönetmenin Veronique’in İkili Yaşamı filminden sonra ikinci uluslarası prodüksiyonudur. “Üç Renk” üçlemesi, her ne kadar Fransız Devrimi’nin idealleri olan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ideallerinden yola çıksa ve bu ideallerin Fransız bayrağındaki temsilleri olduğu düşünülen mavi, beyaz ve kırmızı renkleri filmlere ismini verse de, Kieślowski bu filmlerde doğrudan doğruya siyasal ve toplumsal sorunlarla ilgilenmek yerine, aşkın ve metafizik konulara yoğunlaşmaya ve ahlaki ikilemlerle karşı karşıya kalan bireylerin yaşamlarından bahsetmeye devam etmiştir (Haltof, 2004, s:122). Mavi filmi de benzer şekilde belirgin bir politik bağlamdan yoksundur ve baş kahramanının yaşamına odaklanmaktadır.
Filmi kısaca özetlemek gerekirse, Juliette Binoche’un canlandırdığı filmin ana karakteri Julie, bir trafik kazasında kocasını ve kızını kaybeder. Hayatının anlamı olan insanları bir anda yitirmiş olan Julie, acısından kurtulmak için kendisine yeni bir gelecek inşa etmeye girişir ve geçmişe dair her şeyi hayatından çıkarmaya çalışır. Fakat silmeye çalıştığı geçmişi bir türlü uyanamadığı bir kabus gibi yaşamının her dakikasında onu rahatsız edecektir, ve bundan bir çıkış yolu yoktur.
Filmin başındaki kazada kocasını ve kızını kaybeden Julie, bu olayın getirdiği acıyla yüzleşmek yerine ondan kaçmayı tercih eder ve geçmişle olan her türlü bağını kopararak özgürlüğünü elde etmeye çalışır: Bir müzisyen olan ve ölmeden önce Avrupa Birliği için bestelenecek bir konçerto üzerine çalışan kocasının tamamlanmamış notaların bulunduğu klasörünü çöp arabasına atar, evde ona eskiyi hatırlatan nesneleri yanmakta olan şömineye fırlatır, kızının çantasında bulduğu lolipopu hınçla yer ve şatafatlı evini boşaltarak Paris’te alt sınıfların oturduğu bir bölgeye taşınır (Lee, 2002, s:93). Film, temelde bu son derece bireyci özgürlük anlayışının gerçekten arzulanan bir şey olup olmadığını sorgular.
Kazadan sonraki sahnede, doktor Julie’ye kızı ve kocasının öldüğünü söyledikten sonra Julie’nin gözbebeğine aşırı yakın bir çekim görürüz. Bu, “filmdeki olayların Julie’nin perspektifinden anlatılacağının bir işaretidir” ve burdan yola çıkarak, Mavi’nin “bizim kendimizi ve diğerlerini nasıl görüp anlamlandırdığımız üzerine bir film” olduğu söylenebilir (Insdorf, 1999). Filmde yakın çekimin önemli olduğu bir başka sahne ise, Julie’nin kahvesine attığı küp şekerin erimesini izlediği sahnedir. Beş saniye boyunca, kamera küp şekere odaklanır ve Julie’nin gözünden şekerin erimesini izleriz. Yönetmen, bu sahneyi şöyle yorumlar:
“Biz kahramanın dünyayı nasıl algıladığını anlatmaya ve ona yakın olan küçük şeylere odaklandığını göstermeye çalıştık. Julie, kendisinden uzak olan şeylerle ilgilenmiyor. O, dünyasını kendisi ve zorunlu ilişkileriyle sınırlamaya çalışıyor.” (Kieślowski, 1993, s:215)
Burada yönetmenin amacı, Julie’nin geçmişinden kurtulmak için küçük detaylarla ilgilendiğini göstermektir. Beş saniye boyunca şekere odaklanan kamera aracılığıyla, Kieślowski bize Julie’nin “kendisine aşık olan bir adamdan (Olivier) almış olduğu teklifi reddetmeyi düşündüğünü” hissettirmektedir (Newall, 2005).
