Forum

İhtiyacımız olan şe...
 

İhtiyacımız olan şey: "Gişe Kısa Filmciliği!"

31 Gönderi
13 Üyeler
0 Reactions
7,085 Görüntüleme
(@gorkem)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Az önce Evsiz Bebek'i izledim.
Herşeyiyle "işi bilen" bir ekibin elinden çıkmış bir iş. Eyvallah, ellerine sağlık.

Ama taşmak üzere olan bir bardağın üzerinde durduğu masaya diz darbesi bu film benim neznimde.

Ben, izleyici dostu, kanka/arkadaş kısa filmler istiyorum. "Filozof/hoca kısa filmciler" istemiyorum, bıktım çünkü.
Bakın düşündürücü işler falan değil kast ettiğim.
Filmin düşündürücülüğünün sıkıcıklığa, zihin yoruculuğuna, zor izlenirliğe meyil vermesinden artık cidden rahatsızlık duymaya başladım.

Bizim kısa film piyasamız neden yok? Kısa film sevenlerimiz neden bir kitle olamıyor? Bu soruya bin tane cevap verir yazarlarımız, yönetmenlerimiz. Çoğu da doğru olur gerçekten.

Ama kaç kişi, şunu da itiraf eder acaba?: Çok çok azınız, izleyiciyle iç içesiniz. İzleyici dostu değilsiniz. İzleyiciye hizmet etmek gibi bir kaygınız yok dostlar. Gerçekten entelektüelsiniz, akıllısınız, zihin patlatıyorsunuz, çalışıyorsunuz. Hollywood'un ihtiyacı olan yaklaşıma sahipsiniz. Hafif, izleyici yalakası, balon filmler yapmıyorsunuz. Hayat üzerine ciddi fikir muhakemeleri yapıyorsunuz. Bu açıdan alayınız Kubrick, Haneke'siniz. Ama farkında mısınız? Bu hemen her zaman izleyiciyle aranızda bir duvar anlamına gelir. Çünkü izleyici entelektüel, filozof, sanatçı vs. değildir.

Çok çok uzun açıklamalara, örneklere girebilirim anlatmak istediğimi desteklemek için. Ama aslınd akonu yeterince açık. Sadece şu noktaya bir vurgu yapmak zorunda hissediyorum kendimi: Kast ettiğim "bıktım artık!" şikayetinin sebebi, dolu filmler değil. İzlenirliği ve anlaşılırlığı zor filmler. Birçok gayet dolu ama akıp giden film aklınıza gelecektir düşünürseniz. Ama neden bizim kısa filmcilerimiz, daha "klişe film" olayına hakim olmadan filozof oluyorlar? Hatta "filozof sinemacı" oluyorlar?

Benzer bir meseleyi birkaç ay önce konuşmuştuk. "Dereyi Tanımadan Paçayı Sıvama" olarak isimlendirmiştim ben o yaklaşımı. Şu başlıkta: http://www.filmfabrikasi.com/forum/viewtopic.php?f=10&t=5358 " onclick="window.open(this.href);return false;

Bu konu da aslında onunla bağlantılı. Potansiyel kısa film izleyicisine birşey vermeden ondan birşey istiyorsunuz arkadaşlar. Kısa filmi sevdirmeden fikirlerinize, entelektüelliğinize ortak arıyorsunuz.

Bakın sitemizin sahibi Özgür Bakar bu açıdan çok önemli bir adam. Özgür aslında bir anlamda (En azından bu ortamda izlediğimiz birçok kısa filme oranla) "gişe kısa filmi" yapıyor. Komik, eğlenceli. Bu anlamda izleyici dostu. Erkan'ın ikiyüzlürası da böyle bir film. Ev sahibimi, hayatında doğru dürüst kısa film izlememiş birkaç arkadaşıma izlettim geçenlerde, millet bayıldı. Güldü, eğlendi. Kİmse elini çenesine koyup "hmm hmm" diye entelektüellik yapmak zorunda değil. Evet, ben yapıyorum bunu çünkü 10 dakikalık filme 4 sayfa inceleme yazıyorum. Sayfalarca tartışıyorum. BUndan büyük keyif de alıyorum. Ama birkaç neşeli dakika geçirmek isteyen arkadaşıma izleteceğim film yok şu alemde. Hadi arkadaşları boşverin, kendim için, kafam dağıldığında açıp izleyip güleceğim kısa yok bu yamaçlarda.... Açıp Bugün Aslında Dündü'yi ya da Kirli Çürük ve Adi'yi izliyorum. Yıldız Savaşlarını izliyorum bazen. Ya da ne bileyim, gerzek romantik komedi izlediğim bile oluyor. Çünkü yok ki pc başında bana beş dakika hoş zaman geçirtecek kısa....

