Forum

Türk Sineması ve Ev...
 

Türk Sineması ve Evrensellik

37 Gönderi
11 Üyeler
0 Reactions
6,346 Görüntüleme
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Başlık farklı bir başlığın içinde doğan Türkiye Sineması Tartışması'nın sürmesi üzerine bazı mesajların yeni bir başlığa taşınmasıyla oluşturulmuştur. FF YÖNETİM

Valla dostum, haklısın, zorumuza gitmeli ve gidiyor zaten ama sinemamızın da çok az iyi film barındırdığı da doğru. Türk Sinemasının tavsiye edilebilecek filmlerini keşfetmekte çokta hevesli olduğumu iddia edemem.

Ben böyle düşünmüyorum.
Yani klasik yeşilçam duruşuyla ilgili bir sıkıntı varsa tabi ki öyle de, ben gerçekten iyi filmler keşfediyorum.
Ama bir yandan da sormadan edemiyorum Görkem.
Madem çok fazla film izlemedin sinemamızdan nasıl biliyorsun çok az iyi film barındırdığını?
Yoksa izleyip de vardığın bir sonuç mu, ben mi kaçırdım?

Sana Layık Değilim (1966) - Osman F.Seden yeni keşfim.

imdb puanı : 4.2 🙂

 
Gönderildi : 31/05/2009 8:36 pm
(@admin)
Gönderi: 0
Admin
 

Sen tabi ki bulup keşfedersin de o bulduğun senin için 10 iyi filmden kaçı dünya izleyicisine hitab ediyor. Hadi bi susuz yaz, bi sevmek zamanı okeyde... Daha sıksan sıksan kaçtane evrensel biçimi yakalamış film çıkacak eskilerden. Acı olan o yani.

 
Gönderildi : 01/06/2009 2:20 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Sen tabi ki bulup keşfedersin de o bulduğun senin için 10 iyi filmden kaçı dünya izleyicisine hitab ediyor. Hadi bi susuz yaz, bi sevmek zamanı okeyde... Daha sıksan sıksan kaçtane evrensel biçimi yakalamış film çıkacak eskilerden. Acı olan o yani.

Abi sorun şu, bu filmler kimseye hitap etmediği için mi ünlü değiller, bilinmiyorlar, yoksa sektörel yetersizlikten ötürü mü?
Hollywood gibi yaygın iletişim ağlarını geliştirebilmiş olsaydı mesela Yeşilçam (tabi bu çok daha büyük bir politik-ekonomik sorunun sonucu sadece sinema sektörüyle sınırlı değil) o zaman bu filmler dünya izleyicisine yine hitap etmeyecek miydi acaba?

Bunu bu filmleri insanlara izletmeden bilemeyeceğiz. Ne zaman izletebiliriz, işte onu bilmiyorum. Çok ciddi değişimlerin olması gerek. Ben de bu değişim isteğinin savaşçılarından biriyim.

 
Gönderildi : 01/06/2009 6:56 am
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Türk sineması üzerine konuşacaksak ayrı bir başlığa ihtiyacımız var aslında ama çok kısaca izlemediğim filmler hakkında nasıl hevesli olmuyorum açıklayayım;

Hepimiz az çok Yeşilçam uzmanı sayılırız. Yıllar yılı yemek yerken, otuurp ders çalışırken, babamızdan azar işitirken, gelen misafirlerin yanında sıkılırken bu filmleri izledik. Tek tek filmleri tanımıyoruz ya da künyesini sayamıyoruz belki ama hepimiz Yeşilçamın genel görselliğine, genel temelarına, genel yapısına aşinayız. Ben de bir istisna değilim ve yüzden rahatça söyleyebiliyorum ki Yeşilçamdan çok az film beni heyecanlandırıyor.

Hepsi kötü mü? İyi film yok mu? Tabii ki var. Neşeli Günler, Gülen Gözler, Aile Şerefi gibi filmler. Zeki-Metin'in Bu adamlar nereye bakıyor? dönemi filmler. Meşrutiyet filmleri (Ben öyle diyorum, anladınız siz onu). Çöpçüler Kralı, Davaro, Hababam Sınıfları vs. Züğürt Ağa ve Selamsız Bandosu gibi gerçek başyapıtlar. Hepsini ellişer kez izledim ve ezberledim zaten.

Ama bunlar dışında bana göre çokta iyi film yok, varsa da keşfedilmemiş, bilinenler kötü. Hala tv'de sürekli Yeşilçam filmlerine denk geliyorum, izleyemiyorum. Kötü bana göre arkadaşlar. Ne genel konular ilgimi çekiyor, ne hikayeler mantıklı/kabul edilir, ne oyunculuklar ne yönetmenlikler iyi. Parodi niyetine seyretmek gerekiyor hep, yapan yapar ama ben yapamıyorum ve yapmam da yani. "Sevdiğine kavuşamazsa ölecek hastalığı" filmleri, "Anası babası ölmüş çocuk" filmleri, "Kaybeden olmak varmış anasını satiim" filmleri, "Fakirsek fakiriz, senden mutluyuz naber?" filmleri, hele hele dehşetengiz türkiş mafya filmleri.... Ve daha birçoğu. Sevenler kusura bakmasınlar ama ben doydum, taşıyorum hatta çıkarabilsem rahatlayacağım.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 01/06/2009 2:24 pm
(@franc)
Gönderi: 0
 

Hollywood gibi yaygın iletişim ağlarını geliştirebilmiş olsaydı mesela Yeşilçam (tabi bu çok daha büyük bir politik-ekonomik sorunun sonucu sadece sinema sektörüyle sınırlı değil) o zaman bu filmler dünya izleyicisine yine hitap etmeyecek miydi acaba?

Kibar Feyzo bence Oscar'ı alabilirdi en iyi yabancı dilde. Dünyadada baya ses getirirdi, ama adamların karşısına Selvi Boylum Al Yazmalım'la çıkarsak, gayet düşündürücü olurdu.

