Forum

Michael Mann
 

Michael Mann

9 Gönderi
1 Üyeler
0 Reactions
3,973 Görüntüleme
(@dr-no)
Gönderi: 41
Başlığı açan
 

"Katıksız erkek sineması" diyebiliriz kendisine..

"Waddaya say i buy you a cup of Coffee ?" (Ne dersin, sana bir kahve ısmarlayayım mı ?

HEAT

Ve bu kelimelerle Al Pacino birçok sinema hayranının sadece hayal ettikleri sahneyi takdim ediyor. Saplantılı polis Vincent Hanna usta hırsız McCauley'e yaklaşarak, onu kahve içmeye davet eder ve jenerasyonlarının başrol oyuncuları olan iki dev ilk ve şimdilik tek olarak karşı karşıya gelir. Pacino ve De Niro sessizlik içinde birbirlerini süzmektedir. Kargaşa yok, gürültü yok... Sadece bir çift "baba" yapmaları gerekeni yapıyor. (BlueHeat'in katkılarıyla)

 
Gönderildi : 04/02/2012 11:47 pm
(@dr-no)
Gönderi: 41
Başlığı açan
 

Ve defalarca izlediğim bu filme hazırladığım birkaç screenshot..


I do what I do best: I take scores! You do what you do best: Try to stop guys like me!!!


This regular-type life like your life?


I have one where I'm drowning. I gotta wake myself up and start breathing or I'll die in my sleep.


There's a flip side to that coin. What if you do got me boxed in and I gotta put you down?

 
Gönderildi : 04/02/2012 11:53 pm
(@dr-no)
Gönderi: 41
Başlığı açan
 


Then don't take down scores!!


My life? No, my life.... My life's a disaster zone!!!


That's an interesting point. Are you a monk?


But, I tell you if it's between you and some poor bastard whose wife
you're gonna turn into a widow, Brother! You Are Going Down!!!!


- I don't want to either.
- Neither do I.

 
Gönderildi : 04/02/2012 11:57 pm
(@dr-no)
Gönderi: 41
Başlığı açan
 

 
Gönderildi : 05/02/2012 12:06 am
(@dr-no)
Gönderi: 41
Başlığı açan
 

Eller masada.. Olmayan bi kadraj...

 
Gönderildi : 05/02/2012 12:10 am
(@dr-no)
Gönderi: 41
Başlığı açan
 

Eleştirmenlerin son dönemin en çarpıcı filmlerinden biri saydıkları, hatta kimilerinin biraz daha ileri gidip en çarpıcı hırsız-polis öyküsü dedikleri bir film. Genel bir kanıyla kimi aktörler kendilerini satıyorlar, yani mal kendini satıyor da denebilir. Eğer iyi bir hikayeniz varsa yola çıkabilirsiniz belki ama bu sadece bir başlangıç.. Babaları kadroya dahil etmelisiniz ki kitleye ulaşsın bu iyi hikaye. Oyunculuktaki temel kuralların sınırlarını zorlayıp yeni şekiller yaratan, kendi başlarına bir tür olan, şimdiden birer efsane olmayı başarmış isimler ders verircesine döktürüyorlar bu filmde.. Her sahnesinde bir heyecan yüklü, çünkü kimse kendini kanıtlamaya çalışmıyor.. Herkes zaten kendinden emin. Bu filme yönelik eleştirilerde başı çeken bir gişe filmi olduğu yönündeydi. İşin sanatsal yönü bir kenara bırakılmış, sırtını büyük aktörlere dayamış bir film. Fakat bu yönde düşünüldüğünde filmde genel sanatsal performansın sergilenebileceği bir yön olmadığı ortaya çıkıyor. Filmde felsefi düşünce yok, çünkü karakterlerin hayatları yeterince acımasız ve buhranlı; işlerini ellerinden geldiğince iyi kotarmaya çalışıyorlar. Bir psikolojik çözümleme sahnesi var ki; Robert De Niro kadınına çaresizliğini anlatıyor ve bir teslim bayrağı. De Niro'nun 30 yıllık kariyerine yapılan bir eleştiride metod oyunculuğunu abarttı;elini yüzünü o kadar çok kullanıyor ki senaryoyu unutuyoruz deniyordu...Heat'de kadınlar onu Tanrı ilan ettiler;eleştirmenlerin ne ilan ettiklerini bilemiyoruz... Taksi şöföründen 15 dakika'ya uzanan yıllar;karakterler ,neticede De Niro yerinden kıpıldamıyor, en çok kazanan aktörlerden biri olmaya devam ediyor.Heat'de ekibini öyle bir yönetiyor ki sizi sanki suç işlemeye sevk ediyor; organizasyonun böylesi...Hiç konuşmuyor;adeta buna gerek yok...Sessiz ve derinden giden bir ekibin en güçlü sesleri çıkaran basçısı misali.De Niro çok az filminde bu karakter kadar acımasız;belki de sadece Misyon'da.Sinema eleştirmenleri binbir umutla filmin premier'ine gidiyorlar;basın toplantısında ağzından bir iki laf alırız diye;nafile...Filmdeki karakterden de sessiz bir tavırla sadece yüzünü buruşturup gülüyor sorulan her soruya;bambaşka bir boyuttayım diyor;yapmamız gereken ise buna sadece saygı duymak;ağzından laf alıp da ne yapacaksınız filmlerini izleyin işte...Hangi filminde kendisinin dışında birini oynadı ki;ille bunu itiraf ettireceksiniz .Boşuna dememişler De Niro rol yapmaz diye.Bir arkadaşım sırf Val Kilmer için Dr. Moreau'nun Adası'na gitmişti;rezalet diyordu film için;Val Kilmer'ı Heat'de izlemişti ve aynı performansı beklemişti bu filmde de;ne büyük bir yanlış...Val Kilmer'ı kendini zorlamaya sevkedecek oyuncular yoktu karşısında ve hikaye de yeterince kötüydü.Kariyeri boyunca bir daha öyle bir performans sergiler mi muamma...En çarpıcı sahnelerden biri sevgilisinin Chris'e "gelme!" dediği sahne;gelme sevgilim ,aynasızlar seni bekliyor...Bazılarının da değeri geç mi anlaşılıyor nedir;Geceyarısı Kovboyu'nda Dustin Hoffman'ın eşsiz partneri olarak oskarı kaldıran Jon Voight 50 yaşına geldi kıymete bindi;ama haklı da zira Heat'de çetenin en kıdemli organizatörü rolünde göze batmanın ötesinde ben buradayım! diye haykırıyor.De Niro'nun güvendiği tek adam;fakat bir insana bile fazla güvenmemeli...Relic'te sessiz bir yorum;Er Ryan'da ise parlayan bir yıldız;her iki filmin de ortak özelliği Heat'den sonra gelmesi.Tom Sizemore yardımcı rollerdeki başarısıyla göze girdi ve listeye alındı;o da bunu Heat'deki performansına borçlu hiç şüphesiz.Kariyerindeki bu dönüm noktasına kadar zayıf fiziğiyle oynamış Sizemore'un kulağına kilo almasını kimi fısıldadıysa iyi etmiş;Oh be,kendime geldim! der gibi bir hali var o günden bu yana.Banka sahnesinde ölümcül bakışları işin ciddiyetini bir kez daha tüm sıcaklığıyla hissetmemizi ve adeta kopmamızı sağlıyor.Para çantasıyla arabaya yürüdüğü sahne...Gözünü yerden ayırmayan bir suç adamı ve onun farkında bile olmayan bir iş saati...Bir adam bir filmde Sean Penn'e şöyle diyordu:Bazen bir iyilik insanı bir kurşundan daha çabuk öldürür!Heat'de aynı adam iyilik yapmaya razı;ama birilerini öldürmek için değil ;tek amacı işini en iyi şekilde icra etmek,özellikle de kendisine meydan okuyan bir suçlu söz konusuysa.Bir polis şefinden ne beklenirse hepsini ortaya koyan bir buhran adamı ve çevresinde asistan kıvamında dolaşan kanun adamları.Uzun bir aradan sonra kendini bu derece bulan bir aktör;belki de “Kadın Kokusu”ndan sonra en büyük fırsattı bu Al Pacino için... Kapkara bir yüz ifadesi,aynı renkte takım elbiseler,De Niro masmavi denize bakarken Pacino’nun onu bulma çabaları; berbat bir aile hayatı,annesinden çok üvey babasını seven ve kan gölünde boğulmaya çalışan bir kız çocuğu...Pacino’nun işi bu sefer belki de her zamankinden daha zor;zira karşısında,bulunduğu camiada hep en büyük rakiplerinden biri olarak gösterilen,ilk defa karşı karşıya oynadığı “Geyik Avcısı” De Niro var...Bu ikilinin aynı filmde buluşması;özellikle de birbirlerini kovaladıkları bir senaryoyu canlandırmaları uzun süredir beklenen bir şeydi.Başlangıçta planlar biraz farklıydı;De Niro polisi,Pacino ise soygun çetesinin başını oynayacaktı;fakat aralarında anlaştılar ve rolleri değiştiler.İnsanın içinden iyi yapmışlar demek geliyor;fakat başlangıçtaki şekliyle oynasalardı da aynı şeyi diyeceğimden eminim...Michael Mann filmin yönetmeni ve senaristi olmakla beraber,ABD’de ünlü bir edebiyatçı ve eski bir dizi yönetmeni;Miami Vice onun yaratıcılığında gelişen bir polisiye.Hatırlanacağı üzere bu dizi döneminin hitiydi ve türünün belki de en canlısıydı;insanlar gerçek hayatta da dizide gördüklerini yaşamak istiyorlardı,Don Johnson büyük bir yıldız olmuştu,hırsız-polis kovalamacalarında çekimler hiç bu kadar inandırıcı olmamıştı.Mann bu filmde de birinci sınıf bir deniz şehrini seçiyor:Los Angeles. Çok yönlü senaryo kavramına sıkı sıkıya bağlı bir yönetmen Mann ve yazdıklarına kıyıp kısaltamamasıyla ünlü; gerçi filmlerinde göze batan bir fazlalık olmuyor,sadece izledikten sonra 3 saat sürdüğünü anlıyorsunuz;bunun sebebi akıcı senaryoyu ruhani müzikle desteklemesi.Gerek Heat’de gerekse son filmi “İnsider”da müzikler şaşırtıcı derecede etkileyici ve karamsar;dinlerken o sahneyi canlandıran oyuncunun neler hissettiği apaçık ortaya çıkıyor.Al Pacino Brian De Palma’nın oyuncusu olarak anılırdı;son dönemde bunu söylemek zor;zira Pacino Mann ile gayet iyi anlaşıyor ve birlikte filmleri iyi kotarıyorlar;”Köstebek(İnsider)”te aralarına bir de Russell Crowe’u aldılar ki performansıyla oskara aday oldu.Mann aradığı Don Johnson karakterini Pacino’da fazlasıyla buldu;zira yaralı yüz ya da Serpico karışık olaylara düşünmeden giren bir karakterdi ve dünyaya bir şeyler ispatlamak ister gibi bir hali vardı;Mann sahneyi ona özgürce bırakıyor ve senaryo kalitesi Pacino’nun tam da aradığı kıvamda.Mann Heat’de onu De Niro’nun karşısına oturttu; karşılıklı kahve içtiler –suçlu ve polis-bir kıyaslama sahnesini canlandırdılar;fakat neye göre bir kıyas?İkisinin de yüzü tanıdık ve ikisi de kahveyi aynı hızla içiyorlar...Banka sahnesi her şeye rağmen Heat’in en büyük yankıyı uyandıran sahnesi oldu; sokak ortasında tam anlamıyla bir savaş;masum insanlar ölüyor ve suçlular kaçıyor...M-16 larıyla etrafı kana bulayan bir çete ve polislerin çaresizliği;ölüm kol geziyor...Filmin sonunda birisi düşecek;kötü adamın sonu geliyor;ölüm anında iyi adamın elini tutuyor belki de “Ben yaptım siz yapmayın” demeye getiriyor...

 
Gönderildi : 05/02/2012 1:20 am
(@dr-no)
Gönderi: 41
Başlığı açan
 

Not: Yazıda filmle ilgili bazı gelişmelerden bahsedilmektedir.

Michael Mann hep yalnız ve mutsuz adamların hikayelerini anlatır. Aksiyon, silah, kaçışlar filmlerinin cilasıdır aslında. Şehir ve yalnız adamlardır asıl anlattığı. Los Angeles ve yalnız adamları... Collateral de bu geleneği bozmaz ve Mann'in en ünlü başyapıtı 'Heat/ Büyük Hesaplaşma' ile neredeyse aynı ruh halini taşır; şehir, gece, suçlular ve kanun adamları… Basit bir konusu var kağıt üzerinde 'Collateral'in. Ama yönetmen koltuğundaki isim Michael Mann olunca ne anlattığının önemi kalmıyor. Max titiz ve dakik bir taksi şoförüdür. Arabasına Vincent'ın binmesiyle gecesi, hayatı alt üst olur. Vincent usta bir kiralık katildir ve gece boyunca 6 kişiyi öldürecektir. Ve Max'i de bu işe dahil eder. Bu kadar basit bir konuyu başyapıta çeviren hiç kuşkusuz filmin karakterleri üzerine inşa edilmesi. Max, taksicilikten mutlu değildir. Limuzin şirketi kurmak gibi bir hayali vardır. Her gün defalarca arabasındaki kartpostala bakar. Canı her sıkıldığında mola verip Maldiv Adaları'na bakar. Bir hayali vardır ama o hayali orada, uzakta, öylece durmaktadır. Ertelenmiş bir hayali ve bir an önce bırakmak istediği halde 12 yıldır bırakamadığı mesleğiyle Max sıradan bir insandır. Los Angeles’ın keşmekeşinde kaybolan sıradan bir taksi şoförü. Vincent ise ilk kareden itibaren cool’dur. Filmin başında hakkında ne biliyorsak sonunda da çok fazlasını öğrenemeyiz. Dışarıdan gelmiş bir kiralık katil, işini bitirip gidecektir. Vincent hakkında bildiklerimiz Max ve Los Angeles için söylediği sözlerdir sadece. Los Angeles'ta kimsenin birbirini tanımadığını söyler Max’e ve şu hikayeyi anlatır: ''Adamın biri bir gün metroya biniyor ve ölüyor. Cesedini birinin fark etmesi 6 saat sürüyor. Kimse fark etmiyor'' Bunun gibi Vincent'ın modern insana dair eleştirileri Max ve Los Angeles üzerinden yapılır ve bu da filmin ruh halini özetleyen cümlelerdir aslında. Burada Los Angeles'a bir parantez açmak gerekiyor. Mann'in çoğu filminde adı yazmasa da başrolde olan bir şehir Los Angeles. Kalabalığı, temposu, sokakları, rutini, gece sessizliği, sokak lambalarıyla Mann'in filmlerinde güzel ama acımasız bir şehir olarak yer almaya devam ediyor. İçe içe geçmiş caddeler arasında yükselen binalar yanıltıcı bir gece güzelliği sunuyor, mutsuz ve yalnız insanları kaybeden bir güzellik. Max ve Vincent la beraber seyirci de Mann'in dijital kamerasıyla, ince ince detaylandırılmış bu eşsiz görüntülere doyuyor. Alaycı konuşmasıyla farklı bir kiralık katil profili çizen Vincent herhangi bir şeye, yere ya da kişiye bağlılığı olmayan bir adam. Nihilist bir adam gibi gözükmesi biraz da onun hakkında fazla şey bilmiyor oluşumuzdan. Belki 'Büyük Hesaplaşma'daki Neil McCauley'i hatırlatmasından yola çıkarak işini iyi yapsa da mutlu olmayan ama bunu fazla sorgulamayan, ailesi olmayan, sevgilisi olsa bile yalnız yaşayan bir adam olduğunu tahmin edebiliriz. Ve Los Angeles gibi bir şehirde Max gibi birisiyle karşılaşması ancak bir Mann filminde gerçekleşebilir. Birbirine zıt karakterdeki iki adam, 'doğaçlama' gecede giderek yakınlaşırlar. İyi-kötü ayrımı silikleşir, Mann, kamerasıyla şehrin en yalnız anlarını yakalar. Vincent, Max'in karakterini eşeledikçe ikisinin ve şehrin silüeti renk değiştirir. Cinayetler, hedefteki isimler anlamını kaybeder. Hayat kısadır. Ve kırmızı ışıkta durur araba. Shadow of the Sun çalmaya başlar, çakallar geçer. Max ve Vincent sadece bakarlar. Çakalın gözü parlar, Los Angeles'ın tüm yalnızlığı kısa bir süreliğine o ana düşer. Sonra film akmaya devam eder… Vincent cinayet işledikçe Max'le arasındaki diyaloglar sertleşmeye başlar. Güçlü konumda Vincent olduğu için her şeyi o yönlendirir. Ama Vincent'ın gücü sadece silahından gelmez. Çünkü Max karakter olarak da zayıftır. Her gün ziyaret ettiği annesine işiyle ilgili yalan söyler, haklı olduğu halde patronuna sesini çıkaramaz, ama en kötüsü de hayalini devamlı erteler. Çok istediği halde harekete geçemez. ''Bir gün uyanacaksın ve bunların olmadığını fark edeceksin. Bakacaksın, planların mahvolmuş. Asla olmayacak. Birden yaşlanacaksın… O kızı arayamıyorsun bile...'' Vincent bu sözlerinde haklıdır çünkü, Vincent taksisine binene kadar Max'in hayatı rutin bir şekilde akıp gitmiştir. Hayalleri sadece o kartpostalda durmaktadır ve hiçbir şey yapmamaktadır. Filmin başında taksisine binen avukat Annie’den hoşlanır. Kısa yolculukta işleri ve hayalleri hakkında konuşurlar. Max, Annie'ye onun daha çok ihtiyacı olduğunu düşünerek, her sıkıldığında baktığı hayalini, o kartpostalı verir ve ''Her gün geçtiğin yerleri farklı bir şekilde gösterir'' der. Max'ten etkilenen Annie de inerken kartvizitini bırakır. Ama Vincent Max'in onu aramayacağını bilir. Annie, filmin başında görünüp kaybolur ama önemli bir rolü olacağını tahmin ederiz. Çünkü Michael Mann sinemasında kadınların öyküye ‘ölümcül’ katkıları olur. Varlığıyla ya da yokluğuyla filmin öyküsünün yönünü değiştirirler. Burada da öyle olur. Vincent’ın hedefindeki 6. isim Annie’dir. Ve Max onu kurtarmak için harekete geçer. Artık tamamen farklı biri olduğu, bazen Vincent’ı bile taklit ettiği gecede Annie için Vincent’ın karşısında durmaya çalışır. Micahel Mann’in kamerasını adeta konuşturduğu final bölümünde Max ve Vincent karşı karşıya kalır. Bu kovalamaca esnasında Annie’nin masasında Max’in verdiği kartpostalı görürüz. Çoğu izleyici için bir klişedir belki de ama aslında Michael Mann sinemasının bir anahtarıdır o. İlk filminden beri kurduğu anlatının yüzlerce parçasından biri. Los Anegeles, hayaller, pişmanlıklar, mutsuzluklar… Ve sinema tarihine geçen metro sahnesinde, Heat’ten bile daha hüzünlü olan finalinde Vincent, filmin başında anlattığı hikayenin kendisi olur. Kafasını kaldırmaya çalışır ve Max’e sorar: ‘’Farkeden olur mu?’’ Mann, basit bir öykü, iki adam artı bir şehirden yine varoluşcu bir film çıkarmakla kalmıyor, cool adamları, grenli görüntüleri, soundtrack'i, alemeti farikası kamera açılarıyla ilk dakikasından son sahnesine kadar stilize bir başyapıt ortaya çıkarıyor. Genel kanı ‘Insider’ ve ‘Heat'in Mann’in en iyileri olduğudur ama kanımca ‘Collateral’ Mann’in filmografisinin aşılması kolay olmayan en önemli başyapıtı.

http://www.rumelitv.com/g-mutsuz-sehir-yalniz-adamlarg.aspx " onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 09/02/2012 5:33 pm
(@dr-no)
Gönderi: 41
Başlığı açan
 

Daha iyi bir "club sahne" var mıdır acaba? paul oakenfold'un da hakkını vermek lazım..

https://www.youtube.com/watch?v=

 
Gönderildi : 09/02/2012 5:37 pm
(@dr-no)
Gönderi: 41
Başlığı açan
 

Ve ortalara doğru, eşine az rastlanır bir altmetin, mükemmel bir kolaj.. Mann'in dünyası Los Angeles'ta palmiye karanlığından fırlayan bir çakal Vincent gümüş tilkisine karşı gözlerini parlatıyor. katil ve iyi bir adama "Buranın asıl sahibi benim!" diyor..

Shadow of the Sun

 
Gönderildi : 09/02/2012 9:43 pm
Paylaş: