Neden Hollywood yapabiliyor da…
Geçtiğimiz hafta, bir film gösterimi ertesi söyleşisinde, izleyiciler arasındaki bir öğrenci kardeşimin, neden bu ülkenin sinemacılarının yakın tarihimizle ilgili filmler yapamadığı sorusunu ve “buna ihtiyacımız var” haykırışını aktarmıştım ve soruyu yanıtlamaya “topu 12 Eylül’e atarak kurtulamayız” diyerek başladığımı söyleyerek bitirmiştim.
Öğrenci kardeşime verdiğim yanıta devam edeyim.
12 Eylül bahsinin “hakkını teslim ettikten” sonra aşağı yukarı şunları söyledim:
“Neden Hollywood yapabiliyor, neden Avrupa ülkelerinin sinemacıları yapabiliyor da “biz” yapamıyoruz diye sordunuz. Ben size başka bir soru sorayım: ABD’de devrim olma ihtimali nedir sizce? –Saçma bir soru sormuş olduğuma hükmederek gülümsüyor öğrenci kardeşim, pekala saçma olabilir- Peki Fransa’da? Ya İngiltere’de, Almanya’da? Sorunuzun yanıtı tam olarak burada yatıyor bence.”
Burada önemli olan, öğrenci kardeşimin sözünü ettiği ülkelerde üreten sinemacıların yapabildiğini ileri sürdüğü filmlerin “ne anlattıkları, ne kadar yapabildikleri” değil. İdeolojik, estetik açıdan nasıl zaaflar ve manipülasyonlar ortaya koydukları ya da yetersizlikleri filan da değil. Önemli olan onların “yapabiliyor” görünmeleri.
Peki biz neden yapamıyoruz? Ya da düzelteyim, yapıyor görünmüyoruz?
Güz Sancısı’na, Babam ve Oğlum’a, Eve Giden Yol’a, Eve Dönüş’e, Devrim Arabaları’na, Beynelmilel’e, Mavi Gözlü Dev’e, Bulutları Beklerken’e, Osmanlı Cumhuriyeti’ne, Mustafa’ya… rağmen, neden ihtiyaç duyulan “tarihimizle hesaplaşma” duygusu ve bilinci ortaya çıkamıyor?
Böyle sayınca, yakın tarihe dönük hiç de az film yapılmadığı ortaya çıkıyor; üstelik bunların neredeyse tamamı son bir kaç yılda ortaya konan yapımlar. Bu eğilimin bizim ülkemizde güçlenme nedeni bence çok açık: Geleceğini merak eden toplumlar, geçmişe bakma ihtiyacı duyarlar. “Nereye gidiyoruz?” sorusundaki endişe, “nereden geliyoruz?” sorusundaki merakı da güçlendirir.
Konuyu dallandırıp budaklandırmaktan sakındıkça, başka konular açılıyor, kesip devam edeyim.
Adlı adınca emperyalist metropollerde üretilen “yakın tarih” filmlerinin yapılabilirlik zeminini tartışıyorduk.
Emperyalist metropollerde yakın tarih, özellikle de belirli siyasal olaylar, gündemler, savaşlar, idamlar, skandallar; edebiyat eserleri, kitaplar, filmlerle sere serpe ortaya dökülebiliyor. İki temel nedenle: Bu coğrafyalarda “bugün” denen zaman kesiti, bir cesetten ibarettir, kokmakta olan bir ceset. Fantastik değil, gerçek bir mücadele içindeki bireyi arıyor emperyalist metropolün sanat alımlayıcısı… “Bugün” allayıp pullamadıkça kimsenin ilgisini çekmiyor. Tarih, bazen bugünden kaçmanın veya bugünü kutsamanın aracıdır da… İkinci neden ise şu: Yakın tarihe ilişkin önemli meselelerin anlatılması, kurcalanması, sorgulanması, bu coğrafyalarda en fazla heyecan yaratabiliyor, daha fazlası değil.
Ama bu topraklara, memleketimize gözümüzü çevirdiğimiz zaman, başka bir durumla karşı karşıya kalıyoruz: Bu topraklarda yakın tarihe ilişkin herhangi bir tartışma, kriz tetikleyicisi olabiliyor. Yüzyılın başına dönüp ufacık bir oynamayla bir “Osmanlı Cumhuriyeti” icat ediveriyorsunuz, bakıyorsunuz, ülkenin başbakanı “Son Osmanlı Padişahı” olarak selamlanıyor, Yeni_Osmanlıcılık tartışmaları sarmış ortalığı. 6-7 eylül olayları ile ilgili bir fotograf sergisi açılıyor, faşistler sergiyi basıyor. Bir naiflikle diye varsayalım, Mustafa Kemal’i anlatmaya kalkıyorsunuz, hakkınızda dava açılıyor. Nâzım’ın vatandaşlığının iadesi bile –haklı olarak- tartışmaları beraberinde getiriyor.
Neden?
Biz hala gelişemedik, demokrat olamadık diye mi?
Yoksa Avrupalılar, ABD’liler kadar kendi tarihimizle hesaplaşamayıp barışamadığımızdan mı?
Hiç alakası yok.
Bunun tek bir nedeni var: Türkiye, bir zayıf halka adayıdır da ondan.
Geçmişe dönükmüş gibi görünen başlıklar, bu ülkenin geleceğine renk çalacak kadar yoğun bir siyasallık barındırıyor da ondan. Yıllar önce Aydemir Güler bir yazısında (hatırladığım kadarıyla yazayım) “demokrasi”nin güçlenmesinin, işçi sınıfının iktidara uzaklığı ile doğru orantılı olduğunu yazmıştı. Meselenin özü burada: Yakın tarihle ilgili filmler, bu ülkede birilerinin yarasını kaşıdığı ve o yaralar da ülke nesnelliği nedeniyle her daim taze olduğu için daha az yapılıyor. Sinemacı (ya da sanatçı) yakın tarihe ilgisini, yalnızlığının yol açtığı sahipsizlik duygusu nedeniyle yoğunlaştıramıyor.
Zira bu ülkede yakın tarihe dönük bir üretim, sanatçıyı hızla “taraf” olarak ortaya çıkarıyor ve (kısmen anlaşılır nedenlerle) bunu istemiyor sanatçılar: ayakta durabilmek, ayakta kalabilmek için… Ama taraf olmadan ayakta kalabilmenin gittikçe güçleştiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Yine de tarafsız kalmaya, demokratlığa oynayan sanatçıların eserleri tam da bu nedenle “tat vermiyor.” Tarafını ortaya koymaya çalışanlar, deli muamelesi görüp, kaynak sorunlarıyla boğuşuyorlar bir de tabii…
Üstelik bu ülkede yakın tarih filmi yapılmasına yapılıyor ama, kamusal alanda yeterli ilgiye mazhar olmuyor. Açılan tartışmalar, belirli bir derinliğe kavuşamadan magazine boğulup susturuluyor. Tartışmayı derinleştirmesi beklenecek “kanaat önderleri” geveze bir suskunlukla geçiştiriyorlar meseleleri.
Ama Avrupa ve ABD’de, yakın tarihten çıkarılacak derslerin taşıyıcısı siyasal özneler olmadığı için, atış serbest!
Hele de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tarihe karışmışken!
Bu kanaate nereden mi vardım?
Gelin onu ben anlatmayayım da, 1929 Bunalımı’nın ertesindeki ABD manzarası eşliğinde, bir başkası anlatsın:
“(…) Sol kanat sanatçıları desteklemek Rockefeller’lar için yeni bir şey değildi. Abby Aldridge Rockefeller, Meksikalı devrimci Diego Rivera’yı (bir zamanlar Amerikan büyükelçiliğinin önünde ‘Gringo’lara ölüm’ diye bağırmış olan) destekleme kararı aldığı zaman yapılan eleştirilere “Kızılların sanatlarının tanınmasını sağlayabilirsek kızıl olmaktan vazgeçerler” karşılığını vermişti. Bunun arkasından, tahmin edilebileceği gibi, Rivera için MoMA tarihinde ikinci kez tanık olunan tek kişilik bir gösteri geldi. Yeni dikilen Rockefeller Center binasına 1933’te bir duvar resmi yapan Rivera’nın işini Nelson Rockefeller denetliyordu. Bir gün Rivera’nın çalışmasına bakarken bir figürün hiç yanılgıya yer bırakmayacak şekilde Vladimir İlyiç Lenin’e benzediğini fark etti. Rivera’dan kibarca onu oradan çıkarmasını istedi, Rivera aynı kibarlıkla reddetti. Nelson’un talimatı üzerine duvar resminin çevresini nöbetçiler kuşattı, Rivera’nın eline ücretinin tamamının karşılığı olan bir çekle (Yirmibir bin dolarlık) birlikte işin iptal edildiğini bildiren bir mektup verildi. Neredeyse bitmiş olan duvar resmi 1934 Şubatı’nda çekiçlerle tahrip edildi. (“Parayı Verdi Düdüğü Çaldı – CIA ve Kültürel Soğuk Savaş”, F.S.Saunders, Doğan Kitap, s.275)”
Bugün (ürkek de olsa) kahkahalarla Marx’ın dönüşünü selamlayan büyük burjuvaların ve ceo’ların dünyasındayız.
“Onlar” yapabiliyor, çünkü devrime çok uzaklar.
Biz “yapamıyoruz”, çünkü devrime daha yakınız!
- Çağrı Kınıkoğlu
www.sol.org.tr sitesinden alınmıştır.
Bu ülkede idealist adam sayısı çok az ondan olmuyor, ekonomi dizginliyor bizi ister istemez otosansüre dönüştürüyoruz bir süre sonra parasız kalma korkumuzu.
Amatör set işçisi.
Bütün yazıyı okudum ama olmayan şeyi anlamadım. Olmayan nedir?
Neden Hollywood yapabiliyor da…
Zira bu ülkede yakın tarihe dönük bir üretim, sanatçıyı hızla “taraf” olarak ortaya çıkarıyor ve (kısmen anlaşılır nedenlerle) bunu istemiyor sanatçılar: ayakta durabilmek, ayakta kalabilmek için… Ama taraf olmadan ayakta kalabilmenin gittikçe güçleştiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Yine de tarafsız kalmaya, demokratlığa oynayan sanatçıların eserleri tam da bu nedenle “tat vermiyor.” Tarafını ortaya koymaya çalışanlar, deli muamelesi görüp, kaynak sorunlarıyla boğuşuyorlar bir de tabii…
Neden?
Biz hala gelişemedik, demokrat olamadık diye mi?
Yoksa Avrupalılar, ABD’liler kadar kendi tarihimizle hesaplaşamayıp barışamadığımızdan mı?
Hiç alakası yok.
Kesinlikle.
Biz demokrat olmaya calisiyoruz ama bu dedigin ulkeler demokrasi ile yonetilmiyor. Senin Basbakan'in, Basbakanlik koltuguna oturmadan once Ankara'daki her hangi bir camiiye gidip dua ederse, koltuguna oturamadan kendini idam sehbasinda bulur. Demokrat olarak saydigin bu ulkelerin baskanlari, koltuguna oturmadan ilk gittigi yer kilise. Avam Kamarasi her oturum acilmadan once Incil okurken, bir musluman uyesi icin Kuran'dan sure okutuluyor diye biliyorum. Sen demokrat olma yolunda bu ulkelerin izinden gidersen ve bunu Tbmm'de denersen olacagini sen dusun, ki bu verdigim ornekler demokrasinin besiginden ve en buyuk savunucusu ulkesinden. Bu ulkelerdeki insanlar ki gene yakin ornek verim, Obama baskanligindan beri neden ilk camii ye gitti kiliseye gitmedi diye bas bas bagira biliyor. Bu ulkede boyle bise dusunemiyorum : ) Tayip disarda kilisiye gitse sorun olmaz bizim icin: ) Sanirim biz daha demokrat bir ulkeyiz : )
Bu ornekleri yakin tarih sinemasi degilde, yakin siyasi tarih olarak verdim, bu konu ilgili bir belgesel cek bakalim, Ozal bu ulkede cuma namazina giden ilk Cumhurbaskan'i diye biliyorum, ordan basla bir belgesel cek, konuda yukardaki bu konu olsun. Veya cekme sadece dusun. Sonra "Neden" bizim yapamadigimizi anlarsin diye dusunuyorum.
Bu yaziyi kopyalayan degilde, yazan arkadas hadi bu konu ile ilgili belgesel ceksin izleyelim yakin tarihimizi... Hicsanmiyorum boyle bise yapacagini. "Neden" derseniz cevap assagida yazili.
Bugün (ürkek de olsa) kahkahalarla Marx’ın dönüşünü selamlayan büyük burjuvaların ve ceo’ların dünyasındayız.
“Onlar” yapabiliyor, çünkü devrime çok uzaklar.
Biz “yapamıyoruz”, çünkü devrime daha yakınız!
Bu kisma atfen;
Benim asiri solcu bir cok arkadasim var onlara hep derim "Devrim, gotunu devirdigin yerden polemik yaparak olsaydi, Marx butun dunyayi deviridi" diye : )
Yakin tarihi sinemada gormek, sanirim bize bu polemik kadar uzak bir konu...
senin "aşırı solcu" (ne demekse) arkadaşların yada götler ve devinimler hakkında ki müthiş aforizmaların hakkında bi malumatım yok...
marx zaten dünyayı evirdi,çevirdi,gidişatı değiştirdi.. sende götünü devirdiğin yerde bu kadar etkili bir isim olabiliyorsan buyur meydan senin...
yazan dediğin çağrı kınıkoğlu zaten bir belgesel yönetmenidir ve önemli eserlere imza atmıştır sen nerden çıkardın yapmadığını etmediğini anlamadım.
götünü deviren marks değil, yazar değilde sen olmayasın?
Yakin tarihi sinemada gormek, sanirim bize bu polemik kadar uzak bir konu...
Ben zaten demistim gotumu devirip polemik yaptigimi, ustune bastirarak soylemeye gerek yoktu. Sanirim kizarkak yazdigindan olsa gerek. Ben belgesel demistim, artik icimemi dogru bilemeyecem ama bu adami tanimiyorum, ama madem belgeselci ceksin bu konuyu gorelim demistim gene. Terminolojide "Asiri solcuyu" anlamadiysan, aforizmayi hangi kitaptan ogrendigini merak etmeye basladim.
Sakin.
Bu kisma atfen;
Benim asiri solcu bir cok arkadasim var onlara hep derim "Devrim, gotunu devirdigin yerden polemik yaparak olsaydi, Marx butun dunyayi deviridi" diye : )
Yakin tarihi sinemada gormek, sanirim bize bu polemik kadar uzak bir konu...
Benim de Marx'a gördüğü klasik solcu tiplemeleri üzerinden eleştiri getirip, ortodoks marksizm, neo-marksizm, post-marksizm gibi terimlerle tartışma düzeyinin yükseldiğini duyunca tartışmayı, "solcular amerika'yı eleştiriyorlar ama converse giyiyorlar, oturdukları yerden devrimcilik yapıyorlar, halktan çok kopuklar" gibi klişe ötesi açıklamalara getirenlere hep dediğim bir şey var:
"kendi cahilliğinizi marjinallikle kapatmayın. Ağızda sigara karizmatik cümleler ve bakışlarla değil Marx'ın söyledikleri ve söyledikleri üzerinden yeni şeyler söyleyenlere bakarak (Antonio Gramsci, Louis Althusser, Nicos Poulantzas, Michel Foucault, Hannah Arendt, Jurgen Habermas, Frankfurt Okulu) konuşun bir şey konuşacaksanız."
Tamam mı Franc?
Sormadan söyleyeyim.
Aşırı solcuyum. 🙂
Azı karar, çoğu zarar herşeyin Kezzap.
Azı karar, çoğu zarar herşeyin Kezzap.
İroni var orada zaten. Gülücük onu anlatıyor.
Aşırı nedir abi? Kime göre, neye göre 🙂
Franc'ın söylediği gibi Obama yemin etmeden önce kiliseye gitti, yemin ederken incile el bastı vs. Biz bu ülkede demokrasiden bahsediyoruz ama burada böyle birşey olsa dini siyasete karıştırdılar, irtica geliyor gibi anlamsız fısıltılar ve ardından cumhuriyet mitingleri olurdu her halde. 🙁
Bir insan müslüman diğeri hristiyan diğeri ateist. Herkesin kendi bildiği değişmez ve tek doğru oluyor. Ama herkesin birleştiği tek nokta iyi, güzel, refah içinde yaşamaktır ve bunu elde etmek için seçtikleri yollar yüzünden farklılaşsalarda amaç aynı oluyor.
Aslında, hepimiz olmasakda çoğumuz taklitçiyiz. Ve beynimizi bu yüzden sınırlandırıyoruz, sinemada veya başka sanat alanlarında gördüğümüz klişelerde bunu bize kanıtlıyor. Kendi yolunu çizenler daha azdır ve bunlar asla unutulmazlar. Hristiyan bir aileden doğan çocuk hristiyan oluyor, müslüman bir aileden doğan müslüman veya ailesi ve bulunduğu çevreden dolayı kendisini solcu, sağcı diye ayırıp kendisini diğer insanlardan ayırıp bir kimlik veriyor.
Bence çocukluğumuzdan beri her şeye şartlandırdığımız ve sınırlandırdığımız beynimizde ki engelleri aşalım ve "iyi" olana ulaşmak adına birbirimizin patikalarına bakalım, anlamaya çalışalım.
Tamam mı Franc?
Sormadan söyleyeyim.
Aşırı solcuyum. 🙂
Benim icin fark etmez. Insanlarla konusmami siyasi gorusleri ile belirlemiyorum. : ) Benim o cumlem sanirim biraz yanlis anlasildi. Ben iste solu asiri derecede benimsemis arkadaslarimla, hep bu konulari konusur polemik yapardim. En son isin icinden cikamayinca geyige baslardik. Ordan esinlenerek yazdim. Aslinda polemik yaptigimi belirttim ama iste anlasilmadi. Sanki hedef gozetmeksizin ates etmis muamelesi goruyorum : )
Gelelim su Marx konusuna, Mevlana'nin cok guzel bir sozu var bu konu hakkinda "Ya gorundugun gibi ol, yada oldugun gibi gorun" diye. Cebinde Marlboro, ustunde Levi's "yasasin komunizm" diyen insanlari, bu konusmada konusmadan es gecmek, senin dedigin gibi cahilllikse, evet bende "Asiri cahilim".: ) Gerci deginmemistim bir usteki mesajlarda ama iste deginmis olim... Ben cok merak ediyorum yani Marx yasasaydi Levi's giyermiydi...
Ben hala polemik yapiyorum, ama acilirsa bir Marx basligi orda polemik degilde, Marx'i benimsemis insanlar gibi terminolojide 10 tane bilinmiyenli kelimeden kurulu cancan'li cumleler kurabilirim kanisindayim. Asiri solcu terimini ilk defa duymus gibi davranip, ama aforizma gibi kelimeler kullanilanarak polemige gidilecekse hic acmayalim daha iyi : ) Burda kalip polemige devam etmek daha zevkli olur kanimca...
Bilmiyorum sen ne dusunuyrosun?
başbakan camiye gitse kendini idam sehpasında bulur ha.
kim yıkıyor böyle sizin beyninizi?!
- zaman ne çabuk geçiyor.
- zaman duruyor da içinden biz geçiyoruz galiba.
Birde polemik bu sekilde, idam sehbasini 3 direk, 1 ilmik gibi gorecek sekilde devam edecekse. Beynimiz fazla kirletmeyelim...