Jackson "Aslında 48 kare ye alışmak gözleriniz için biraz zaman alır, onun için biz görüntüleri sadece 10 dakika göstermeyi tercih ettik"
Tiyatrodaki 4.100 kişiden herkesin düşündüğünü : ultra net görüntüler
http://insidemovies.ew.com/2012/04/24/cinemacon-2012-dim-reaction-to-high-def-look-of-peter-jacksons-the-hobbit/ " onclick="window.open(this.href);return false;" onclick="window.open(this.href);return false;
http://badassdigest.com/2012/04/24/cinemacon-2012-the-hobbit-underwhelms-at-48-frames-per-secon/ " onclick="window.open(this.href);return false;
http://badassdigest.com/2012/04/28/48fps-the-ultimate-battle-of-art-vs-tech/ " onclick="window.open(this.href);return false;
Eee hani görüntüler?
Olay bu zaten. Anlamadığım Jackson'un sinemanın bu derece kendine has bir özelliği haline gelmiş bir durumu yani açık seçik bir gerçeği tersine çevirmek istermişçesine savunması. Yoksa bugün 100fpslik film çekmek işten değil. Aksine herkes 24fpsye yaklaşmaya çalışıyor ve nedeni de sinemanın bizzat kendine has psiko-görsel havası. Biz de 720p 50fps çekeriz yoksa. Elimizin altında hazır var. Ya da basın 1/4000 obtüratörü. Alın size netlik. Adam sinemanın en temel öğesini öldürüp videoya yaklaştırmış. İnsanların sevmemesi hoşuma gitti. Sinema yine bildiğimiz gibi sinema olarak kalacak demektir bu.
Bazen eğitim verdiğim kişilere anlatmakta zorluk çekiyorum. Bir görüntü ne kadar net ve ne kadar canlı renklerle dolu olursa o kadar güzel geliyor gözlerine. Sonuçta görsel olarak beğendiklerinin aslında video olduğunu ve sinemanın özgün görselliğinin farkında bile olmadıklarını anlıyorum. Yani ha reklam ha müzik videosu ha sanat filmi. Aralarında en net ve canlı görüneni otomatikman beğeniyorlar. Ve bu insanlar sinema eğitimi almak ya da film çekmek istiyorlar. Aksine reklam, video vb dünyası da "nasıl daha flat çekeriz, nasıl S-curve oturturuz, nasıl 24fps havası veririz" derdinde. Jackson nasıl böyle bir açıklama yapar anlayamadım.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
Eee hani görüntüler?
Kısmetse film Aralık 2012 de vizyona giriyormus
Sıradan topladıkları 4100 kisiye 10 dakikalık bir bolum gosterip tepkileri gormek istediler herhalde.
Bu tercihin eleştirilmesi normal ama herkes aynı şekilde çekmek zorunda değil ki. Değişik tercihler kullanılabilir yönetmen çok net çok keskin görüntüler çok canlı renkler istemiştir böyle çekmiştir. Sonuçta çektiği film epik bir masal. Nasıl Tony gatlif swing de filmin çekildiği ortamın sefaletini yansıtabilmek için panavision dan sefil bir görüntü elde ettiyse jakson da destansı bir masalı bu şekilde perdeye aktarmış olabilir. Jackson da çıkıp bundan sonra sinema standartı 48 fps dir dememiş ki. Şimdi Yeraltında Zeki Demirkubuzu ne için eleştiriyorlar.
Daha yeni cronicle'ı izledim filmde neredeyse 1 tane sinematik görüntü yok çünkü yönetmen filmi el kameralarının çektiği görüntülerle anlatmak istemiş. Ama filmi alexayla çekmişler. Paranormal activityi blair witch projecti beğenirsin beğenmezsin ama adamlar o şekilde çekmiş. Kimi insan el kamerasından sinematik görüntü almaya çalışır kimisi sinematik görüntüyü bozmaya çalışır.
Yenilik getirmek isteyen insanlar her zaman kabul görmez ama sonra bir bakarsın o yönetmen o tarzla o görüntüyle anılır olmuş. Yada bakarsın tutmaz eski tercihlerine geri dönerler.
"Giydikçe açılır" diyen tezgahtar, "uzadıkça şekil alır" diyen kuaför, "zamanla unutursun" diyen arkadaş... Bunların hepsi aynı örgüte üye...
Amacınız oysa elbette. Kimse sadece tek bir biçimde film çekilmeli demedi ve mesajımdaki anlam da o değil. El kamerasıyla görülmesi amaçlanan bir sonucu amaçlıyorsanız ister el kamerasıyla çekersiniz ister Alexa ile. Yukarıdaki linkte Jackson'un ifadelerini okursanız aynen şöyle demiş:
Jackson was hoping to inspire the theater owners to upgrade their projection equipment as necessary to showcase the film at the accelerated rate, which he said should be an easy conversion with most digital projectors. “I’m really hoping with the support of the exhibitors, we can start the process of changing the entire industry to higher frame rates, which quite honestly provide a much more attractive experience, especially in 3-D.”
Kısacası sinema endüstrisini dönüştürmekten ve yüksek fpsye geçmekten bahsediyor. Kişisel tercih değil burada sözkonusu olan. Yoksa isteyen 15 fps ve sessiz çeker kime ne? Gelin görün ki izleyici salonda bu yüksek netlikteki masalsı görüntüyü beğenmemiş.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
benim dediklerinden anladığım (bu aralar ingilizcem konusunda ciddi eleştiriler alıyorum :D).
Sinema sahipleri projektörlerini güncellesin ki benim gibi çeken adamların görüntüleri görüntülenebilsin. Bütün bir endüstriyi yüksek frame rate li görüntülerin kullanılabilmesi yönünde değiştirmek istiyoruz diyor. Yani sinema bize yer açsın bizim görüntüler 48 fps gösterilsin derdi herkes 48 fps çeksin değil (Öyle diyecek bir adam olmadığını umduğumdan). Adamın derdi 3D gibi. Çıkar açıklar post ekibi neden 48 fps daha cazip geliyor diye.
"Giydikçe açılır" diyen tezgahtar, "uzadıkça şekil alır" diyen kuaför, "zamanla unutursun" diyen arkadaş... Bunların hepsi aynı örgüte üye...
Anıl konu ve benim dikkat çekmek istediğim nokta o değil...
Adamın dediği açık: "we can start the process of changing the entire industry to higher frame rates"
Anlaşılacağı üzere adamın derdi tüm sinema endüstrisini yüksek fps kullanacak bir sürece yöneltmek ve burada da öncülük yapmak. Kitle ise yüksek fpsye tepkisini göstermiş zaten.
Hani denir ya: İstanbul'da yaşamanın en güzel yanı Boğaz vapurundan geçerken manzarayı, camileri seyredip simit yemek ve martılarla paylaşmak....(Memleket özlemiyle bu örneği veriyorum. Yerine başka şey de söylenebilir).
Şimdi biri çıkıp diyor ki "Biz İstanbul Boğazı'na yeni bir güzellik dahil etmek ve bunu daha da öteye götürmek istiyoruz. Bizim yapmak istediğimiz Boğaz'da sürat motoruyla gezip Martini içmek. Bunu dahil ederek İstanbul'da yaşamanın zevkini kökünden değiştirmek istiyoruz." Bunu da denemek için 4000 kişiye bu deneyimi yaşatıyorlar ve sonuç? İnsanlar memnun kalmayıp bir öncekini tercih ediyorlar ve bunun İstanbul'a daha uygun ve özgün bir güzellik olduğunu belirtiyorlar. Ben de bu tercihten duyduğum zevki dile getiriyorum. Sürat motorunun hız avantajı ve zevki, Martini'nin tadı burada konu değil. Hatta "insanlar İstanbul'u kendi istedikleri şekilde severler. Ben mesela Çamlıca Tepesi'nde amuda kalkmayı seviyorum" da diyebilir ve konu yine bu değil. Konu, var olan ve paylaşılan bir genel olgunun estetik güzelliğinin pekiştirilmiş olması. İnsanların estetik tercihlerini Boğaz vapuru, simit, martıdan yana kullanması.
