Forum

İkilem ( Dilemma )
 

İkilem ( Dilemma )

65 Gönderi
31 Üyeler
0 Reactions
11.2 K Görüntüleme
(@admin)
Gönderi: 0
Admin
 

Altyazı dergisinde haberini okudum Eray. Tebrik ederim ödül için.

 
Gönderildi : 28/12/2009 3:36 pm
(@foxburr-of-loamsdown)
Gönderi: 37
 

senaryo tanıdık olsa da görüntü, kurgu ve anlatım tarzıyla film diğerlerinden farklı bir kategoriye oturuyor. sinemada konu bitti artık farklı anlatım tarzları öne çıkacak diyenler bu filmden keyif alacaklar. zaten kısa filmde güzel senaryo arayışı gereksiz geliyor bana, o yüzden bu filmi sevdim eline sağlık. yalnız filmin bir eksiği var; sesler. evet belki çok diyalog yok ama önemli yine de. filmin final jeneriğinde ses için özel bir başlık olmaması da filmde sese önem vermediğini gösteriyor. telefon sahnesinde ses boğuk, kadın telefonu kapatıp arkasına dönüyor, adamla konuşması çok uzaktan çok boğuk. amatör işi. böyle güzel görüntülerin olduğu, böyle profesyonel bir çalışmanın eksisi maalesef.

yine de yaptığın bu güzel iş ve aldığın ödüller için tebrikler..

 
Gönderildi : 03/01/2010 7:55 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

(İkilem üzeirne yazıdığım ayrıntılı bir incelemedir. Ayrı başlık açmayayım dedim, yine azar yemeyelim. 🙂 )

Bir filmi değerlendirirken dikkate almamız gereken şeyleri sıralasak çok fazla maddemiz olur. Hatta bir dönem bunu denemeye çalışmıştım ama o yazım, tamamlanamayacağını hissetmiş durumda bilgisayarımda bekliyor ve uzunca bir süre daha bekleyecek gibi.

Otomobil dergilerinde, otomobilleri değerlendiren test pilotları, hatırladığım kadarı ile toplam 4 ya da 5 ana başlık, 20-25 kadar da alt başlıkta herhangi bir otomobili eksiksiz biçimde değerlendirebiliyorlar. Ve her ana başlık, birbirinden bağımsız olarak değerlendirilir otomobil testlerinde. Farklı parametreler birbirini etkiler mutlaka –örneğin yol tutuş ve konfor- ama her zaman amaç, bir “optimum nokta” bulmaya endekslidir. Şıklık ve ergonomi. Birbirini götürür çoğu zaman. Amaç: optimum nokta bulmak.

Bir otomobili test etme ile bir filmi inceleme (garip görünse de alsında çok da yanlış bir söylem olmaz “filmi test etme”) arasında şu yüzden zayıf da olsa bir bağ kurmaya çalışıyorum: Otomobiller, çok net kıstas ve başlıklar altında incelenir ve değerlendirilirler. Filmler ise özetlenemeyecek kadar çok. Bu “çok”luk da, aslında sinema yazarlarını bir gerekliliğe iter: Tek bir kıstas bul! Yoksa zaten yazamazsın.

Ve o kıstas da her filme göre değişse de bazen şu olabilir: Filmi, güzel/çirkin, iyi/kötü, değerli/değersiz, sığ/derin, güçlü/zayıf ve benzeri kılan sayısız kıstasın hiçbiri umursama! Onun yerine tek bir şeye dikkat et: Olabilecek her şeyin birbirine uyumuna. Esas kıstas, filmi oluşturan, meydana getiren kıstasları önemsememektir. Bu kıstasların bir biri ile ilişkilerini önemsemektir. Neyin neden ve nasıl olduğunun cevabı, illa filmin başka bir özelliğinde aranır. Otomobilin koltuğunun rahatlığı, yol tutuşu ile tamamen ilgisiz bir parametredir. Yani “bunun neden koltuğu kötü?” sorusunun tek cevabı “tasarımcının salaklığı”dır. Ama bir filmde, bir biri ile tamamen ilgisiz hiçbir şey var olmadığı için, daha doğrusu var olmaması gerektiği için esas önemli olan şey, bütünü incelemektir. Eğer, filmin içerdikleri üzerine sorabileceğiniz her soruya, yöneten/yazan filmin başka bir özelliği cevap verebiliyorsa o film gerçek bir başyapıttır. Çünkü eksiksiz bir dünya kurmuş ve o dünyayı canlı kılmıştır.

Fantastik bir bakış ve uzunca giriş oldu belki ama söylediklerimi İkilem’e uyarlarsanız, filmin başarısının ardındaki tek sırrın bu olduğunu göreceksiniz.

Şimdi, filmle ilgili sorular sormaya başlasak, belki cevabını filmin içerisinde bulamayacağımız sorular bulanlar olacaktır ama genel bakışta İkilem görselliğiyle, hikayesiyle, izleyicisi ile kurduğu bağ ile öyle yekpare bir doku sunuyor ki, filmi incelerken insan, “şurası şöyle burası böyle” diye lafa girmeyi garip bulup, “bu film, içerikleri ile değil, içerdiklerinin birbirleriyle kurduğu ilişki ile incelenmeli” demek zorunda hissediyor kendini.

Şimdi bu satırları yazarken, “kimin aklına ne tür sorular geldi acaba filmle ilgili” diye düşünmekten helak oldum çünkü ben fazlaca büyük cevaplar gerektiren sorular soruyor gibiyim. Ama film, bu büyükçe sorulara bile cevap vermekte zorlanmıyor.

“Bu film ne anlatıyor?” diye, aslında sorulmasının pek de doğru olmayacağı bir soruya takılsanız bile cevap filmin içinde parlıyor. Bu soruya cevap arayacağımız iki yer var. Hikaye ve görsel tercihler.

Hikayeye bakalım: Belirsiz bir finalimiz var. Ne anladınız? Net bir final var mı? Yok. Demek ki Eray Dinç’in kadın erkek ilişkileri ile ilgili net çıkarsamalar yapmak gibi bir kaygısı yok.

Buradan hareketle Eray Dinç, kendisini tescillenmiş grupların birine dahil ediyor hemen. 1- Fikri(….ni sunmak) için sinemaya ihtiyaç duyanlar (İçerikçiler: Kubrick, Cronenberg, Haneke) 2- Sinema için fikre ihtiyaç duyanlar. (Görselciler: Tony Scott, Tarsem Singh, Darren Aronofsky) Eray Dinç, çok net biçimde ikinci grupta bir isim. Filminden ne tip mesajlar çıkaracağınız onun için çok fazla önemli değil. Önemli olan, bir fikir çıkarma eğiliminde iseniz, onun attığı oltalara takılmanın zorunlu olduğu. (Üçüncü bir grup var ama o kapsamda olup olmadığını incelemenin sonunda belirlemeye çalışacağız)

İki grubun da genel olarak kötü yönde eleştirildiği bazı alışılmış yaklaşımlar vardır. Eray Dinç’i bu açıdan da sorguya tutacağız. 1. grup, bu inceleme kapsamında söz konusu değil, hiç girmeyelim. İkinci gruptaki sinemacıların genel eleştirel özellikleri nedir? Amaçları genelde görsel ve sinemasal güçlerini sunmak olduğu için, filmlerinin tematik özellikleri zayıf bulunur, “fikir fakiri” gibi değerlendirilirler. Ama aslında bu biraz da, o kişilerin fikirlerini incelemek istemeyen, buna üşenen sinema yazarlarının zayıflıklarıdır. Çünkü Mustafakenan’la binlerce kez tartıştığımız (ve herifin resmen “betonlaşma” düzeyinde sağlamlığıyla beni çileden çıkardığı, neredeyse konunun uzmanı KEzzAP’a bile sol çektiği) iddiasına uğrayacak olursak: Kamera her zaman politiktir.

İşte bu noktada, fikir için film yapmayan kişiler (Dinç gibiler) bir parça acizdirler çünkü çok derin anlamda fikir adamı olmadıklarından, görsel güçlerini sergileme çabasında olurlar, görsel tercihlerini sinemasal etkileyiciliğe hizmetle kullanırken, Kenan ve KEzzAP gibilere çok ciddi yem olurlar. Zaten genelde filmlerle ilgili ne beklenmedik, en şaşırtıcı inceleme notlarını, fikirleri bu eleştirel kişilerden duyarız. Bırakın Düd yardırsın görsellik şöyle böyle. Verin Görkem anlatsın şu türden bu türe köprü. Ama KEzzAP kalkar, dönemin en baba filmlerini “kameranın politiği” başlığı ile yerden yere vurur. Çünkü o filmlerin görsel gözleri, KEzzAP’a değil aslında bana hitap etme çabasındadır. Ama kimi kaş yapayım derken göz çıkartır. Yenilikçi geçinirken muhafazakarın kralı olur.

Neyse…. Haydi Dinç’i, diğer 2. madde kapsamındaki sinemacılar gibi yargılayalım. Hani madem bu görselci adamlar, fikirleri sinemasal hokkabazlıkları için kullanıyor ve kayda değer birşey söylemiyorlar ya…. “Sen, böylesine önemli, memleketin en büyük sorunlarından olan, üzerine okkalı laflar söylenmekte zorlanılan bir meseleyi neden kendi görsel gücün için malzeme yapıyorsun?”

Bunu derseniz düşeceğiniz yanılgı komedi filmine malzeme olacak kadar büyüktür çünkü “kamera her zaman politiktir” Dinç, farkında ya da değil, isteyerek ya da istemeyerek (aslında en doğrusu “önemsemeyerek”) bir sürü mesaj ve tespit sunuyor. “Eğer bir fikir çıkarmaya niyetiniz var ise, kameraya bakın, hikayeye falan değil” yaklaşımında olursak kaynak bol. Ve karşınızdakine, fikir için sinema yapmayan, fikirlerini bazen farkında bile olmadan kameraya yükleyen bir yönetmen dedik. İnceleyin, vurun yerden yere işte…. Sadece tek bir şeye dikkat ederek yapın bunu: İkinci gruptaki sinemacılar, evet, birinci gruptakiler kadar filozof olmayabilirler ama fikirlerinde daha “dürüst”türler. Çünkü fikirlerini çok da yönlendirerek vermezler. Onlar kamerayı bir yere koyarlar, siz fikri oradan alırsınız, eğer niyetiniz var ise.
İşte Eray Dinç’İ bu açıdan değerlendirecek olursanız ortada, bekleneceği gibi, gerçekten çok dürüst, aklının erdiği kadar acayip derece açık ve net mesajlar veren, kaba bir tabir gibi görünmesin “haddini bilen” bir sinemacı var.

Örnekleyelim: Kamera titrek, kamera konforsuz. Eray Dinç’e göre konu öyle bir konu zaten. Tom ve Jerry izler gibi izlemek olanaklı değil bu hikayeyi. Kurgu çok net değil, bir zaman karmaşası var. Kim nereden nereye gitmiş, nereye dönmüş? E mesele de öyle bir şey zaten. Renkler zıt, bazen yorucu, fazla parlak ve fazla mat. Tıpkı işlenen konunun, insan üzerindeki etkileri gibi. Kadın ve erkek gibi, kimine göre dünyanın en zıt iki kutbu olduğu iddia edilen “şey”ler üzerine bir şeyler anlatan filmin renklerinin, zıtlığa vurulmuş olması üzerine “tam isabet”ten başka ne denir? Adam kendisini, karakterleriyle ve seyirciyle aynı seviyede görüyor. Ve tabii ki konuyla/meseleyle. O konuyu karşısındaki masaya koyup gözlemlemiyor. Hissetmeye ve hissettirmeye çalışıyor. Kendisi de o masada oturuyor.

Adam otuz saniye önce sevdiği kadını adamın biriyle sevişirken görmüş. O adamı, kürsüde konuşma yapan birini izler gibi izlememizi isterse biri, ona “haklı” diyebilir miyiz? Eray, o adamı “İzlemekte zorlanmamızı hatta izleyemememizi” istemiş. Daha bir tam isabet var mı? Adam koşmaya başlıyor, artık kamera yakalamıyor. Adam bizi mi bekleyecek? Aldatılan biz değiliz, tabii ki öyle bir patlama anında ona ortak olamayacağız. Ama koşuyoruz peşinden, koştukça da ortak olma penceremiz (kadraj) dağılıyor, titriyor, kayboluyor. Ne bekliyorduk ki? Konforlu bir araçla mı gidip sevgilimizi doğrayacaktık? Hatta bunu yapanı izleyecektik?

Filmin “kameranın politiği” tercihleri, Eray Dinç’in konuya yaklaşımını ve konu üzerine fikrini eksiksiz biçimde içeriyor ve adamın fikirleri/tespitleri çok yerinde. Yani, mecaz anlamda, Eray’ı ve grubunun dahil oduğu sinemacıları aciz yakalıyoruz ya…. Varın, yakalayın. Görüyoruz ki, adam kendisini bizimle bir tutuyor ve becerisi dahilinde bizi olaya ortak etmeye uğraşıyor. Ne bazıları gibi (Kubrick) “Gelin bakalım çocuklarım, bakın buna bilim denir. Okuyun, öğrenin. Bu kadraj yetmediyse alıp duvarınıza asın ve 30 sene boyunca bakın, belki anlarsınız” diyor. Ne de başkaları gibi (Carpenter) “Yahu hafız, sisin içinden öcü çıktı mı? Çıktı. Arkasından ışığı verdik mi? Verdik. Çığlıkçı kız da bastı mı çığlığı? Bastı. E bu korkunç işte, sandalyede çekirdek çitlemeyi bırakın, ürkün biraz” diyor. Olanlara, izleyici adına tutturduğu bakış öylesine doğru ki, tebrik etmemek mümkün değil. Ve böylesine bir yaklaşım tutturması zaten en temelde, bu konunun, bu meselenin, en azından onun gözü ve birikimi dahilinde “zor, karmaşık, sarsıcı, yorucu” bir konu olduğunu gösteriyor. Eray konu üzerine bir mesaj verecek, bir tespit yapacak amacı kendisine ve bize “fazla” görüyor. Bir anlamda “uzaktan söylemek kolay, yaşayınca yetişemezsin” demiş oluyor. Ve bu zaten, konu üzerine verilecek en büyük mesajlardan biri. Susmak bazen en büyük çığlıksa, Dinç’in tavrı da buna benzer bir noktada.

Ha… mutlaka anlatılanlara farklı bakmak isteyecek kişiler olacaktır, herkes hemfikir olmayabilir yönetmenle. Mesela olanlara, karakterin duygusunu paylaşarak değil de, gözlemci gözüyle bakmak gerektiğini düşünen olabilir. Dinç’in onlara da sunduğu bir şey var. Sinematografisi çok şık ve özenli olduğu için “bir de bu bakışı deneyin bakalım” dediğinde itiraz etmek zorlaşıyor. İşin zanaat tarafının avantajı bu zaten. Bakışa katılmasanız bile, Dinç’in uygun gördüğü bakışa bağlılığı öyle üst düzey ki, paylaşmamak çok güç. Garip bir örnek gibi görünmesin, sağ görüşlü bir dinleyicinin, sol görüşlü bir müzisyenden (ya da tersi) hoşlanması gibi. Kendi inandığı şeyi ey iyi şekilde yapıyor.
İkinci bir soru soramadan 10 tane soruya cevap verdim, farkındayım, üstüme gelmeyin…. Ama neden? Çünkü ilk fırsatta söylediğim gibi, film öylesine yekpare ki, bir ayrıntıya cevap vermek, 5 farklı konuya sokuyor sizi. Tek bir sekanstan, tek bir zaman/mekandan oluşan film, (algılayabildiğim kadarı ile gerçek zamanlı ya da buna çok yakın bir film zaten) hikayesiyle de, görselliğiyle de fazla bütünlük içinde. Gerçekten kısa, gerçek bir kısa İkilem.

Biraz garip bir yazı oldu aslında. Filmden çok, filmin yönetmeniyle ve izleyicisiyle ilişkisi incelemiş gibi oldum ama içimden böyle geldi, bende bıraktım, çıkan çıktı. Genel olarak, gerek basitgibii görünen ama zihin yoran hikayesi ile, gerek enfes görselliği ile İkilem gerçekten çok başarılı bir film. Nadiren örneğine rastladığımız, hikâyede nelerin olup olmadığını öğrenmenin çok da şart olmadığı, sözlerini hiç anlamadığımız ama notalarından, düzenlemesinden ve vokalinin hissettirdiklerinden çokça etkilendiğimiz bilmediğimiz dildeki bir şarkı gibi bir film.

Son olarak Dinç, üçüncü grupta mı acaba onu belirlemeye çalışacaktık. Bu üçüncü grup, iki grubu birleştirmeyi başaranlardan oluşur. Her sinemaseverin bu grup dahilinde gördüğü isimler değişebilir. (Az önce benim belirttiklerim de dahil tabi. Onlar kendi fikrime göre idi) Şu soruya cevap verebilirsek Dinç’in, daha çok hangi gruba bir milim daha yatkın olduğunu belirleyebiliriz. İkilem’i izlediğinizde bünyenizde fikirler mi daha aktifti duygular mı? Yoksa eşit gibi miydi durum/denge? Fikirler ise bir, duygular ise iki, denge söz konusu ise üç. Ama üç için bir şart daha var: terazinin sapını zor tutuyor olmanız.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 15/01/2010 7:15 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Abi bana bir şeyler demişsin, okuyamadım, ama okuyacağım. 🙂
Bu arada kameranın politikliği fikrini, tam olarak vazgeçmemekle birlikte, biraz detaylandırarak değiştirdim.
Bunu söyleyeyim.

 
Gönderildi : 15/01/2010 10:21 pm
(@sickman)
Gönderi: 0
 

Şu soruya cevap verebilirsek Dinç’in, daha çok hangi gruba bir milim daha yatkın olduğunu belirleyebiliriz. İkilem’i izlediğinizde bünyenizde fikirler mi daha aktifti duygular mı? Yoksa eşit gibi miydi durum/denge? Fikirler ise bir, duygular ise iki, denge söz konusu ise üç. Ama üç için bir şart daha var: terazinin sapını zor tutuyor olmanız.

Haha, final muhteşem olmuş. Güzel yazı.

www.fadeoutstudios.com - www.soberworks.ist - www.budabi.tv

 
Gönderildi : 15/01/2010 10:45 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

KEzzAP, o yazıyı bir ara göreyim ben. 🙂
Sağol sickman....

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 18/01/2010 7:56 pm
(@eraydinc)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Görkem gerçekten çok teşekkürler. Filmi beğendiğin için değil beni ve filmimi ciddiye alıp sinematik yorumlar eşliğinde eleştirdiğin için. Bunu benim için yapan birkaç sinema eleştirmeni oldu ve bu işi hakkıyla yaptılar. Görkem'inkide sinematografi ve üslubu sentezleyen bir inceleme makalesi olduğu için çok sevindim. Gerçekten dolu dolu bir yazıydı. Tekrardan teşekkürler.

Daha taze olan birbaşka filmim olan Silüet 'i de filmfabrikasına paylaştım. Onun içinde en azından yorum bekliyorum 🙂
Tüm filmlerim vimeoda mevcut. Filmler arası kıyaslama yapmayı sevenlerde oradan filmleri bulabilirler

Saygılar..

eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc

 
Gönderildi : 19/01/2010 7:41 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Rica ederim Eray, benim için keyifti. En azından bu film için konuşayım, bir nev'i yukarıdaki yazımın özeti gibi olsun: Görebildiğim kadarı ile sen, (en azından bu filminde) çok doğru/haklı bir hedef belirlemişsin kendine ve bu hedefe ulaşma yöntemin/yolun o kadar net ki şaşırmamak elde deği. Hamlelerini, tercihlerini, amacını, niyetini tutup çıkarmak o kadar kolay ve keyif verici ki ki (eksi yönde bir yorum değil bu, tersine "net"lik açısından ne istediğini bilen ve bunu başarılı bir şekilde uygulayabilen anlamında) oturup filmi incelemek yerine, senin filmini biçimlendirişini incelemek, bir kadrajı çizerken zihninden geçenleri hissettiğimi göstermek zorunda kaldım, ne kadar başardım bilemem.

Zaman buldukça kısa filmler üzerine yazmaya çalışacağım ilerleyen zamanlarda zaten. Daha önce de söylemeye çalıştığım gibi, filmi başarılı bulup bulmamak ayrı birşeydir. Her film, popülist amaçlı olmadığı sürece konuşulduğu ve incelendiği ölçüde değer kazanır. Elimden geldiğince, zaman bulabildiğimce "kısa filmleri değerlendirme"ye çalışacağım.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 20/01/2010 2:07 am
(@eraydinc)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Biraz önce edinilen bilgi ...

İkilem 60. Berlin film festivalinde Türkiye 'yi temsil edecek ... Teşekkürler ...

eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc

 
Gönderildi : 21/01/2010 7:46 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Biraz önce edinilen bilgi ...

İkilem 60. Berlin film festivalinde Türkiye 'yi temsil edecek ... Teşekkürler ...

Ooov! Süper haber...

 
Gönderildi : 21/01/2010 11:27 pm
(@sickman)
Gönderi: 0
 

Tebrikler Eray süper haber.

www.fadeoutstudios.com - www.soberworks.ist - www.budabi.tv

 
Gönderildi : 22/01/2010 1:35 am
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Çok sevindim, tebrik ederim.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 22/01/2010 1:41 am
(@aykutkaragol)
Gönderi: 0
 

Tebrik ederim Eray, çok sevindirici bir haber.

 
Gönderildi : 22/01/2010 3:28 pm
(@eraydinc)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Teşekkürler. Bugünde İkilem, 6. Akbank Kısa Film Festivalinde Finale Kaldı ...

eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc

 
Gönderildi : 26/01/2010 12:06 am
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Eray, diğer kısalara da ödül bırak yahu. 🙂

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 26/01/2010 12:33 am
Sayfa 4 / 5
Paylaş: