hikayenin olay örgüsü içinde olayların akışıyla izleyicinin bekledigi ve beklemediği(süpriz) noktaları yapay görünmeksizin, gerçekten doğal bir süpriz olması için..nasıl bi yol izleriz..yine subjetif ve tek bir cevabı olmayan geniş absurt bir soru biliyorum ama tartıştıkça ve paylaştıkça güzel fikirler çıkabilir.
ikinci bi soru da
filmlerdeki klişe ve sıkıcı unsurları paylaşacagımız bir başlık açsak ve elimizden geldigi kadarıyla bu klişeleri paylaşarak azaltsak yada klişeleri farklı gösterimlerle klişelikten uzaklaştırmaya çalıştıran örnek ve fikirleri paylaşsak nasıl olur?
geçen bi dizi parçasının altındaki yorumları görünce -kırgın çiçeklerdi sanırım dizinin adı- tüm yazma iştahım kaçtı diyebilirim...ablalarımız şu minvalde yorumlar yapmış: "dizi de olsa adalet yerini buldu ohh". yani bi senaryo yazarının bizim ülkemizde klişeymiş değilmiş hiç dikkat etmesine gerek yok bence...koy brezilya dizilerini daha bi yüz sene izler bu ablalar...
bunları ortadan kaldırmak için yeterince gönderme yapmamız gerekiyor. üretim sürecine giren herkes böyle düşünse ve şuan piyasadaki işlerin yüzde 95'ine uymasa bunlar ortadan kalkabilir. ve bence herkese de iyi bir mizah konusu.
-bir kan lazımsa onun 0rh- ten başka bir kan olmaması.
-midesi bulanan bir kadının %99.9 hamile çıkması.
ve daha niceleri...
örn: bir sahnede kız midem bulanıyor deyince eşi ya da sevgili orada fütursuzca "baba oluyorum baba" diye bağırsa ve alay konusu olsa. savunma olarak da: "e hep böyle olmuyor muydu, mide bulanması hamilelik anlamına gelmiyor mu?" dese.
örn: kan lazım olduğunda biri daha hangi kan olduğunu bilmeden "benimki uyuyor deyip kan vermeye çalışsa" vs..
bir ülke mizahını, kitapla, gazeteyle, filmle, diziyle değiştirebiliriz ancak. algı kanallarının başka bir kapısı yok. "halk salak seviyor" , "halk anlamıyor" diye bir şeye sığınmak kesinlikle kabul edilemez. ilkokulda din hocası "kahvaltı yapın" derdi. "ama hocam ben sabahları yiyemiyorum, sağlıklı da olsa sevmiyorum sabah sabah yemeyi" dedim. "sen hiç yedin mi de sevmiyorsun? 2 gün, 3 gün kendini alıştır zorla ye, 4. gün bakalım seviyor musun sevmiyor musun?" dedi. ve o günden beri de kahvaltı yapmadan güne başlayamam. olayın özeti tamamen bu herhalde.
Fikir, en büyük sermayedir.
halk anlamıyor diye bi şey yok bence. halkın damak tadı oturmuş, dizi de olsa adaletin yerine gelmesini kötülerin cezasını bulmasını ama öncesinde kötülüklerini iyice yapmasını bekliyorlar 🙂
ebleler dizi izlemekle bi deneyim değil bi tatmin yaşamak istiyor. diziler de bu seyircileri tatmin edecek şekilde yazılıyor bence.
Bravo intercapiller. Yalnız bu saptamalarınla yavaştan film yapımcılığını terkedip medya ve kültür araştırmaları alanına kaymaya başladın. Entellektüelliğin böyle bir handikapı var. Çok düşününce hiçbir şeyi beğenmeyen ve artık üretemeyen insanlar oluyorlar.
Ben bu forumda klişeler üzerinde bir liste vardı diye hatırlıyorum.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
fulgura mevzu bence beğenmemek ve üretmemek degil..bişey üretmek için çekmiş olmaz mıyız?kendi bakış açımıza göre en iyi ekip,ekipmanı,ve hikayeyi buldugumuzda,o artık çekilecektir. ama bişeyler eksikse çekmenin anlamı yok.. elimizde 550d varsa 4k kamera alasıya kadar beklemekten bahsetmiyom
Elbette. Ben en ufak iş yapan adama da büyük saygı duyuyorum o nedenle. Ha yaptığı filmi beğenmem ayrı mesele. Yoksa üretmenin bizzat kendisine saygım var. Bir de gelişme olmalı. Yani adam 3. filmini çekiyor ama hala bir ilerleme yoksa, bir şeyleri farketmiyorsa o noktada artık saygının da anlamı kalmaz ve kayıtsız olursun. Zaten ekipman konusu ayrı. Ekipman üretmeye engel değil. Elinde 550D le neler yapanlar var ya da en azından bir ışık vaadedenler var.