Sinemada 24 kare kullanılmasının nedenleri malumdur. Bu artık kendi içinde bir olgu halini almış. Sinemanın bu özelliğinde bizi başka bir dünyaya götürme potansiyeli yatıyor. Yani gerçek hayat 24fps değildir. Alan derinliği de benzer biçimde buna katkıda bulunan bir unsur. Belgesel gibi gerçekliğe yönelik türlerde video tercih edilmesi, sinema anlatılarında ise 24fps ve alan derinliği (ve diğer onca şey) tercihi devam edecek demek. Ve bu toplumsal deneyimi bize yaşatan bu özellikler yüksek teknolojinin alternatiflerine rağmen "esas sinema" olmaya devam edecekler. Bunun dışında yönetmenlerin bireysel tercihleri ve özel durumlarda yaptıkları özel şeyler aynen devam etsin. İsteyen 1fps çeksin isteyen 1000fps. İsteyen de Çamlıca'da amuda kalksın. Beni sevindiren, bu kitlenin Jackson ve fantazi hayranlığına rağmen en son teknoloji özelliğini bu estetik nedenle beğenmemiş olmaları. Sinemanın bildiğimiz estetik hali devam ediyor ve edecek. Çocuklarımız 3Dli el kameraları ile filmler çekecekler ama karanlık bir salonda oturup 24fps nin kırpışması, hareket bulanıklığı ve rüyamsı bir boyutta bizi tutması hep var olacak.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
Sen istediğin kadar boğazdan simitten bahset adam eğer salon başına kurulum maliyetini 3 kuruş azaltırsa dijital projeksyonlarla her biletten 1 kuruş fazla kazanacağını sezerse ne senin istanbulunu ne boğaz zevkini bırakır. Dayıyı verirler 60-120 fps lik lazer projektörleri sana da sorarlar niye 4k çekmiyosun diye. Kapitalizm böyle birşey. Sanada derler ki zamanında canın çıkıyodu görüntülerini filme bastırmak için şimdi ne konuşuyosun. O 48fps yi beğenmeyen adamlar 3D yi beğenmiş mi acaba sinematik bulmuşlar mı. Zorla soktular sinemalara işte elinden bir şey geliyormu? Ama ben duyuyorum sinema önlerinde artık 3D değilse girmeyelim gibi diyaloglar. Toplum o kadar mallaştı o kadar koyunlaştı ki ne pompalarsan onu alır artık.
Benim de sevdiğim hoşuma giden 24 kare fulgura yanlış anlama 24 kare için söylediklerine sonuna kadar katılıyorum aynı zamanda analog sesin de filminde farklı olduğunu düşünüyorum. Ama dünya öyle düşünmüyor malesef. Plağın yerine CD yi filmin yerine Cmosları CCD leri dayıyı veriyolar adama. Şimdi buraya saçmasapan duygusal birşeyler yazmak istemiyorum ama devasa stüdyolarda orkestraların hücum kayıt yaptığı zamanlarda müzik de bir başka ruhla yapılıyomuş o kayıtlar tüplü anfilerden vintage hoperlörden de başka duyuluyor malesef. Şimdi 4m2 içinde sadece mikrofon olan bir stüdyoda bandrollü albüm çıkıyor.
Teknoloji hem önümüzü açıyor hem birşeyleri zedeleyerek gelişiyor. Postta hallederiz zamanları bunlar. Geçen saçma sapan bir performans çekiminde çekimi yaptığımız bir müzisyen detone olduğum yerleri kurguda halledersiniz gibi bi laf etti bir şey de diyemedim yürüdüm gittim öyle. Playback zamanları bunlar senden benden popstar olduğu zamanlar. Yakında bunların yönetmen görüntü yönetmeni versyonlarını da göreceksin hatta görüyorsundur belki. Belki ben de öyleyimdir bilmiyorum. 1 Sahne için mevsim geçmesini beklemeler bir rol için 40 kilo almalar bitti artık. Dini imanı para oldu herkesin (deyim olarak kullanmadım burada) Belgesel çeksem TRT'ye kaça kitlerim diye başlık açılıyor forumda farkındamısın. Eskiden 1 belgesel çekmek için yıllarca evine uğramayan karısından boşanan adamlar vardı. Yarışmanın ödülü cazip geldiği için tiksine tiksine marka reklamı içeren kısa filmler çektiğin zamanlar. O nedenle yarın birgün 24 fps çektiğin görüntüyü sinemada gösteremezsin bile derler sana. şaşırma.
"Giydikçe açılır" diyen tezgahtar, "uzadıkça şekil alır" diyen kuaför, "zamanla unutursun" diyen arkadaş... Bunların hepsi aynı örgüte üye...
Dediklerin doğru ama kapitalizm ya da piyasa mantığı insan var oldu varolalı var. Ben o kapitalizmin göbeğinde yaşıyorum sektörün içindeyim diyebilirim ve her ne kadar gerçekliği olsa da esasen kapitalizm "satış yapabilme" mantığı üzerine kurulu. Yani o 4000 kişi "olmamış" deyince bu da bir mesajdır. 3D denen mevcut furya sahte 3D ve sadece ve sadece blockbuster filmler için geçerli. Bugüne dek animasyon ve blockbuster dışında 3Dnin bir kullanım alanını görmedim çünkü bu teknoloji sinemanın anlatısı için bir artı sunmuyor. Öte yandan tüm sinema endüstrisinin 3Dye yöneldiği de yok. Çoğunluk hala geleneksel yolda ilerliyor. Bahsettiğin sadece mall sinemaları için geçerli. Bu 3D teknolojisinin vaadedebileceği şeyler sınırlı ve bir noktadan öteye geçmesi pek mümkün değil. Kısa süre sonra atımlık barutu bitecektir. Şu anda bir enflasyon yaşanıyor ki nedeni de ekonomik kriz. 1920ler Amerikasında en muazzam showlar görkemli Broadway müzikalleri idi. İnsanlar ekonomik gerçekten kaçarken bu hayal dünyasına gark oluyorlar. Bugün de durum bundan çok farklı değil. Kısacası: Görülen trend, "kaçınılmaz" bir geleceğin göstergesi değildir, hiçbir zaman da olmadı. Duygusallaşmaya gerek yok, tarihsel gerçek bu: Broadway sürekli olmadı, sinema radyoyu, televizyon sinemayı, video da televizyonu öldürmedi. Her furya geçti. 3D ya da yüksek fps + biliçsiz tüketici izleyici kitlesi ortaklığı elbet önemli ama buna gösterilen tepki de kendi içinde bir pazardır ve bu pazar esasen daha büyük bir pazar. 1990 sonları ve 2000 başlarında da interaktif sinema diye bir furya esti. İnsanlar film oynarken tepkiler verdiler, sonuçları kendilerince yönlendirdiler. "Sinemanın geleceği bu" dendi. O gün görünce demiştim: Olmaz bu iş diye. Sonuç ortada. Karamsarlığa gerek yok.
Tek odadan hatta çalışma odasından çıkan albümler (ve filmler) aslında geleceğe yönelik muazzam bir gelişme. Bu gelişmeler aslında son derece özgürleştirici ve eşitleyici şeyler. Benim de küçük bir audio-video stüdyom var ve midi klavye ve Reason gibi bir yazılıma sahip bir insanın milyonlarca dolarlık stüdyodan eksiği yok. Aynısı DSLR için de geçerli. Yani tam aksine bu yeni teknolojiler sayesinde artık bu ticari süreçte insanın kendini göstermesi de aynı derecede kolaylaştı. Yeni tüm sektörün 3Dye ve yüksek fpsye gittiği yok. Bakınız amatör ekipmanlarla yapılan ilk kuşak filmler.
Yine de 3Dyi baştan sona tu kaka edemeyiz. Ben o teknolojide belgesel (Baraka, Koyaanisqatsi vb) türden yeni yapımlar için muazzam potansiyel görüyorum ama bunun dışında bir süre sonra kendi köşesine çekilecektir. Gelmiş geçmiş en iyi filmler listelerine bakın. Hangisi 3D olsaydı ne değişirdi?
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
Önce bir izleyelim derim ama ben değişimin her türlüsünü kafadan münasip görmeye teşne olduğumdan olsun derim. Değişiyorsa değişsin. Nedir yani sinema anayasasının 1. maddesi mi bu 24 kare, varsın Jackson'da öyle göstersin filmini ve bu bir değişimi başlatıyorsa da başlatsın. Her türlü tutuculuğun önyargılı olarak karşısındayım arkadaş 🙂
Sinema anayasası diye birşey elbette yok. Ona bakarsanız neden belli çözünürlüklerde çektiğimizi de sorgulamak lazım. TV neden karemsidir ve sinema perdesi dikdörtgenimsidir? "Ben üçgen çekmek istiyorum, değişsin herşey" diyene de saygımız var ama işinin zor olduğunu da söylemek gerekli.
Yaptığımız işe göre fps seçmekte özgürüz fakat sinema altyapısı ve sektörü denince akla başka şeyler gelir. Örneğin dünya sinema kolleksiyonu 24fpsdir. Hollywood'da (ya da Bollywood'da ya da Yeşilçam'da) bir film çeken bunun;
1. İç ve dış pazarda gösterilme potansiyelini
2. TV dünyasında yani kanallarda gösterilme potansiyelini
3. DVD vb ortamlarla video dünyasında gösterilme potansiyelini
düşünmek ve değerlendirmek zorundadır. Bu durumda bunlardan ilkinde 24fps dışındaki seçenekler oldukça zorlu ve hatta olanaksız bir durum yaratacaktır. 24 fps'nin en önemli özelliklerinden biri hem 50hz (PAL) hem de 60hz (NTSC) dünyasına dönüşüm yapabilmek için orta bir değer olmasıdır. Yani 24fps çekersen 2:2 pulldown ve %2 hızlandırma ile PAL, 2:3 pulldown ve %0.1 yavaşlatma ile de NTSC yayın standardını tutturursun. Sonuçlar kusursuz değil ve hatta NTSC de atlama bile olur ama en azından çözüm her yerde bilinen bir standart. Başka bir seçenekle kanallara ya da yapım/dağıtım şirketinin karşısına çıkarsan adamlar seninle uğraşmaz bile. 3. seçenekte de mevcut TV sistemleri 100hz ve 120hz güncellemelerine karşın kafanıza göre seçilmiş bir değere uyum sağlayacakları garantisi veremezler. Bakınız LCD ve LED TVler bile 24 kare seçeneğini eklediler özellikler listelerine.
Durum böyle olunca eğer yayın ve dağıtım ortamınız bilgisayar tabanlı (internet, youtube, vimeo vb) ise istediğiniz fpsyi seçmekte özgürsünüz. Forumda parkur sporuyla ilgili ve çekimler yapan bir arkadaş vardı. O türden çekimlerde yüksek fps ve yüksek enstantane en güzel estetiği veriyor. Ben de paten/kaykay çekimi ya da benzeri spor içerikli yerlerde elimdeki en yüksek fpsyi tercih ediyorum. HD yayın yapan kanallarda 720p seçeneğini seçiyorlar çünkü ancak orada 50i var. Burada vurgulamaya çalıştığım durum "sinematik görüntü" denen bir özellik. 30fps bile fazla "gerçekçi" geliyor insanlara. Üniversitede, festivalde vb gösterimde İzletince burun kıvırıyorlar hareket keskinliğine. Bunu kırmak zor, belki de olanaksız.
Gramofondan taş plak dinlerken çıtırtı vb olur ve ses başka bir dünyadan gelir gibidir. Seni o plakların yapıldığı dünyaya götürür. Biri gelip "ben gramafondan DVD audio kalitesinde vb ses çıkarmanın yolunu buldum" derse olmaz. Kendi evimde ses sisteminin alası var ve zaten istersem onu dinliyorum. Ben bu kafeye gramofonda taş plak dinlerken çay içmeye geliyorum. Buraya son model, surround ve optik ses sistemi koyarsanız gelmem. Gramofonun özelliği taş plakla olması. Elbette "ben gramofondan optik ve surround kalitesinde ses dinlemek istiyorum" diyenin önüne geçip engel olacak yok ama gramofon ve taş plağın olduğu gibi kalmasını isteyen de hala çok ve buna "muhafazakarlık" demek doğru mudur bilemiyorum.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.