Julie, geçmişinden uzaklaşmaya çalıştıkça onu anımsatan olaylar ve tesadüflerle karşı karşıya gelir: Avrupa konçertosunu soran gazeteci, yarım kalan konçertoyu flütle çalan sokak müzisyeni, kazaya şahit olan genç Antoine’ın onu arayıp bulması, yeni taşındığı evde karşılaştığı fareler ona geçmişini hatırlatan olaylardan bazılarıdır. Örneğin, ona çocukluğunu hatırlatan farelerle karşılaştıktan sonra yıllardır görmediği huzurevindeki annesini ziyaret eder ve küçükken farelerden korkup korkmadığını sorar. Annesi ise, filmin temasına çok uygun bir şekilde Alzheimer hastasıdır, yani “unutmakla maluldur” ve onu kardeşiyle karıştırır (Cummings, 2003). Bir başka sahnede ise kocasının asistanı Olivier ile seviştikten sonra yaptığı konuşmada güçlü görünmeye çalışsa da, bir sonraki sahnede hızlı adımlar ile yürürken ellerini duvara sürttüğünü görürüz. Film, buna benzer bir şekilde Julie’nin geçmişinden bir türlü kaçamadığını sürekli vurgular (Lee, 2002, s:95). “Eğer her şeyi kaybetmişsen, yaşam hiçbir şeydir” diyen Julie, aslında her şeyini kaybetmemiştir.
Öte yandan, filme adını mavi renginin hakimiyetinden söz etmek gerekir. Film maviye çalan bir sabah görüntüsüyle başlar, küçük kızın arabadan attığı lolipop kağıdı, kocasının bestelerinin olduğu klasör, Julie’nin kalemi ve evden ayrılırken yanına aldığı tek şey olan kızının odasındaki avize ve Insdorf’un “Julie’nin bitmemiş yasının mabedi” olarak tanımladığı yüzme havuzu, mavi renktedir (Insdorf, 1999). Standart renk psikolojisine göre mavi, “otistik ayrılığa, içe dönüklüğün soğukluğuna, benliğin içine çekilmeye” karşılık gelir ve film “tam da bu duruma düşmüş bir kadının öyküsüdür” (Žižek, 2008, s:84). Filmde mavi rengi açıkça, acı ve melankoliyle örülmüş geçmişi simgelemektedir.
Görüntünün mavileşmesi ve konçertonun aralıklarla duyulması, filmde hafızanın önemine yapılan bir vurgudur. Filmin başlarında Julie hizmetçisine neden ağladığını sorduğunda, kadın verdiği cevapla Julie’ye kaybetmeye çalıştığı hafızanın önemini hatırlatır adeta: “Çünkü siz ağlamıyorsunuz, ben onları düşünüyor ve her şeyi hatırlıyorum. Nasıl unutabilirim?” (Haltof, 2004, s:130). Filmin mantığına göre, geçmişten kaçmaya çalışmak aldatıcıdır ve özgürlüğü getirmez. Bu vurgu, sokak müzisyeni Julie’ye “her zaman tutunacak bir şeyler bulmak gerekir” dediğinde iletilmek istenir (Haltof, 2004, s:130).
Julie’yi yaralayan hafızaya Kieślowski dört sahnede görüntüyü karartarak yaptığı geçişlerde işaret eder. Julie hastanede Olivier’in bıraktığı televizyondan kocasının cenazesini izlerken; kazaya tanık olan gençle bir kafede buluştuğunda; havuzda komşusu Lucille ile sarılırken ve Olivier’den kocasının bir metresi olduğunu öğrendiğinde kararan görüntüye bitmemiş konçertonun melodisi eşlik eder (Haltof, 2004, s:131). Julie’nin müzikle mücadelesidir ve geçmişle uzlaşma, “müzikal yaşama geri dönüş” ile gerçekleşecektir (Žižek, 2008, s:86).
Julie’nin hayali mutluluk uykusundan uyanması, kocasının onu aldatmış olabileceği düşüncesiyle başlar. Kocasının stajyer bir avukat olan metresiyle tanışmak için Adalet Sarayı’na gittiğinde, yönetmen binanın üstündeki liberte yazısını bize gösterir. Bu, filmde bir dönüm noktasıdır, çünkü Julie gerçek özgürlüğü kendi dışındaki yaşamları farketmesiyle elde edebileceğini anlar (Haltof, 2004, s:132).
Filmin son sahnesi, Insdorf’a göre, eşitleyici, anlam ve umut vericidir. Julie ile başlayıp onun hayatındaki insanları gösterdikten sonra Julie ile biten bu sekans, bize “tüm bu insanların Julie’nin bir parçası olduğu” mesajını verir (Insdorf, 1999). Bu sahne, tam bir sona ermedir; çünkü “yarım kalan konçerto bitmiş ve Julie yasını tamamlamıştır” (Insdorf, 1999). Žižek ise, son sahnenin bir “başa dönüş” olduğunu düşünmektedir. Renkler üçlemesinin bütün filmlerinde son sahnede baş karakterlerin ağlamasına dikkat çeken Žižek, bunu karakterlerin “ağlayabilecek kadar rahat olmasına” bağlar (Žižek, 2008, s:91). Ona göre filmin başlıca dersi, “insanın yeniden kazanmak için önce kaybetmesinin” gerekli olmasına yapılan vurgudur (Žižek, 2008, s:88).
Bir çok yorumcuya göre, Mavi, sanat sinemasının mükemmel bir örneğidir. Baş kahraman Julie, yabancılaşmış, hassas, psikolojik sorunları olan ve varoluş krizi içerisindeki bir karakter olarak zihinsel öznellik ve bellek ile ilgili anlatıları temel alan sanat sinemasının en çok ilgilendiği sorunları temsil eder (Haltof, 2004, s:132). Bu bağlamda Mavi, Kieślowski sinemasının olgunluk dönemi eserleri arasında en çok ön plana çıkan filmlerinden biri, belki de birincisidir.
BİBLİYOGRAFYA
Cummings, Doug (2003). “Krzysztof Kieślowski”, Senses of Cinema, http://archive.sensesofcinema.com/contents/directors/03/kieslowski.html
Haltof, Marek (2004). The cinema of Krzysztof Kieślowski: Variations on destiny and chance, London: Wallflower Press.
Insdorf, Annette (1999). Double Lives, Second Chances, New York: Hyperion.
Kieślowski, Krzysztof (1993). Kieślowski on Kieślowski, London: Faber & Faber.
Lee, Mark D. (2002). “Learning to let go: Kieślowski’s Blue”, The French Review, sayı:76, s.90-97.
Newall, Paul (2005). “Kieślowski’s Three Colours Trilogy”, The Galilean Library, http://www.galilean-library.org/manuscript.php?postid=43845
Žižek, Slavoj (2008). Kieślowski ya da maddeci teoloji, Çev: S. Gürses, İstanbul: Encore.
çok güzel olmuş yazı.
kieslowski ile henüz tanışmamış olan genç arkadaşlarımız burada yazılan yazının ışığında yönetmenin film kronolojisini takip ederlerse eminim ki sinema anlayışlarında yeni bir pencere daha açılacak.
hazırlayan ve paylaşanların ellerie sağlık.
Not: ilk kez "öldürme üzerine kısa bir film" ile tanışmıştım Kieslowski ile.20 yaşındaydım ve filmden sonra dizlerim titriyordu.bu da benim anım 🙂
ogni suono diventa realta...
çok güzel olmuş yazı.
kieslowski ile henüz tanışmamış olan genç arkadaşlarımız burada yazılan yazının ışığında yönetmenin film kronolojisini takip ederlerse eminim ki sinema anlayışlarında yeni bir pencere daha açılacak.
hazırlayan ve paylaşanların ellerie sağlık.
Not: ilk kez "öldürme üzerine kısa bir film" ile tanışmıştım Kieslowski ile.20 yaşındaydım ve filmden sonra dizlerim titriyordu.bu da benim anım 🙂
Benim en sevdiğim filmidir.
yeri gelmişken, her ne kadar filmografisi 1960'ların ortasına dayansa da, 1970'lerin sonlarında çektiği 17 dakikalık bir kısasını tesadüf eseri yakın zamanda seyrettim.ismi "gece bekçisinin bakış açısı" ? "gece bekçisinin gözünden ? (gibi) bir şey.
ilgi duyanlar için ilginç olabilir, çok sıklıkla refere edilen bir filmi değil.
nette dolaşıyor.
ogni suono diventa realta...
buldum.şöyle bir şey.:
http://www.imdb.com/title/tt0078516/
sonradan aklıma geldi, çifte mesaj için özür
ogni suono diventa realta...
filmle ilgili çok güzel bir yazı olmuş, okudukça aklıma tekrar o sahneler geldi.Kieslowski avrupa sinemasının önemli yönetmenlerinden biri, bir çok filmini izledim, fire verdiği tek bir filmi yok.İzleyeli uzun zaman oldu, Camera buff diye bir filmi var, film çekme sevdasında olan bir adamı anlatıyor, bulabilirseniz izlemenizi tavsiye ederim.
Aşk Üzerine Kısa Bir Film adlı filmini izledikten sonra önemli bir yönetmenin filmini izlediğimi anladım ve diğer filmlerini de izledim. Kesinlikle çok iyi bir yönetmen. Fakat tanınma olarak maalesef diğer büyük yönetmenlerden biraz daha az biliniyor.
Sinemanın Chopin'i bu adam. Varşova'nın havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez.. Senaryosunu yazdığı heaven, hell and purgatory de görülmeye değerdir, şiirseldir.
En sevdiğim yönetmenlerden biri olan Kieslowskinin bendeki en özel filmi Mavi. Heyecanla okudum teşekkürler yazı için