Gayet klişe bir söylem olacak ama bunun gerçekliğini ret etmek zor.... Sövüp sayıyoruz holivuta falan. Ama bizi eğlendiriyor holivut. Yorucu günün stresini alıyor. Mİlyar kişinin stresini aldığı için George Lucas milyar dolar kazandı. Bir amacı kabul etmek, bir tarzı sevmek, bir diğerini ret etmek olmadığından bunları rahatça söylüyorum. Sinema bu mudur? Hayır. ama sinemada bu da vardır. DÜşündürür de eğlendirir de. İkisini bir arada da yapar gücü yeterse. KOrkutur, kıskandırır, ağlatır, yorar. Hepsi olmalı.

Peki bizim kısacılarımız da var mı "Ben izleyicime güzel zaman geçirtmek istiyorum" diyen?

Çünkü buna ihtiyacımız var. Çok içten söylüyorum ki, birileri kalkıp çok eğlenceli, sevilmi, işçiliği düzgün bir kısa yapsa da bu film geniş oranda izlense, ülkemizdkei kısa film izleyicisi iki katına çıkar. Ve emin olun ki yılda üretilen kısa film sayısı da üç katına. Barış Bayraktar'ın Pamuk Prenses 2'si biraz bu yola girmiş gibiydi. Kendisiyle bir röportaj yapmıştım. Gayet de sevimli bir adam. Bunun nesi kötü? Kötü değilse neden buna biraz olsun kafa yoran emek harcayan yok?

Bizim kısa filmcilerimizin izleyici dostu olmaları diye birşey olmayacak mı acaba? Çok merak ediyorum.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 17/03/2010 6:39 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Ama kaç kişi, şunu da itiraf eder acaba?: Çok çok azınız, izleyiciyle iç içesiniz. İzleyici dostu değilsiniz. İzleyiciye hizmet etmek gibi bir kaygınız yok dostlar. Gerçekten entelektüelsiniz, akıllısınız, zihin patlatıyorsunuz, çalışıyorsunuz. Hollywood'un ihtiyacı olan yaklaşıma sahipsiniz. Hafif, izleyici yalakası, balon filmler yapmıyorsunuz. Hayat üzerine ciddi fikir muhakemeleri yapıyorsunuz. Bu açıdan alayınız Kubrick, Haneke'siniz. Ama farkında mısınız? Bu hemen her zaman izleyiciyle aranızda bir duvar anlamına gelir. Çünkü izleyici entelektüel, filozof, sanatçı vs. değildir.

Uzun süredir ben de kendimi ve yaptığım işleri sorguluyorum ve ben de aşağı yukarı senin bu yukarıda vardığın sonuca vardım.
Hollywood'u, farklı sebeplerden ötürü emsal göstermem ben bu noktada ayrılıyoruz ama, filozof sinemacı meselesinde seninle benzer noktalardayız. (Evvelden değildik ama artık öyleyiz.)

Nerede ayrılıyoruz?
Filozof sinemacı da olabilir. (Sen aksini iddia etmiyorsun gerçi)
İsteyen Tarkovski'den, Kubrick'ten ne bileyim Haneke'den etkilenebilir.
Ama öyle bir durumda, izleyici ile arandaki duvarı göze alacaksın...
Daha doğrusu, "çoğunlukla" ya da popüler olanla, ya da daha net bir deyimle kitleyle arandaki duvarı göze alacaksın. Yoksa kendi seyircini bulabilirsin her şekilde.

Ben kendime soruyorum bir süredir. Ve bu duvarı göze alamayacağımı anladım.
Bu duvarı göze alamamamın sebebi, ticari değil kesinlikle. (Bu anlamda gişe filmi tanımlamasına karşı çıkıyorum.)
Sebebi, en son varmak istediğim noktayla alakalı. Makaleler bölümünde yazmaya başladığım makalelerin temel sebebi de bu.
İzleyici ile aramdaki duvarı kaldırmayı politik nedenlerden ötürü istiyorum.
Halk'a ait olan alanı, başka ideolojilere bırakıp bir köşede entelektüel solculuk yapmak istemiyorum.
Bu daha genel bir değişimin sonucunun yapmak istediğim sinemaya yansıması.

Ama bu var olan popüler kalıpları kullanmam gerek gibi bir zorunluluğu da bana getirmiyor.
O popüler kalıpların içerisinde, ki halkın aklına inanan biri olarak, popülerin içinden halkın aklına ait olanı çıkarıp, o aklı daha geliştirebileceğim işler yapmak derdindeyim.

Bu yüzden de "halk aklı" kavramı önemli.
Gramsci de buna inanıyordu, Benjamin de, Marx da...
O aklın her yerde olduğunu fakat başkalarının çıkarına yönlendirildiğini söylüyorlardı.
Benim hem bir Marxist hem de bir sinemacı olarak görevim ise o halk aklının üzerindeki "yanlış yönlendirmeyi" ortadan kaldırmak ve o aklı halkın kendi çıkarına kullanması için mücadele vermek. Tabii ki bunu halkla birlikte yapmak.

Bu da sinema içerisindeki sinematografik tercihler konusunda bana şunu diyor:

Bir film popüler olduysa, o içinde "halk aklı"na hitap eden bir şey olduğu için popüler olmuştur.
Orada bir akıl vardır.
Ama o akıl ait olduğu yere yani halka değil, başka bir çıkara yönlendirilmiştir. İktidarın halk için yaptığı planlara, düşüncelere yönlendirilmiştir.
Benim görevim o sinematografik tercij içindeki aklı alıp, halkla birlikte, halkın sinemasına yönlendirmek. Halkın sinema aracılığıyla kendini temsil etmesini sağlamak.

Bunun için ilk somut adım ne? Benim ilk aklıma gelen, mahallelere ücretsiz sinema okulları kurmak.
Set işçiliğini kölelik olmaktan çıkartmak.

Halkın sinema yapmasını sağlamak.
Bu yüzden dijital teknoloji de çok önemli...
Sinemayı ayağa düşürüyor, ama amacım da tam olarak bu:

Sinemayı ayağa düşürmek istiyorum. Çünkü ayakların baş olmasını istiyorum.

Tabi halk aklına inanmıyorsanız başka bir şeyi tartışmak gerekiyor.

 
Gönderildi : 17/03/2010 7:24 pm
(@karatasa)
Gönderi: 0
 

İzlenebilirlik benim dertlerimden biri olduğu için bu başlığı açmana sevindim. Çoğu sinemacı arkadaşımızın beyan ettiği üzere, filmlerini "öncelikle" izlenmesi için yapmıyorlar. Halbuki benim film yapma arzumun ana nedenlerinden birisi izletebilmektir ve bu doğrultuda kafa yorup, izlediklerimi, okuduklarımı bu doğrultuda irdeliyorum.

Bir kere profesyonel sinema endüstrisinde piyasanın neredeyse tamamı izlenmek ve para kazanmak için film çekiyor. Her ne kadar yönetmen, senarist çok para hevesinde olmasa bile filmlerini hayata geçiren yapımcılar filmin getirisini öngörerek bütçe sağlıyor yani bu iş seyirci ve seyircinin film izlemek için ödediği paralar ile dönüyor. Bu sistemde, sistem dışında kalıp özgürlüğünü hiç bir şekilde sınırlamak istemeyenler, tamamen sinemaya yenilikler getirmek amacıyla film çekenler ve filmlerinin çok az bir kesim tarafından izleneceğini bilse de yine kendi beğenilerine göre film çekenler de mevcut, bunlara da saygı duyuyoruz.

Yukarıdaki ilk paragraf benim konuyla ilgimi, ikinci paragraf ise aşağı yukarı sektörün durumunu benim gözümden anlatıyor. Konu başlığı ve sohbet konumuz Türk kısa filmleri ve filmcileri ise bambaşka bir kategoride değerlendirmek gerekiyor. Birincisi en iyi filmimiz 70 milyonluk nüfustan çıkan en iyi film olduğu için rekabet katsayısı, nüfusu daha yüksek ülkelere veya global düşünülerek yapılmış filmlere göre daha düşük rakamlara tekabül ediyor. Memleketin ekonomik durumu malum olduğundan yetenekli adamların çoğu yılda belki 3-5 film üretebilecekken çeşitli zorluklara takılıp belki bir film yapıyorlar belki de yapamıyorlar, bu durum da gelişim sürecini olumsuz etkiliyor. Bilgi açısından baktığımızda genellikle üç kesim görüyorum. Birinci kesim bu işi kendi imkanlarıyla öğrenme çabasında olanlar; bu arkadaşların içinde de çeşit çeşit seviye bulunuyor. Örneğin hobi olarak başlayıp kendini çekerek devam eden filmcilerle, sayfalarca senaryo yazıp 3 - 5 ay ön hazırlık yapan insanların ayrıldığı en önemli nokta filmin kendisi oluyor. İkinci kesimi ise okullular oluşturuyor ki bu arkadaşlar genellikle okuldan öğrendikleriyle yola çıkan kimseler olduğundan yolları pek uzun olmuyor. Üçüncü kısım ise okullu olup akademik bilgileriyle yetinmeyen ve süreki kendisini geliştirme adına çekim yapan, senaryo yazan, kitap okuyan, yeni teknolojileri takip eden kişiler yine bu kategoride okullu olmayıp okula gitmiş kimselerden daha fazla kitap okumuş, en az işin teorisine akademisyenler kadar hakim filmcileri de saymak mümkün.

Tablo böyleyken elimizde epey bir filtre oluşuyor kısaca sıralarsak,
- Ülkede sinema yapma çabasında ve ilgisinde olan kişiler,
- Film yapabilme imkanına ve bilgisine sahip olan kişiler,
- Elindeki bilgilerle yetinmeyip sürekli kendini geliştirenler, film zanaatına ve teknolojisine hakim olanlar,
- Filmleri için yeterli düzeyde emek sarfedip, ön hazırlığını, castını, görüntü ses yönetimini önemseyenler,
- Film yapabilecek yetenekte olanlar vb...

Kısa filmcilerimizi bu filtrelerden geçirdiğimizde zaten elimizde pek birşey kalmıyor. Kalan sınırlı sayıda filmciden ise sınırlı sayıda sanatsal, komik, aksiyon vs.. filmlerini izliyoruz. Bir de izleyemediğimiz sadece festivallerde dönen filmler var ki hiç azımsanmayacak sayıda, internetin bu denli yaygın olmasına karşın hala filmini internette yayınlamayan pek çok filmci var.

Özellikle bu forum için konuşuyorum, yapılmaması gereken en önemli şeyin övgülere kanarak bir tatmin duygusuna ulaşılmaması gerektiğine inanıyorum. Gerek arkadaş çevresi olması, gerek film çekiminin zorluklarının diğer filmciler tarafından bilinip yorumların buna göre yapılması buradan çıkan filmlerin bazen hakkından fazla şişirilmesine sebebiyet veriyor.

Kendimce bizi ileriye götürecek hareketin yüzümüzü dünyaya dönmek olduğunu düşünüyorum. Holivud'un başarısının önemli etkenlerinden olan dünyaya film yapma durumu varolan ligi direk olarak bir üst kümeye taşıyor, Türkiye liginde değil Dünya kupasında veya Şampiyonlar liginde top koşturan bir ekip oluyorsunuz. Yine bu örnekle Amerika'da gişe getirisi hatrı sayılır olmayıp, dünya genelinde ki kazançlarıyla kendini 10 misli amorti etmiş pek çok filme rastlamak mümkün. Gerçi bugün film dağıtım ağı, sinema salonlarının gösterim tercihleri, amerikan filmi markası vs.. dünyada tamamen yerleşmiş durumda. Bunun önüne belki dijiral teknolojinin şu anda yaygınlaşmasıyla dijital gösterim ve dijital çekim imkanlarının kullanılmasıyla geçilebilir.

Konu sinema olunca ülkedeki kısa filmlerden girip, holivud sinemasının dağıtım sürecinden çıkmak pek şaşırılacak bir durum olmasa gerek? Sözün özü benim görüşüm filmlerimizi çekerken duvarların arkasını da düşündüğümüzde, milli, kültürel, yerel vs.. duyguları evrensel bir şekilde sunduğumuzda filmlerimiz bir adım öteye geçecektir düşüncesindeyim. Bunun yanında kişisel tercih olsa da senaryo matematiğinin, özdeşleşmenin, katharsistin, ilginç hikaye, ilginç karakter, ilginç mekanın ve bu gibi olmazsa olmazların daha çok filmci açısından benimsendiğinde ileri düzey sinema izleyicilerine hitap edecek alt metin barındıran bir filmin aynı zamanda sinema salonuna filmin afişine bakarak giren izleyicileride kucaklayabileceğini düşünüyorum.

 
Gönderildi : 17/03/2010 7:33 pm
(@payitaht)
Gönderi: 0
 

Pek değerli emektar güzel kardeşim Görkem;

Bahsettiğin bir kısa film piyasası tam olarak mevcut. Eğer ülkemizin güzide kısa film festivallerini takip edersen -hep, genelde- güldürücü eğlendirici kısa filmler olduğunu ve bu filmlerin ödül aldığını göreceksin. Bahsettiğin tarzda filmlerden 5 taneden fazla sayamazsın. O da belli isimlerin elinden çıkmış filmlerdir zaten. Bu forumu ölçü alıp genelleme yapmak yanlış olur. Burası "Tutunamayanlar"ın forumu, "Selim Işık, Turgut Özben"lerin ağırlıkta olduğu ya da üretimlerini burada paylaşmayı tercih ettikleri bir platform. Ben kendi adıma filmimin bir festivalde gösterilmesinden ziyade burada yayınlanınca heyecan duyuyorum. Kaldı ki;
Ben, izleyici dostu, kanka/arkadaş kısa filmler istiyorum. "Filozof/hoca kısa filmciler" istemiyorum, bıktım çünkü.

Sizlerin bana böyle filmler izletmeye artık hakkınız yok, ben böyle böyle filmler izlemek istiyorum diyor ya da demeye getiriyorsun. Peki sana bu cüreti kim veriyor? İnsanların zihnine, aklına, üretimine yön verme hakkını nereden buluyorsun? Bunu yaparak yukarıda alıntı yaptığım cümlenle çeliştiğini fark etmiyor musun? Bunu yaparken insanlara çok izlenmekten başka ne vaat ediyorsun? Peki içi senin dürtmelerinle boşaltılmış bir izleğin daha çok izlenecek olmasının mutlak uzayda getirisi nedir?

Kendi adıma şöyle bir açıklama yapayım:
Benimle aynı frekansta olmayan adamın benim filmimi izlemesinin, sevmesinin hiç bir önemi yok. Bir basamaktan -frekanstan- söz ediyorsak o basamak benim sinemamdan başlamaz. Çok evvelden başlar. Nasıl Tarkovsky'e ulaşmak için Tanrı'yı, Dostoyevski'yi, varoluşu, metafiziği, sistemi, kadını, babayı, ölümü, sonrasını, öncesini, Bach'ı, minyatürü, sanat tarihini vs. vs. kafaya takıp ondan sonra ona yöneleceksek, bana ulaşmak için benim beslendiğim şeylerin süzgecinden geçmeniz gerekli, şart. Bu şekilde bakarsak olaya benim böyle bir kaygım yok. İlk filmimi çekerken yoktu, son filmimi çekerken de olmayacak. Çünkü ben de besleniyorum, ben de var olandan farklı ürünler vermek istiyorum. Yanlış anlaşılmasın buradaki ben kişisel olarak ben değil, bütün benliklerdeki ben olan benler. Ve inanıyorum ki böyle benler var. Yine zaman bizi bir yerlere götürecek olandır; anlaşılmışız anlaşılmamışız nereye kadar. Belki kendimiz bile kendimizi anlayamamışızdır da bundan 150 sene sonra gelecek biri bizi bizden daha iyi anlayacaktır. O yüzden ödün vermeden üretmek, içten geldiği gibi şeyler yapmak lazım. Ne geliyorsa. Sınır yok, limit yok.

 
Gönderildi : 17/03/2010 9:27 pm
(@sedatix)
Gönderi: 0
 

Kabaca ; maradona seyiriciye oynardı dünyada bir numara idi.Pelede öyle.
Kısa olsun uzun olsun ..kesinlikle Genele haz vermeli izleyince .Eğlenceli olmalı fazlaca laboratuvara çevirmenin gereği yok filmi.
kesinlikle türkiyede kısa filmler hep sadece yönetmenin bildiği birşeyler anlatıyor. camı kapısı sıkıca kapanmış bir ev gibi seyirci etrafında dolaşıyor içine giremiyor çekip gidiyor..
Hatta facebookta ki o kısa videolar bile daha zevkli. Görkem haklı .Yapıyorsan birşey bırakta ben izlerken anlıyayım zevk alayım
Yoksa zamanımı çalma !

‎'Kaderin sadece seçtiğin yolun üzerindedir..Ondan kaçmaya çalışsanda,Genede gider o Yolu seçersin !!!

 
Gönderildi : 17/03/2010 10:01 pm
(@zepra)
Gönderi: 0
 

gişe kısa filmi diye bir kavram var zaten. gişesini facebook'ta popüler olarak yapıyor. kızsız adam mesela böyle bir film. ama kısa film sineması adına bir kazanım mı? hayır.

her iyi kısa filmcinin peşinde koştuğu ayrı bir ideali vardır bence. kiminin ideali istisnasız tüm izleyenlerin çok seveceği, çok güleceği bir filmdir. kiminin ideali örneğin siyasal/sosyal bir konuda insanları dürtebilen bir filmdir. kiminin ideali şiir gibi bir film yapmaktır. veya kiminin idealinde klasik müzik gibi bir film vardır örneğin. kiminin de tek ideali dikkat çekebilmektir.

bizim için önemli olan tüm bu filmlerin sinemanın neresinde durduğu. filmin kolay anlaşılabilir olması/zor anlaşılır olması, içeriğinin ağır olması/hafif olması burada doğrudan bir ölçüt değil zaten. yaygın bir klişe var ya "izlerken uyutan sıkıcı sanat filmi" diye. işte o yaklaşım çok yanlış bir şey. hani sanki iyi bir "sanat filmi" çok zor anlaşılır olurmuş, onu anlayabilenler "entelektüel" olurmuş gibi. görkem'in dediği elini çenesine koyan adam karikatürü hani. işte hatalı olan bu algı asıl. kimse film izleyerek veya çekerek entelektüel falan olmaz zaten.

benim bir kısa filmde baktığım öncelikli kriter orijinalliğidir. başka bir şeyin havasında, başka bir filmin taklidi gibiyse değeri olmaz gözümde. aynı şekilde bir yaratıcılık, bir zeka pırıltısı içermesi de önemli. bunu çeken adam bomboş bir adam mı yoksa ne yapmak istediğini bilen biri mi diye de bakarım. bence bu kriterleri sağlayan bir filmse "ihtiyacımız olan" filmdir.

- zaman ne çabuk geçiyor.
- zaman duruyor da içinden biz geçiyoruz galiba.

 
Gönderildi : 17/03/2010 11:51 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Valla payi.... Söylediklerin gerçekten kırdı beni. Çünkü açıkça zihinleri, üretimleri, akılları yönlendirmeye cüret ettiğimi söylüyorsun. Ben bu iddialara karşı bir açıklama yapamam. Olanaksız bu. Yok mu açıklama? Cevap yok mu? Elbette var. Hem de parsel parsel kafamda dolanıyorlar şu an. Ama ben bu açıklamaları buraya yazamam senin söylediklerinden sonra. Çünkü şu an bu açıklamalar hiç önemli değil ki. Çünkü ben cüret etmemem gereken birşey yapmışım bu yazıyı yazarak. Birşeye cüret etmemesi gerekiyorsa insanın sebebin ne önemi vardır ki? Zaten asla yapılmamalıdır öyle birşey. Hiçbir açıklama, cüret edilmemesi gereken birşeye gösterilen cüreti haklı çıkaramaz ki.

Belki ben yanılıyorum, olabilir. Belki kısa film piyasasına hakim değilim. O da olabilir. Ama bunların hiçbiri beni zihinleri kontrol etmeye çalışan ya da birşeylere cüret eden biri yapmaz. Cüret etmek....

Şİmdi ben ne yazarsam yazayım fikirlerimi savunuyor olmayacağım ki. Kendimi savunuyor olacağım. Ben genel izleyici kitlesi temsil etmeye çalışarak bir yazı yazdım, şimdi kendimi savunmak zorunda kaldım. Temsil etmeye çalıştığım kitleyle ilgili bir suçlama görseydim bir açıklamam olsa dahi kendimi kötü hissedebilirdim (şimdi de hissediyorum o ayrı). "Sen kimsin ki büyükçe bir kitle adına konuşuyorsun?" fikrine karşı bir açıklamam olsa bile boynumun kıldan ince olduğunu itiraf ederdim. Ama zihimleri, üretimleri kontrol etmek? Yaratma güdülerini törpülemeye çalışmak?

Tüm yazdıklarım için özür dilemem mi gerekiyor? Zihinleri kontrol etmeye cüret etmemem gerektiğini kabul mü etmem gerekiyor? Tamam, kabul. Özür diliyorum Payi.

Ama savunma yapmayacağım. Çünkü kendimi savunmak istemiyorum, böyle bir sohbette kendimi savunmak zorunda kalmak yeterince kırıcı zaten.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 18/03/2010 2:16 am
(@payitaht)
Gönderi: 0
 

Kırılıyor herkes de bu günlerde. Ama yazdıklarınızı önce tartın sonra yazın. Siz bu tavırla devam ettikçe ben daha da sertleşeceğim.

Çok net bir örnek vereyim:

Son olarak Alpgiray(verbal kint) bir filme girişti. Adam bu uğurda arabasını sattı, belki günlerce aç kaldı, belki hala aç geziyor, bilemeyiz. Sen o adama kalkıp abi şöyle şöyle film yap diyemezsin. Buna kimsenin hakkı yok. Çok büyük bir terbiyesizlik olur bu. İnsanlar hayatını koyuyor ortaya, gençliğini koyuyor, ümitlerini koyuyor. Ama hayallerinin peşindeler. Ben burada onlar adına yazıyorum, o yüzden sert, o yüzden kızgınım. Benim kırılma miktarımı da varın sizler hesap edin.

Kimsenin kimseden özür dilemesine gerek yok. Sadece farkında olalım diye yazıyorum bunları. Alınmaca gücenmece olmamalı.

 
Gönderildi : 18/03/2010 7:33 pm
(@zepra)
Gönderi: 0
 

aç kalma edebiyatına da gerek yok ama. ortaya konan emeğe, çabaya, satılan arabaya saygı duymak ayrı şey, filmi veya bir sinema anlayışını eleştirmek ayrı. isteyen istediği film hakkında istediğini söylemekte serbest. bu gerçeğin hiçbir istisnası yok. herkes kabullenmek durumunda.

- zaman ne çabuk geçiyor.
- zaman duruyor da içinden biz geçiyoruz galiba.

 
Gönderildi : 18/03/2010 8:56 pm
(@karatasa)
Gönderi: 0
 

Sen o adama kalkıp abi şöyle şöyle film yap diyemezsin. Buna kimsenin hakkı yok. Çok büyük bir terbiyesizlik olur bu. İnsanlar hayatını koyuyor ortaya, gençliğini koyuyor, ümitlerini koyuyor. Ama hayallerinin peşindeler. Ben burada onlar adına yazıyorum, o yüzden sert, o yüzden kızgınım. Benim kırılma miktarımı da varın sizler hesap edin.
Payicim, Görkem'in cürretkarlığı tamamen iyi niyetinden kaynaklanıyor. Aslında kimseye şöyle film yapın böyle film yapmalısınız dediği yok. Demek istediği "ben bir seyirciyim ve şöyle filmler görmek istiyorum" veya "bence filmler böyle olursa daha iyi olur" bunları söylemek için ne sendika başkanı olmasına gerek var, ne de sinema adına hayatını ortaya koymasına.

Bence epey duygusal yaklaşmışsın yazıya, en nihayetinde arkadaşlar arasında bu ülke nasıl kalkınır muhabbetinden farkı yok. Kaldı ki Görkem'in bazı yazılarına katılıyor bazılarına katılmıyoruz ama bu güne kadar üslubundan dolayı olumsuz bir eleştiri aldığını hatırlamıyorum. Yani söylemek istediğim, yazılanlar aslında önce Görkem'i bağlar kaldı ki ortada saldırı, yerme veya herhangi bir anlamsız tespit yok. Düşünmüş, akıl süzgecinden geçirmiş ve bunları yazmış. Doğrudur, yanlıştır orasına herkes kendisi karar verir tabi ama bu çıkışını ben epey sert buldum.

 
Gönderildi : 18/03/2010 9:47 pm
(@payitaht)
Gönderi: 0
 

Evet bahsettiğim nedenlerden dolayı sert çıkıştım. Konuştuğum 5 kişiden 3'ü bana "abi önce biraz piyasa işi yapmak sonra kendi bildiğini yapmak şeklinde" benim hiç aklıma gelmeyen mucizevi bir akıl verdiği için sıkıldım artık. Bayıldım böyle muhabbetlerden. Kim ne yapmak istiyorsa onu yapar. Ötesi yok. Berisi de yok. Nasıl ben kimseye şu şekilde sinema yapacaksın, böyle olsa daha iyi olur demiyorsam kimse de bana böyle bir şey demesin lütfen. Ya da cevap hakkımı hep sert olarak kullanacağım.

 
Gönderildi : 18/03/2010 11:29 pm
(@sedatix)
Gönderi: 0
 

herkes parayı stres atmaya eğlenmeye veriyor..eğlenceli birşey ler yap para kazan .sonra 50 li yaşlarda olaya bilimsel bakarsın.para kazanki daha iyi filmler yaparsın..

‎'Kaderin sadece seçtiğin yolun üzerindedir..Ondan kaçmaya çalışsanda,Genede gider o Yolu seçersin !!!

 
Gönderildi : 19/03/2010 2:00 am
(@zepra)
Gönderi: 0
 

herkes parayı stres atmaya eğlenmeye veriyor..eğlenceli birşey ler yap para kazan .sonra 50 li yaşlarda olaya bilimsel bakarsın.para kazanki daha iyi filmler yaparsın..
bak buna ben de kızarım.

- zaman ne çabuk geçiyor.
- zaman duruyor da içinden biz geçiyoruz galiba.

 
Gönderildi : 19/03/2010 2:18 am
(@beran)
Gönderi: 0
 

Güzel değinme noktası. Ancak sorun şöyle: İşin daha kıyısında bir adam olarak insanlar kısa film sevmiyor diyebilirim. İzleyenler ya bu işe değer verenler ya da arkadaşlarımız. Eğer bu iş izlenme gişe yapma kaygısı taşırsa basitleşir,piyasaya iner bok olur ben bu fikirdeyim. Herkes sinema yapma telaşında ve kendi yorumunu katmama durumunda olacak. Ki sanatın her dalı içinde bulunduğu toplum yapısından etkilenir . Ki toplumun durumu ortada.Bu fikir burdan çıkmakta. Yani gişe kısa filmciliği değilde gösterimler ,festival yaygınlaşması mantıklı yol olur. Öncelikle kısa film nedir sorusunu insanlar anlamalı sonraki aşamada bu konuları konuşmak gerekli.

Akın var güneşe akın! Güneşi zaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!Toprak bakır gök bakır.Haykır güneşi içenlerin türküsünü,hay-kır haykıralım!

 
Gönderildi : 19/03/2010 3:01 am
(@admin)
Gönderi: 0
Admin
 

Görkem'in yazısı çok yanlış anlaşılmış. Yanlış anlaşılmak istenmiş. Forumun canlanması ve tartışma güzelliği açısından iyi güzel tabiki de kırıcı konuşmalara gerek yok ki? Payi'cim. Kardeşimsin. Sinemana bayılıyorum. yeteneğinden benimkinden çok daha fazla eminim. hatta benim bunları söylemem bile umrunda değil ve zaten böyle olduğun için seviyorum ben seni. Fakat öfke baldan tatlıdır. Görkem senden en az 5 yaş daha büyük olmasına rağmen seni kırmamak için eğilmiş bükülmüş bi dünya incelik göstermiş üstüne hala daha da sertleşirim diye tehdit etmişsin. Gerek var mı ki? ilkinde bile sert bi üsluba gerek varmıydı? içinde o kadar güzel örneklerle zaten kendini ifade etmişsin ki. bayıldım. Gerek yok. Ne bu kin. Karşındaki Görkem yahu?

(Buradan sonrasında söylediklerim Payi'ye değildir.)

Bence bu kadar sert ve istikrarlı görüşlere sahip kişilerin burada aynı ailedeki kişilere saldırmaya verdiği enerjiyi Recep ivedik'i çekenlere izleyenlere vermemesi daha büyük bi sorun. Görkem'in söylediğinde ki yanlışlara saldırmak daha değersiz bi mücadeler. Yani kendi filmini çekerek sadece bununla savaşamazsın. Benim filmimi izleyici zaten bulur. Film sahibini bi şekilde bulur demekte çok bohem bi tavır bence. Hatta tehlikeli ve üstten bakan bi söylem. Sinema adı üzerinde görsel bi sanattır. göz önünde ve dışa dönüktür. dışa dönük olan herşey gibi izleyiciye yapılır. Her sanatçı içten içe beğenilme dürtüsüyle bir şeyler üretir. benim için eserimi takip edecek, beğenecek kişinin kalitesi önemli mavalı hiç samimi değildir. Sanat aydınlarca yapılır ve izleyicisini seçme gibi bi lüksü yoktur izleyicisini kendi dünyasına çekmek en büyük misyonudur. Sen benim anneme dostoyevski'nin süzgeçinden geçirdiğin sanatını anlatıp benim annemi geliştiremiyorsan, benim anneme bir şey veremiyorsan zaten senin gibi aynı şeyleri okumuş izlemiş kişilere aha bu da benim sıramdı bende böyle bişi yaptım deyip koyuyorsan ve gerisiyle ilgilenmiyorsan bence sanat değil devlet memurluğu yapıyorsundur. Niye biliyor musun? benim annem dostoyevskiyi okuduğunda anlıyor... O yüzden o müthiş bir yazar ve hiç ölmeyecek. Sanat eseri çok yüksek bir mertebedir ama herkesi her seferinde kendi mertebesine çekmek en birinci görevidir.

Görkem'in yazısını doğru anladığımı varsayarak destekliyorum. Bu ülke şartlarında nasıl ki NBC sinemasını vs. sevdirmek halen çok güçken tanınmışlığı neredeyse sıfır olan bir türün kısa filmin tanınmamasının sebeblerini ve çözümlerini ortaya koyan müthiş bi yazı olmuş ve sinirlenen payi'nin anlamadığı nokta şu. Adam özetle şunu diyor: sen derin bir film çekiyorsun ama bok gibi çekiyorsun. Çünkü imkanların sıfır. O derin filmide hakkıuyla yapamadıktan sonra her türlü ortaya çıkan ürün izlemesi zor bişi oluyor. (geneli için) lakin pop corn ama kaliteli bir popcorn akılda kalıcı ufuk açıcı ve temiz çekilmiş. (kesinlikle kızsız adam kepazeliği değil) insanlara önce kısa filmi tanıtır. sonra takipçiler artar. takipçilik talebi doğurur, talep imkanları, imkanlar tür fazlalığını, tür fazlalığı seyirci profili fazlalığını ve bu, fotoğrafını büyüğünde yarın öbürgün salonlarda nbc filmini 2 hafta değil 20 hafta kalmasını sağlayacak bilinçli kitleyi getirir. eyyolamam bu kadar. özgürlük bidir.

 
Gönderildi : 19/03/2010 3:25 am
Sayfa 1 / 3
Paylaş: