Forum

Federico Fellini
 

Federico Fellini

4 Gönderi
4 Üyeler
0 Reactions
2,804 Görüntüleme
(@yaseminxyz)
Gönderi: 6
Başlığı açan
 

17 Ocak 2012

FEDERICO FELLINI (20 OCAK 1920 – 31 EKİM 1993)

“Sinema rüyanın dillerini kullandığından beri rüyalar hakkında konuşmak filmler hakkında konuşmak gibi; yıllar saniyeler içinde geçebilir ve kendinizi bir anda başka bir yerde bulabilirsiniz. Bu görüntülerden oluşmuş bir dil. Ve gerçek sinemada, her nesne ve her ışığın aynı rüyada olduğu gibi bir anlamı vardır.” Federico Fellini

Dahi-deli Fellini 20 Ocak 1920’de dünyaya gözlerini İtalya’nın şirin bir kasabası olan Rimini’de açtı. Kendini bildi bileli nefret ettiği iki şey vardı. Sabahın köründe yataktan kalkmak suretiyle gittiği dini okulu ve faşizm… Hayatta sevdiği iki şey vardı. Resim ve sinema…

Rimini ikinci dünya savaşının etkisiyle sarsılmış ve yıkım yüzünden okunurken birçok yönetmene mekân olarak ilham kaynağı olmuştu. Fakat durum Fellini için biraz farklıydı. O mekâna anlam yüklemeyi başaran mecazın en ince ayrıntılarını kullanarak hayatına renk ve yön veren bu kasabayı soluyan, ağlayan, gülen, seven ve nefret eden bir birey haline dönüştürmeyi başaran tek yönetmendi.

Fellini okuduğu okuldan o kadar nefret ediyordu ki o cendereden çıkmanın tek yolunun kaçmak olduğunu ilk kez on yaşındayken keşfetti. Okuldan kaçıp bir sirkin renkli kucağına sığındı. Çalışan eve ekmek getiren anlayışlı bir babanın ve tam bir ev hanımı olan annesinin doktor veya avukat olma düşlerine sonuna kadar karşı çıkmak da bu kaçışın bir göstergesiydi aslında. Hayır, o ne olacağını da ne olamayacağını da çok iyi biliyordu. Resim yapmalıydı. İnsanları güldürmenin bir yolunu bulmalıydı. Onlara kendi rüyalarını, korkularını onları sıkmadan anlatmanın, hayatlarına davetsiz bir misafir gibi girmenin bir yolunu bulmalıydı. Kendinin de dediği gibi o bir yalancı olarak doğmuştu ve yalanlarına kendiyle birlikte inanacak insanlara sahip olmalıydı.

Gençliği İtalyan faşizmin en yüksek perdeden bağırdığı zamanlara rastlamıştı. Birçok meslekle uğraştı. Bunların arasında gazetecilik, polislik ve karikatüristlik de vardı. 1938’de üniversiteye kaydını yaptırdı fakat okula devam etmek yerine mizah dergisi 420 ve resimli roman dergisi Avventurosa için çalışmaya başladı. 1939’da Roma’nın yolunu tuttu amaç karikatürist olarak çalışmaktı. Her ne kadar yönetmen olarak şan şöhret denen gösterişli kadını kucaklasa da onu zirvenin ilk basamaklarına taşıyan bir filmin afişi olmuştu. Mussolini’nin faşist rejimi sırasında avangard tarzını çekinmeden ortaya koyabiliyordu. 1940 yılına kadar radyo oyunları ve filmler için espriler yazdı. Yazdığı radyo oyunlarından biri olan Cicco ve Pallina’da bir ses duydu. Bu ses onun evleneceği kadına aitti. 1943’de hayatını iyi, kötü, çapkın olarak geçireceği eşi Giulietta Masina ile evlendi. Birçok filmde birlikte çalıştılar. En son Oscar’ını alırken titreyen elleriyle mikrofonu kavrayıp ona şöyle seslenmişti; “Hadi ama Giulietta ağlamayı kes artık!”

İlk senaryolarını Alleanza Cinematografica İtaliana’da bulunduğu süre zarfında yazdı. Burada çalışırken Roberto Rosselini ve İngmar Bergman ile tanışma fırsatı buldu ve Rosselini ile birlikte 1944’de Roma Citta Apperta adlı filmin senaryosu üzerine çalıştı. Roma’da Mussolini’nin düşüşünden sonra çizimlerini satmak üzere bir dükkân açtı. Dükkânın adı Funny Face Shop idi. Ve soranlara ilham kaynağı olarak her daim Goethe’yi işaret etti. 1946-1952 yılları arasında senaryo yazarı ve yönetmen yardımcısı olarak Rosselini, Alberto Lattuada ve Pietro Germi ile yoluna devam etti.

“Ben sanatçı için bütün bir özgürlüğün olduğuna inanmıyorum! Kendine kalsa istediği her şeyi yapmak için özgür, ancak genelde hiç bir şey yapmaz. Eğer sanatçı için ilham beklerken tehlikeli bir şey varsa o da hayatındaki bu özgürlüğünün sorunudur.”

1950 yılına gelindiğinde Fellini ilk filmini çekmişti artık. Çizmişti, yazmıştı ama hayatta ki özgürlük sorununun çözümünü beyaz perde de bulacaktı. Onun bu çıkmazdan kurtulmasını sağlayan ilk yapımının adı ise Luci Del Varieta( Varyete Işıkları) olacaktı. Filmi Alberto Lattuada ile birlikte yönetti. Senaryosunu da kendisi kaleme almıştı. Fakat yapım seyirci tarafından beklenen ilgiyi görmemişti ne yazık ki! Tek başına çektiği ilk filmi ise 1952 tarihli Lo Sceicco Bianco(Beyaz Şeyh) olacaktı. Film yeni gerçekçilik akımının çok dışında tamamen düşsel bir dünyanın renklerini taşıyordu. İçinde kara mizah, fantezi ve buruk bir acı vardı. Seyirci tarafından anlaşılamayan yapım eleştirmenlerden de iyi not alamamıştı. Fellini ise yılmadan ve eleştirilere takılmadan yoluna devam etti. Eleştirmenler hakkında şu sözü söylemeyi ihmal etmeden;

“Hiçbir film eleştirmeninin yazdıkları filmden fazlasını söylemez, ancak eleştirmenler ellerinden geleni yaparak bizim aksini düşünmemizi sağlamaya çalışıyorlar!”

Onun için son yoktu, başlangıç yoktu sadece hayatın sonsuz tutkusu vardı. Fellini ilk filmini yönetirken ne yapması gerektiğini biliyordu. Bir yap-boz yapacaktı filmleriyle. Bu yap-boz bittiğinde kareler kendi hayatını anlatıyor olacaktı, hayallerinin eşliğinde…

Fellini, İtalyan yeni gerçekçilik akımının en önemli yönetmenlerinden biri olarak değerlendirildi. Abartılı, coşkulu bir resimdi filmleri. Müzikle akıp giden sıradan hayatlar vardı o resimde. İzleyeni kendi hayal gücünün penceresine terk ediyordu çoğu zaman. Filmde yer almayan kareleri izlerken kendinizin monte ettiğinden bile habersizdiniz. Bu akışı onun dehası sağlıyordu her zaman. Anlatmak istediklerini simgelerle dillendirmeyi sevdi. Yönetmenlik kariyerinin ilerleyen yıllarında ise yine o düşsel, akıp giden rüyalarına döndü. İnsanlara hayallerinin kapılarını açtı bu kez.

Fellini’nin kadınları vardı filmlerinde. Koca popolu ve koca göğüslü… Anaç ve çekici kadınlardı onlar. Filmlerinin her karesinde yer alıp bize günümüze dek uzanan şu tanımlamayı armağan eden hanımlar; Fellini’nin kadınları…

Fellini’nin karikatür gibi karakterleri vardı. Nerede komik, nerde acıklı olacağını tahmin edemeden dalıp gittiğiniz tiplemeleri. Hayatın tam içindendi onun kareleri. Kızan, işkence gören, gülen, okuldan kaçan, hocalarından nefret eden, ilk heyecanlarını yaşayan ya da son demlerinde ben kadın istiyorum diye ağaca tırmanan, garip din adamları vardı gülsek mi ağlasak mı karıştırdığımız… O hayatı öyle bir kucaklamıştı ki hayalle gerçeği ayırt etme derdine düşmeden onun karelerinin içinde kaybolup gitme lüksünü başka hiçbir yönetmen yaşatamadı bize. Kendi sinemamızda da etkilerini, gördük dâhinin. Ertem Eğilmez, Atıf Yılmaz gibi sinemamıza adını altın harflerle kazıyan yönetmenlerimiz ona olan hayranlıklarını belirtirlerdi zaman zaman.

Onun filmlerinden bir kaçını kısaca hatırlatalım yeri gelmişken;

La Strada (1954): Fellini’ni ilk yönetmenlik başarısını I Vitelloni (Aylaklar) ile kazandıktan sonra kendini depresyonun kıyısına getiren ve intihar girişimine sebep olan Sonsuz Sokaklar adı altında çevirdiğimiz bu filmi çeker. Acımasız bir sirk çalışanı olan Zampano’nun saf bir kız olan Gelsomino’yu işe almasıyla başlayan acı yüklü bir ilişki yumağını konu alır yapım. Zampano bu kıza yapmadığını bırakmaz. Filmde Fellini yaşadığı mutsuzluğu ve anlaşılamamanın verdiği acıyı bu iki zıt karakter eşliğinde anlatmaya çabalar. En iyi yabancı film Oscar’ını aldığı filmdir aynı zamanda.

La Dolce Vita (Tatlı Hayat, 1960): Fellini İtalyan ekonomik mucizesinden ve zenginliğin insanı ne denli çıldırtabileceğinden dem vurur sansasyonel bir gazete de çalışmak zorunda olan bir yazarın gözünden. Yitirilen insani değerleri güçlü bir tokat etkisinde sunar seyirciye. Atlamadan ve boyamadan… Dante’den zekice dokundurmalar vardır filmde. Ve Vatikan başta olmak üzere birçok oku üzerine çeker dahi adam. Film yönetmene bir Oscar daha getirecektir.

Satyricon (1969): Film İtalya- Fransa ortak yapımı fantastik bir filmdir. Senaryosunu Felini’nin yazdığı yapım Roma’lı satirik yazar Petronius’un Saytricon adlı ünlü eserinin oldukça serbest bir uyarlamasıdır. Fellini’nin toplum düzenine getirdiği eleştirilerin yansıtıldığı en sert yapımlardan biri olarak bilinir. Biz Türkler içinse en önemli özelliği filmde geçen bir yemek meclisinde dudaklardan dökülen Orhan Veli Kanık dizeleri olacaktır;

Denizlerimiz var, güneş içinde
Ağaçlarımız var, yaprak içinde
Sabah akşam gider gider, geliriz
Denizlerimiz, ağaçlarımız arasında yokluk içinde…

Giulietta Degli Spiriti (Ruhların Giulietta’sı, 1965): İlk renkli filmi olarak bilinir.

Amarcord (1973): Yabancı film Oscar’ı alan yapımlarındandır. Kara mizahın en güzel halini yansıtan film yönetmenin çocukluğundan ve gençliğinde hayal, gerçek bir takım kesitler sunması açısından da büyük önem taşır.

Hayatı boyunca 27 film yönetmiş, yedi kez Oscar’a aday gösterilmiş ve üç kez bu ödülü almaya hak kazanmıştı. 1993’de bir kalp kriziyle aramızdan ayrılana dek vazgeçmedi anlatmaktan. Aslında onunla ilgili yazmak, yazmak, yazmak gerek. Sayfalara sığmayacak bir hayaldi Fellini gerçek hayatın tezahüründe. “Benim için tek gerçek kişi hayalperest olandır. Çünkü o kendi gerçekliğinin tanığıdır.” derdi Fellini. Huzurla uyu usta…

Yazan: Melahat Yılmaz
http://www.otekisinema.com/federico-fellini/ " onclick="window.open(this.href);return false;

------

İtalyan sinemasının ünlü senaristlerinden ve yönetmenlerinden olan Federico Fellini, hayatı boyunca 27 film yönetmiş, 7 kere Oscar'a aday olmasına karşın sadece 3 kere ödülü almıştır. Oscar Ödülü'nün yanısıra Cannes, Moskova, Venedik Film Festivalleri'nde birçok ödül kazanmıştır.

Federico Fellini, 20 Ocak1920'de daha sonra filmlerinde sıkça kullanacağı Rimini'de doğdu. Çocukluğu ve gençliğinin büyük bir bölümü burada geçti. 2. Dünya Savaşı'ndan önce sessiz bir sahil kasabası olan Rimini, savaşın ardından bombardımanların ağır yıkımı altında kalmış ve harap bir duruma gelmişti. Savaştan sonra birçok yönetmen şehri filmlerinde mekan olarak kullandı ancak sadece Fellini filmlerinde mekana mecazi bir anlam yükleyerek kullandı.

Çocukluğunda resme ilgi duymuştu. Din okullarında okuduğu dönem öğrencilik hayatının en zor dönemleriydi. Daha sonraki yıllarda sanatını da en çok etkileyen olgulardan biri olan sirkler, palyaçolar ve çadır tiyatroları çocukluk yıllarının tutkularıydı. Gençliği İtalya'da faşizmin en yüksek olduğu zamana rastlamıştı. Birçok meslekle uğraştı. Bunlar arasında polislik, gazetecilik ve çizgi roman ressamlığı da vardı.

Film yönetmenliğinin yanı sıra radyo şovları ve ünlü aktör Aldo Fabrizi için mini skeçler de yazıyordu. Arada karikatür niteliğinde karakalem çizimler de yapmaktaydı. Her ne kadar yönetmenliği ile üne kavuşsa da tanınmasını sağlayan ilk çalışması bir film afişiydi. Mussolini'nin faşist rejimi sırasında avangard tarzını açık bir dille ortaya koyabiliryordu. İlk senaryolarını Alleanza Cinematografica Italiana'da bulunduğu sürede yazmıştı. Bu şirkette çalışırken Roberto Rossellini ve Ingrid Bergman ile tanıştı. Daha sonra birçok Rossellini filminin senaryosunu yazdı. 1944 yılında Mussolini'nin düşüşünden sonra Roma'da çizimlerini satmak için bir dükkan açtı. Dükkanın adı "The Funny Face Shop" idi. İlham aldığı kaynak olarak hep Goethe'yi gösterirdi. 1943 yılında oyuncu Giulietta Masina ile evlendi. Aynı oyuncu ile filmlerinde de çalıştı. Ama en çok tercih ettiği oyuncular arasında Marcello Mastroianni, Alberto Sordi ve Anita Ekberg bulunuyordu.

1950 yılına gelindiğinde ilk filmi "Luci Del Varieta"yı Alberto Lattuada ile birlikte yönetti. Filmin senaryosu kendine aitti. Ardından tek başına çektiği "Lo Sceicco Bianco"(1952) geldi. Başrolünde Alberto Sordi ve Brunella Bovo'nun yer aldığı filmin senaryosunu ünlü yönetmen Michelangelo Antonioni ile beraber yazmıştı. Bu film ile tarzını ortaya koyan Fellini, çekimler sırasında daha sonra filmlerinin müziklerini yapacak Nino Rota ile tanıştı. Bu ikisinin de kariyeri için bir dönüm noktasıydı.

Bu filmin ardından "La Strada"(1954), "Il Bidone"(1955) ve "Le Notti di Cabiria"(1957) geldi. 1960 yılına gelindiğinde en çok yankı uyandıran filmi "La Dolce Vita"yı çekti. Başrollerinde Marcello Mastroianni ve Anita Ekberg'in yeraldığı filmde, genç bir gazetecinin zengin ve sosyetik insanlar arasında yaşadıkları anlatılmaktaydı. Yozlaşan sosyeteye ve entellektüel çevreye göndermeler içeren film ile dikkatleri üstüne topladı. Oscar'a 4 dalda aday olan film, tek bir ödül alabildi.

Ardından 1963 yılında "8½", 1969'da "Satyricon", 1972'de "Roma" ve 1973 yılında "Amarcord" geldi. "8½"da bir yönetmenin iç ve dış dünyasını harmanlayıp onun hayatına dair bir hikaye anlattı. "Satyricon" adlı filminde Roma İmparatorluğu'nun çöküş dönemine farklı bir açıdan yaklaştı. "Amarcord"da ise mizaha ağırlık vererek kendi çocukluğunu resmetti. Ardarda gelen bu başarılı filmler bir anda Fellini'nin ustalar arasına girmesine neden oldu.

Filmlerinin bir bütünün parçaları olduğunu söylüyordu ve bu bütün birleştirilince kendi hayatı ortaya çıkıyordu. Işık, mekan, insanlardan oluşan kusursuz dünyalar yaratma çabasında olduğunu belirtmiştir. Her ne kadar yeni gerçekçilik akımının içinde yer alsada daha sonra fantezi dünyaları ile ilgili filmler yapmayı tercih etmiştir. Filmleri üzerinde detaylı çalışmayı seven Fellini, filmin her aşamasını kendi yönetiyordu. Eğitim hayatı pek de iyi geçmemiş, liseyi "Amarcord" adlı filminin çekimleri sırasında dışarıdan bitirmişti.

1993 yılında Oscar Onur Ödülü'nü aldıktan kısa bir süre sonra 31 Ekim1993'de kalp krizi sonucu hayata veda etti.

http://www.biyografi.info/kisi/federico-fellini " onclick="window.open(this.href);return false;

----

Federico Fellini'den Unutlumaz Sözler

Ben yalancı doğmuşum.
Ben sanatçı için bütün bir özgürlüğün olduğuna inanmıyorum. Kendine kalsa, istediği her şeyi yapmak için özgür, ancak genelde hiçbir şey yapmaz. Eğer sanatçı için ilham beklerken tehlikeli bir şey varsa hayatında bu özgürlüğünün sorunudur.
Yaratılmış şey bulunmuş ve hiçbir zaman doğru değildir. O her zaman ve yalnızca kendisidir.
Deneyim başka şeylere bakarken kazandığınız şeydir.
Bir restorana sadık olmak bir kadına sadık olmaktan kolaydır.
Hiçbir film eleştirmenin yazdıkları filmden fazlasını söylemez, ancak eleştirmenler ellerinden geleni yaparak bizim aksini düşünmemizi sağlamaya çalışıyorlar.
Nietzsche dehasının burun deliğinde olduğunu söylemiştir ve bence de burası dehanın bulunması için mükemmel bir yer.
Para ve şiir her yerde. Eksik olan şairler.
Bence televizyon demokratik söylemi alt etti, seslerin karışımı arasına görsel bir kaos ekledi. Bu gürültünün ortasında sükunetin ne anlamı var?
Sanat tamamıyla otobiyografiktir. İnci istridyenin otobiyografisidir.
Dilbalığı filetosu üzerine bir film yapsam bile, bu benimle ilgili olacaktır.
Sinema rüyanın dillerini kullandığından beri rüyalar hakkında konuşmak filmler hakkında konuşmak gibi; yıllar saniyeler içinde geçebilir ve kendinizi bir anda başka bir yerde bulabilirsiniz. Bu görüntülerden oluşmuş bir dil. Ve gerçek sinemada, her nesne ve her ışığın aynı rüyada olduğu gibi bir anlamı var.
Benim için tek gerçekçi kişi, hayalperest olandır. Çünkü o kendi gerçekliğinin tanığıdır.
Pis yalancı, küçük arsız kaltak (Oriana Fallaci'ye)

http://tr.wikiquote.org/wiki/Federico_Fellini " onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 17/01/2012 8:43 pm
(@zampano)
Gönderi: 0
 

La Strada en sevdiğim filmidir. Zampano adını aldığım filmidir aynı zamanda...

 
Gönderildi : 17/01/2012 9:33 pm
 Vlad
(@vlad)
Gönderi: 0
 

Satyricon u çekmiştir Fellini. Solda elinde kurukafa tutan şahsın bağlı olduğu grubun da ismidir. Hatta Satyr de şahsın ismidir.

 
Gönderildi : 18/01/2012 4:41 am
(@copen)
Gönderi: 0
 

eline sağlık bilgi süper, ayrıca işleri bende severim ama artık pek tahammül edemiyorum Şu sıralar sadece saygı duymakla yetiniyorum. Daha yeni daha can can lı bir şeyleri takip ediyorum niyeyse?

kötü iş kötü iştir en iyi teknoloji kullanılsa bile; iyi iş iyi iştir sadece kağıt kalem olsa bile....

 
Gönderildi : 18/01/2012 4:51 am
Paylaş: