Süreyya çok kızmış ama. Çoğunlukla da saçmalamış. Engin Günaydın "bazen bilmek oyuncular için daha kötü" diyor ve bunu biraz uzunca açıklıyor. Süreyya da "bırak ya bunları Danyal Topatan'la Erol Taş biliyor muydu?" diyor. Çok sinirlenmiş sahnelerinin atılmasına.
Ayrıca ben "film izlemem çekerim, kitap okumam yazarım" diyor, aralara "fazla"yı iliştirerek (O "fazla"nın ne kadar farazi bir kavram olduğunu bile bile) ki bence bu başlıktaki kendini fazla ciddiye alan yönetmen tabirini destekleyen Zeki değil Süreyya.
Video'nun altındaki en çok beğeni alan yorumu okuman, bu kafa karışıklığını gidermeye yeterdi aslında. Yeraltı fragmanları dönerken bir videolarıda daha çıkmıştı aynı ikilinin. Onuda izlersen yapılan şeyin ironu olduğunu daha rahat anlardın. Ama tabi çok ciddi durmuş Sırrı bunu anlamak zor seni suçlamıyorum. "Kitap okumam yazarım" diyen Sırrı'nın ironi yaptığını anlamak için Sırrı'ya da az buçuk tanımak gerekir.
zaten sonuç olarak orada yapılanın "ironi" olduğunu bir bakışta anlayamayan insanın, söylenenleri anlayabileceği pek ummuyorum ben.
Sırrı'yı anlamadığınızı düşünüyorum. Ama bunun tartışılacağı yer burası değil zaten.
Süreyya diyor ya "sen git bunları Siyadcılara anlat" diye.
Burası biraz daha Siyad'a yakınsayan bir ortam olduğundan elbette marjinal kalan ben ya da Sırrı olacak.
Sırrı kendi egosunu topluma feda edebilecek kadar kendini önemsemeyen biri, bundan eminim.
Benim gözümde sanatçı sanatın dışında da varsa sanatçıdır. Senede bir film çekip, asarım keserim, insanlar sıkılsınlar diye uzun yaptım vs. egosunu sergileyen adamı da ben sallamıyorum. İster Cannes'dan altın palmiye değil, orjinal palmiye söküp getirsin.
Benim gücüm elbette yetmez ama sinemayı böyle tiplerden temizlemek için mücadele edecek herkesin arkasında dururum.
İyi de Kezzap, bu video, film tanitimi icin yapilmis viral reklam gibi bisey. Bunun uzerinden tartisma olmaz ki.
Sanmam öyle olsun ya. Sırrı baya ciddi gibi çünkü.
Ama söylediklerimin videodan bağımsız olarak arkasındayım.
Bence video bir film için çekilmiş olsa da konuşulan, bahsedilen şeyler bir film üzerine değil sinema hatta sanat ve toplum üzerine. Bu yüzden video film için çekilmiş demek yerine, film videonun çekilmesine sebep olmuş diyebiliriz. Ne için çekildiği üzerine çok şey söylenebilir ancak yalnızca film için çekilmediği bariz. Bu konuda Kezzap'a katılıyorum.
Sırrı'yı anlamamak konusuna gelince, ironi yaptığını söylerek yanlış yaptığımı mı ifade etmeye çalıştınız? Mecazsız, gerçekten sormak için soruyorum. Çünkü ben bu ironu havasını bariz bir şekilde sezebiliyorum videodan. Sırrı'nın Radikal'deki yazılarını uzunca süre takip ettim. Meclis konuşmalarını, tartışma programlarındaki kayıtlarını sürekli izlerim. Bir kezde Ankara'da bir dava çıkışında kendisiyle sohbet etmişliğim var. Birebir bir sohbet değildi, onlarca insan vardı ancak mizacını anlayabileceğim kadar konuşma/dinleme fırsatı buldum. Tabiki tam olarak "Sırrı'yı anladım. Bu iş tamamdır." diyemem ancak "anlamadığımı" da düşünmem kesinlikle.
Tartışmak değil amacım yalnızca üzerine konuşulacak güzel bir konu var, bunu değerlendirmeye çalışıyorum. Yanlış anlaşılmasın.
Ben soyutlama demedim ki fazla soyutlama dedim.
Demediğim bir şey üzerine açıklama gelmiş.
🙂
Daha önce yazdığım bir yazı açıklayıcı olur bence. http://esekcinneti.wordpress.com/2010/10/21/soyutlamalarla-konusmak-sinema-yapmak/
Yazında bahsettiğin üç yönetmende biraz Tarkovski özentiliği vardır. Onun felsefesini filmlerine yansıtmazlar ama Tarkovski'nin göstergebilimi ve her türlü simgeciliği aşan yadırgatıcı film estetiğini ve gerçek gibi görünen rüyalara benzeyen film estetiğini filmlerine aktarmaya çalışırlar. Çok da fazla başarılı oldukları söylenemez ama Nuri'nin Koza filminden BZA filmine olan süreçte gelişimine baktığımızda birşeyler başardığını söyleyebiliriz.
Yani filmleri gerçek gibi rüyalardır. Amacıda yaşadığımız dünyayı yabancı ve yadırgatıcı gibi gösterip izleyiciyi uyandırmaktır. Adamın amacı mesaj, anlam gibi şeyler değildir zaten onları aşmaktır. BZA filmi kesinlikle buna yakın. Çay sahnesini, küçük çocuğun Fırat Tanış'ı taşladığı sahneyi ve hatta filmin tamamını gerçeğe benzeyen rüya gibi çekmeye çalıştığı o kadar açıkki Nuri'nin. Hatta çay sahnesi hakkında konuşuyum. Benim tanıdığım birçok insan bu sahne ve filmde kadının rolünü ve filmde kadın olmayışını yadırgatıcı bulmuşlarıdır. Hayatlarındaki kadının veya kadın imajın bu filmdekinin bir türevi olduğunu farketmiştir.
Bu adamlara bir ton feminist argümanı anlatsan kafa patlatsan ataerkil bir dünyada yaşamnın nasıl bir şey olduğunun farkına varmazdılar ki varmadılar. Ha filmde bu konuda çok etkili değildir ama bir kıvılcımdır en azdından ki bana göre çok etkili bir kıvılcım. Bu arada neden bu insanların bu durumu anlayamayacağını düşündüğüme gelirsek çünkü günümüzde küçük burjuva diye tabir ettiğimiz bir aile içinde dünyaya gelen adam hayatı boyunca hem iç hem dış müthiş bir dürtü ve doktirin bombardımanı altındadır. Yaşadığı dünyayı bir kere yadırgatıcı gözle görmeden özümseme şansı bana göre yoktur.
Nuri'ye dönersek bu soyutlayan arkadaşın (bana gönderdiğin yazında olduğu gibi) soyutlama bilgisi olmayanlarla anlaşma gibi derdi yoktur tek yapmak istediği uyuyan arkadaşlara çimdik atmaktır ondan sonrası halkçı, halkın yanında sinema yapan arkadaşlara kalmış.Fakat bir şekilde bu insanların aktarmış oldukları gerçeğin sinema ekranındaki halini “gerçekliğin kendisi”yle karşılaştırdığımızda bir örtüşmeme meselesi var. Tam da hayatın içinden hadiseler anlatmalarına rağmen!
Bu cümlende tamda bahsettiğim şeyleri doğrulamışsın. Benzemeyen şeyin ne olduğunu yukarıda anlattım fakat senin gerçeklik anlayışın hakkında birşeyler söyleyeceğim. Senin gerçeklik olarak bahsettiğin şeyler anladığım kadarıyla(anladım çünkü sağlam göstergeler kullanıyorsun) egemen güçler, halkın,işçi sınıfının,emekçilerin ve birçok insanın sistematik olarak sömürülmesi, efendi-köle diyalektiği, çıkar savaşları falan filan. Bunların gerçek olmadığını düşünmek ahmaklıktır bana göre fakat birde hakikat diye tabir ettiğimiz bir olay var. Bu gerçeklik diye tabir ettiğimiz olayın içinde gizlenen ve mahremiyetini koruyan hakikatı aramadan neden bu gerçekliğin ve mücadelenin içinde kaybolalımki. Bu bireysel durumu kenara bıraktım fakat ya Baudrillard'ın dediği gibi simulasyon evresindeysek ve ortada iktidar diye bir şey yoksa? Tüm bu isyanlar ve direnişler olmayan iktidarın sadece hayaletini yaratmaya yarıyorsa?
Gücünü halka dair olan bir A sorunundan alan bir film, onu bir şekilde anlatıp oraya geri dönmüyorsa bu “benim inanıyor olduğum değerlerle” çelişen bir şeydir.
O filmler bana göre gücünü halktan veya gerçeklikten değilde bilinçdışından ve hakikatten alır bu yüzden kendi açılarından etik veya ahlaki sorunları olduğunu düşünmüyorum. Etik ve ahlaki önermeler anlamsızdır der Wittgenstein ki haklıdır. Dolayısıyla fazlasıyla bireysel bir olgudur etik ve ahlak yani başkalarına kendi etik ve ahlak anlayışını empoze etmek mümkün değildir.
Sanmam öyle olsun ya. Sırrı baya ciddi gibi çünkü.
Ama söylediklerimin videodan bağımsız olarak arkasındayım.
http://www.haberdesin.com/haber/kultur/sirri-sureyya-yeraltindan-cikarildi " onclick="window.open(this.href);return false;
Sonunda yazıyo.
Tanıtım videosu da içeriğinde söyledikleri niye tanıtım/yalan olsun, kendi fikirleri olamaz mı?
Neyse çok önemli değil dediğim gibi video.
Sadece bir örnekti.
belki de o tanıtım vidyosunaki ironiyi zeki de fark edememiştir :DDDD
konuya çok yabancıyım, espiri yapıyom sadece, bilginize 🙂
Bu cümlende tamda bahsettiğim şeyleri doğrulamışsın. Benzemeyen şeyin ne olduğunu yukarıda anlattım fakat senin gerçeklik anlayışın hakkında birşeyler söyleyeceğim. Senin gerçeklik olarak bahsettiğin şeyler anladığım kadarıyla(anladım çünkü sağlam göstergeler kullanıyorsun) egemen güçler, halkın,işçi sınıfının,emekçilerin ve birçok insanın sistematik olarak sömürülmesi, efendi-köle diyalektiği, çıkar savaşları falan filan. Bunların gerçek olmadığını düşünmek ahmaklıktır bana göre fakat birde hakikat diye tabir ettiğimiz bir olay var. Bu gerçeklik diye tabir ettiğimiz olayın içinde gizlenen ve mahremiyetini koruyan hakikatı aramadan neden bu gerçekliğin ve mücadelenin içinde kaybolalımki. Bu bireysel durumu kenara bıraktım fakat ya Baudrillard'ın dediği gibi simulasyon evresindeysek ve ortada iktidar diye bir şey yoksa? Tüm bu isyanlar ve direnişler olmayan iktidarın sadece hayaletini yaratmaya yarıyorsa?
Tartışmayı bu paragrafın ile güzel bir yere getirmişsin. Ontolojik bir tartışma yapıyoruz evet.
İş aslında ontolojiye geldiğinde bir tıkanma söz konusu oluyor. Hele ki senin sunduğun ontolojik duruş noktası temel olarak ana bir ontolojik duruşu reddettiği için tıkanma mutlaka olacaktır ama olabildiğince aşmaya çalışalım.
Senin gerçekliğin ötesinde var olduğunu söylediğin hakikat dediğin bir şeyin daha var olduğu olasılığını ben reddediyorum, çünkü Marksizmin ontolojik olarak varlığını ortaya koyduğu (gerçi Marx bunun tartışmasını yapmıyor ama Marksist bilgi felsefecileri yapıyorlar) "gerçeğin" aslında senin "hakikat" dediğin şeye denk düştüğünü düşünüyorum. Yani sadece "ya başka bir hakikat varsa" olasılığı üzerinden felsefe yapılamayacağını düşünüyorum aslında. Belki de uzaylıların kendi arasında oynadığı bir oyunun karakterleriyizdir, kim bilir? Bu da olasılık dahilinde. Dolayısıyla ben olasılıklar üzerine şekillenen bir felsefe peşinde değilim. Benim için maddi ilişkiler hakikattir, hakikatin türlü mekanizmaları ve o mekanizmalar aracılığıyla ortaya çıkan olgular söz konusudur. Ama hakikat maddedir. Metafizik olan her öğe bile aslında madde şeklindedir.
Şimdi bunu kabul etmediğin anda ve "ya varsa" olasılığını belirttiğin anda söz konusu tıkanma yaşanıyor.
Ama tıkanmalar yine de iyidir.
Maddi olan felsefeler arasında hangi felsefeyi tercih edeceğin hem bilgi hem ahlak felsefesinin bir konusudur.
Bunu ileri bir aşama olarak tartışabiliriz.
Ama ben ana konudan çıkmamak için filmler meselesine bir geri dönüş yapayım.
Ben daha önce bir başlıkta bu yönetmenlerin filmlerine bir felsefi metin gibi yaklaşırsak değerli filmler olduklarını söylemiştim.
Ama bunlar felsefi metinler değiller. Sanata atfettiğim ahlaki konum ve değer yüzünden felsefi metinlerin ötesinde şeyler olmaları gerektiğini söylüyorum. Evet bir konum ve ahlak dayatıyorum. Ama bunun sebebi de işte "ontolojik" bir mesele. Hakikati dayattığımı düşünüyorum çünkü. İnsanlara hakikati göstermesi gereken şey bence sanattır. Çünkü hem soyut hem somut düzeye erişebilecek tek kuvvet olduğunu düşünüyorum, felsefeden bile öte bu konuda. Dolayısıyla soyut düzeyde kalan sanata tepki içinde olmam da ontolojik bir noktadan hareket ederek ahlaki geliyor. Ama elbette, bana ne isteyen istediği filmi yapar en nihayetinde. 🙂
Cüneyt Özdemir'in programında Zeki Demirkubuz bu videoyu izlediğini ve çok hoşuna gittiğini söylüyordu. Bir ironi var orası kesin ama Z. Demirkubuz'dan habersiz yapılan bir kayıt imiş bu. Zaten kendisi de netten izlemiş.
Ben başlığa atıfta bulunmak için bir örnek vermek istiyorum. A Moment To Remember filminin ülkemize uyarlanan filmi Evim Sensin'in yönetmeni(!) Özcan Deniz'in 2009 yılında bir gazetecinin kendisini bir başka yönetmen(!) M. Kırmızıgül ile kıyaslaması ile kendisini aşırı derecede komik duruma düşüren meşhur cümleyi kuruyor : "Beni Mahsun Kırmızıgül ile kıyaslamayın, beni Charlie Chaplin ile kıyaslayın". Sanırım bu örnek bu başlığa çok net uyuyor.
Ben sana sinema yapma demiyorum. Yap ama hobi olarak yap!!