Forum

Akkad'ın ardından y...
 

Akkad'ın ardından ya da sahipsiz öyküler

32 Gönderi
11 Üyeler
0 Reactions
8,359 Görüntüleme
(@alone)
Gönderi: 76
Başlığı açan
 

Buraları biraz hareketlendirelim.Sinemaya girmek demek sadece eline kamerayı alıp salt eğlence değildir.Sinema aynı zamanda çok büyük bir silahtır.Ki Amerika bunu 1930larda iletişim araştırmaları sırasında farketmiş ve sinemaya çok büyük bir destek vermiştir.Ki bugün meyvelerini toplamaktadır.

Avrupa sineması ise Amerika ile başedememiş kendini sanatsal olarak nitelendirilen yapımlara bırakmıştır.Ancak bu sanatsal güdünün altında maddi yetersizliğinde yatıyor olması ilginçtir.(Fransa sinemasının devlet desteği almasıyla sanatsal yapımlardan aksiyon sinemasına kayması buna önek gösterilebilir)

Bahsetmek istediğim konu sinema tarihi yada sinemanın ideolojik yapısından çok büyük bir sinema adamının ölümü ve düşündürdükleri:Mustafa Akkad..

Çağrı ve Çöl Aslanı filmlerinin unutulmaz yönetmeni Mustafa Akkad'ın, hunharca bir terör saldırısıyla hayatını kaybetmesi, hiç kuşkusuz İslam dünyasının sinema sanatı adına çok büyük bir kaybıdır.

Her iki film de, sinemanın her açıdan müthiş bir endüstri ve enstrüman haline geldiği çağımızda, "İslam dünyasında da sinema filmleri var" dedirtecek türden yüz ağartıcı ve evrensel kaliteyi yakalamış filmlerdi.
Yıllardır aynı zevkle ve defalarca izlenmelerindeki sır da buradaydı zaten.
Bu iki filme üçüncü bir halka olarak "İstanbul'un Fethi"ni de eklemeyi çok istiyordu, ama ömrü vefa etmedi.

Yaşasaydı gerekli imkânları, anlayışı ve kolaylıkları elde edip bunu başarabilecek miydi, o da meçhuldü ya!

Çünkü her şeye rağmen, İslam dünyasında sinema gerçekliğinin hakkıyla kavranabildiğini iddia etmek, öyle çok da kolay olmasa gerek.
"Her şeye rağmen" dedim, çünkü özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüyle birlikte Batı sömürgeciliğinin askeri ve kültürel saldırılarıyla çok büyük dramlara sahne oldu İslam dünyası.

20. yüzyıl tamamen işgaller, acılar, yoksulluklar ve savaşlar içinde geçti.
21. yüzyılın ilk çeyreğine yaklaştığımız günümüzde de, aynı işgaller, aynı savaşlar, aynı dramlar, aynı yoksulluklar bütün hızıyla sürüp gidiyor.
Tüm bu olanlara rağmen, çekilen acıların sinema diline kazandırılması için maalesef hiçbir şey yapılmadı.

Biz öykülerimizi kitlelere mal edip ölümsüzleştirme noktasında son derece geriyiz.
Sadece kendi aramızda bir süre konuştuğumuz, sonra da unutup gittiğimiz öykülerimiz de, en az İslam dünyasının kendisi kadar öksüz.

Oysa başkaları, yaşadıkları her türlü acıyı bütün bir dünyaya izlettirip bütün bir dünya kamuoyunu etkileme ve yönlendirme noktasında ne kadar da başarılılar değil mi?Kah iki çocuğundan birini seçerek Nazi askerlerine vermesi istenen annenin zor seçimli dramının anlatıldığı "Sophie'nin Seçimi", kah Varşova'da bir piyanistin hüzünlü öyküsünün dile getirildiği "Piyanist", kah karısı ve çocuğuyla toplama kamplarında yaşam mücadelesi veren garsonu konu alan "Hayat Güzeldir", kah ölüme gönderilen Yahudileri kurtarmak için bütün servetini feda etmeyi göze alan adamın anlatıldığı "Schindler'in Listesi" gibi filmleri, sadece İslam dünyasında bile izlemeyen kaç kişi çıkar acaba?

Peki benzer öykülerin bin beteri, asırlardır İslam topraklarında yaşanmıyor mu?
Örneğin, birkaç saat içinde 70 bin kişinin katledildiği Felluce'nin bir öyküsü yok mudur?

Ebu Gureyb'te yaşananlar başka bir ülkede yaşansaydı, şimdiye kadar çoktan sanat dallarına tercüme edilerek ölümsüzleştirilmez miydi?

Bunlar da bir yana, size sadece Afganistan'da yaşanan bir olayı anlatmak istiyorum.
Tablo şöyle:
Amerikan askerleri, halkla ilişkileri düzeltmek bağlamında yıkık dökük Afgan köylerinden birinde çocuklara futbol topu dağıtıyorlar.
Topu alan biri de, ayağının tekini ABD bombardımanında kaybetmiş tahta bacaklı bir çocuk.
Çocuğun kameralara yansıyan yüz ifadesinde inanılmaz bir öykü vardı.
"Topu veriyorsunuz ama onunla oynayacak ayağımı aldınız" der gibi bir anlam!

Steven Spielberg, Roman Polanski, Roberto Benigni, Alan J. Pakula gibi yönetmenler, bir tek bu sahne eksen alınarak bile, ne inanılmaz filmler çekerlerdi, değil mi?

Dedim ya; bizim öykülerimiz öksüzdür; hep gizli kalır ve unutulur.
Hele büyük yönetmen Mustafa Akkad'ı da kaybettik ki, sormayın.
Öykülerin öksüzlüğüne yetimlik de eklendi.
Sorarım size:
Başkaları sizin acılarınızı dile getirmiyor diye onlara kızabilir misiniz?
Hele "Sizin kendinizin bile dile getirmediğini, biz niye getirelim" diye sorarlarsa?
Verecek cevabınız kalır mı?

Dinlersem unuturum, yazarsam hatırlarım, görürsem öğrenirim.
(Japon Atasözü)

Peki acıyı yansıtmakta duyarsız ve yetersiz kalmış duygu yoksunu Avrupa sinemasının porno-aksiyon endüstrisine dönüşen kokuşmuş sinema sisteminin kolpa ödüllerini almak için birbiriyle yarışan işeyaramaz yönetmenleri?kendi acılarına yabancı Türk sineması ve bu sinemanın geleceği iletişim fakültesi öğrencileri?

Burada bahsettiğim Hollywoodvari sahte kahramanlık öyküleri yada tarihimizdeki gerçek kahramanlık öykülerinin perdeye yansıtılamaması değil.Apaçık ve gerçek yaşanan acılarımızın yarın unutulmaya yüztutması...

Eğer bundan 50 yıl sonra bizlerin şu anda rahat içinde yaşamasını sağlamak için Allahuekber dağlarında donarak şehit olan 90 bin askeri hiçkimse hatırlamazsa,Ulubatlı Hasan kalın tarih kitapları içerisinde öylesine bir isim gibi kalırsa,Felluce'de yanan 50 bin insandan hiç olmazsa bir çocuğun hikayesini dahi bilmezse insanlar,bir elindeki futbol topuna birde yağan bombalar sonucu kaybettiği tek ayağına bakıp hüngür hüngür ağlayan Afganlı bir çocuğun acısını içinde hissetmezse insanlar..Ve daha niceleriyle..yokolursa koskoca bir tarih hafızalardan..Yazık bize..Elbetteki her zaman acılar yansıtılmamalı.Ancak herkes eğlenceye ve popüler olana yönelirse,bütün kameralar dönerse sırtına acıya..utanmalıyız..

 
Gönderildi : 10/12/2005 9:11 am
(@hanli)
Gönderi: 34
 

Evet, çok ciddi bir yazı...
Sanırım bu yüzden HOLLYWOOD HOLLYGON Didyorlar yani hollywood ve pentagon karışımı bişeyler eline sağlık..yeni okudum..

 
Gönderildi : 24/12/2005 3:23 am
(@kara-one)
Gönderi: 37
 

Evet abi yazı süper, düşünce süper. Yüreğine sağlık. Sanki beni dile getirmişin. Aynı şeyleri düşünüyormuşuz. Benim küçüklüğümden hayalimdi İSTANBULUN FETHİNİ çekmek. Fragmanı bile aklımda kurgulamıştım. Ama hala yerimde sayıyorum. Keşke birkaç adım ilerleyebilsem belki bir umut olur... Bakalım hayrlısı...
Saygılar...

Kısa film; gevezelik yapmadan çok şey anlatma sanatıdır...

 
Gönderildi : 15/01/2006 3:17 pm
(@embpictures)
Gönderi: 0
 

benimde en büyük hayalim çanakkale savaşını çekmek

 
Gönderildi : 19/01/2006 10:55 pm
(@kurdi)
Gönderi: 0
 

Utancımız boyumuzu aştı ve ne diyecek bir lafımız kaldı ne de başka bir şey... belleksiz kuru kalabalık yığınlar olarak bir oyana bir bu yana koşturuyorlar bizleri ve hergün aynı günlük işleri bizlere ısıtıp ısıtıp buyrun afiyet olsun çok güzeldir diye yediriyorlar... boğazlarımız dan artık herbok geçiyor ki akıl denen şey , bellek denen şey bizde kalmadı...

Belleklere kazınmanın adıdır hikaye ler, anlatılınca biryerlerde kültür olup çıkıyor işte ama kimse sinema yı anlatmıyor , yapmıyor .... lanet olsun bu dünyanın çarkına lanet olsun...

Çoktandır yokdum herşey uçmuş gitmiş ...

 
Gönderildi : 02/02/2006 5:57 pm
(@vadart)
Gönderi: 44
 

belleksiz yaşamak güzel birşey olsa gerek, hatta hayat boyu farklı zamanlarda farklı kimliklerle yaşamak da güzel, o yüzden kendimi unutmaya zorlayacağım artık.

 
Gönderildi : 05/02/2006 5:26 am
(@kurdi)
Gönderi: 0
 

Belleksiz yaşamak güzel mi diye düşünüyorum ama aklıma deliler geliyor. Onlarda bellek filan olmaz ne yaptıklarını nerden geldiklerini genel olaarak bilmezler ve de bundan dolayı mutludurlar herhal diye düşünüyorum ama bizim öyle birşansımız yok. En azından acıları unutmak kendime insanlığıma ihanet tir.Ben asla ihanet etmiyecem , elimdeki tek kale o onuda teslim etmek mi ? Asla .....

Belki o zaman bir küçük umut daha yeşerir. Sonuçta insanız ve insanın olduğu yerde inşallah umutlar bitmez...ÜMİTVAR OLUNUZ:)

Çoktandır yokdum herşey uçmuş gitmiş ...

 
Gönderildi : 05/02/2006 2:06 pm
(@anonymous)
Gönderi: 0
 

Belleksiz yaşamak güzel mi diye düşünüyorum ama aklıma deliler geliyor. Onlarda bellek filan olmaz ne yaptıklarını nerden geldiklerini genel olaarak bilmezler ve de bundan dolayı mutludurlar herhal diye düşünüyorum ama bizim öyle birşansımız yok. En azından acıları unutmak kendime insanlığıma ihanet tir.Ben asla ihanet etmiyecem , elimdeki tek kale o onuda teslim etmek mi ? Asla .....

Belki o zaman bir küçük umut daha yeşerir. Sonuçta insanız ve insanın olduğu yerde inşallah umutlar bitmez...ÜMİTVAR OLUNUZ:)

"Ümitvar olunuz, en gür sadâ İslâm'ın sadâsı olacaktır" yukarıdaki mesajın sonunu okuyunca birden bu vecize aklıma geldi. Asrımızın yetiştirdiği büyük islam âlimlerinden birine ait yanılmıyorsam. acaba kim ❓

 
Gönderildi : 30/07/2007 12:08 am
(@payitaht)
Gönderi: 0
 

bilmem kim 😕

 
Gönderildi : 30/07/2007 2:20 am
(@hegel)
Gönderi: 0
 

Bediüzzaman Said Nursi

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 29/08/2007 7:34 pm
(@anonymous)
Gönderi: 0
 

Bediüzzaman Said Nursi

:)(Bir sevinme ifadesi)

 
Gönderildi : 30/08/2007 1:32 pm
(@payitaht)
Gönderi: 0
 

Bediüzzaman Said Nursi

:)(Bir sevinme ifadesi)

Neden sevindin anlamadım code??

 
Gönderildi : 30/08/2007 2:32 pm
(@alone)
Gönderi: 76
Başlığı açan
 

Konuyla ilgili 9.10.07 tarihli bir Hakan Albayrak yazısı:

Suriyeli Mustafa Akkad, Hollywood'un en muteber korku filmleri yapımcısıydı. Bir gün bir haber çalındı kulağına: Bazı Hollywood'lular Peygamber Efendimiz'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) hayatını film yapmak istiyorlarmış. Bunu duyunca tedirgin oldu. Endişeye kapıldı. “Bu herifler bu işi yüzlerine gözlerine bulaştırır, Rasulullah'a saygısızlık eder; en iyisi ben onlardan önce davranayım” dedi. Diğer projelerini rafa kaldırıp Siyer-i Nebî'de yoğunlaştı. Finansman arayışına girdi. Çekim yerlerini tespit etti. Anthony Quinn'le anlaştı. Libya lideri Muammer el-Kaddafi'nin desteğiyle “Çağrı”yı çekti. “Çağrı”dan hemen sonra da “Çöl Aslanı Ömer Muhtar”ı. İslam ülkelerinde fırtına gibi esen bu filmler, Ümmet-i Muhammed'i coşturdu.

30 senedir bu coşkuyla idare ediyoruz. Akkad'ın iki filmini 30 yıldır tepe tepe kullanıyoruz. Televizyonlarımız her Ramzazan'da, her bayramda, her Kandil gecesinde bu filmleri gösteriyor. “Çağrı”yı ve “Çöl Aslanı”nı tekrar tekrar öpüp başımızın üstüne koyuyoruz, fakat “Daha?” demekten de kendimizi alamıyoruz.

Akkad, “daha”sını da yapacaktı. Kudüs Fatihi Sultan Selahaddin'in, İstanbul Fatihi Sultan Mehmed'in filmini de çekecekti. “Sultan Selahaddin filminin maliyeti 70 milyon dolar. Sultan Mehmed filminin maliyeti 100 milyon dolar. Parayı bulduğum anda filmleri çekmeye başlarım” deyip duruyordu…

1993'te Türkiye'ye geldi. 10 sene sonra bir daha geldi. Televizyonlara çıktı, gazetelere mülakatlar verdi, projelerini tekrar tekrar anlattı, bilhassa Fatih Sultan Mehmed filmi için Türkiye'den destek istedi…

Gerçek Hayat dergisinde yazmıştım:

“Kültür ve Turizm Bakanlığı bir yıllık bütçesini (maaş ve kira giderleri hariç) Fatih filmi için Akkad'a versin. Gerekirse bakanlık bir yıllığına kapatılsın. Bu film mutlaka yapılsın. Yapılsın ki Türkiye ve bütün İslam dünyasına özgüven aşılansın, iyimserlik aşılansın, coşku ve ümit aşılansın…

Amerikalılar Gladyatör'ü çekiyor, Truva'yı çekiyor, İskender'i çekiyor; sinemada destan üstüne destan yazarak kendi insanlarını kahramanlığa özendiriyorlar. Estirdikleri kahramanlık rüzgarlarıyla yeni savaşların, işgallerin psikolojik zeminini hazırlıyorlar. Biz de Selahaddin ve Fatih gibi filmlerle yeni fetihlerin psikolojik zeminini hazırlayabiliriz. Hiç değilse Ümmet-i Muhammed'in üzerindeki ölü toprağını kaldırabiliriz.

Bunları yıllardır önümüze gelene anlatıyoruz. Milletvekillerine, bakanlara da anlatıyoruz. 'Yenilgilerin acısını beyazperdede çıkaralım. Beyazperdeden fışkıracak enerji, yenilgilerimizi zafere dönüştürebilir' diyoruz, fakat nafile. Fatih projesi için Mustafa Akkad'a verecek 100 milyon doları bir türlü bulamıyoruz.

Bu para çöpe gitmeyecek! Film dünya sinemalarında oynayacak ve muhtemelen sermayesinden fazlası geri dönecek. Velev ki dönmesin… İstanbul'u fethetmenin muhteşem hazzını tekrar yaşamanın değeri parayla ölçülür mü?

Biz, Türkiye olarak, Mustafa Akkad'ın kapısını çalmalıydık. 'Gel şu filmi yap, ne istersen verelim' demeliydik. Ne yazık ki, Akkad'a müracaat etmek şöyle dursun, Akkad'ın müracaatını bile değerlendirmedik. Adamcağız yıllardır haber bekliyor. Alo, Kültür ve Turizm Bakanlığı! Alo, Tanıtma Fonu! Alo, kimse var mı orada?”

Kimse yokmuş!

Akkad, “Sultan Selahaddin, Sultan Mehmed…” diye sayıklaya sayıklaya gitti. 11 Kasım 2005 günü Amman'da, ölçüyü kaçıran El Kaide elemanlarının bir otele düzenlediği bombalı saldırıda ağır yaralandı ve kaldırıldığı hastanede bu fani dünyaya gözlerini yumdu. Allah ganî ganî rahmet eylesin.

O gün bugündür ismi anılmıyordu Akkad'ın. Ne bir anma programı, ne başka bir şey. Bu vefasızlık üzerine de bir yazı yazmıştım. Fakat yazı yazmakla yetinmeyip harekete geçmek için, Ali Murat Güven olmak gerekiyormuş.

Adını her zaman “Sinema”, “Biz”, “Bizden”, “Bizim” ve tabii ki “Vefa” ile yan yana düşündüğüm sevgili Ali Murat Güven ve arkadaşları, Akkad ustanın ölüm yıldönümü münasebetiyle bir anma programı hazırlıyorlar. Ayrıntılar, bu akşam Hilal TV'deki “İz Bırakanlar” programında…

Allah razı olsun Ali kardeş. Senin gibi adamlar da olmasa “Biz”i unutacağız.

 
Gönderildi : 20/10/2007 10:08 am
(@anonymous)
Gönderi: 0
 

Programı izleyemedim ama çok iyi tahlil edilmiş, güzel bir yazı. Yazı için çok teşekkürler. Başka bir yerde yayınlayacağım inşallah bu yazıyı.

 
Gönderildi : 24/10/2007 1:54 am
(@omega_works)
Gönderi: 0
 

Talep olursa ben ayarlayabilirim programın görüntüsünü...

Tek noktaları sevmedim hiç... Benim için sadece üç nokta vardır... Çünkü tek nokta son'u, Üç nokta sonsuzluğu anlatır...

 
Gönderildi : 24/10/2007 2:00 am
Sayfa 1 / 3
Paylaş: