Beğendim ben. Özellikle otel içi güzeldi.
Tebrikler.
ya 10 dk da anlatılacak filmi bu kadar uzatmış olmasına rağmen nasıl bu kadar konuşcak söz buluyorsunuz anlamıyorum :S Bende bu konuştuklarınız üzerine hayretler içindeyim. Kısa film değilki bu...
aslında haklısın, ama bu senin doğru söylediğin anlamına gelmez.
Bu yüzden düşüncelerini belirtmen yeterli.
kimin ne yaptığını yargılamazsan daha güzel, sağlam ilerleriz.
Zaten düşüncelerimi belli ettim 😀
aslında haklısın, ama bu senin doğru söylediğin anlamına gelmez. => haklı olupta sölediklerim nasıl doğru olmuyor orasını anlamadım...
Ayrıca bana kimin ne yaptığı yargılama diyip benim yaptığımı yargılıyıp yön göstermeye çalışıyorsun...
ya 10 dk da anlatılacak filmi bu kadar uzatmış olmasına rağmen nasıl bu kadar konuşcak söz buluyorsunuz anlamıyorum :S Bende bu konuştuklarınız üzerine hayretler içindeyim. Kısa film değilki bu...
Ne peki? Ne dememizi istersin?
Ne demek istiyorsanız onu diyorsunuz zaten. Ben bunu belirleyecek, yönlendirecek sıfatta değilim. Bende düşüncemi belirttim... Kısa film değilki bu... dedim.
Hoş film aynen devam...
Film genel anlamda tam bir sinema havasında bence. Aslında uzun metraj bir filmden 25 dk.lık bir kesit gibi geldi bana daha çok. Ancak kullandığın geniş açı lens çok kontrastlı görüntü vermiş. Bu lens değişikliklerinde filmin atmosferini koruma olayı biraz kaçmış. Color correction ve ses olayı gayet güzel. Oyunculuklar da iyiydi. Özellikle otel odasında ki atmosfer ve renkler çok iyiydi. Diyaloglarda gayet akıcıydı ancak bu konuyu ben çeksem 3 dk. da falan anlatırdım. Bunu uzun çekmişsin diye söylemiyorum bu yönetmenin tercihidir sonuçta. Ben ilk 7 dk. bittiğinde 1 dk izlemiş gibi hissettim yani sıkılmadım. Filmi diyalog götürüyor. Tekrar tebrik ediyorum ve çok daha iyilerini yapabileceğini bir bakışta görebiliyorum 🙂 İyi çalışmalar.
Official http://www.gencerdem.com
Vimeo http://www.vimeo.com/gencerdem
Twitterhttp://twitter.com/black232
Deviantarthttp://black232.deviantart.com
Kısa filmlerde pek karakter çözümlenmeye çalışılmaz doğrudur ama burada da karakterler çok havada kalmış. Bu konunun teknik ifadesinden emin olmasam da karakterlerin "gerçek"liği konusu filmi seyrederken biraz düşündürdü. Karakterin donunun rengine kadar onu tanıyıp ona göre yazıp-oynatmak gerekir diye düşünüyorum.
Ama yine de filmin hakkını vermek gerekir. Sonuna kadar seyredilip film tadı alınabilen bir film.
Çok teşekkür ederim değerli yorumlarınız için.
bence öykü yeterli...
'Kaderin sadece seçtiğin yolun üzerindedir..Ondan kaçmaya çalışsanda,Genede gider o Yolu seçersin !!!
Başarılarınızın devamını diliyoruz.
ben ağıztadıyla izlenesi sayılı kısa filmlerden biri olarak bunuda zihinimin duvarında bir köşeye asıyorum afişini. ben çok beğendim sürükledi. müsadeniz olursa film esnasında pause yapamadığım için şimdi tekrar tebriklerimi sunup noktayı koyarak tuvalete gitmem lazım çok sıkıştım...
Cehennet.. Önerilerini dikkate alacağım , teşekkür ederim.
kalender.. Son cümlene çok güldüm :D. Teşekkür ederim.
🙂
oyuncular gerçekten müthiş,ben beğendim diyebilirim.. halkalı toplu konutlara benzettim mekanı orası olabilir mi acaba ?
(Film üzerine yazdığım bir incelemedir)
Tanımları pek net olmayan ama herkesin bildiği, en azından duyduğu bir film türü var: Kara Film. Bu tanımlanamama durumu bile aslında Kara Filmin, ne olup olmadığı üzerine bir fikir oluşturmamıza yardımcı oluyor istemeden de olsa. Çünkü Kara Film, diğer film türleri gibi içerdiği hikâyeyle değil, hikayesinin vardığı noktayla ilgili olarak bir bedene kavuşuyor. Tüm film türleri için bir gereklilik olan “arınma”nın, genelde kullanıldığı gibi artı yönde/iyimser finalle değil eksi yönde/kötümser finalle bağlanması durumunu içeren her filme kara film denebilir pekala. Bu kötü finale bağlanma olayının altında, çizilen/sergilenen hemen her şeyin (ve aslen plastik malzeme olarak değil, bunların sembolize ettiklerinin) anlamsızlaşması, değersizleşmesi mesajı vardır, bunun gizli olduğu filmlerdir kara film örnekleri.
Bu belirttiğimiz ayrıcalık, Kara Film için sonu gelmez bir özgürlük anlamına gelmektedir aynı zamanda. Genel kanı olarak türün ilk örneği olan 1941 Yapımı Malta Şahini’nden bugüne ziyaretçisi hiç eksik olmayan bir tür olarak öylesine tüketilmiş, öylesine hoyrat kullanılmıştır ki türün revizyonist örneklerindeki “kötümser finale bağlanma” olayı, artık tüm bir filmin bir aldatma hikayesi anlatıyor olmasını geçmiş, bizzat bir aldatma olmasına varmıştır. Ki bu tüketilmişliği tescillemek için böyle bir incelemeye bile ihtiyacımız yok aslında çünkü türün klasiklerini incelediğimizde, en önemli 50 kara film örneğinin tamamının 1940-1955 yılları arasında üretilmiş olduğunu görüyoruz. Devasa bir tür, 10-15 yılda tüketilmiş gibidir neredeyse.
Buradan hareketle (Kutlukhan Kutlu’nun Dedektiflik Filmleri tarihi incelemesinde belirttiği gibi) bir kara film 1970-1980’li yıllarda (ve sonrasında tabii ki) çekilecekse ya revizyonist (Olağan Şüpheliler, Se7en) olmalıydı ya parodi (Big Lewbowski) ya da tamamen nostaljik (L.A. Sırları, Heat). Ve bu seçeneklerinin her birinin gerekliliklerini yerine getirmeliydi yapılacak filmler. Bunun dışında çekilebilecek örneklerin başarıyla anılması çok güçtü.
Şimdi…. Zaaf’ı incelemek için adını andığımız örneklerden yola çıkmış olmak biraz haksızlık gibi görünebilir ama mesele filmlerin önemi, kalitesi, bu filmlerin ardındaki isimler falan değil. Ben bu kısa kara film tarihi özetimle Zaaf’ın sorununu özetlemiş oldum bile. Zaaf, iste kısa, ister uzun olsun ister Özgür Bakar yazsın ister David Koepp, 70 senelik devasa bir “yığıntı” deposu yokmuş gibi davranan bir film. Biz bu filmi 10 kere değil, 100 kere değil, 1000 kere izledik.
Ha…. Hemen şimdi kendimi bu filmi yapanların yerine koyuyorum. Biri bana “biz bunu 1000 kere izledik” dese ne derdim? Şunu 2 şeyi derdim:
1- L.A. Sırları 999.’ydu. Bu da 1000 olsun. Onu izledin severek, bunu niye izlemiyorsun? (Mesele tabii ki birebir karşılaştırma değil. Açılımı: Eğer, gerek metinle gerek görsellikle yeterince özenli bir iş çıkarırsak kaçıncı olduğu çok da fark etmez. Çünkü bu tip öyküler her zaman belirli bir çekiciliğe sahiptir. Şaşırtma vardır, giz vardır, ilginç karakterler vardır ve evet itiraf edelim: Her zaman güzel tehlikeli kadınlar, yakışıklı karizmatik adamlar vardır)
2- Çok fazla tüketilmiş türler, sürekli revizyonist örneklere ihtiyaç duyarlar. Ve bu yenilikçi girişimler her zaman dönem dönem türün merkezinin hatırlatılmasına ihtiyaç duyururlar. Gerçekten şaşırtıcı biçimde, belirli zaman aralıkları ile birçok türün özetini çıkaran filmlere rastlarız. Ben de Zaaf’la küçük bir “damıtık kara film örneği” yapmaya çalıştım. En son izlediğin “saf kara film örneği”ni hatırlamayı başarırsan, Zaaf’ı yapmamın bir hata olduğunu kabul edeceğim! Çünkü muhtemelen izlediğin son saf kara film örneği Zaaf!
Çok mu iddialı oldu bilmiyorum ama gerçekten Zaaf tam olarak bu iki açıklamayı taşıyabilen bir film. Ha, başarılı olmuş mudur, olamamış mıdır o başka. Ama “1000 kere izlenmiş bir filmi tekrar yapmak” açıklamaya çalıştığımız gibi o kadar da kötülenesi bir durum sayılmaz.
Tabi bir filmin, bir türün tam göbeğinde olmaktan çekinmemesi hatta bir türün özetini çıkarmaya niyetlenmesi onu incelerken hem işimizi kolaylaştırıyor hem de bir parça katı ve acımasız olma hakkını veriyor bize.
-İzlemeyenler son paragraf hariç okumasın-
Bir kere Zaaf’ın en büyük hatası, film boyunca yaşattığı şaşırtmacanın arka yüzünü açıklamaması. Çünkü ortada çok ciddi bir açıklık, anlaşılmazlık var. Tolga Akman’In karakteri, bu dolandırıcıları dolandırmak için mi o duraktaydı? Yani en başından beri mi bu dolandırıcıları kandırıyordu? İlk bakışta öyle gördüm ben ama durumum böyle olması hiç inandırıcı değil. Dünyanın en zeki dolandırıcısı da olsa bunu ayarlaması olanaksız. Mantıklı değil yani. “Ben burada durayım, onlar beni bulsun” Burası İstanbul. Bulacak sayısız adam var. Neden/nasıl sen olasın? Buna göre adam, bir aldatmacanın içinde olduğunu sürecin içinde fark etti. Evet, bu zaten çok daha mantıklı. Peki hangi anda? Hangi ayrıntıda? Bir kırılma noktası olmalı. Çünkü biz, kara film izleyicileri/severleri olarak, hikayenin bizi kandırmasına alışkınız. Hatta bundan hastalıklı bir zevk alıyoruz ama sonunda nasıl kandırıldığımızı görmek hakkımız. Kara film üreticileri de bunu bilir ve bu talebe saygı duyarlar. Evet, biz izleyiciler olarak hikayenin içine serpiştirilmiş açıklıkları, ipuçlarını göremeyebiliriz. Filmin senaristi kadar yönetmeni kadar zeki dikkatli olmadığımızı baştan kabul ediyoruz (….ki kandırılmaktan gocunmuyoruz) ama filmi yapanlar bize nazik davranmalı. İşin gerçeğini, bizim fark edemediğimizi her zaman bize göstermeliler. Şimdi soruyorum: Bir arkadaşım bana tek bir film göstersin ki (Zaaf hariç yani) filmdeki kandırmaca/aldatmanın perde arkası sunulmamış! Tek bir film! Soygun öykülerinden, suç öykülerinden, polisiyelerde bilimkurgulara, kara film motifi içeren tüm örneklerde, ortada bir giz, bir sır, bir şaşırtmaca varsa her zaman ama her zaman işin şaşırtıcılığı finalde açıklanır. Ya açıklanır ya da çok zorlanılmadan, anlaşılacak biçimde sergilenir. Zaaf’ta bu yok! Adam bu dolandırıcılara tuzak mı kurdu? Zaten en başından bir tuzak mıydı? Parayı nereden biliyordu? Otel odasını nereden biliyordu? Yoksa her şeye odada mı karar verdi? Bilmiyoruz? Tahmin etmemiz gerek. İyi de hani senarist ve yönetmen bizden daha zekiydi? Biz tahminimizle bu olayı çözeceksek ve kendi tahminimizi gerçek kabul edeceksek bu filmin bir giz içermesinin ne anlamı var?
Bu Zaaf’ın en büyük zaafı. (Bu klişeyi de kullandık çok şükür ) Film bir şaşırtmaca içeriyor (hatta iki) ama içerdiği şaşırtmaları sadece istediği sonuca varmak için kullanıyor, bir ilginçlik bir zenginlik bir sevimlilik olarak kullanmıyor. Ama türün en büyük olayı bu şaşırtmacaların icrası. Ocean’a Eleven’daki soygunun arka yüzünün anlatılmadığını düşünsenize. Olağan Şüpherliler’de panodaki yazılara odaklanan sekansın var olmadığını. Tamam, kumarhane soyuldu ama nasıl? Tamam Verbal Kayzer’miş ama nasıl yani? İşte bu sorular bu türde kaçınılmaz olarak filme yönlendirilen sorulardır. Zaaf bu başlık altında kendisine yönlendirilecek olan sorulara cevap vermiyor.
Filmin diğer bir sorunu süresi gibi görünüyor. Evet, filmin süresi böylesi bir hikaye için uzun ama bu uzunluk sadece lafta uzun belki de. Çünkü söz konusu uzunluğu, sırf “böylesi bir hikaye için” gibi görmemek lazım. Çünkü bana göre Zaaf, birçok uzun metraj örneğe göre bile, birbirini kandıran iki başkarakterin yakınlaşmasını oldukça izlenir bir halde sunmayı başarıyor. Hatta bu iki karakterin yakınlaşma//dertleşme sürecinin uzunluğu ve filmin genel kompozisyonundaki yeri, filmin bildiğimiz dram sularına kayacağı hissini yaratmakta zorlanmıyor. Çünkü bu tip aldatma öykülerinde genelde bu tip yakınlaşmalar zaten biraz güvensizce, zaten bir şüphe uyandırır biçimde inşa edilir. Burada böyle bir durum yok gerçekten. Oyuncuların da başarısı ile ikili etkileşim ve duygusal paylaşım ikna edici durmuş.
Genel olarak başarılı oyunculuklarla, sorunsuz ya da göze batmayan görüntü yönetimiyle, yeterince akıcı kurgusuyla göz okşayan Zaaf, ait olduğu türün özetini çıkarmakta başarılı ancak dinamiklerini uygulamakta pek de başarılı sayılmaz. Bu haliyle de hoş bir seyirlikten öteye gidemiyor.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Öncelikle yorum için biraz geç kaldığımı farkettim ama yine de boş geçmemek lazım. Genelkurmay bildirileri gibi madde madde yazacağım, tarzımdır; alınmayın.
1. Filmin hikayesi güzel ama işlenişi çok yaratıcı değil. Bir sonraki sahneyi tahmin etmek zor olmadı izlerken. Bunu bir sorun olarak söylemiyorum tabii, her yönetmen illa ki 'merak unsuru'nu kullanacak diye bir kural yok. Sadece 'bence' daha hoş olurdu, onu belirteyim.
2. İkili diyaloglarda görüntüler tek tek çekildiği için, kurgudan sonra çevre seslerindeki farklılıklar kulağı rahatsız edici hale gelmiş. Mikrofondan kaynaklanan bir sorun olmalı, hangi mikrofon kullanıldı?
3. Oyunculuklar gayet hoş. Bir iki diyalog hariç gayet gerçekçi.. CC güzel, yakın planlar güzel, açılar güzel. Fakat genel planlar (o da iki ya da üç plan sanırım) belki açıları, belki de uzaklığın iyi ayarlanamamış olması sebebi ile rahatsız etti beni.
4. Bazı arkadaşların yapmış olduğu 'x filmindan araklanmış benzetmesi' ayıbına asla katılmıyorum. Senaryo, en basit anlatımı ile insan yaşantısının kağıda dökülmüş halidir.. Yüzeysel olarak bakıldığında her insan farklı şeyler yapıyormuş gibi görünse de, insanların düşünce yapısı, yaşamları ve fikirleri benzerdir. Bir filmin herhangi bir sahnesinin başka filme benzemesi kadar doğal bir şey yoktur. Bu filmi Hokkabaz'a benzeten sinema duayeni arkadaşımız Hokkabaz'ı benzetecek hiç mi film izleyememiş acaba?
5. Süre konusunda genel kanıya katılıyorum. Daha kısa olabilirdi. Ama dediğim gibi OLABİLİRDİ. Bu yönetmenin tercihidir. Her fırsatta övmekten bıkmadığımız, birilerinin 'sanat filmi' olarak sözünü ettiği filmlerin yüzde kaçının en az 1/3'ü fazlalık değil?
6. Uğur'un gelen tüm yorumlara içtenlikle cevap vermesi, "basit ama iyi film yapmaya çalıştım" diyebilmesi bir kişilik ve özgüven dersidir. Senaristliğin ya da yönetmenliğin, 'izleyicinin kafasını çorba etmesi' gibi bir değişmez kuralı yoktur. Kısa filmlerde özellikle böyle bir kural varmış gibi davranılması acaba sadece ülkemize yönelik mi bilemiyorum. Ben de o tarz filmler yaptım ya da yapmaya çalıştım ama insanların bu klasikleşmiş kafa yapısı, insanı kendi sevdiği işi yapmaktan bile soğutuyor zaman zaman..
Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Bir sonraki çalışmanı şimdiden merakla bekliyorum.