Şimdi bana göreyi geçelim lütfen. Filmi sevmediğini, yavaş bulduğunu, ağır ilerlediğini ve bu tür filmlerden nefre ettiğini söyleyebilirsin. O zaman sana göre öyleyse yapacak bir şey yok derdim zaten. Ama Yojimbo, Kagemusha, Ran gibi filmlerin temposunun sorunlu olduğunu söylemek başka. Düpedüz Ran'ın ritmi, temposu sorunludur diyorsun. Bunun bana göresi var mı? Bana uymuyor demek başka, sorunludur demek başka. Bunu "Aman Kurosawa çok büyük usta, sakın laf etmeyin" gibi bir hayranlıkla söylemiyorum. Elbette Kurosawa dünyanın en büyük üç beş sinemacısından biridir o ayrı mesele. Ama bir insanın işinde çok iyi olması, yaptığı hataları görmezden gelmek için yeterli bir sebep değildir. Ama yaptığı gerçekten hataysa tabii. Anladığım kadarıyla ki yanlış anlamadığımdan eminim, planların uzun tutulduğunu, bunun da hikayenin ağır işlemesine sebebiyet verdiğini, dolayısıyla filmi sıkıcı hale getirdiğini söylüyorsun. Şimdi bu seni ve ya sıkılgan bir insanı yeterince sürükleyemediği için mi bir problem? Yoksa eldeki imkanlar yeterince hızlı tempolu bir film yapmaya el vermediğinden, öyle ağır ritimli bir iş çıkarmaları mı problem? Kurosawa'nın izlediğim bütün filmleri aynı üsluba, aynı kurguya sahip. Filmler farklı ama kurgusu neredeyse hepsinin aynı. Zaten Kurosawa'yı özel kılan da bu. Bir filmin ilk izleyişte kendini sıradan bir aksiyon filmi kadar heyecanla izletmeyişinin bedeli 10 üzerinden 5 ise tam tersini yapan tv dizileri kafadan 10 üzerinden 5 alıyor o zaman. Televizyonda yayınlanan filmlerin-dizilerin hemen hepsi sıkıcı değildir, yüksek tempoludur mesela. Ben sadece 10 üzerinden kırdığın 5 puanı, hangi kriterlere dayanarak kırdığını merak ettim. Söyleyip söylememek sana kalmış tabii ki. Ran'ı mesela sinema tarihinin en iyi 3 filminden biri olarak görüyorum. Mesela senin de böyle gördüğün bir filme 10 üzerinden 3.5, 5 falan verseler sen de merak edersin, "acaba hoşuna gitmeyen şeyler" neydi? diye. Bir de tabii eğer söylemeyi uygun görürsen 6/10 7/10 8/10 9/10 10/10 puanlarına sahip 5 tane film söyleyebilir misin? Tabii söylemek zorunda değilsin. Sadece rica ediyorum.
Bu hikaye kurgusu meselesine de kullanılan tabir yüzünden takıldım. Normalde zaten hikaye kurgusu dediğimiz şey senaryodur. Eğer yine olayların hızlı hareket etmesinden ve planların uzun tutulmasından bahsediyorsan eminim çoğu yönetmen bunu senaryoyu yazarken planlıyordur. Zaten sette sahneyi planlarken her zaman montajı düşünerek yapar. Yine benim bildiğim (Yanılıyor muyum bilmiyorum ama öbür türlüsü çok mantıksız) sahne planlaması dediğimiz şey montaj için vardır. Mesela hesaplıyosun ben bu sahnede yalnızca iki plan kullanıcam diyosun, sonra sadece iki plandan gerektiği kadar tekrarla çekip bitiriyosun. Sonra montaj programının başına geçip o kafanda tasarladığın şekliyle kesip biçiyosun. (Bana göre) İlk başta ben zaten her şeyi bitmiş film üzerinde, mesela Yojimbo'nun data dosyasını alıp montaj programında tekrar kesip biçerek daha akıcı, daha sürükleyici ve eskisinden daha iyi bir film yapılabileceğini söylüyorsun sanmıştım. Onu yanlış anlamışım. Bu yüzden dedim bir daha Kurosawa filmi izlemem diye. O şekilde harbiden komik olurdu. 10 dklık sahneyi 1 saniyeye indirince otomatik olarak daha sürükleyici oluyor ama daha iyi olmuyor. Bir de konuyla alakalı diye söylemek istiyorum: Geçen bir arkadaşım çok övdüklerinden 2001 a space odyssey'i izlediğini ve berbat bulduğunu söylemişti. Ona göre çok eski olduğundan şimdiki filmler gibi hızlı ve efektli değilmiş. Çok sıkıcıymış. Yani yapanların ellerinde imkan olsa 2010'daki gibi, çok daha iyi ve sürükleyici çekeceklermiş. Ben de ona bunun imkanlarla ve ya çağla alakası olmadığını söyledim ve "eğer inanmıyorsan stanley kubrick'in o filmden 11 sene önce çekilmiş Paths of Glory'sini izle." dedim. Gerçi konuyla doğrudan alakalı değil ama bu işin böyle olmasının tamamen anlamlı temeller üzerine dayandığını göstermek için söyledim. Kurosawa gibi adamların bağımsız bir şekilde film çekmeye çalışmasının sebebi zaten yapımcıların onlara karşı sizin gibi konuşması. "Şu filmi biraz hızlandır, millet izlemiyor." Adam da bunu reddettiği için o yapım şirketiyle çalışmıyor. Adamın ve filmlerinin özelliği o zaten. Sorunlu diyince biraz şuna benziyor "Dostoyevski iyi adam ama romanları sorunlu". Hoşlanmamak tabii ki ayrı. Ama sorunlu demek ayrı. Ha "benim hoşuma gitmediği için sorunlu" diyorsan ben ağzımı kapatıyorum.
Uzat bi daha öpeyim.
Öpüşmeyin la forumda erkek erkeğe, bira falan ısmarlayın.
Şimdi bana göreyi geçelim lütfen. Filmi sevmediğini, yavaş bulduğunu, ağır ilerlediğini ve bu tür filmlerden nefre ettiğini söyleyebilirsin. O zaman sana göre öyleyse yapacak bir şey yok derdim zaten. Ama Yojimbo, Kagemusha, Ran gibi filmlerin temposunun sorunlu olduğunu söylemek başka. Düpedüz Ran'ın ritmi, temposu sorunludur diyorsun. Bunun bana göresi var mı? Bana uymuyor demek başka, sorunludur demek başka.
[...]
Hoşlanmamak tabii ki ayrı. Ama sorunlu demek ayrı. Ha "benim hoşuma gitmediği için sorunlu" diyorsan ben ağzımı kapatıyorum.
Ortadaki bir kısmı çıkardım, o kısımlarla ilgili aynı düşünüyoruz diyebilirim.
Kafama taktığım, "sorunlu" ile "benim hoşuma gitmediği için sorunlu" arasında bir fark olduğunu söylüyor olman.
Şöyle anlatayım:
Doğru anlıyorsam senin için değerlendirme konusunda nesnellik ile öznelliğin bir çarpışması var.
Bunun bana göresi mi var demişsin? Yani filmlerde "bana göre"yi aşan nesnel değerlendirmeler olduğundan bahsediyorsun.
Bunu elbette ben de kabul ederim. İtiraz edeceğim nokta, nesnelliğin bir çeşit Allah vergisi olarak algılanmasında. Yani bu iddiaya göre, Kurosawa ya da herhangi bir başka yönetmenin sinemasıyla ilgili, yalnızca "sorunlu" denilemeyecek kadar bütünlüklü, anlamlı, hangi sıfatı kullanırsan kullan, bir "şey" vardır. Benim iddiam, o "şey'in" de belli öznelliklerin (birilerinin görüşleri vs.) birleşmesinden oluştuğu ve belli bir güçle nesnellik kazandığıdır. O öyle bir güç kazanır ki, onun karşısında "sorunlu" diyen biri, aslında "sorunlu diyemez", "benim hoşuma gitmediği için sorunlu diyorsan kabul" gibi bir yaklaşımla hemen uyarıyı alır, "senin öznelliğinin bu büyük ustanın nesnelliği karşısında pek de bir önemi yok" a indirgenir.
Kurosawa'yla ilgili yazının orta kısmında sayıyor olduğun "övgü içerikli" her şeye katılıyorum.
Ama Kafkaslı, senin yaptığın gibi bunu bir "nesnelliğe", yani "Kurosawa büyük bir yönetmendir ve sinema adına yaptığı birçok doğru vardır bunun karşısındaki bunu kabul etmeyen her cümle o sanata, o sanatın bilgisine saygısızlıktır/haksızlıktır vs." konumuna döndürmüyorum. Görkem'in söylediği sorunlu kelimesini kendi "sorunsuz"umla aynı katagoride değerlendirip, bunu bir otoriter güce yaslamıyorum. Böyle yapıyor olduğuna yönelik sonuç şu cümleden çıkıyor:
"10 dklık sahneyi 1 saniyeye indirince otomatik olarak daha sürükleyici oluyor ama daha iyi olmuyor".
Neden daha iyi olmuyor? Kim söylüyor onun daha iyi olmadığını?
Görkem bunu mu kastetti bilmiyorum ama, varsayalım ki senin dediğin gibi 10 dakikalık sahneyi 1 saniyeye indirmekten bahsediyor olsun, işte bu işleme daha iyi oluyor dediği zaman, nasıl iddia edebilirsin ki daha "iyi" olmadığını? İşte ben tam da bu "iyi" sıfatını bir güce iktidara yaslıyor olduğunu düşünüyorum. O yüzden iddia edebiliyorsun. Bunu elbette ki yapabilirsin, ama bunun belli öznelliklerden oluşmuş bir iktidar olduğunu kabul edip, "ezeli ve ebedi, önceden verilmiş" olmadığını kabul edersen, yarın öbür gün bu filmlerin başka bir iktidar gözünde "kötü" olarak da değerlendirilebileceğini kabul edersin. Bugün şah olan, yarın b.k olabilir, yarın b.k olabiliyorsa, bugün de birileri tarafından b.k olarak değerlendirilebilir.
Özet:
sanatta iyilik, doğruluk, güzellik bunun gibi kavramların hiçbiri nesnel değildir. Hepsi özneldir, ama bir iktidarla nesnel görünüme kavuşurlar. O iktidara herhangi bir özne karşı durup "götüm gibi" dediği zaman fiili olarak onunla aynı güçte değildir, karşısındaki onu "sanat düşmanı" ya da "vatan haini" ilan edebilir belki fiilen, ama duruş noktası olarak aynı güçtedir.
Özetin özeti:
Görkem = Akira Kurosawa = Bakkal Hasan = Terzi Süheyla = Dostoyevski = vs. vs.
Eşitliği bozan bunlardan herhangi birinin iktidar sahibi olmasıdır.
Sen de Görkem'e karşı bu eşitliği Akira Kurosawa'yı kendinle değil, onu sahip olduğu "sanatsal iktidarla" ön plana çıkararak bozdun.
Burada Görkem'le sen değil, senin kılığına bürünmüş sanatsal iktidar konuştu.
Ve tekrar söylüyorum: Görkem'in bazı filmlerle ilgili hiçbir eleştirisini kabul etmem, zevklerimizin uyuşmadığı da olmuştur ama onunla tartışırken yanıma da ek güç çağırmam, dolayısıyla ortaya da "sorunlu" ile "benim için sorunlu" gibi bir fark çıkmaz.
Ek: Görkem'in eleştirilerini filmleri bir öznellikle değerlendiriyor olduğu için çok seviyorum.
Şimdi bana göreyi geçelim lütfen. Filmi sevmediğini, yavaş bulduğunu, ağır ilerlediğini ve bu tür filmlerden nefre ettiğini söyleyebilirsin. O zaman sana göre öyleyse yapacak bir şey yok derdim zaten. Ama Yojimbo, Kagemusha, Ran gibi filmlerin temposunun sorunlu olduğunu söylemek başka. Düpedüz Ran'ın ritmi, temposu sorunludur diyorsun. Bunun bana göresi var mı? Bana uymuyor demek başka, sorunludur demek başka.
[...]
Hoşlanmamak tabii ki ayrı. Ama sorunlu demek ayrı. Ha "benim hoşuma gitmediği için sorunlu" diyorsan ben ağzımı kapatıyorum.
Kurosawa'yla ilgili yazının orta kısmında sayıyor olduğun "övgü içerikli" her şeye katılıyorum.
Ama Kafkaslı, senin yaptığın gibi bunu bir "nesnelliğe", yani "Kurosawa büyük bir yönetmendir ve sinema adına yaptığı birçok doğru vardır bunun karşısındaki bunu kabul etmeyen her cümle o sanata, o sanatın bilgisine saygısızlıktır/haksızlıktır vs." konumuna döndürmüyorum. Görkem'in söylediği sorunlu kelimesini kendi "sorunsuz"umla aynı katagoride değerlendirip, bunu bir otoriter güce yaslamıyorum. Böyle yapıyor olduğuna yönelik sonuç şu cümleden çıkıyor:
"10 dklık sahneyi 1 saniyeye indirince otomatik olarak daha sürükleyici oluyor ama daha iyi olmuyor".
Neden daha iyi olmuyor? Kim söylüyor onun daha iyi olmadığını?
Görkem bunu mu kastetti bilmiyorum ama, varsayalım ki senin dediğin gibi 10 dakikalık sahneyi 1 saniyeye indirmekten bahsediyor olsun, işte bu işleme daha iyi oluyor dediği zaman, nasıl iddia edebilirsin ki daha "iyi" olmadığını? İşte ben tam da bu "iyi" sıfatını bir güce iktidara yaslıyor olduğunu düşünüyorum. O yüzden iddia edebiliyorsun. Bunu elbette ki yapabilirsin, ama bunun belli öznelliklerden oluşmuş bir iktidar olduğunu kabul edip, "ezeli ve ebedi, önceden verilmiş" olmadığını kabul edersen, yarın öbür gün bu filmlerin başka bir iktidar gözünde "kötü" olarak da değerlendirilebileceğini kabul edersin. Bugün şah olan, yarın b.k olabilir, yarın b.k olabiliyorsa, bugün de birileri tarafından b.k olarak değerlendirilebilir.
Özet:
sanatta iyilik, doğruluk, güzellik bunun gibi kavramların hiçbiri nesnel değildir. Hepsi özneldir, ama bir iktidarla nesnel görünüme kavuşurlar. O iktidara herhangi bir özne karşı durup "götüm gibi" dediği zaman fiili olarak onunla aynı güçte değildir, karşısındaki onu "sanat düşmanı" ya da "vatan haini" ilan edebilir belki fiilen, ama duruş noktası olarak aynı güçtedir.
Özetin özeti:
Görkem = Akira Kurosawa = Bakkal Hasan = Terzi Süheyla = Dostoyevski = vs. vs.
Eşitliği bozan bunlardan herhangi birinin iktidar sahibi olmasıdır.
Sen de Görkem'e karşı bu eşitliği Akira Kurosawa'yı kendinle değil, onu sahip olduğu "sanatsal iktidarla" ön plana çıkararak bozdun.
Saçmalama abi. Varolan bir eser karşısında bi adam beğenmedim, diğeri de çok beğendim diyor. Kimse kimseye bir iktidar kurmaya çalışmıyor. Bu ara kafanı eşitlikle bozmuşsun.
Kaldı ki "iyi" olma sıfatını iktidara dayanarak değil, izlediği filme dayanarak söylüyor. O film zaman içinde iktidar almışsa o Kafkaslı'nın sorunu değil. Yani Akira değil de Saddam Hüseyin çekseydi aynı filmi sonuç Kafkaslı için değişmeyecekti. Filmi beğendiği, anladığı ve kavradığı için sanat yalakası yaptın adamı. Nasıl memleket la bu?
Saçmalama abi. Varolan bir eser karşısında bi adam beğenmedim, diğeri de çok beğendim diyor. Kimse kimseye bir iktidar kurmaya çalışmıyor. Bu ara kafanı eşitlikle bozmuşsun.
Nasıl yani bu ara? Her zaman böyleydi. Nedir bu üniversitedeki Marksistler tarafından örgütlenmiş hazırlık öğrencisi muamelesi onu anlayamıyorum. (Sadece senin için söylemiyorum, arada genel olarak böyle bir hava sezinliyorum.) Ortaokuldan beri Marksist'im, son dönemde sadece bu düşüncenin sadece ekonomik bir şey olmadığını birçok alana nüfuz ettiğini anladım, fark bu. Kafam da eşitlikle bozuldu evet, eşitlikle bozayım, ne güzel işte. Öyle bir iddia ki sanki "karıyla kızla ya da ne bileyim kumarla bozmuşsun" diyor. 🙂
Kaldı ki "iyi" olma sıfatını iktidara dayanarak değil, izlediği filme dayanarak söylüyor. demişsin.
Ben de böyle söylemediğini söylüyorum. İzlediği filme dayanarak söyleseydi, Görkem'in "sorunlu" dediği şeyi "benim için sorunlu" diye düzeltmesi/vurgulaması gerektiğini özellikle belirtmezdi. Çünkü bir şeye sorunlu dersen o zaten kendi içinde "benim için sorunlu" anlamını barındırır. En azından benim için ekstra bir vurguya ihtiyaç yoktur. Ama birisi çıkar ve "benim için sorunlu dei problem ortadan kalksın" diye itiraz ederse, o zaman kastı bir ikiliğin var olduğunu iddia etmeye yöneliktir benim gözümde: "Genel sorunluluk/sorunsuzluk tanımı" vs. kişisel sorunluluk sorunsuzluk tanımı. (İlkindeki "genel" kelimesi de elbetteki iktidarla alakalı) İlk mesajının "bana göre'yi geçelim lütfen" diye başladığını hatırlatmak isterim.
Ben de kafkaslı'yı tamamen yanlış anlamış olabilirim... Yazı yanıltıcı olabilir.
Ama okuduklarımdan çıkan anlama yönelik söylüyorum.
Arkadaşlar.... Evde hasta yatıyorum, sabahın 4'ü şu an. Burnumun akıntısından, dudağımdaki tibet benzeri uçuğun sancısından uyandım, sonra da uyku tutmadı, foruma bir bakayım dedim. Pişman oldum. 🙂 Bu halsizlikle ben nasıl yazayım şimdi size 2 sayfa açıklama? Arkadaşların "çok uzun yazıyorsun yahu, kısalt biraz" ihtarları beni "madde bağımlısı" yaptı gibi birşey zaten. Birşeyleri maddelemeyince elim ayağım titriyor. 🙂 Yine öyle yapıp bir an önce, geçenlerde kansere yol açtığı ortaya çıkan (!) elektrikli battaniyemin huzurlu kucağına dönmek için can atıyorum....
...desem de "Yorumlarımdan dolaylı uzaylı muamelesi görmediğim sürece" şu sohbetten daha keyifli birşey yok şu alemde benim için.
1- Sanatsal konular üzerine yapılan her türlü sohbette, söylenen herşey ama herşey "bana göre"dir zaten. Bilim değil bu. Kanun yok, kuram yok, ispat yok. Herşey hipotez. E=mc2. Bitti. Sinemada var mı böyle birşey? Yok. O yüzden "şöyle şöyle demek başka, sorunlu demek başka" diye birşey de yok. Bana göre Rashomon hariş Kurosawa filmlerinin hepsinin hikaye kurgusu sorunlu. Ne demek bu? Benim hikaye, dramatik yapı anlayışıma göre bu filmler çok yavaş ilerliyor. Sana göre böyle değilse buna birşey diyemem. Yanılıyorsun diyelem. Kafkaslı, verdiğin otomobil örneği doğru bir örnek değil. Bir otomobilin fren mesafesi, güvenlik standatrlarına göre değerlendirilebilir. 100 km/h ile giderken 38 metrede duruyorsa iyidir, 45 metrede duruyor ise kötüdür o aracın fren performansı. Bu rahatça sınırları belirlenebilen birşey. Bu açıdan araca "sorunlu ya da sorunsuz" demekle bir filmin hikaye kurgusuna sorunlu demek aynı şey değildir. (Eray Dinç'in ikilem'ine yazdığım incelemeye bir bak zaman bulduğunda, verdiğin örneğin benim için çok ilginç olma nedenini göreceksin)
2- KEzzAP'ın adıma söylediği hemen herşey doğru. Ekleyecek birşeyim yok. BEni iyi tanır, bilir. Birçok konuda zıt görüşte olmuşuzdur ama sanata, sinemaya bakış, bunlar üzerine konuşma ve fikirleşme yaklaşımlarımız aynıdır. Ve ustalar adına fikir belirtirken birçok sinemaseverin (hatta sinema yazarının) daha dikkatli olduğunu seziyorum ben. Ömer Faruk Sorak'ın filmine sorunlu demekle Kurosawa'nın filmine sorunlu demek aynı şey değildir bu alemde.
3- Evet, Kurosawa'nın filmlerinin ritmi sorunlu. Bunu uzun uzun açıklarım da. Örnekler de verir, filmleri plan plan incelerim de. Ama tüm bu çalışmam, filmle ilgili kendi dertlerimi cisimleştirmek olur. Sizi bağlamayabilir, normaldir. Ve bunu yapmam çoğu zaman "kimsin ki lan sen? Haddini bil!" gibi bir yoruma sebebiyet veriyor, canımı sıkıyor. YAzıyorum işte, "bak, şurada içeriği gayet basit bir sekans var, alt tarafı silahşöre para teklif ediyorlar, o sekans 5 dkaika sürüyor. Silahşörün iki aileyi de tarumar etmesi sekansı da aynı sürede geçiyor. Ve aynı görsel vurgu ve tarzla veriliyor bu sekanslar. Demek ki yönetmen bu iki sekansı da aynı önemde görüyor. Ama bence ikinci sekans daha önemli. İlki daha kısa verilmeliydi, ikincisi daha uzun ve çarpıcı verilmeliydi" dediğimde "Görkem kendini Kurosawa yaptı" deniyor. Abi, bana göre öyle işte.... Filmler üzerine yaptığım hiçbir yorumu arkasında bir dayanak olmadan yapmıyorum, hiçbirimiz yapmayız diye düşünüyorum. Örneğin Yojimbo'nun neredeyse tamamı aynı ritimde akıyor. Silahşörün kasabaya gelip lokantada oturup pilav yemesiyle bilmam kaç kişiyi gebertmesi arasında bir ritm farkı yok. Bu bana göre bir kusur. Sana göre olmayabilir. Sen, yönetmenin, birşeyleri özellikle vurgulaması, görsel olarak öne çıkarmasını gerekli görmüyor, hikayenin içeriğinden ve dönemeçlerinden yola çıkarak önem arz eden anları cımbızla alır gibi seçebiliyorsundur. BEn yapmıyorum/yapamıyorum. Kegamusha'nın finalinde dublörün karşı tarafa saldırışı neden yavaş çekimle verilmiş? Çünkü o an çok önemli, anlamlı bir an. Yönetmen vurgulamak istemiş. Uzun uzun yer etsin istemiş filmde Yojimbo'da neden böyle bir an yok? Filmin tamamı aynı ritmde ilerliyor? Dediğim gibi, bunlar bana göre kusur ve filmin algılanışını kötü yönde etkileyen şeyler.
4- "Kurgusu hatalı gibi komik, dayanağı olmayan bir eleştiri getirildiği için!" Allahaşkına, neden böyle söylüyorsun ki Kafkaslı? İşte böyle bir yorum beni kırıyor gerçekten. Olamaz mı? Usta dediğimiz sinemacıların alayının filmleri muhteşem mi? Kurguları, kadrajları, görüntü yönetimleri, oyunculukları hep mükemmel mi? Bunu söylemem seni neden güldürür ki? Ve dayanağı olmayan diyorsun. Nereden biliyorsun dayanağım olmadığını? Kırıcı olan bu. Fikrimi yanlış bulursun, katılmıyorum dersin, eyvallah. Ama "Görkem dayanağı olmadan sallıyor" demek kırıcı oluyor işte. Forumdaki yüzlerce sayfa yazıma, birikimime falan güvenerek asla ek bir saygı ya da tavır beklemedim ben. Ama allahaşkına, benim dayanağım olmadan bir fikri savunacağımı düşünüyor musun gerçekten? Bak yine söylüyorum, yanılıyor olabilirim. Bana katılmayabilirsin, normaldir. Tabii ki fikirlerimiz uyuşmayabilir. Ama yazdığım bir yorumdan olayı kişisel çıkarsamalara çekmek kırıcı oluyor. Arkasında bir fikrim, bir dayanağım olmadan bazı şeyler söylediğimi düşünüyorsan zaten yazdıklarımı önemsemiyorsundur "bu adam bol kepçeden atıyor, sallıyor işte" diyorsundur. Ama inan ki böyle değil. Böyle bir açıklama yapmak işte kırıyor beni gerçekten. "Bakın, ben k.çımdan uydurmuyorum, aklımda bazı dayanak ve fikirler var, lütfen beni ciddiye alın" diyorum ben şu an bir anlamda ve resen tanıyorum. Birbirimizin fikir ve yorumlarını önemsediğimizi varsayarak konuşuyoruz burada. Ben sizin fikirlerinizi, tüm üyelerin fikirlerini önemsiyor ve ciddiye alıyorum. Ve aynı yaklaşımı da karşımdakinden bekliyorum.
5- Kurosawa filmlerinin hemen hepsi aynı kurguya sahip demişsin. Ama değildir. BElki istisnadır ama Rashomon çok daha hızlı akan, akıcı bir film. Bana göre de en iyi Kurosawa filmi.
6- 6/10 7/10 8/10 9/10 10/10'luk birsürü film söylerim sana. Ama neden bunu sorduğunu düşünmeden edemiyorum. HAngi filmleri Yojimbo'dan daha iyi gördüğüm üzerine bir yorum almak istiyor gibisin.... Bu konuyu toparlayıcı değil, daha çok kafa karıştırıcı olacak ama tamam, peki.... İzlediğim tüm filmleri puanladığım bir çizelgem var hatta Düd'ün bilgilendirmesiyle criticer.com'a tüm filmlerimi depoladım. HAngi birini söyleyeyim ki? Kurosawa'dan gideyim. Kegamusha 6/10, Ran 7/10, Rashomon 9/10'luk filmler benim listemde. 8/10 lik filmlerde örnek Yüzüklerin efendisi serisi örneğin. MAtrix'in 2 devam bölümü. Chaplin'in Büyük Diktatörü ve Yumurcak'ı gözüme çarpıyor şu an. Kubrick'in Full Metal Jacket'i de 80'lerin arasında. 10/10'luklara örnekler: Kıyamet, 12 Kızgın Adam, Seconds, T2, Godfather, Selamsız Bandosu, Züğürt Ağa, Potemkin Zırhlısı, Yurttaş Kane, Dövüş Kulübü, Akıl Defteri, Modern Zamanlar, Nosferatu, Katil Doğanlar, Stalker, Aya'a Seyahat, 10 Dakika (Ahmet İmamoviç kısası), Metropolis.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Ben de 6 yaşından beri marksistim. Zaten bizim baba tarafından geliyor marksistlik, annemin dayılarında falan da var ama çok değil az marksist onlar. Öyle öyle büyüdük gittik işte.
Görkem sorunlu demiş, öznel bir tabir kullanmamiş ki. Yani net bir hatadan söz etmiş. Sorunlunun bana göre sana göresi olmaz. Sorunlu sorunludur. Beğenmedim deseydi ayrı konuydu. Kurgusunu beğenmedim demiyor, kurgusu sorunlu diyor. Tekrarlıyayım mı? Kurgusu sorunlu diyor, yani kurgusu yanlış, kusurlu, hatalı diyor, boktan demiyor. Boktan dese bir şey demicek Kafkaslı. Boktan dese anlamaya çalışacak Kafkaslı. Evet bu cümlede Kafkaslı Görkem'i anlamaya çalışıyor, Payi de Kezzap'a anlatmaya çalışıyor. Yaz kızım madde 1:
Sorunlu demek sorunlu demektir. Yazı kızım madde tekrar 1:
Sorunlu demek bana göre sorunlu demek değil, sorunlu demek genel olarak sorunlu demektir. Yaz kızım madde 8:
Yaz kızım ne güzel kızmışsın sen, hele bir bak bakalım bana:
Yaz kızım, Dostoyevski yazılarını yazdırdığı kıza aşık olmuş, ben de sana oldum yaz kızım:
Dur kızım her şeyi yazma Akira ile ilgili olanları yaz, yaz kızım madde kaçta kalmıştık 9:
Gördüğüm kadarıyla bu tartışmada Kafkaslı'nın taraf tutmasından daha ziyade sen ona ille bir taraf yapıştırmaya çalışıyorsun. Kafan böyle çalışıyor olabilir ama böyle bir durum yok. Genel bir tavrın var bu tür durumlarda senin. Güya alışılmış yargıları yıkmaya çalışıyorsun. Hani biri Akira'nın ya da başka bir büyük yönetmenin filmini beğenip övdüğünde ve ona toz kondurmadığında, o kim lan ona da söveriz geyiklerindesin. Koyim Akira'nın götüne sana bişi olmasın da anarşi böyle olmaz, böyle hiçbişi olmaz. Karşındakini anlamaya çalışmadan direkt olarak taraf oluyorsun. Güzel cümle kurup konuları da birbirine bağdaştırabildiğin için haklı konuma geçiyorsun. Şimdi ben sik gibi o kadar yazıyorum ya, bi boka yaramayacak biliyorum, sen gelip iki akademik devrik cümleyle devireceksin.
Yani kısaca Kafkaslı filmi savunurken sistem savunucusu oluyor ve kendi olmuyor ama Görkem ya da sen kendiniz oluyorsunuz öyle mi? Bu yaklaşım ne kadar ayıp ve küstahça. Sen nasıl oluyor da adamı yalaka konumuna getiriyorsun onu anlamıyorum. Kafkaslı savunurken kendi olmuyor da, sen ya da Görkem mi kendiniz oluyorsunuz? Filme temposuz derken hangi geyik filmleri referans alıp bunu savunuyorsunuz? O baz aldığınız filmler mi kendilik ölçütünüz peki? Şimdi sen adama sanat yalakası dersen ben de sana Popcorn kafalı derim. Bunu demeye de hakkım olur, olmaz mı?
Tamam yeter yazma kızım, git artık, eve geç kalacaksın.
Haydaa....
Pes Payi.... Vallahi ayıp oluyor artık bak....
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Bir konuda beni yanlış anlıyorsun ama:
Akira Kurosawa'ya biri laf söylese çıkar ilk ben hop derim. Çok severim ya.
Ama hop deyiş var hop deyiş var! Şimdi dedim ya ben Görkem'in film eleştirmesini tamamıyla kendi hayata bakışıyla, aldığı keyifle, değer yargılarıyla yapıyor, o yüzden seviyorum diye, o yüzden Görkem çıkıp bir filme "çok tırt" dediği zaman, ya da "çok müthiş" dediği zaman onunla aynı seviyedeyiz gibi geliyor. Ama bazı "hop" deyişler var, benim en sevdiğim yönetmene, hadi geçtim benim filmime bile, "bu film müthiştir, ve sinemadaki yeri 10/10'dur, buna da düşük puan veren sanattan anlamaz, bir şeyden çakmaz" derse ben dellenirim. Benim derdim bir esere her şeyden bağımsız bir değer atfedenlere. Yok öyle bir şey. Mevzu insanda biter. Ben Süt Kardeşler, Stalker'dan daha iyi bir film diyorsam (demiyorum da dediğimi varsayın) ve bunu da kendimce izah edebiliyorsam, benim bu değerlendirmem bu iki filmle ilgili sayfalarca yazı yazıp değerlendiren insanın yorumuyla eşdeğer olabilme potansiyeline sahiptir diyorum.
Özet:
Her insanın söylediğinin altında bir felsefe, bir birikim, bir bilgi, bir x vardır. Görmeye çalışalım.
Katkısı olur mu bilmiyorum, ama ben de kısaca da olsa fikrimi söylemek istedim.
Bence enfes bir tartışma oldu. payitaht biraz fazla sinirlenmiş, ama onu da ben çok iyi tanıdığım için nedenini anlıyorum. Bana kızmasıın, burada KEzzAP ve Görkem'in yanındayım.
Roman okurken, hep bir yerlerde karşıma, eski romanlarla ilgili alıntılar ya da göndermeler ya da moda tabirle "selam çakmalar" çıktığında müthiş sinirlenirim. Okuyanı, onların hepsini okumuş kabul eden bu "iktidar"a ben entelektüel şiddet diyorum. Kafkaslı'nın -bence kendisini gayet iyi anlatıyor, bu konuda bir problem olduğunu sanmıyorum- söylemek istediği şeyler satır arasında bana bu kavramı hatırlatıyor.
Kafkaslı'nın, "Sonuçta bu işin sınırları, tekniği, üslubu, çalışma düzeni belirlenmiş. Her şey bir "bana göre" ye bakmıyor." yazdığını okuduğumda hakkında karar vermekte önce bir tereddüt ettim, ama sonra mühendislik ürünü olan arbayla sanat ürünü olan sinemayı benzettiğini görünce, Tamam, dedim, Kafkaslı bu işi bir sanat olarak değil, bir teknik olarak görüyor demek ki (Bence benzetmeler günümüzün en büyük tuzaklarından biri. Her şeyi ve herkesi benzetmelerle haklı çıkarabilir insan). Aslında çok ironik geldi. Tartışma düzeyi sanki sanat üzerinden ilerliyormuş gibi bir izlenim almıştım ben oysa. Eğer bu işi teknik olarak ve yönetmenleri de teknisyen olarak görüyorsa, o zaman söylediklerine itirazım yok. Ama sinemayı bir sanat olarak alıyorsa ve öznelliğini kabul ediyorsa ki ilk verdiğim alıntısında "'bana göre'ye bakmıyor" demesinden kabul etmediğini çıkarıyorum, o zaman 10 dakikalık kurgunun 1 dakikaya indirildiğinde ne olacağına dair net bir yantı vermemesi gerekir. Yani kimse veremez. Bu dünyada kimsenin bir dakikalık hayatı kimseninkine benzemiyor. Eh, sinema da bu ve bu kadar bana kalırsa.
Dolayısıyla Görkem sorunlu diyorsa, sorunludur.
Görkem = Akira Kurosawa = Bakkal Hasan = Terzi Süheyla = Dostoyevski = vs. vs.
Eşitliği bozan bunlardan herhangi birinin iktidar sahibi olmasıdır.
Yürekten katılıyorum.
Sabahın 5'inde beyin fırtınası estirmişsiniz. "Gelişmeleri kaygıyla izliyoruz" demiyorum; olması gereken de böyle tartışmalardır aslında. Ben de, istemeden de olsa kullandığım akademik dilden rahatsızım. Aslında ben bu değilim; görenler bilir. O zaman niye böyle yazıyorum? Dudak büktüğüm, nefret ettiğim anlar oluyor kendi yazdıklarıma bakınca. Olabildiğince değersizliğe değer biçme çabaları. Anlaşılmaz olmaya çabalamak, saçmalamak, tutarsızlık vs. Uzun hikaye.
Beğenilerimizi belirleyen de kişiliğimiz işte. Bugün için her şey yıkılabilir durumdadır; bu tehlikeyle yüz yüzedir. Dinler, ideolojiler, felsefe, ahlak anlayışları, gelenekler vs. Hepsi yıkılıp yerle bir edilebilir. Ama ya ondan sonra? Yerine daha iyisini koyabilecek misiniz? Bunlar bile yerle bir edilebiliyorsa, sanat için tehlike ve karmaşa daha büyüktür. Sanat, tanımı gereği bile bu müdahaleyi, bozup yeniden yapmayı, karıştırmayı, denemeyi kendi içinde barındırdığından tehditlere karşı tamamen savunmasızdır. Ki bazılarınca sanat olarak bile görülmeyen sinema daha da zor durumdadır bu durumda. Kurosawa da bu değerlerden biridir. Bu filmler, sadece çekildikleri dönem göz önünde bulundurulduğunda bile önemlidir. Bu yüzden dudak bükülen, "Potemkin Zırhlı"sı, "Yurttaş Kane" el üstünde tutulmaktadır.
Aramızda kimsenin bu filmlere saldırdığını düşünmüyorum. Küçümsendiğini de düşünmek istemiyorum. Beğenmemek ayrı bir şeydir. Bugün beğenmediğin bir "Ran", sen 65 yaşına geldiğinde, belin büküldüğünde, tekrar görmek isteyeceğin bir filme dönüşebilir. Bu yüzden bu değerler korunmalıdır.
Görkem'in çizgisi belli. Hangi filmi beğeneceğini az çok hepimiz biliyoruz. Kurosawa'nın tercihlerine saygılı olduğunu düşünüyorum. "Ben olsaydım şöyle yapardım" da diyebilir; bu da kabul edilebilir bir durumdur. Sonuçta mutlak doğruları olmayan bir şeydir sinema. Aslında mutlak doğru da yoktur. Tanrı yeryüzüne inmediği sürece kafa karışıklığı devam edecektir.
Kezzap (Fırat) bazen beni de şaşırtıyor. Eleştiriye sonuna kadar açık olması forumun ilerleyişi açısından büyük avantaj. Sağlıklı bir ilerleme için bu tartışmalar yaşanmalı. Herkes eteğindeki taşları Payi (Bilal) gibi dökebilmeli, saygı ve sevgi sınırları içinde elbette. İnsanlar değişir, dönüşür. Önemli olan bu tutarlılık sürelerinin uzun olabilmesidir.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Ben iktidarımı kadınlar üzerinde kullanıyorum ama iktidarım da kadınlardan geliyor. Şimdi ben eşit miyim değil miyim?
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
@Ali Ünal
Tartışmada en azından benim için önemin, kendimi aynada görmüş olmamdan kaynaklanıyor ali. Teşekkürler.
Ama bana özellikle, yürekten katılıyor olduğunu söylediğin kesimde ben senin hiç böyle düşündüğünü bilmiyordum. Aksine tam tersi gibi algılamışımdır hep seni. Demek ki daha iyi tanımalıyım. Kısmet... 🙂
Tartışmayı kişiselleştirmek istemem, ama ben ne konuda şaşırtıyorum abi seni? Yani eskiden beğeniyor olduğum yönetmenleri-filmleri artık beğenmiyor olmam konusunda mı? Eğer böyleyse şunu söyleyeyim, ben o filmleri hala beğeniyorum, ama benim o filmleri beğenebilmem için akademik / entelektüel bir kalıba ve zihne bürünmem gerekiyor. Ve bundan hoşlanmıyorum, tiksiniyorum hatta. aha önce de hissediyor olduğum şeyleri yeni anlamlandırmaya başlıyorum, o kadar. Bu da bir değişim olarak yansıyor olabilir. Gayet normal.
@ali.ünal
Peki Kafkasli filme durağan değil, olması gerekli gibi derken olaya teknik bir ürün olarak yaklaşıyor da, Görkem durağan derken ne olarak yaklaşıyor? Bence bu tartışmada yargılama hep tek taraflı yapılıyor, ona kızıyorum sadece. Tam tersine Görkem teknik bir ürün olarak yaklaşıyor ve kısaltılması gerektiğini düşünüyor. E peki kime göre, neye göre durağan? Hangi filmleri ölçüt olarak alacağız? Bunu soruyorum sadece.
@kezzap
Özet:
Her insanın söylediğinin altında bir felsefe, bir birikim, bir bilgi, bir x vardır. Görmeye çalışalım.
demişsin ama Kafkaslı'nın dediklerini sanat yalakalığı olarak görüyorsun. Onun felsefesi, birikimi ve bilgisini görmezden geliyorsun. Yani bunun tam tersi de olabilir, Görkem de bir sanat düşmanı olabilir. Ama işte ben ikisini de demiyorum. İkisi de haklı bence. Sen tek bir haklı çıkarmaya çalışıyorsun, sorun bu.
@ali.ünal
E peki kime göre, neye göre durağan? Hangi filmleri ölçüt olarak alacağız? Bunu soruyorum sadece.
100 küsür yıllık sinema tarihine göre. Eisenstein, Hitchcock, Video Klipçi İngilizler (scott Kardeşler, Alan Perker ve Adrian Lyne) Oliver Stone, Aronofsyk'ye göre. Sinema tarihinde, kurgu üzerine fikirlerimizi değiştirmiş, konuyu geliştirmiş ve kurgunun ne olup olmadığını bizlere öğretmiş, sinemaseverleri ve diğer sinemacıları eğitmiş kurgu ustalarına göre.
Bunun üzerine sayfalarca yazmıştım bir ara; sinemada ve sanatta, belirlendiğini düşündüğümüz sınırları, o sınırların da dahilinde olan üretimler çiziyor. Yani birileri e=mc2 diyor ve sayısız hesabı bu sınır dahlinde yapıyoruz ya. Einstein'inki bir kanun. Sınır teşkil etmesi normal. Ama kurgu konusunda böyle net bir sınır yok aslında. "İyi kurgu budur!" derken ben, sinema sanatının kurgu ustalarının çizdiği sınırları baz alıyorum. Ama sizin de haklı olduğunuz konu şu: Sınırları belirlediğini düşündüğüm bu isimler, statü olarak (Einstein'ın bilimde olduğu gibi yani) Kurosawa'dan üstün, farklı değil. Evet, haklısınz bu konuda zaten. Ama bazı başka sinema usataları bazı sanatsal olgular üzerine büyük atılımlara imza atıp algılarımızı gelişiriyorlar ve on sene önce bize iyi gelen bir uygulama artık basit, sıradan, sıkıcı vs. gelebliyor. Başyapıt dediğimiz filmler bunlar işte.
İşte Kurosawa'nın birçok filmindeki kurgu uygulamaları, çağdaş sinemanın ulaştığı nokta göz önüne alındığında kusurlu görünüyor bana.
Kusurlu ne demek? Buna da takılmışsınız. Bu bir kanun maddesine muhalafet etmek, bir formüle uymamak değil elbette. Bu "kusurlu"luk, kişiden kişiye değişebilecek birşey. Bir film, beni sürüklemiyor ise doğru ilerlemiyordur. Bu noktada benim dürüst bir izleyici olup olmadığımı sorgulayablirsiniz. "Kendi izleme konforunu ve rejimini, Kurosawa'yı eleştirmek için yeterki kriter olarakı görüp görmememi" yargılayabilirsiniz. Siz bunu kabul etmeyeblirsiniz ama neredeyse bir saplantıdır benim için film izlemek. Ben, bu konuda ne kadar dürüst ve tarafsız olduğumu gayet iyi bilirim. Adamı geberten filmlere saygı ve sabırla yaklaşır saatlerce sabredip bir filmi doğru algılama çabasına bulunurum. Bak KEzzAP ne demiş? "Stalker'ı bilmem kaç günde izledim" demiş. Bu adam da, hiçbir sinema yazarından aşağı olmayan kalitede bir herif. Hegel forumun filozofu anasını satiim, tek bir abuk yorumunu gören varsa beri gelsin. Kegamusha'nın sorunlu bir film olmasının yapım sürecindeki sebebini söylemiş. Hiçbirimiz profesyonel değiliz ama en azından burada birşeyler konuşup tartışırken dürüst, müdaceleci, bir fikri savunmanın önemini teslim eden insanlarız. e hepimiz de film izlemenin ne demek olduğunu, Scary Movie izleyip gülmeyle sınırlı olmadığını iyi biliriz. O yüzden, film izlemenin ne demek olduğumu bildiğimi iddia ederek bunu söyleyebiliyorum.
İyileşiyoruz yavaş yavaş Kafkaslı, sağol.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;