Nikita'yı bir türlü izleyemedim.

 
Gönderildi : 01/06/2009 5:36 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Türk sineması üzerine konuşacaksak ayrı bir başlığa ihtiyacımız var aslında ama çok kısaca izlemediğim filmler hakkında nasıl hevesli olmuyorum açıklayayım;

Hepimiz az çok Yeşilçam uzmanı sayılırız. Yıllar yılı yemek yerken, otuurp ders çalışırken, babamızdan azar işitirken, gelen misafirlerin yanında sıkılırken bu filmleri izledik. Tek tek filmleri tanımıyoruz ya da künyesini sayamıyoruz belki ama hepimiz Yeşilçamın genel görselliğine, genel temelarına, genel yapısına aşinayız. Ben de bir istisna değilim ve yüzden rahatça söyleyebiliyorum ki Yeşilçamdan çok az film beni heyecanlandırıyor.

Hepsi kötü mü? İyi film yok mu? Tabii ki var. Neşeli Günler, Gülen Gözler, Aile Şerefi gibi filmler. Zeki-Metin'in Bu adamlar nereye bakıyor? dönemi filmler. Meşrutiyet filmleri (Ben öyle diyorum, anladınız siz onu). Çöpçüler Kralı, Davaro, Hababam Sınıfları vs. Züğürt Ağa ve Selamsız Bandosu gibi gerçek başyapıtlar. Hepsini ellişer kez izledim ve ezberledim zaten.

Ama bunlar dışında bana göre çokta iyi film yok, varsa da keşfedilmemiş, bilinenler kötü. Hala tv'de sürekli Yeşilçam filmlerine denk geliyorum, izleyemiyorum. Kötü bana göre arkadaşlar. Ne genel konular ilgimi çekiyor, ne hikayeler mantıklı/kabul edilir, ne oyunculuklar ne yönetmenlikler iyi. Parodi niyetine seyretmek gerekiyor hep, yapan yapar ama ben yapamıyorum ve yapmam da yani. "Sevdiğine kavuşamazsa ölecek hastalığı" filmleri, "Anası babası ölmüş çocuk" filmleri, "Kaybeden olmak varmış anasını satiim" filmleri, "Fakirsek fakiriz, senden mutluyuz naber?" filmleri, hele hele dehşetengiz türkiş mafya filmleri.... Ve daha birçoğu. Sevenler kusura bakmasınlar ama ben doydum, taşıyorum hatta çıkarabilsem rahatlayacağım.

Abi çok ciddi bir genelleme yapmışsın, yanlış olan bu. Yeşilçam'ı tamamen iyi saymak nasıl mümkün değilse, bu alışılagelmiş konuları işleyen filmleri, oyuncuları ve de yönetmenleri de aynı kefeye koymak da mümkün değil.
Genel olarak birçok film bana seninle benzer duyguları (ne hikayeler mantıklı/kabul edilir, ne oyunculuklar ne yönetmenlikler iyi. ) yaşatsa da bu çok fazla film üretilmesinden kaynaklı çöplük içinde, mücevher değerinde keşfedilmemiş filmler var.

Bu konuları, çok iyi oyunculardan, çok iyi senarist ve yönetmenlerden izleyelim bakalım aynı hissi yaşayacak mıyız?
Benim derdim de bu. Çok klasik bir konuyu Osman F. Seden'den izledim, oynayanlar Sadri Alışık-Türkan Şoray, işte budur dedim.

Vesikalı Yarim. Çok basit bir konusu var. Konsmatrise aşık olan, fakir manav.
Ama bu senaryoyu yazanlar Sait Faik Abasıyanık-Safa Önal olunca, Lütfi Akad çekip, İzzet Günay-Türkan Şoray oynayınca iş değişiyor işte.
O kadar ince ayrıntılarla süslüyorlar ki hikayeyi, görsel anlatımı, oyunculuğu direkt kendini sıyırıyor.

Ama sor bakalım dünya üzerinde kaç kişi biliyor filmi? Kaç kişi izlemiş?
Dünya üzerinde mevzusunu geçelim Türkiye'de bile izleyen azdır, televizyonda ise gösterildiğini hiç görmedim. (turkmax, yeşilçam tv belki gösteriyordur.)

Televizyonlarımız, "uzaylıların istilası", "vietnam savaşı'ndaki kahraman Amerikalı" filmlerini göstermekle meşguller çünkü.

Ayrıca keşke Selvi Boylum Al Yazmalım'ı izletebileceğimiz, daha doğrusu izleyenlerin algılamasını sağlayabileceğimiz, kültürel bir etkileşim içinde olabilseydi dünya. Dünyaya biz ayak uydurmak zorunda değiliz. Evrensel olan dili biz yakalamak zorunda değiliz. Kültürel anlamda yetişmek zorunda olduğumuz bir batı dünyası yok. Batı Dünyası'nın olduğu varsayılan tüm o eşitlikçi-özgürlükçü ahlaki idealler doğu kültüründe fazlasıyla var. Bakmayı bilmekle alakalı.

Dolayısıyla, sinemamızı kimse izlemiyorsa bu kültürel bir eksiklikten kaynaklanmıyor, sektörel bir eksiklikten kaynaklı iletişim zeminin oturtulamayışından kaynaklanıyor. Aynı konudan elli tane film çıkarırsan, çok kaliteli bir tanesine gerekli özeni ve ilgiyi gösteremezsin, onlar da arada kaybolup giderler. Sonra Türkiye sinemasının sektörel dandikliği, sanki yaratılan sinema dilinin dandikliğiymiş gibi algılanır.

 
Gönderildi : 02/06/2009 11:01 pm
(@franc)
Gönderi: 0
 

Ayrıca keşke Selvi Boylum Al Yazmalım'ı izletebileceğimiz, daha doğrusu izleyenlerin algılamasını sağlayabileceğimiz, kültürel bir etkileşim içinde olabilseydi dünya. Dünyaya biz ayak uydurmak zorunda değiliz. Evrensel olan dili biz yakalamak zorunda değiliz. Kültürel anlamda yetişmek zorunda olduğumuz bir batı dünyası yok. Batı Dünyası'nın olduğu varsayılan tüm o eşitlikçi-özgürlükçü ahlaki idealler doğu kültüründe fazlasıyla var. Bakmayı bilmekle alakalı.

Selvi BOylum Al Yazmalım'ı nerdeyse 10'dan fazla kez izlemişimdir. Şimdi tvyi açsam ve filmi yakalasam gene izlerim. Ben çok severim şayet bu filmi, ama şu bir gerçek ki ayağımızı yere basmak lazım, ütopik düşüncelerden arınmamız lazım. "Evrensel değerleri yakalamak zorunda değiliz." diye bir düşünceyi kabul edersek, bir sonraki başlıkta arama yapmadan bu başlıkta, "Neden Yeşilçam filmlerinin dünyada ki izleyiciye ulaşmadığını." düşünerek, resmen aptalı oynarız (deyim olarak kullandım).

Gene başka bir başlıkta oyuncuları tartışırken, en iyi oyuncularda Şener Şen ismi zikrediliyor. Bu Kabadayı filminden sonra programlarda boy gösterirken, sordular "Şener Şen'e neden uluslar arası bir oyuncu olamaya çalışmadınız veya size hiç teklif geldimi" diye. "Bizim filmlerimiz uluslar arası değildi, bizde profesyönel oyuncular değildik, ne kendimizi dil olarak geliştirdik, nede başka bişe olarak, ama çok isterdim." diye çok güzel bir değerlendirme ve öz eleştiri yapmıştı. Aslında çok daha uzun bir cümle kurmuştu, pişmanlıkları ile ilgili bu konuda.

Dünya bizim etrafımızda dönmüyor, kimse bizi yakalama derdinde değil, işin güzel yanı, kimse kimseyi yakalama derdindede değil. Çoğu ülkenin sineması başka ülkelerin sinemasınıda kovalamıyor, hepsi evrensel olmaya çalışırken, bizim ne yaptığımız ortada zaten. Kendi ülkemde ayakta alkışlayacağım filmi yurt dışında değerlendirmeye bile almayacak olma görüşüm, başka ülkelerinin sinemalarına özenmelerimden değil, o adamların yapmaya çalıştıklarına saygı duymamla alakalı. O adamların filmleri ile bizim bu filmleri aynı kefede tartışmaya çalışırsam, şayet ben kendimi bile inandıramam buna.

Olay kesinlikle bakmayı bilmekle alakalı, yani dediğin gibi...

 
Gönderildi : 03/06/2009 2:18 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

"evrensel değerleri yakalamak zorunda değiliz" demedim, "evrensel değerleri biz yakalamak zorunda değiliz" dedim. Orada vurgu biz'de. Ben bir evrensel değerin yakalanması gerektiğine inanıyorum fakat bu etkileşimle olacak bir şey, bir tarafın diğerinin "kültürel" üstünlüğünü kabullenerek ona ayak uydurmaya çalışmasıyla değil. Bu noktada ayrılıyoruz.

Ve evet ben bizim filmlerimizle -bütün hepsinden değil, bazılarından bahsediyorum-, batı sinemasını aynı kefeye koyar değerlendiririm.

Anlatamadığım nokta bunun tam da Şener Şen'in dediği gibi "sektörel" bir sorun olduğu.
Şener Şen çok büyük oyuncudur. Tutar Al Pacino'yla Rober De Niro'yla bile karşılaştırırım.
Ama iş sektörel yayılıma gelince orada susarım, fakat burada beni susturan Şener Şen'in oyunculuğu değil, oyunculuğunun bir şekilde değerlendirilememiş olmasıdır.

Sözün özü:
Sinemamızın bir dili var, bu dil evrensel bir dile ayak uydurabilir de bir dildir.
Fakat bu dil, çöplüğün içinde kaybolmuş, kendini yeterince geliştirememiş, ve sektörel yetersizliklerden kaynaklı diğer ülkelerle kültürel etkileşime girip evrensel kültüre bir katkıda bulunamamıştır.
Yani eksiklik özde değil, biçimdedir.

Zaten bu söylediklerim doğru olmasa, yine sinemamızın kendine has dilinden beslenen, fakat kendini sektörün çöplüğünün dışında tutmayı başararak evrensel anlamda da başarı sağlamış Yılmaz Güney filmleri dünya üzerinde bu denli ses getiremezdi.

Ertem Eğilmez, Lütfi Akad, Osman Seden, Metin Erksan vs.
Bunlar evrensel bir öze sahip fakat evrensel olmayı başaramamış yönetmenlerimizdir demeye çalışıyorum.

 
Gönderildi : 03/06/2009 4:19 am
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Sözün özü:
Sinemamızın bir dili var, bu dil evrensel bir dile ayak uydurabilir de bir dildir.
Fakat bu dil, çöplüğün içinde kaybolmuş, kendini yeterince geliştirememiş, ve sektörel yetersizliklerden kaynaklı diğer ülkelerle kültürel etkileşime girip evrensel kültüre bir katkıda bulunamamıştır.
Yani eksiklik özde değil, biçimdedir.

Kişisel algılar, zevkler, izlenen filme karşı tuturulan beklentiler.... Hep bizi birbirimize düşürenler bunlar. 🙂

KEzzAP, doğru söylüyorsun. Sinemanın birçok tanımı içerisinde bir dil oluşu da var. Yani sinemayla bir insana birşeyler anlatabilirsin. Farklı diller konuşan iki kişi illa birinin dilinde konuşup anlaşıyorsa sinema da gerçekten evrensel bir dildir. Kalkıp hiçbir ortaklığın olmayan bir insana sinema ile tüm derdini anlatabilirsin.

Sen bu noktaya dikkat çekerken belki de benim üzülerek ama çekinmeyerek "Kendi sinemamın örneklerini keşfemeye çokta hevesli olmama sebebimi" açıklamış oluyorsun.

İnsanlarla iletişim kurarken bir dil kullanırız. Karşımızdakinin bizi dinlemesini ve iletmeye çalıştığımız şeyi önemsemesini istiyorsak birçok şeyden önce, en az iki şey gerekli:

1- Bu dil'i nasıl kullandığımız anlattığımız şeyi iletme başarımızı etkiler mutlaka. Dil'i iyi kullanmalıyız.
2- Dil'i istediğimiz kadar iyi kullanalım karşımızdakinin ilgisini çekecek, ilgileneceği ve fazla zorlanmadan anlayabileceği birşey anlatmalıyız.

2'den başlayayım, içimden öyle geldi:

Türk sineması dendiğinde karşımızdaki kapsam çok geniş iddiasında olunabilir ama ben böyle düşünmüyorum. Bana göre sinemamızın "ilgilendiği" temalar dendiğinde az çok bir yapı çıkar karşımıza. "İnsan'ın kozmozdaki yeri" filmi var mı Türk Sinemasında? "Eşcinsel haklar" filmi? "İnsanın katil doğabileceği ya da doğamayacağı" filmi? "İnsanın sonu gelmez keşfetme dürtüsü" filmi? "İnsanın sonu gelmez hükmetme dürtüsü" filmi? "Ergenliğe giren genç kızın ilk seksini yapma stresindeyken yaptığı saçmalıklar" filmi? "Küreseli kirlettik, anasını belledik, kiralık eşyalı dünya aranıyor" filmi? "Şeytan kapıyı çalmaz, zaten içimizdedir" filmi? "Şiddet zaten içimizdedir, kapıyı çaldığına bakmayın" filmi? Ben hiç görmedim, gören varsa söylesin, birçok yerli film sever bir yaşına daha girsin.

Türk sineması hiçbir zaman gerçekten "evrensel olabilecek konular"la ilgilenmemiştir. Bunun sebebi, Türk Sinemasını lanetlememiz gerekliliğini falan ortaya çıkarmaz asla. Sadece ona olan ilginin azalmasını engelleyemez, bu kadar. Bana göre Türkiye İMF'ye ya da ne biliim Avrupaya neden parasal destek sağlayamıyorsa aynı sebepten evrensel konularla iştigal edememiştir sinemasında. Çünkü kendi dertlerini özetleyememiş, bitirememiş, yeterince konuşamamıştır ki. Bu durum da, "biz"i ve "burayı" tanımaya meraklılardan başka dünya sinemaseverini çekememiştir sinemamıza. UB yüzden Türk Sineması şu ana kadar 100 filmin 99'unda kendi insanına hitap etmiştir.

1- Türk sinemacılar zaten çoğu zaman derdini en basitinden anlatmanın derdindedir. "Artistlik" peşinde olamazlar çünkü buna ne zamanları yeter, ne paraları yeter. Böyle yetiştirilmemiştir Türk sinemacıları. Hangisiyle konuşursanız konuşun sohbetin odağında "sinemamızın sorunları" vardır. E haklı adamlar, dertlerini anlatamıyorken sinema sanatını geliştirmeye enerjileri kalır mı? Ve hemen her zaman sadece hikaye anlatma derdindedirler. Çünkü anlatılacakları bir kenara itecek olanakları yoktur.

Birçok başka sebep vardır mutlaka ama bu nedenler ve yansımaları çeşitlilikten yoksun bir sinema tarihi vermiştir Türk Sinemasına.

Şu evrensel standartlar konusunda da şunu söyleyeyim: Ya mecburen birilerinin belirlediği evrensel standartlara ulaşmaya çalışacaksınız ve anlatmak istediğiniz her ne ise bunlara göre anlatacaksınız. Ya da insanların ilgisini en yüksek seviyede çekecek konularla ilgilenip "uygun gördüğünüz ya da becerebildiğiniz" standartları bu evrensel standartlara ekleyeceksiniz.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 03/06/2009 12:45 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Şu evrensel standartlar konusunda da şunu söyleyeyim: Ya mecburen birilerinin belirlediği evrensel standartlara ulaşmaya çalışacaksınız ve anlatmak istediğiniz her ne ise bunlara göre anlatacaksınız. Ya da insanların ilgisini en yüksek seviyede çekecek konularla ilgilenip "uygun gördüğünüz ya da becerebildiğiniz" standartları bu evrensel standartlara ekleyeceksiniz.
İşte sonunda. 🙂 Temel ayrışım noktamız burada.

Senin yukarıda saydığın "evrensel konular"ın en az bir batı dünyası kadar, doğu dünyasından da beslendiğini belirteyim önce.
İnsanın kozmozdaki yeri batı dünyası bunu tartışmaya başlamadan (Antik Yunan diyelim) 1000 yıl kadar falan önce Uzak Doğu'da tartışılıp bugünki bilimsel deneylerin vardığı sonuçlara aşağı yukarı varıyordu.

Peki "evrensel konular" nasıl oluyor da "birilerinin belirlediği evrensel konular" oluyor.

İşte burada çok ciddi politik ekonomik tartışmalara girmeliyiz. Uzun bir tartışma konusu, fakat şu söylenebilir:
Politik-Ekonomik gücü elinde bulunduran bunları da yönlendirip kendi kültürel ifade kalıplarının içine sokabiliyor.
Bildiğimiz tüm o "aydınlanma idealleri" aslında Batı dünyasının fikriymiş gibi yaklaşıyoruz.

Söz konusu bu olunca, kendi kültürel duruşumuz içinde zaten var olan evrensel tarafı ıskalıyor, bunu birilerinin kabul ettiği evrensel konular formatına sokmaya çalışıyoruz. Olmayanları kabul etmiyoruz.

Bahsettiğin konularla ilgili filmlerin yapılmayışı da tam da bu algıdan ibaret.
Kültürel yabancılaşmamızla alakalı. Dolayısıyla evrensellik sınırlanıyor, bu konular filmlere ancak teğet geçebiliyor.

Ama savunduğum ilk noktada ısrarım devam ediyor. Evrensel konulara değinen filmlerimiz var.
Bunlar sektörel yetersizlikten, ve kültürel hegemonyadan kaynaklı evrenselleşememiş durumdalar.

Düşüncemin iki temel sonucu:

1) Batı dünyası, politik-ekonomik üstünlüklerinden kaynaklı olarak doğu dünyasında da bulunan konuları kendi kültürel ifadeleri içerisine yedirip bunu evrenselleştirdiği için doğu dünyası'nın evrensel konuları ifade etme kalıpları, batı dünyasının kalıplarıyla sınırlanıyor.

2) Tüm bu sınırlandırmalara rağmen evrensel konularımız da var fakat bunlar sektörel sınırlamalardan kaynaklı, evrenselleşemiyor.

Ah şu master'a başlayıp doğu dünyasının görsel sanatlarını bir inceleyebilsem neler çıkartacağım neler. 🙂

 
Gönderildi : 03/06/2009 3:51 pm
(@franc)
Gönderi: 0
 

Evrensellik değince illa sosyal konular işleyelim, insanı tanıyalımdan bahsetmiyorum ben. Her ülkenin sinemasının absürüt filmleri vardır. Fransızlar'dan yola çıkmak istiyorum, adamlar Taksi diye bir absürüt bir filmle bile dünyaya açılabiliyorlar. Filmin içindeki espirileri anlamak için Fransız olmaya gerek kalmıyor. Fransızlar'a Gora'yı izletelim bakalım ne olacak, veya Recep'i. Gene Fransızlar'ın Amelie'si ki burda yönetmeni ayrı bir bayrak taşısada, ben filmi sevmesemde tüm dünyada müthiş hayran kitlesi olan bir film. Amelie'yi izledikten sonra Tautou'ya hayran oldum, onu takip edip normalda asla yapmayacağım Fransız romantik komedisi olan Hors de Prix'i izleyip acayip keyif aldım. Yani benim gibi ön yargıları olan, Amerikan sinemasını benimsemiş birine bile adamlar filmlerini satabiliyorlar. İzleyip sıkıldığım, bir bok anlamadığım baya filmleride oldu, ama ben şunu biliyorum, adamlar bu işi yapabiliyorlar.

Şimdi gerçekçi olmak lazım. Şener Şen yurt dışında kaç kişiye öyle film sattırabilir? Veya Yılmaz Güney sence ne kadar evrensel bir yönetmende Yılmaz Güney'i izleyip Türk filmine heves edecek kaç adam tanıyorsunuz? Afrikanın en ucra köşesindeki insana bile Alpacino kendini izletir. Baba filminden bizim aldığımız keyfi o adamda aynı şekilde alır. Dünyanın her yerindeki adam Baba filmini izleyip aynı keyfi alır. Ben Şener Şen'in filmlerinden aynı Baba filmi kadar haz alıyorum, ama afrikadaki adama aynı hazı aldıramazsın. Yani evrensellik illa duyarlılık değildir diye düşünüyorum ve onun için Kezzap bu adamların aslada aynı kefede değerlendirilemeyeceğini düşünüyorum. Ne filmlerimiz, ne oyuncularımız, ne tarzımız hiç bişeyimiz evrensel değil. Amelie'nin arabesk yaşantısını Fransız bana kakalıyabiliyor, hadi biz ona Issız Adam'ın arabesk yaşantısını kakalıyalım ne olacak. Good Bye Lenin! filmi vardı Almanların, adamlar bunu tüm dünyaya izletebiliyor. Hadi biz yere göğe sığdıramadığımız Babam ve Oğlumu adamlara izletmeye çalışalım. Hemen hemen aynı kalibredeki filmler. Başka kültürü alalım demiyorum, kendi kültürümüzü sadece kendimize tanıtmakla kalıyoruz. Bu filmlerimizin vizyonunun ne kadar dar olduğu ile alakalı. Berdel denen olay bizim kültürümüzle alakalı bişe. Onu Fransa'da bir adama satmak için, gerçekten kaliteli oyuncularla, sadece türk seyircisine yönelik espiri veya arabesk kültürden gelen sebebsiz acılarla anlatmayalım demek istiyorum evrensellik olarak.

Gene aynı örneklerde kalarak. Şener Şen'in Kabadayı filmi. Ya mafya filmi çekiyorsun, ama iç piyasaya yönelik, eski bir aşk acısı, sonradan çıkan bir çocuk, çocuğun aşk hayatı, aynı kıza aşık başka adam. Yani filmin içeriği tamamiyle iç piyasaya yönelik. Fransız adam nie bu filmi alsın, kendindede vardır bu ayarda film. Yani ona ne gibi bir farklılık sunuyorsunda adam sendeki farkı keşfetmek istesin... Şener Şen ne kadar iyi bir oyuncu olsa bile aynı filmdeki, yanında oynuyan adamların, oyuncu bile sayılmıyacak olması, filmi Şener Şen'in bile sattıramayacağı bir hale getiriyor.

Demek istediğimi bilmiyorum anlatabiliyor muyum? Daha uzun bişe yazacaktım, bir filmin konusu, bilemedin oyuncusunun filmi nasıl herkeze izlettirileceği üzerinede sıkıldım yazmaktan : )

 
Gönderildi : 03/06/2009 6:39 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Şu evrensel standartlar konusunda da şunu söyleyeyim: Ya mecburen birilerinin belirlediği evrensel standartlara ulaşmaya çalışacaksınız ve anlatmak istediğiniz her ne ise bunlara göre anlatacaksınız. Ya da insanların ilgisini en yüksek seviyede çekecek konularla ilgilenip "uygun gördüğünüz ya da becerebildiğiniz" standartları bu evrensel standartlara ekleyeceksiniz.
İşte sonunda. 🙂 Temel ayrışım noktamız burada.

Senin yukarıda saydığın "evrensel konular"ın en az bir batı dünyası kadar, doğu dünyasından da beslendiğini belirteyim önce.
İnsanın kozmozdaki yeri batı dünyası bunu tartışmaya başlamadan (Antik Yunan diyelim) 1000 yıl kadar falan önce Uzak Doğu'da tartışılıp bugünki bilimsel deneylerin vardığı sonuçlara aşağı yukarı varıyordu.

Peki "evrensel konular" nasıl oluyor da "birilerinin belirlediği evrensel konular" oluyor.
Düşüncemin iki temel sonucu:

1) Batı dünyası, politik-ekonomik üstünlüklerinden kaynaklı olarak doğu dünyasında da bulunan konuları kendi kültürel ifadeleri içerisine yedirip bunu evrenselleştirdiği için doğu dünyası'nın evrensel konuları ifade etme kalıpları, batı dünyasının kalıplarıyla sınırlanıyor.

2) Tüm bu sınırlandırmalara rağmen evrensel konularımız da var fakat bunlar sektörel sınırlamalardan kaynaklı, evrenselleşemiyor.

Ah şu master'a başlayıp doğu dünyasının görsel sanatlarını bir inceleyebilsem neler çıkartacağım neler. 🙂

İnşallah iyi şeyler çıkar. 🙂 Başlığa geç cevap verdim ama ancak zaman bulabildim.
Bu söylediklerinle, benden alıntı yaptığın kısmın çok az ilgisi var KEzzAP. Ben anlatamıyorum galiba derdimi:
Yukarıda, "tüm dünyayı ilgilendirebilecek konular"a örnek verdim ama bu standart meselesini ondan bambaşka birşey. Sen gayet sağlam bir "politik bakış" üstadı olduğun için meseleye bu açıdan bakmaya meyillisin. Ben de tam tersi, filmlere çok nadiren politik bakarım. Seninle bu açıdan hep çakışıyoruz zaten.

Sinemada türler, alttürler vardır, biliriz. Polisiye. Her türlü katil ve onun peşinde koşan polis hikayesi evrenseldir. Babel'de taa Afganistanda çocukları arayan polisler yok muydu? Hangi dünya insanı o soruşturma sekansı için "hiç evrensel değil" yorumunu yapar? Hiçkimse.... Orada mesele "Afganistanın sosyal ekonomik yapısı üzerine tespitler" mi? Hayır. O film (en azından orada geçen kısmı) sadece Afgan halkını mı ilgilendiriyor? Hayır. Polisiye, polisiyedir. Çünkü birinin birini öldürmesi evrenseldir, bitti. Bizde neden birini öldüren ve onun peşine takılan adam hikayesi yok? Bu bir dostum.

İki, hadi diyelim var. Yani, diyelim ki bu "varlık-yokluk" utancımızı geçtik. Peki bu filmi, dünyadaki benzerlerine uygun sinemasallaştırabilmiş miyiz? Yönetebilmiş miyiz? Oynayabilmiş miyiz? İstersen böyle bir filmde (yani bir polisiyede) insanın varoluş problemlerine kafa yor. "İşte evrensel oldu" Hayır, olmadı. Çünkü senin katilinin gerçekten acımasız olduğunu, yarı filozof olduğunu, yok ne bilelim profesyonel bir cerrah ama aynı zamanda bir yamyam olduğunu inandırıcı kılacak oyuncun ya da performansın yok.

Üç, bunları da aşamadan filmi çektik ve "ben yaptım oldu" dedik diyelim. Senin dediğin odağa takılacak olursam, tabii ki bizde de evrensel meselelere eğilen filmler var. Evrensel mesele dediğimiz şeyi hiçkimse belirleyemez. Ama bizim örneklerimizde, anlatılan hikayenin mesajları evrensel olsa da filmin yönetiminin, kamera kullanımının, tiplemelerinin Endonezyadaki sinemasevere hitap edebileceğini hiç sanmıyorum. Çünkü bizim sinemacılarımız ne çekerlerse çeksinler, bu ülkede süregiden şeyler çektiklerini gizleme eğiliminde değiller. Belki de hiç böyle bir amaçları olmadı. Ve hatta ve hatta ve hatta bunu talep etmenin yanlış birşey olduğunu düşünen bir dolu sinemacımız olduğuna da eminim.

İşte bunu söylediğim anda aklıma, taa 1910'larda, sessiz sinema döneminde, Amerikan sinemacılarının Avrupaya hitap etme çabalarında oluşları geliyor. (Bu arada, şu aralar sinema dergisinde enfes bir yazı dizisi başladı arkadaşlar, sinemanın doğuşu ve gelişimi. Pınar Tınaz Gürmen yazıyor. Enfes bir yazı dizisi, tavsiye ederim) Yani "e şimdi Amerika tüm dünyaya nasıl film satıyor? Sanki evrensel olmaya mı çalışıyorlar? Sırf Amerikan kültürünü, her halinden Amerikan filmi olduğu anlaşılan fimleri izliyoruz, hiçkimse de yadırgamıyor, bizimkini neden yadırgasınlar?" gibi bir fikir oluşabilir. Ama o herifler 100 yıl önce evrensel olan filmler yapıp tüm dünyaya izlettiler. Yıllar yılı tüm düya, Amerikan filmleri ile sinemaya doydu. Ve yavaş yavaş gerçekten evrensel olmadığı halde izlenebilen bir sinema oldu Amerikan sineması. Ama bizde öyle değil.

Tamam, kabul ettim diyelim. Biz %100 anadolu içerikli, memleketi anlatan, dünyanın'ı bırak bizim insanımızın bile haberdar olmadığı ama tamamen bizim topraklara ait bir hikaye anlattık. Ne olabilir? Yavuz Turgul diyordu mesela, Osmanlıya isyan edip dağlara çıkmış, tüm vücudu dövmelerle kaplı alevi savaşçılar varmış zamanında. Tamam, hadi yapalım. Bunu öyle bir yapomak gerekir ki Braveheart olmalıdır. (Cesuryürek örneğini de Turgul veriyordu) VAr mı bizde bu olanak? Bu yönetmnelik becerisi? BU "yönetmenlik anlayışı?" Bu oyunculuk, bu bütçe?

Yeni nesil yönetmenlerin ensevdiğim tarafı bu işte. Kötü yönetiyorlar, kötü yazıyorlar belki ama en azından filmler genç işi, evrensel duruyor. Mesela atıyorum izlemedim ve kötü olduğunu çok yerden duydum ama Gen'in fragmanı bile bir parça "herhangi bir ülkeye ait" gibi duruyor.

Yine uzattım, kusura bakmayın ama Türk Sineması kendi ile meselesini halledememiştir daha. Kendi insanına bile doyurucu değildir. BU yüzdenevrensel olabilmesi için daha çok ekmek yemesi gerekir bence. Keşke yanılsam da 2011 yılında bir türk filmi İngiltere'de iki hafta zirvede kalsa.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 08/06/2009 6:47 pm
 iLAN
(@ilan)
Gönderi: 0
 

Türk sineması dendiğinde karşımızdaki kapsam çok geniş iddiasında olunabilir ama ben böyle düşünmüyorum. Bana göre sinemamızın "ilgilendiği" temalar dendiğinde az çok bir yapı çıkar karşımıza. "İnsan'ın kozmozdaki yeri" filmi var mı Türk Sinemasında? "Eşcinsel haklar" filmi? "İnsanın katil doğabileceği ya da doğamayacağı" filmi? "İnsanın sonu gelmez keşfetme dürtüsü" filmi? "İnsanın sonu gelmez hükmetme dürtüsü" filmi? "Ergenliğe giren genç kızın ilk seksini yapma stresindeyken yaptığı saçmalıklar" filmi? "Küreseli kirlettik, anasını belledik, kiralık eşyalı dünya aranıyor" filmi? "Şeytan kapıyı çalmaz, zaten içimizdedir" filmi? "Şiddet zaten içimizdedir, kapıyı çaldığına bakmayın" filmi? Ben hiç görmedim, gören varsa söylesin, birçok yerli film sever bir yaşına daha girsin.

Örnekler:

Güneşin Oğlu - Onur Ünlü (Fantastik)
Neşeli Günler - Orhan Aksoy (Anne Baba ayrılığı)
Ah Nerede - Orhan Aksoy (Radikal görüşlü üniversite öğrencileri ve romantizm)
Kabadayı - Ömer Vargı (Nesil çatışması)
Fatih Akın filmleri
...

Bizde sinema konusunda da "Adamlar yapıyo lan." havası olduğu için yurt dışını hep farklı ve kendimize uzak görüyoruz. Türk sinemasının, evrensellik açısından, yurt dışındakilerden farklı olduğunu düşünmüyorum.

Benim "Ben" dediğim bedenim mi, yoksa ben mi?

 
Gönderildi : 08/06/2009 10:14 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Örnekler:

Güneşin Oğlu - Onur Ünlü (Fantastik)
Neşeli Günler - Orhan Aksoy (Anne Baba ayrılığı)
Ah Nerede - Orhan Aksoy (Radikal görüşlü üniversite öğrencileri ve romantizm)
Kabadayı - Ömer Vargı (Nesil çatışması)
Fatih Akın filmleri
...

Bizde sinema konusunda da "Adamlar yapıyo lan." havası olduğu için yurt dışını hep farklı ve kendimize uzak görüyoruz. Türk sinemasının, evrensellik açısından, yurt dışındakilerden farklı olduğunu düşünmüyorum.

Güneşin Oğlu'nu bilmiyorum, görmedim.

Neşeli Günler: Anne bana ayrılığı ve sonuçları dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki kadar hoyratça, ısrarla işlenmemiştir. Bu tip filmlerde zaten amaç anne baba ayrılığının psikolojisi, etkileri, "aile" denen kavramın ve yapısının incelenmesi falan gibi evrensel olabilecek odaklar değil, direk yurdum insanını etkileyecek özellikte, bunun etkilerini çeken bireylerin duygusal patlamalarıdır. Neşeli Günler çok iyi bir filmdir bana göre, arşivimde de var, on kere de izlemişimdir ama doğru bir örnek olarak görmüyorum.

Ah Nerede: İzlemedim, bilmiyorum.

Kabadayı: Nesil Çatışmasının bu filmin odak noktası olduğu fikrine katılmıyorum. Kabadayı basbayağı esaki nesil mafyayla yeni nesil mafya -yöntemleri- çatışması filmidir. Buna ek olarak kısmen derin devlet üzerine birşeyler vardır. Hadi diyelim ki Şener Şen'in karakteri ile yeni tanıştığı oğlunu bu kapsama almaya çalışalım. BU da bizi bu odağa götürmez. Şen'in neslinde olup oğluna benzeyen, oğlunun neslinde olupta Şen gibi yaşayan/görünen sayısız insan vardır. Zaten bu filmde bir çatışma meselesi gibi sunuluyor olsa da işin içine babalık oğulluk girince bu nesil farklılığı konusu ezilip geçilir.

Fatih Akın filmleri birer "Türk Filmi" değildir. Fatih Akın'ın etnik kökeninin Türk olması bunu değiştirmez. Ridley Scott'ın Gladyatör bir İngiliz filmi değilse Duvara Karşı da bir Türk filmi değildir.

İzlewyemediğim filmler için şöyle kısa bir net geçeyim: Mutlaka farklı konularla ilgilenen, evrensel meselelere deyinmeye çalışan yerli yapımlar vardır, daha önce de söylemeye çalıştım. Ama bunlar, sinemamız içerisinde çok küçük dilimlere denk gelir. Bunların varlığı, sinemamızın çeşitliliğe sahip olduğunu, evrensel meselelere eğilebildiğini ve dünyaya hitap edebildiğini göstermez. Kurosawa'nın 1950 yapımı Rashomon'u evrenseldir. Karakterlerinin Japon olması, kostümlerin oralı olması, mekanın Japonyada olması bunu değiştirmemiştir. Çünkü konu, tema, senaryo evrensel meselelere değinebilecek kadar derindir ve yönetmenlik sanatının düzeyi herkese derdini anlatabilecek kadar tarafsızdır. Chaplin'in Altın'a Hücum evrenseldir. O dönemde altın arayıcılarının türeyip Amerikanın şu şu bölgesinde konuşlanmış olmalarını, o yıllardaki Amerikanın sosyal ekonomik vs. durumunu bilmeniz gerekmez bu filmi anlamanız, bu filmden keyif almanız için. Ama Türk Sinemasının gerçek klaisklerinin büyük çoğunluğu, gerçek birer başyapıttırlar ama evrensel değillerdir. Çünkü bizim memleketimizin dertleri ile uğraşma görevlerini hakkıyla yerine getirmektedirler. Eğer bunu aşıp evrensel konulara parmak basıyorsalar da mevcut sinema sanatı uygulayıcılığı tüm dünyaya hitap eder özellikte değildir.

Selamsız Bandosu.... Her açıdan tamamen evrensel bir filmdir bana göre. Bu film ister İngiltere'nin taşrasında geçsin, ister Amerikanın taşrasında geçsin, isterse de Japonya'nın taşrasında. Selamsız Bandosu gibi 50 tane karakter dramımız olsa Türk sineması karakter dramları ile anılan ülkelerden biri olabilirdi belki. Aşk filmleri denince İspanyol sinemasının akla gelmesi gibi, Müzikal melodram denince Hindistan sinemasının akla gelmesi gibi, Dövüş filmleri denince Uzakdoğu sinemasının akla gelmesi gibi, Western dendiğinde akla Amerikan Sinemasının gelmesi gibi. Ama yok. Ve olmayacak.

Tekrar edeyim: bence Türk sineması, haklı ya da haksız, anlaşılır ya da anlaşılmaz birçok sebep dolayısı ile evresnel bir sinema değildir, olamamıştır. Bu durum, bir sinemasever olarak benim kendi sinemama olan sevgimi etkilemez. Ama saygımı etkiler. Ben "Bana göre Selamsız Bandosu Godfather kadar iyi bir film" diyebilirim. ama "Neden imdb'de ilk beşte değil?" diye soramam. Çünkü nedenini gayet iyi bilirim.

Ve herşey bir yana tabii ki işin içinde reklam, tanıtım, sesini duyurup duyuramama gibi konularda mevcut. Ama bu artık günüzde çok daha kolay. Alın işte, 2-3 senede bir-iki Cannes macerası ile, bir İtalya (Özpetek) macerası ile tüm Avrupa Türk sinemacıları tanıdı. Tek bir çok iyi, evrensel film yaparsınız, en iy yagancıda oscara aday olursunuz. Zaten oscarın politik tarafı meşhurdur, müslüman ülkelere bir düşmanlığı olmadığını göstermek için akademi sizin filminizi aday alır, olay biter. Hatta ödülü bile verebilir, deymeyin keyfimize.

Avrupa'dan birçok ülke, Meksika, Uzakdoğudan birçok ülke, Arjantin, Avusturalya, Nepal, Brazilya, İran, Hindistan bunu başardı.

Biz neden yapamadık şimdiye kadar?

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 09/06/2009 1:13 pm
(@franc)
Gönderi: 0
 

Ve herşey bir yana tabii ki işin içinde reklam, tanıtım, sesini duyurup duyuramama gibi konularda mevcut. Ama bu artık günüzde çok daha kolay. Alın işte, 2-3 senede bir-iki Cannes macerası ile, bir İtalya (Özpetek) macerası ile tüm Avrupa Türk sinemacıları tanıdı. Tek bir çok iyi, evrensel film yaparsınız, en iy yagancıda oscara aday olursunuz. Zaten oscarın politik tarafı meşhurdur, müslüman ülkelere bir düşmanlığı olmadığını göstermek için akademi sizin filminizi aday alır, olay biter. Hatta ödülü bile verebilir, deymeyin keyfimize.

İşin komik yanı burda. Bize siyasi ödül bile vermeye niyetlenmiyorlar. Cannes'da en iyi yönetmenin filmini ödül gecesine çıkartmıyorlar. Çok düşündürücü gibi gelir, ama aslında hiç düşündürücü değildir. Adamın filmi 138 bindi yamulmuyorsam izleyicisi sinemada. Politik ödül verecek adam "lan bu adam kendi ülkesinde bile izlenmemiş, ödülü buna verirsek çok az kişiye ulaşırız." demiştir bence. Avrupa'nın bir çok şehrinde sözüm ona festivallerde verilen ödül, bizi Avrupa'daki insana eğil, Avrupa'nın neyse işte anladınız ne demek istediğimi. Bunu başarı olarak görmek bağzen beni kahrediyor.

Bu şey gibi ya, reklam firmasıyız, reklam hazırlıyoruz şirkete, ama sadece reklamını yapacağımız şirketin müdürlerini düşünüyoruz. Genelde onlara ulaşıyoruz, ama reklamı yapacağımız asıl kitleye ulaşamıyoruz. Reklam şirketi bize afferin digincede seviniyoruz, bir garip mutlu oluyoruz.

 
Gönderildi : 09/06/2009 6:02 pm
Sayfa 1 / 3
Paylaş: