Sanatçı kibrine sahip olma tehlikesinde dolanan bizler izlemeleyiz... 🙂
Bunu pek anlayamadım Fırat?
ercinoztas; başlık taşınmıştır.
Tam olarak neresini anlayamadın?
Bizler, sanat yapma iddiasında olanlar, bir süre sonra "yaratıcı" olmaktan kaynaklı bir Tanrı kompleksine bürünebilir, kibrimize yenik düşebiliriz... Bu durumdaki bir fotoğrafçının yaşadığı dönüşümler üzerinden varlık ve de yokluğu sorgulayan hoş bir film...
Tam olarak neresini anlayamadın?
Bizler, sanat yapma iddiasında olanlar, bir süre sonra "yaratıcı" olmaktan kaynaklı bir Tanrı kompleksine bürünebilir, kibrimize yenik düşebiliriz... Bu durumdaki bir fotoğrafçının yaşadığı dönüşümler üzerinden varlık ve de yokluğu sorgulayan hoş bir film...
Kibiri tehlikeli olarak tanımlamanı anlayamamıştım. Kibirli olmayacaksam, alçak gönüllü olacaksam, gider sabah programı sunarım. Ne Tanrı olmayı bir kompleks olarak görüyorum ne de kibirlenmeyi bir tehlike olarak. Filmle ilgili elbette bir şey söylemedim, o başka. Sanatçı olmanın, ifade etmenin teveccühle bir ilgisinin olmamalı. Kibir tehlikeli olacaksa, gizlenerek yapılanı olmalıdır. "Aman efenim o sizin teveccühünüz"de gizli olanını ben tehlikeli sayarım. Ego, süperego ve her türlü kibir benim başımın tacıdır, o nedenle anlayamadım seni.
Tam olarak neresini anlayamadın?
Bizler, sanat yapma iddiasında olanlar, bir süre sonra "yaratıcı" olmaktan kaynaklı bir Tanrı kompleksine bürünebilir, kibrimize yenik düşebiliriz... Bu durumdaki bir fotoğrafçının yaşadığı dönüşümler üzerinden varlık ve de yokluğu sorgulayan hoş bir film...
Kibiri tehlikeli olarak tanımlamanı anlayamamıştım. Kibirli olmayacaksam, alçak gönüllü olacaksam, gider sabah programı sunarım. Ne Tanrı olmayı bir kompleks olarak görüyorum ne de kibirlenmeyi bir tehlike olarak. Filmle ilgili elbette bir şey söylemedim, o başka. Sanatçı olmanın, ifade etmenin teveccühle bir ilgisinin olmamalı. Kibir tehlikeli olacaksa, gizlenerek yapılanı olmalıdır. "Aman efenim o sizin teveccühünüz"de gizli olanını ben tehlikeli sayarım. Ego, süperego ve her türlü kibir benim başımın tacıdır, o nedenle anlayamadım seni.
Açıkçası ben de seni hiç anlayamadım.
Açıkçası ben de seni hiç anlayamadım.
Kibir iyidir 🙂
Tam olarak neresini anlayamadın?
Bizler, sanat yapma iddiasında olanlar, bir süre sonra "yaratıcı" olmaktan kaynaklı bir Tanrı kompleksine bürünebilir, kibrimize yenik düşebiliriz... Bu durumdaki bir fotoğrafçının yaşadığı dönüşümler üzerinden varlık ve de yokluğu sorgulayan hoş bir film...
Kibiri tehlikeli olarak tanımlamanı anlayamamıştım. Kibirli olmayacaksam, alçak gönüllü olacaksam, gider sabah programı sunarım. Ne Tanrı olmayı bir kompleks olarak görüyorum ne de kibirlenmeyi bir tehlike olarak. Filmle ilgili elbette bir şey söylemedim, o başka. Sanatçı olmanın, ifade etmenin teveccühle bir ilgisinin olmamalı. Kibir tehlikeli olacaksa, gizlenerek yapılanı olmalıdır. "Aman efenim o sizin teveccühünüz"de gizli olanını ben tehlikeli sayarım. Ego, süperego ve her türlü kibir benim başımın tacıdır, o nedenle anlayamadım seni.
Kibir;insanların gönüllerini kırmaktan, kendini bi b.k zannetmekten öte bir şey değildir benim nezdimde Alicim.. Hatta asıl sanatçı,düşünür,nitelik sahibi insan bunun farkına varandır.Ha ben demiyorum ki her hadiseye teveccühünüz diyerek karşılık vermek doğru olandır.Bilge olmak iyidir fakat bunun kibirle alakası olduğunu düşünmüyorum.
Kibir;insanların gönüllerini kırmaktan, kendini bi b.k zannetmekten öte bir şey değildir benim nezdimde Alicim.. Hatta asıl sanatçı,düşünür,nitelik sahibi insan bunun farkına varandır.Ha ben demiyorum ki her hadiseye teveccühünüz diyerek karşılık vermek doğru olandır.Bilge olmak iyidir fakat bunun kibirle alakası olduğunu düşünmüyorum.
O kibir değil, budalalıktır, ukalalıktır. İlla sanatla ilgisi olmayabilir, her alan budala bulmak çok kolay. Ego, haklı bir özgüvenden kaynaklanıyorsa, buna kibir diyebiliriz; yani "ben ondan iyiyim, öyle olmalıyım" düşüncesi. Bunda bir tehlike ya da olumsuzluk görmüyorum. İnsan kibirli diye, diğer insanları "alçaltacak" değil. "Ben ondan iyiyim, bunlar benim ölçütlerim ve bu beni mutlu ediyor" diye düşünen birinin, bir insanın gönlünü kırması mümkün değil. Tam tersi, gönülün kıymetini de biliyordur. Öğretilen erdemlerin çatışmasıdır belki bu. Yedi günah diye bir referans konması, ahlâkçılık, jandarmacılık da olabilir. Bilemiyorum. Kibirin bu kadar üzerine gidilmesini haksızlık olarak görüyorum.
Konuyla ilgisiz oldu. Yazmak istersen, başka bir başlık aç ya da özel mesaj at istersen. Kirletmeyelim burayı.
Alıntı:
Diyojen bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: Ben bir serseriye yol vermem, der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: Ben veririm!
Ali, burada kibirli olan hangisi?
Alıntı:
Diyojen bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: Ben bir serseriye yol vermem, der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: Ben veririm!
Ali, burada kibirli olan hangisi?
Zaten hikâye en baştan insan kilitliyor "kibirli zengin" diyerek. Kibirli olan Diyojen. Çünkü aptal zenginden, o budala zenginden çok daha olgun ve akıllı olduğunu biliyor. Bir ânını bile onunla harcamaktan imtina ediyor. Zengin olan kibirli değil, demin de söyledim, o bir salak, yani budala.
Ukala ya da budala ile kibir arasında çok çok önemli bir ayrım var. Birisi "diğerlerinden üstün olduğunu sanıyor" diğeri "diğerlerinden üstün olduğunu düşünüyor." Kendini beğenmişlik gibi saçma sapan bir "olumsuzluk" yüklenmeye çalışılıyor. Nedir yani, evet ben kendimi beğeniyorum, senin varlığına zarar vermiyorsam, benim kibirim neden kötü olsun? Kibir, ne yazık ki hep kötü, kaka olarak sunulduğu için, bu hikâyede bile o aptal zengine bir etiket gibi yapıştırıldığı için, böyle bir sonuca varılıyor.
Dönüp dönüp en başa geldiğim için artık uzatmayayım, hep kendimi tekrar ediyorum.
Kendini tekrar etmek de ne demek!
Çok hoş, çok farklı ve faydalı şeyler söylüyorsun. Fakat, bunlar biraz ezber bozan nitelikte.Bu yüzden mevzuyu bu kadar uzatıyorum.Biraz araştırdım.
TDK da kibir; Kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme.
Nietzsche'ye göre; Kemikleri, eti, bağırsakları ve kan damarlarını kaplayan deri nasıl insan görünümünü katlanabilir hale getiriyorsa, ruhun ajitasyonu ve ihtirası da kibirle kapatılmıştır; kibir, ruhu kaplayan deridir.'
Nietzsche den sonra aslında başka bişey yazmaya gerek yok. Niteliksiz insanın kendini üstün kılmak için ruhunu örttüğü bir örtüdür kibir, demiş adam. Aynen Diyojen'in hikayesindeki aslında budaladan başka bir şey olmayan fakat kendini kibirle kaplamış zengin adam gibi..
Açıkçası kibir mevzusuna çok farklı yerden bakıyorsun Ali.. Bu konuda benim çıkarımlarım bunlar.
kibir en sevdiğim günah 🙂
Diğer meslek gruplarını bilmiyorum tabi. insanların böyle insanlara nasıl baktığınıda az çok hesaplasamda yönetmenim diyen kişi kibir ve egoya sahiptir. Olmasıda gereklidir.özellikle de işini yaparken.
Burada Ali'nin tarafındayım...
Kibir bir sanatçı için elbette iyidir...
Fakat ben "filmde olan biçiminden" bahsediyorum. O kibir midir değil midir bilmem. Kelimelere takılmıyorum çok. Sadece Antonioni filmde bunu İngilizce'de "kibir" manasına gelen "pride" sözcüğünü birkaç kareye sıkıştırarak bizlere sunduğu için "kibir" kelimesini kullanmayı tercih ettim.
Egom hayatta sahip olduğum en mühim şeylerdendir yoksa benim de...
Aslolan "kendini bilmek"tir. Kendini bilen kibrini başkasını alçaltmak için değil kendini anlamaya çalışmak için kullanandır. En nihayetinde, "ilim ilim bilmektir. İlim kendim bilmektir."
Başka bir açıdan bakarsak da "ben kibirli değilim" diyen insan aslında oldukça "kibirli" bir cümle kurmaktadır. Bir şey olmadığını iddia etmek, bir şey olduğunu iddia etmek kadar kibir gerektiren bir durumdur. O nedenle söz konusu "olmak" olduktan sonra "kibir" kaçınılmazdır.
Benim tehlike olarak nitelendirdiğimi filmi izlersek daha rahat anlarız. Kibir bir iktidar aracı olarak kullanılırsa işte orada tehlike başlar. Filmin sonunda fotoğrafçı eleman kibrinden bir şey kaybediyor mu? Hayır! Fakat anlıyor. Var olmak ile yok olmak arasındaki ilişkinin öznelliğini çözümlüyor. İşte yani kendini bilme sürecine doğru adım atıyor iktidar hırsından kurtularak...
Ukala ya da budala ile kibir arasında çok çok önemli bir ayrım var. Birisi "diğerlerinden üstün olduğunu sanıyor" diğeri "diğerlerinden üstün olduğunu düşünüyor.
Ben de burayı anlamadım Ali. Bir durum/konu/vs. hakkında yanlış bilgiye sahip olmaya sanmak, bir durum/konu/vs. hakkında kendi içinde fikir teatisi yapmaya ise düşünmek diyoruz. Burası bilinen. Ama bilinmeyen ise tamamen göreli olan bir durumda hangi düşüncenin "sanı" hangisinin ise "gerçek" olduğu.
Yani yukarıdaki durumda budala kendisini üstün sanıyor, ama içeriden baktığımızda aslında "düşünüyor", sanmıyor. Kibirli ise kendisinin üstün olduğunu düşünüyor. Ama yine içeriden baktığımızda aslında "sanıyor", düşünmüyor (bakın herşey anında ters döndü)
Budala ile kibirli arasındaki sanı-gerçek kıstası nasıl yapılabilir. Tamamen içsel bir durum için (ki kıstas kişinin kendi yargısı- sonuçta düşünmekten ve kendini üstün görmekten bahsediyoruz, belirleyici bir dış kıstasımız, yargıçımız yok) kişinin kendisinden başka yargı noktası yoksa bir düşüncenin sanı ya da gerçek oluşunu kim değerlendirebilir.
Şuna gelmeye çalışıyorum. Kibir tamamen göreli bir konudur benim için. Sen benim için budala olabileceğin gibi, ben de senin için olabilirim. Çünkü ben senin kibrinin kof olduğunu düşünüyorumdur, sense benim için. Ki burada işin içine yine düşünce-sanı karmaşası giriyor. Üstünlüğün net bir kıstas noktası yoksa üstünlük düşüncesi tamamen kişinin kendisine özgüdür. Bunu asla sanı olarak göremeyiz.
Yani aslında belki de gerçekten budala olan üstündür, ama sen onun kendi içsel yargısını (kendi içsel yargınla) sanı olarak değerlendirip, onun hakkındaki bu yargılayıcı sanını gerçek olarak görebiliyor, onu budalaya indirgeyebiliyorsundur. ki o da senin için aynı şeyi yapıyordur.
Bu halde; budala kimdir, kibirli kimdir. Gerçek nedir, sanı nedir?
Genel not: Bir de bu tarz konularda "konu dağılmasın" korkusundan kurtulalım bence arkadaşlar. Çünkü bu tarz konular dağılıp dağılıp birleşerek bir yere ulaşırlar. Eğer konuyu tek bir çizgiden ilerletmeye çalışırsanız bir yerden sonra tıkanma yaşanır ve güzel bir başlık 3-5 post'tan sonra tarihe gömülür. O yüzden açabildiğiniz ve dağılabildiğiniz kadar dağılmakta fayda var. Ki ne kadar dağılırsa birleştirmesi o kadar zevkli ve beyin çalıştırıcı olur.
Yapmayın. Aynı Big Bang'in çocuklarıyız hepimiz...
Üstünlüğü şöyle tanımlıyorum: "Ben senin ne düşündüğünü çok iyi biliyorum." ve "Ben ne olduğumu gayet iyi biliyorum." Her ikisini de biliyorsam, senden üstünüm. Atacağın(m) adımları bilebiliyorum, göreceklerin(m)i görebiliyorum. Senin önünde hissediyorum kendimi. Hangi sözüme hangi yanıtı vereceğini de biliyorum, ne zaman ne söyleyeceğimi bildiğim gibi. Kibirim buradan geliyor, kaynağını bundan alıyorum. Bunu kullanıyorum sonra, buradan besleniyorum, bu benim işime geliyor.
Karşımdaki insanı da, benim ne düşündüğümü bildiğini sandığı için ve aslında kendisini tanımadığı için budala olarak görüyorum. Çünkü benim düşündüğümü bilmiyor, kendisini çözememiş; bunu görüyorum. Ben, ona ve kendime karşı uyguladığım bütün testleri geçmişim ama o beni bilmiyor ancak hâlâ bildiğini zannediyor. Bu noktada o budala oluyor. Komik oluyor. Diyeceksin ki, "Onun içinden geçenleri nasıl bilebilirsin?" Bilmiyorum, bunu bir şekilde biliyorsun, hissediyorsun. Bir başkasının karşısında kendini güçsüz hissetmişsin çünkü, ikisini ayırt edebiliyorsun. (Bir de güç kavramını mı soktum buraya, tüü. Neyse, pek de uzak kavramlar değil, kalsın böyle)
Bunun göreceliliği ise üstünlüğü nasıl tanımladığına bağlı olarak değişir sanırım. Ben, insanlar toplansın ve benim budala dediğime budala desin demiyorum ki. Sürecin ne kadar öznel geliştiği çok ortada. Benim tanımlarım net. Benim deneyimim bu, belden aşağı vurmak değil yaptığım. Bu, böyle. O budala, benim hakkımda ne düşünürse düşünsün, sırf böyle düşünmeye devam ettiği için bile budala olarak kalacaktır.
Budala, benim budalamdır yani, kimsenin değil.
Kibir ve budalalık (ve güç) konusunda konuyu şuraya çekeyim o zaman.
............ kişinin kendisinden başka yargı noktası yoksa bir düşüncenin sanı ya da gerçek oluşunu kim değerlendirebilir..
Sadece kendisi o zaman. Ki burada durum sanrılara, şizofreniye, kimlik bozukluklarına ve hatta inançlara dahi çekilebilir (kişi neye inanıyorsa o doğrudur önermeni doğru olarak alıyorum). Gerçek diye bir şey yoktur, sadece algı vardır. Her şey sanrıdır, her şey özneldir, toplu sanrılara ise inanış, inanç, din denir. Ki kibir de toplu sanrılardan kaynaklanır, bir sanrıya ne kadar fazla kişi inanıyorsa o sanrı o kadar gerçek addedilir ve o sanrıya inanmayanlar budala olarak görülebilir. Böylece toplumsal bir kibir oluşmuş olur. Yani kısaca kibir ve büyüklük/üstünlük sanrısı göreceliliğini kaybedip gerçekliğe kavuşur.
Dediğim gibi; kibirin en güçlü görüneni gücünü kitleden alandır. ama asıl en güçlüsü yalnız olandır. Ki orada da işin içine "sanat" ve "yaratı" girer. Yalnız olan bir şey üretmedikçe (ve bir kitleye dahil olmadıkça) güçsüzdür. eğer yaratıyor ve üretiyorsa yalnızlığının da verdiği anlaşılmazlık duygusuyla en güçlü kibre sahip olur (Nietzsche örneğinde olduğu gibi).
Burada demek istediğim kitlesel kibir (üstünlük sanısı) meşru iken, yalnız bir insanın kibri şeytani ve günah olarak addedilebiliyor. Kibir ve budalalık yargıları "budala benim budalam, sana ne oluyor"dan "budalayı ve haklı kibirliyi biz seçeriz"e varıyor.
Aslında demem şu ki; ne diyeceğimin tam ucunda olup da diyemiyorum. Ki konu kibir olduğu için diyeceklerim budalalığa dahi varabilir, o yüzden toparlayamıyorum. Kitlesek budalalık beni kitlesel bir kibirle "yalnız bir budalaya" dönüştürebilir. Bu yalnız budalalık beni herkesten üstün bir kibirli yapabilir.
Ama aynı yerlere varıyoruz yine de.
Yapmayın. Aynı Big Bang'in çocuklarıyız hepimiz...