Kastım üretmek ile ilgili değildi; intercapiller'in beğendiğim yorumu üzerineydi. Film tartışmalarından yavaşça kültürel yorumlara geçti. Habire film izleyip habire yorum yapan ve düşünen insanlarda bir noktadan sonra "entellektüel kısırlık" denen bir durum ortaya çıkıyor. Bu durumda isen eleştirmen olursun artık, üretici değil. Üretici adam enerjisinin çoğunu üretmeye, bir kısmını da pasif edinmeye harcamalı. Tersi olursa, yani enerjinin çoğu öğrenme, pasif edinme yönünde olursa artık o adamdan üretim beklemek bence zor.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
Elbette. Ben en ufak iş yapan adama da büyük saygı duyuyorum o nedenle. Ha yaptığı filmi beğenmem ayrı mesele. Yoksa üretmenin bizzat kendisine saygım var. Bir de gelişme olmalı. Yani adam 3. filmini çekiyor ama hala bir ilerleme yoksa, bir şeyleri farketmiyorsa o noktada artık saygının da anlamı kalmaz ve kayıtsız olursun. Zaten ekipman konusu ayrı. Ekipman üretmeye engel değil. Elinde 550D le neler yapanlar var ya da en azından bir ışık vaadedenler var.
Kastım üretmek ile ilgili değildi; intercapiller'in beğendiğim yorumu üzerineydi. Film tartışmalarından yavaşça kültürel yorumlara geçti. Habire film izleyip habire yorum yapan ve düşünen insanlarda bir noktadan sonra "entellektüel kısırlık" denen bir durum ortaya çıkıyor. Bu durumda isen eleştirmen olursun artık, üretici değil. Üretici adam enerjisinin çoğunu üretmeye, bir kısmını da pasif edinmeye harcamalı. Tersi olursa, yani enerjinin çoğu öğrenme, pasif edinme yönünde olursa artık o adamdan üretim beklemek bence zor.
evet "yapan"lar "eleştiren"leri genelde "birileri yapar birileri konuşur" diye eleştirir. haklılık payı olmakla birlikte kolaycılık ve eleştirilere kulak tıkamak bence bu 🙂
ama devamlı eleştirince ya da devamlı yapıp eleştirilere kulak tıkayınca yaptığını hep yapmak ve yerinde saymak tehlikesi var. bu ikisinin iyi oranlanmış bir karışımı gelişimimize hizmet eder diye düşünüyorum seninle benzer şekilde yani 🙂
hikayenin olay örgüsü içinde olayların akışıyla izleyicinin bekledigi ve beklemediği(süpriz) noktaları yapay görünmeksizin, gerçekten doğal bir süpriz olması için..nasıl bi yol izleriz..?
güzel bir soru ama "nasıl bir yol izleriz?" sorusuna verilecek cevaplar göreceli olacaktır. her yazar, farklı bir yol izleyebilir.
bu konuyla alakalı yapmış olduğum bir film incelemesini paylaşabilirim.
Senaryosunu Galt Niederhoffer'ın yazmış olduğu yine aynı kişi tarafından yönetilen "The Romantics" filmini incelediğimiz zaman, klişe bir aşk hikayesinden, yazar nasıl bir yol izleyerek farklı bir hikaye anlatmaya çalışmış, bunu görebiliriz.
Kısaca filmi özetlemek gerekirse;
Lora'nın eski erkek arkadaşı, Lora'yla beraber olduğu gecenin ertesinde, Lora'nın en yakın kız arkadaşı Layla'ya evlenme teklif eder. Bu kısmı Lora ve arkadaşları arasındaki diyaloglardan öğreniyoruz. Film, düğünden bir kaç gün öncesinden, Lora ve arkadaşlarının, Layla'nın düğününün yapılacağı mekana gelmesiyle başlıyor.
Filmin önermesi, "Zıt karakterler birbirlerini çekerler, birlikte olurlar fakat asla mutlu olamazlar." Filmdeki çiftlerin bu özellikleri yansıtılıyor. Layla'nın evleneceği adam (Tom) ile Lora aynı karaktere ve aynı zevklere sahip iki insan. Beklenti, bu iki insanın, Lora ve Tom'un filmin sonunda birbirlerine aşklarını itiraf edip kavuşmaları ve düğünün fiyasko ile sonuçlanması oluyor doğal olarak. Yani kahramanlarımız mutlu olmayı seçecekler.
İlk beklenti, Lora'nın bir pot kırması, Tom'a olan ilgisinin devam ettiğini göstermesi. Bunu senarist, düğün yemeğinde iken insanlar evlenecek olan çift hakkındaki düşüncelerini ve hatıralarını insanlarla paylaşırken gösterme yolunu seçmiş. Konuşma sırası Lora'ya geldiği zaman, Lora'nın konuşması içerisindeki heyecan ve duygu ile Tom'a olan ilgisinin devam ettiğini görüyoruz. Akabinde Layla bu duruma bozuluyor ve eve kapanıyor.
İkince beklenti, Lora ve Tom'un yüzleşmesi. Bu da şöyle gerçekleşiyor. Yemekten sonra Layla hariç diğer gençler ve Tom sahile içmeye gidiyorlar. Buradaki sohbetin ardından gençler kendilerini karanlığa aldırış etmeden denize bırakıyorlar. Herkes denizden çıktığında Tom ortalarda görülmüyor. Burada gençler ikişerli gruplara ayrılıyor ve Tom'u aramaya başlıyorlar. Tom ile yüzleşme için senarist ortamı böylece kurmuş oluyor. Lora, Tom'u bulacak ve Tom neden Layla'yı tercih ettiğini anlatacak.
Bu yüzleşmenin ardından gruplara ayrılmış olan çiftlerin yakınlaşmaları bekleniyor. Sevgili olan çiftler, eş değiştirerek gruplara ayrılmıştır ve böylece birbirinin zıttı karakterler, sevgilileri ile değil de birbirlerinin aynı karakterde olan kişiler ile buluşmuş oluyor.
Tom ve Lora'nın birlikte olmasının sabahında Tom'un evlilik fikrinde hala kararlı olduğunu görüyoruz. Böyle olmasaydı film daha farklı bir mecraya kaymak zorunda kalırdı. Sonuç olarak düğün gerçekleşecek.
Üçüncü beklenti, Lora ve Layla'nın yüzleşmesi. Düğün sabahı, tam da evlilik seronomisi başlarken gerçekleşiyor. Burada Layla, Lora'nın sözlerine aldırış etmiyor ve Tom'la farklı karakterlerde olmasına rağmen onunla evlenmekte diretiyor.
Beklenen final sahnesi. Tom'un son ana kadar beklemesi ve evlenmekten vaz geçmesi. Burada senarist, kararı Tom'un vermesine fırsat vermeyerek, kilşeden kaçıyor ve sürpriz bir sonla karşılaşıyoruz. önceki sahnelerin birinde Layla'nın annesi gece vakti uykusundan sıçrayarak uyanıyor ve kocasına "yağmur geliyor" diyor. Biz bunun düğün seronomisi başlayıncaya kadar ne manaya geldiğini anlayamıyoruz. Son sahnede arka planda gökyüzünde yoğunlaşan bulutları gördüğümüz zaman fırtınanın yaklaştığını anlıyoruz. fırtına ve yağmur düğünün iptal olmasına neden oluyor, herkes kaçışıyor. geride yalnız Tom ve Lora kalıyor. Tom sevinç çığlığı atıyor. Senarist klişeden kaçmak için mistizme sığınma yolunu seçiyor. Yani işi Tanrı'ya havale ediyor.
Klişeden kaçmak için benim anladığım kadarıyla senarist, bizi bir beklenti içerisine sokuyor. Yani yağmur yağacak beklentisinde bulunmamızı istiyor. Sonra bu beklentiyi sürpriz bir final sahnesi oluşturmak için kullanıyor. Yağmurun yağması dramatik açıdan bir olaya neden oluyor. Doğal beklentimiz Tom'un evlenmekten vaz geçmesiydi. Senarist ise yağmurun yağması beklentisini kullanarak, Tom'un kendi rızası ile evlenmekten vaz geçmesine izin vermedi,
“The first draft of anything is shit.” Ernest Hemingway
çok güzel analiz. böyle film analizlerini nereden okuyabiliriz, ingilizce de olabilir, var mı böyle site?
faydalı bir paylaşım teşekkürler mümkünse böyle daha fazla analiz okumak isterim..
konuya dönersem..
klişe dedigim şeyler günlük hayatta herkesin sıradan sayabilecegi yaşadıgın yada yaşayabilecegi olarak illa sinema perdesinde görmeye gerek.sıradan olaylardan bahsediyorum birazda
mesela şöyle bir örnekden yola çıkıyorum
sabah uyanan adam sahnesi.. çalar saat çalar adam uyanmamak için yatagın içinde döner, en sonunda zar zor çalar saati eliyle bulur ve sustur..buraya kadar klişe
burda klişeyi bozmak için aklıma gelen iki şey çalar saat çalmaya başlıyor, adam 2 kere yatagında dönüyor.. elini çalar saate uzatıgı anda çalar saat odadaki başka biri tarafından susturuluyor.. dolayısıyla adamın uyanmak şekli ve yüz ifadesi değişecek. uykulu ifade yerine şaşkın ürkek uyanacaktır..yada olaya baglı olarak ya katil dir yada uyanan kişinin annesi yada sevgilisidir..vs vs burda klişeyi bozmakla birlikte başka olaylarada kapı açmış oluyoruz..
gerçek hayatta uyanırken de biz telefonun alarmı yada çalar saati kendimiz sustururuz ve direk uykulu halde halde uyanırız..senarist müdale ettigi zaman gerçegin yani normal akışı dışına çıkıyoruz bu araya koyacagımız..setler ve kanallar sonrasınıda değiştirecegi için iyi düşünmeli.bu araya kadar hatalıysam lütfen düzeltin
illa klişe olcak başka bi kapıya açılmasın yada akışı bozmayalım dersek.çalarsaati veya adamın yattıgı yeri ,yani yatagın üstünde uyanacagına altından uyansın. çalar saat yerine onu uyandıran faktörü değiştirebiliriz. vs vs olayların değişmemeisini istiyorsak en kötü aklıma gelen..olayları gerçekleştiren faktörleri ve yöntemleri değiştirmek.
klişe kavramını yanlış anlamışsınız. dramatik öneme sahip olmayan günlük yaşantıdaki hareketler devinimler klişe olarak görülmemeli. her şeyi klişe olarak değerlendirirsek ne senaryo yazabiliriz ne de film yapabiliriz. bir yemek sahnesinde insanların su içmesi klişe olarak görülüp de onlara kımız içirmemeliyiz. eğer kımız içeceklerse de bunun dramatik açıdan film için gerekli olması şart. hikaye neyi gerektiriyorsa öyle davranılmalı.
film incelemelerimi vakit buldukça paylaşırım. tabi film izlerken tuttuğum notlar genellikle kendi ihtiyacımı karşılayacak donelere sahip oluyor. bu notlar üzerinde de çalışma yaptıktan sonra herkesin anlayabileceği bir yazı haline geliyor. vaktim oldukça bunları ayrı başlıklar halinde paylaşırım.
“The first draft of anything is shit.” Ernest Hemingway
Masricayin söylediğini anladığımı düşünüyorum. Aslında söylediği bir çok filmde hep kullanıldığı için artık basmakalıp hale gelmiş imgeler yani klişe görüntüleri kastediyor ama bunları aldatıcı biçimde özgünleştirme çabasında. Güzel bir örnek vermiş ama bu klişelerin listesi olmadığı için bu senin kendi keşfilerine ve yaratıcılığına kalıyor yine. Ama dersen "sabah çalarsaatle uyanma klişesi nasıl aldatıcı biçimde kullanılabilir?" bence o zaman daha çok yanıt alabilirsin. Sen aklındakileri sıralarsan ve biraz çıklayıp gözönüne gelmesini kolaylaştırırsan diğer insanlar da bence katkıda bulunabilirler. Aslında kendin cevabını vermişsin: Madem yataktan kalkmak klişe, yatağın altından çıkmak ilgi çekici olur ama bunun anlamını sen vermek durumundasın.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
dramatik öneme sahip olan olaylar zaten diyalogla yada farklı kamera hareketi olsun mekan farklılıgı ışık farklılıgı olsun bi şekilde klişelikten çıkmıyormu yani senarist veya yönetmen dramatik anlamı çıkarmak için illa klişeyi zaten bozmak zorunda diye düşünüyorum..senarist bozmasada yönetmen bişekilde o dramatik etkiyi vermek için..bi fark yaratmak zorunda farklı kılmazsa sabah uyanan adamın sahnesindeki etkiden farkı kalmayacak
mesela aşk hikayesi, bir birine ulaşamayan iki insan filmin sonunda mutlaka birleşecekler yada birleşmeyecekler..bunları birleştiren veya birleştirmeyen olayları,etkenleri farklı kılmak zaten senaristin işi.
ben parçadaki klişeyide değiştirmek isterim filmin bütündeki klişeyide değiştirmek isterim..ama sonuç mutlu son yada kötü sonu değiştiremeyiz
siz bi örnek verirseniz ben ordan anlatayım..
benim için karakterin sabah 7 de uyanması önemliyse, nasıl uyandığının ne önemi var ki? insanların yüzde 90'ı tahmin ediyorum sabahları uyanmak için bir alarma ihtiyaç duyuyor. karakterimin yüzde 10 luk dilimde olması hikayenin dramatik kurgusu için gerekliyse bunu belirtmek amacıyla farklı şekilde uyanmasını sağlayabilirim. ama gerekli değilse, evde horoz beslemesine gerek olmamalı, uyanmak için alarmı kurması klişe olarak görülmemeli.
hikaye odaklı düşündüğüm için belki farklı değerlendiriyor olabilirim.
“The first draft of anything is shit.” Ernest Hemingway