"Schindler'in Lİstesi"nde sonlarda adamımızın ceketindeki rozeti çıkarıp, -yoksa bindiği otomobilden mi bahsediyordu tam hatırlamıyorum- ağlak bir suratla "keşke bunu da verseydim, 10 yahudiyi daha kurtarırdım" demesi apaçık duygu sömürüsü bence. Ama harika bir siyah-beyaz tonu vardır, o ayrı.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Dediğiniz gibi, konu çok uzun. Bende girmeyeyim ayrıntıya, şöyle kısa bir iki şey söyleyeyim.
Evet, ben film eleştirisi yazıyorum az da kafa patlatmıyorum gerçekten. Her sinema yazarı filmlere farklı açılardan bakar/bakabilir. Ama hiçbir film için "bu filmden şunu çıkar, geriye hiçbirşey kalmaz" diye birşey yoktur. Bir film baştan sona birinin birine işkence ediyor oluşunu gösteriyor olsa bile bu geçerlidir. "Filmden işkenceyi çıkar, hiçbirşey kalmaz" demek doğru değildir. Filmdeki anlatılanın tamamı bir işkence olsa bile, yönetmenin kamerayı nereye koyduğudur filmin esas incelenecek tarafı. "BU herif neden bir işkenceyi anlatıyor ki?" demek bana göre doğru değildir. İlgini çekmiyorsa izlemezsin, olur biter. O işkenceyi karanlıkta, aydınlıkta, yüzleri/idafeleri göstererek ya da göstermeyerek, hareketli ya da sabit kamera ile vs. vs. Esas önemli olan bunlardır. Bir yönetmenin neyi anlattığının çok çok nadiren bizi ilgilendirmelidir aslında. Bir sinemacının, neyi anlatmayı tercih ettiği negatif ya da pozitif yönde bir eleştiri konusu değildir. Yani kaç tane sinemacı için "bu herif iyi ki bu konularla ilgileniyor, iyi ki bunları anlatıyor" diyoruz ki? Ama "anlatamamış, becerememiş" ya da "harika anlatmış" demekten bıktık. 🙂
Ve ben bir sinema yazarı isem, tamamı politik bir hikayeden oluşan filme eleştiri yazarken, anlatılan şey çok çok kaba ve çok çok amaçlıysa ve bu belliyse ancak o anlatılan şeyin doğruluğu ve yanlışlığıyla ilgili yorum yaparım. Hatta bunu bile çoğu zaman yapmam, konunun, böyle kabaca inceleniyor ve sunuluyor olmasını kötü yönde eleştiririm. Yani (Örneğin Akıl Oyunları için) "o karakter öyle biri değil, film yanlış anlatıyor" demek yerine "filmin karakteri ele alışında bir zorlama, yönlendirme var" derim. O karakteri bilmiyorum ki ben. Tarihçi değilim.
Buradan hareketle, Schindler'in Listesinin görsel dili, tarzı hiç de duygu dolu, paylaşımcı değildir. Soğuktur, mesafelidir hatta bazı anlarda belgeselvaridir. Bu yüzden o filmin görsel özelliklerinden yola çıkarak bir duygu sömürüsü almadım. Ama anlatılan hikayeyi anlatmak zaten bir duygu sömürüsü. Bir yahudi, yahudilerin uğradığı soykırımı anlatıyor. Ben tarihçi değilim. Yahudi soykırımını incelemedim. Neyin gerçek neyin yapay olduğunu bilemem. Ancak, birşeyler zorlanarak biçimlendirilirse, bir tarafa doğru çekilirse bunu görsel kodlarla, hikaye yapısı ile anlarım. Ama bu her zaman "gerçeği çarpıtma" anlamında değildir. Sinemasal olarak kendi içinde uyumluysa sorun yoktur. Sinemasal bütünlüğün de filmin "tarihi bir belge" olduğu anlamına geldiğini asla iddia etmem.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Nefes de örneğin günümüzde yaşanan bir sorunu anlatıyor ama Nefes'te bu filmdekinin 10da biri ajitasyon ve duygu sömürüsü yok. Öyle bir olay anlatıyor diye öyle bakma sen demekle içinden çıkılacak bir şey değil. Layf is Bitifıl da örneğin kötü bir film bana göre ama sonunda bir plan vardır, hakikaten helal olsun dedim, duyg sömürüsünden bu kadar uzak ama bu kadar etkileyici ve şok edici bir planı beklemezdim o filmden, tüm film sanki o sahne için hazırlanmış gibi neredeyse.
Schindler'de ise eli ayağı çok düzgün, çok iyi işlenmiş ve Oskara çok güzel hazırlanmış bir film var karşımızda, ama işte öyle 3 5 yer var ki, Adam Sandler'ın her komedi filmi sonundaki dostluk barış kardeşlik mesajlarının ajitasyon sürümü işte. Gerek yok, ama adamların içinde acı olduğu için koyuyorlar.
Hele ki en son mezara taş bıraktıkları sahne.. Oyuncuların ile canlandırdıkları karakterler yan yana.. Yapmayın etmeyin be abi..
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Görkem tam anlatamadım bu eleştiri konusunu. Tabii ki sen istediğin açıdan bakarsın ve yazmak istediğin-bildiğin- bildiğine inandığın konuların üzerine düşersin. Fakat ben sadece bu yönüyle yapılan eleştiriye eksik gözüyle bakarım. Bilmiyorum belki de bazı filmler hakkında başka türlü düşünmemizin nedeni de bu olabilir.
Film her yönüyle film ve hemen her film bir siyasi araç, çok ufak bir parçasıyla bile olsa bir siyasi ve sosyal biçim içerir film. Bir "biçim"in üzerinde ister sosyal ister bireysel bir hikaye anlatır. Ama alttaki o "biçim" filmin nereye oturduğunu gösterir zaten. Dolayısıyla bunu atlamak ve direk olarak sadece gösterilen ile ilgilenmek bir filmi belki senin baktığın açılardan eleştirmek için yeterli ama anlamak için yeterli mi bilemem.
Ha sen diyorsun ki "bu herif neden işkenceyi anlatıyor" demem. Karanlık, aydınlık, kamera açısı ona bakarım, onunla ilgilenirim. Ben senin verdiğin örnekle açıklamam gerekirse diyorum ki "işkenceyi farklı kamera açıları, ışıklar, hareketli-sabit kameralı ya da hiç kamerasız anlatıyorsun da, ne anlatmaya çalışıyorsun". Çünkü her biçim (kamera açısı, ışıklar, renkler vs.) sonuçta filmin anlatmak istediği şeye hizmet ediyor. E sen işkenceyi daha önce binbeşyüz kere gördüğüm-bildiğim şekliyle bana aktaracaksan, sadece farklı açılar, ışıklar, zart zurt ise senin olayın, o zaman sorarım sen niye işkenceyi anlatıyorsun diye.
Ben iyi ki bu herif bu konularla ilgileniyor diyorum. Hatta film bitince iyi ki bu adam var dediğim çok olmuştur, sırf o konuda film çektiği için, denmez olur mu. Benim sevdiğim yönetmenleri sevme nedenim anlattığı konular zaten. Belki burada da ayrılıyoruz seninle, olabilir ama ben öyle bakıyorum ve şaşırdım şimdi.
Spielberg neden soykırımı anlatıyor, çünkü soykırıma uğrayanlar yahudiler. Peki filmden yahudileri çıkardığın zaman (kavram olarak) elinde ne kalıyor. Bir hiç. Çünkü öyle bir film yok o zaman, hiç çekilmemiş. Eğer ki bir insanlık dramını anlatıyor olsa, buna inansam, her zaman izlerim ama madem sen domates-patates politiğisin ben senden daha politiğim kardeşim kusura bakma diyorum içimden, hiç gereği yokken birden karşısına alıyor beni Spielberg. Gerçekleri çarpıtmıyor tabii ki ama bu gerçek hep orada vuku bulmuş be kardeşim dedirtiyor. Beni zorla politize edip karşısına alıyor yani, ben hiç bir şey yapmıyorum otomatikman karşısına geçiyorum. E şimdi film bu kadar açık ve net şekilde politik iken ben karşısına geçip, açılar, ışıklar, kıllar, tüyler dersem sadece eksik kalır diyorum. Yoksa ben de tarihçi değilim.
Valla sickman, çok güzel anlatmışsın, senin ve benim yazıyı art arda okuyan herkes ikimizi de gayet iyi anlayacaktır. Böyle tam iç içe geçen dişliler oldu bu mesajlar. Zıt görüş ama tam uyum. 🙂
Sadece şunu da söyleyeyim: işkence meselesi. Benim kast ettiğim ışık, açı, kamera vs. falan tam olarak "göstergebilimsel eleştiri" kapsamındaki görsel tercihler meselesi. Ve göstergebilimsel eleştiri, ilk tekaffuz edildiğinden bu yana hep kötü yönde eleştiriler birşey. Ve belki de en zor, en zahmetli eleştiri açılarından biri. Neden sence Eylem bana "ansiklopedi gibi yazıyorsun" diye kalayı basıyor sanıyorsun? Haklı herif çünkü ben hep göstergebilimsel yazıyorum.
Sen demişsin ya, "işkenceyi farklı açılardan ışıkla falan çekiyorsun da ne anlatmaya çalışıyorsun?" işte dostum, bunu sorduğun anda benim alanıma giriyorsun. 🙂 Söylemek istediğim bu zaten. Ben, sinemacının, her türlü "sinematografik malzeme" ile, ne anlatmaya çalıştığı üzerine kafa yoruyor ve bu konuda da az çok algıma güveniyorum. Hİkayesiyle değil, sinematografisiyle. Diyorsun ya sen:
"E sen işkenceyi daha önce binbeşyüz kere gördüğüm-bildiğim şekliyle bana aktaracaksan, sadece farklı açılar, ışıklar, zart zurt ise senin olayın, o zaman sorarım sen niye işkenceyi anlatıyorsun diye" Yanıldığın nokta bu. Bunlar değiştiriğinde ikisi aynı film, aynı şey olmaz artık. İki ayrı filmde aynı işkence anlatılsa bile iki ayrı yönetmen farklı çekince ortaya başka iki film çıkar. Ve bu tercihler yönetmeni "yöneten kişi" yapan şeylerdir. Çünkü her farklı açı, renk, doku vs. yönetmenin o işkence üzerine fikirlerini içerir. Haneke'nin bu kadar seivlmesinin ama aynı anda nefretle karşılanmasının temel sebbei aynen bu salladığımız örnekteki konumudur. Haneke hiçbir hikayesinde bambaşka meseleler anlatmaz. Hiçbiri yeni meseleler değildir. Ama bir tane Haneke var. Çünkü adam sinematografisini öyle kendine has kullanıyor ki bir eşi daha olmuyor.
Ve son bir not: Hikaye sinematografiye girmeyen, senaryo giren birşeydir. Yazdıklarımda, sinematografi diye behsettiğim şeye hikaye dahil değil ama senaryo dahil.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Benim yanıldığımı söylediğin noktaya dair bir şey daha söyleyeyim o zaman örneği daraltarak. Diyorsun ki farklı kamera açıları, farklı ışık, farklı sinematografi olduğu zaman işler değişir. O film başka film olur. Eğer geniş çerçeveden bakarsak sanki haklı gibi duruyorsun, ama farklı sinematografi Yahudi soykırımı, yine faklı sinematografi ve yine Yahudi soykırımı ve bir başka sinematografi ve aa, yine Yahudi soykırımı. E farklı sinematografi bir yere kadar işliyor burada. Sen kendi eleştirel yaklaşımınla hep bakacak bir şeyler bulabilirsin. Ama ben bakıyorum bakıyorum "biçim" hep aynı. Metin hep aynı. Altmetin hep aynı. Ver politik mesajı, ver politik mesajı, al Oscar'ları, sonra ben farklı sinematografi ile baktım falan dedirtmem. Tamam belki çok farklı bir film çekmiştir adam konu ile ilgili ama bir süre sonra hiç umurunda olmuyor yani o sinematografi. Sonrasında ise o hikaye ile olan bağını yitiriyorsun benim gibi.
Bu en son versiyon soykırım filminde çıplak oynayan bir abla vardı hani. Ben mesela o filmin konusunu bilmiyordum. Koydum başladık izlemeye. Bir süre sonra sıktı tabi genç ergen ile orta yaşlı ablanın ilişkisi kabağa bağladı. Ulan dedim bu film ne olacak ki yani, nereye bağlayacak acaba. Çünkü öyle boktan bir gidişat ki filmin yönü, neyse. Sonra birden bire, aa Yahudi soykırımı. O saniyeden sonra o film bitti mesela. Sonrasında izlenecek tek bir saniyesi yoktu. O saniyeye kadar beklememin nedeni de mevzuyu öğrenmekti, o kadar. Böyle bir etki yapıyor yani bu filmler Görkem.
Hmm.... Şİmd biraz iş değişti sickman.
Anladığım kadarı ile, herhangi bir film, yahudi soykırımını anlatıyorsa kesinlikle duygu sömürüsü yapıyordur. Çünkü zaten binlerce kez bu mesele anlatılmıştır. Yani ya anlatılması gereksizdir artık, ancak duygu sömürüsü için yapılmıştır böyle bir film. Ya da bambaşka şeylere eğilerek işlemelisin ki meseleyi farklı görünsün, duygu sömürüsüne kaymasın.
Anladım. Haklı olabilirsin. Başka bazı türler için de ben benzer görüteyim. Mesela seri katil filmleri. Suç öyküleri.
Schindler için de bu fikirdeysen bu filmi de duygu sömürüsü örneklerinden biri olarak kabul edebilirsin tabi. Benim için hala bu tip olaylar (belki vietnam hariç) önemini yitirmiş değil. Bu durumda yine bakış açısı meselesine kaymış oluyoruz. Birçok kişi bu tip bir filme "yahudi soykırımı" olarak bakıyor. Bakınca "yahudi soykırımını" görüyor. Bense yahudisiz halini görüyorum. Tıpkı hemen her vietnam filmini (Stone'unkiler hariç) sadece savaş filmi olarak gördüğüm gibi.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
....... Tıpkı hemen her vietnam filmini (Stone'unkiler hariç) sadece savaş filmi olarak gördüğüm gibi.
Stone'u sevdiğin için onun Vietnam filmi insanı anlatıyor. Kubrick, -sevmediğin için- Coppola, Cimino gibi adamların çektiği Vietnam filmleri sadece savaşı anlatıyor, öyle mi? Pes diyorum artık.
Dostlar arasında şöyle konuşulduğunu düşün: "Görkem güzel, uzun, hoş yazıyor da, koskoca Kubrick'e giydirip, Oliver Stone, Tony Scott, Michael Mann gibi vasat yönetmenleri göklere çıkarmasını pek de anlayamıyoruz" ve benzeri gibi konuşmalar. "Sinema yazarıyım" diyorsun ama hiç bir sinema yazarı büyük yönetmenleri böyle bir çırpıda harcamaz bence. Sinema dergilerinde böyle birine hiç rastlamadım. Sinema seyircisi gözüyle yazarsan söylediklerine hiç bir şey demem, "kendi görüşüdür, renkler ve zevkler tartışılmaz" der geçerim. Ama, "sinema yazarı sıfatıyla bu şekilde yazması yanlış" diye uğultular geliyor dışarıdan.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Şİmdi bir dakika....Yine iş değişti.... Şu söylediğinle ilgili olarak:
....... Tıpkı hemen her vietnam filmini (Stone'unkiler hariç) sadece savaş filmi olarak gördüğüm gibi.
Dostlar arasında şöyle konuşulduğunu düşün: "Görkem güzel, uzun, hoş yazıyor da, koskoca Kubrick'e giydirip, Oliver Stone, Tony Scott, Michael Mann gibi vasat yönetmenleri göklere çıkarmasını pek de anlayamıyoruz" ve benzeri gibi konuşmalar. "Sinema yazarıyım" diyorsun ama hiç bir sinema yazarı büyük yönetmenleri böyle bir çırpıda harcamaz bence.
1- Bu "ben sinema yazarıyım" ifadesini her zaman ürkekçe kullanmışımdır, sinema yazarlığının ne olup olmadığı üzerine de çok konuşmuşluğumuz düşünmüşlüğümüz vardır. Çeşitli konulardaki fikirlerimizin doğruluğu ve yanlışlığı, sinema yazarlığıyla ilgileniyor olmakla haklılaşmaz ya da değersizleşmez. Birçok profesyonelin, çok değerli isimlerin filmlerine çok abartılı negatif yaklaşımlarda bulunduğu olmuştur, bunda bir yanlış yok. Benim kim ya da ne oluduğum üzerine de söyleyebileceğim tek şey: Eğer yazdıklarımla "bir sinema yazarı" hissi yaratabiliyorsam beni okuyan birinde, mutlu olurum. Bu kadardır sinema yazarlığımın varlığı ya da yokluğu.
2- Ben asla ve asla Kubrick'e bir yönetmen olarak giydirmiş değilim. Bazı filmlerine (her sinema yazarının yapabileceği ya da esas doğru söylem ile "buna hakkının olduğu" gibi) kötü yönde eleştiri getirebilirim, her türlü eleştiriyi getirebilmek için kafa patlatıyoruz her birimiz. Eylem kalkıp herhangi bir filmle ilgili birşeyler yazarken de kafa patlatıyor herif, ben de, sende. Hepimizin filmlere bakışı, benzer hallere sahip. Yani genel izleyici kitlesi gibi "izleyeyim geçsin" gibi değil.
3- 2001 Uzay Macerası, Otomatik Portakal, Full Metal Jacket bana göre muhteşem filmlerdir. Tam olarak Kubrick'in anlatacağı, onun sinema diline, görsel anlayışına uygun hikayelerdir. Kubrick sinema tarihinin en büyük isimlerindendir, asla bunu inkar etmedim ve fikrim bu yönde değil zaten. Yani bir yönetmen olarak Kubrick üzerine fikirlerim birçok sinema yazarı ile aynı. Ama bu da çok önemli değil, olmayabilirdi de. Bunun tek bir şartı var: Eğer bunu açıklayabiliyorsam. Uzun uzun yazıyor olmamdan şikayet görmem bu şartı (herkese göre değil belki, bilemem, elimden geleni yapıyorum) yerine getirme çabamın göstergesidir.
4- Oliver Stone, Tony Scott, Michael Mann vasat isimler değildir. Her birinin vasat işleri de vardır, muhteşem işleri de vardır. Ve yine buralarda konuşmuşluğumuz vardır ki, bir filmin, yönetmenin, oyuncunun vs. iyi olması başka birşeydir, "seviyorum" durumunda olması başka birşeydir, büyük olması başkadır.
5- Stone ile ilgili söylediğim şeyi tamamen yanlış anlamışsın sanırım ya da ben yanlış anlattım. Ben, Oliver Stone'un Vietman filmleri "hariç" hemen her film bana göre herhangi bir yerde meydana gelmiş bir savaş filmidir ya da ben öyle görerek izlerim dedim. Stone'un filmi, insanı anlatır demedim, tam tersini iddia ettim. Yani Stone'un filmleri, Vietnam savaşının Amerikalılar üzerine etkileri ya da Vietnam savaşının ne tür bir savaş olduğu üzerinedir. "Bir olgu olarak savaş"ın ne olduğu üzerine değildir. Ama Coppola'nın Kıyamet'i, aslında Vietnam üzerine değildir. Kubrick'in Full Metal Jacket'ı Vietnam üzerine değildir ya da bir parça onun üzerinedir. Ve bu savaş filmleri üzerine fikirlerim, hangi yönetmeni daha çok "sevdiğim" ile ilgili bir konu değil.
6- Yazdıklarımla, fikirlerimle ilgili olarak üyelerin, yazdıklarımı okuyan arkadaşların fikirleri çok önemli benim için. Pozitif fikirde olanlar var biliyorum, bir övgü alınca accayip mutlu oluyorum, daha önce de söylemiştim. Hatta bundan cesaret alıp bazen gevezeleştiğimi de kabul ediyorum ama benzer tavırları sevimli gördüğüm için, övgü alan kişinin "şevkle" yazmaya devam edeceğinin anlaşılacağı fikriyle hareket ediyorum. Negatif fikirde olan, "yazmasa da olur" diyen de olabilir tabii ki. Üzülürüm ama kırılmam kimseye. Ama kimine göre önemli ya da önemsiz "böyle böyle yazması yanlış" diyen varsa şöyle kısa bir açıklama yapayım o arkadaşlara: Ben, sinema üzerine sohbet etmek istiyorum, burada sohbet ettiğimi varsayarak konuşmak istiyorum. Duygusal davranabilmek istiyorum. Yanılmaktan, hatalı birşey söylemekten çekinmek istemiyorum. (Fikirlerim bazında) Rahat olmak istiyorum. Tavır, yaklaşım gibi şeyler konusunda (seviyesizlik, yılışıklık ya da "susun bakiim, ben konuşuyorum" falan gibi bir burnu büyüklük) hatam olduğunu sanmıyorum çünkü dediğim gibi, benim amacım seviyeli bir şekilde sohbet ediyor olmak. Yoksa bir sinema yazarı isem, nasıl bir üslup, tarz ve içerik kullanmam gerektiğini de gayet iyi bilirim, öğrendim. (Benim kadar sinema yazarı okuyan az okur vardır) Bir süredir basılı bir yayında da yazıyorum. Hatta Özgür yazdığım dergiyi gördü ve "sitede neden soylemedin?" falan dedi bana. Söylemem pek gerekli değil, lafı geçti de söylüyorum. (Ki yıllardır yazıyorum, yazılarım basılı bir yayında yayınlandıktan sonra kendim için "sinema yazarı" ifadesini kullandım) Ama benim buradaki amacım, dergiye yazmamdaki amacımla bir değil. Eğer bu da, fikirlerimde rahat davranma talebim de, "okurlara değil, arkadaşlara" hitap etme niyetim de yanlışsa toptan özür....
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
...Ama benim buradaki amacım, dergiye yazmamdaki amacımla bir değil...
Güzel açıklama. Üstteki açıklama da çok aydınlatıcı olmuş. Bu durumda problem yok. Hangi dergide yazıyorsun? Bunu saklamaya gerek yok; hemen hemen hepimiz için sevindirici bir haber.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
...Ama benim buradaki amacım, dergiye yazmamdaki amacımla bir değil...
Güzel açıklama. Üstteki açıklama da çok aydınlatıcı olmuş. Bu durumda problem yok. Hangi dergide yazıyorsun? Bunu saklamaya gerek yok; hemen hemen hepimiz için sevindirici bir haber.
Çok teşekkür ederim hegel.
Basılı yayında yazdığımı söylememek için kendimce sebeplerim vardı. Ve reklam yapıyor gibi görünmekten çekindim biraz da açıkçası. Neyse, bu başlıkta gözden kaçacaktır kesin 🙂 Farmagazin diye bir dergide yazıyorum. Daha 2. sayısı çıktı bu derginin. Şimdilik 3 ayda bir yayınlanıyor, kaliteli bir yayın denebilir, tasarımı hoş, içeriği zengince. (Özgür beğendiyse.... 🙂 ) Net sitesi de yapmışlar. farmagazin.com. Mediks diye bir şirket yayınlıyor. Şu anki dağıtım durumu nedir bilemiyorum, sıfırdan dergi yapmak çok zahmetli zor bir iş, büyük cesaret hele hele bu zamanda. Öyle sanıyorum ki ilgi olursa yatırım yapmaya devam edecekler. Şirketin planları var daha ve şimdilik iyi tepkiler almışız.??? Umarım geleceği olur. Dergide birçok konu üzerine yazı var, sinema köşesi de benim. 🙂
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Piyanist filminde alman subayın piyanistmizin hayatını değiştirdiği sahnede biraz sulu göz moduna girmiştim. Sonra Yeşil Yol tamamiyle duygusaldır sizde biliyorsunuz. Bir rüya için ağıt filmindede Sera teyzenin hastanede son şekle girmesi ve kızın sevgilisini sattığı kolunun kesildiği sahneler. Aklıma gelenler bunlar şimdilik 🙂
Geçen akşam hatunla "Kızkardeşim Mommo" yu izledik. Sonua kadar bunaldık daraldık. Sonunda da...
şimdi daha çok seviyorum seni hayat, hadi...
Merak ettim şimdi hıı...
Hiçbir filmde hüngür hüngür ağlamadım. Sadece göz sulanır, duygusallık başgösterir o kadar.
Titanic'in finalinde, Jack'in soğuktan donduğu sahne duygusaldır. Rose zar zor konuşur orda, göz yaşartır.
Liar Liar filminin finalinde mahkemeyi kazanan Jim Carrey'nin, hata yaptığını anladığı sahne duygusaldır. Hem kendi gözleri yaşarır hemde bizim. Aynı zamanda karısı ve cocugunun bulundugu uçağı durdurma çabası da kaydadeğer bir sahne.
Testere filminde(serinin ilk filmi), doktorun çocuklarını ve karısını kurtarabilmek için ayağını kestiği sahnede duygusaldır. Aynı sahnede fotografcı cocuk ağlayarak gitmemesini, onu yanlız bırakmamasını ister.
Diğer göz sulandıran sahneyse Eşkiya'dan. Baran, Kejenin yanına gider.
-Keje... Keje... Beni hapiste vurdular Keje... Ölmedim. Hastalandım... Bi ciğerimi orda bıraktım, gene ölmedim. Çok dövdüler beni. Kan kustum.. Ama ölmedim. Yaşadım. Seni bir kez daha görebilmek için yaşadım. Şimdi bana dediler ki, kimse sesini duyamıyormuş. Susmuşsun. Benimle de konuşmayacak mısın Keje? Sesini duyamayacak mıyım?