Forum

The Revenant
 

The Revenant

30 Gönderi
12 Üyeler
0 Reactions
8,282 Görüntüleme
(@bagimsiz)
Gönderi: 0
 

İzlediniz mi bilmiyorum izleyenlere gecenin konsepti olan antiırkçı söylem hakkında ne düşündüklerini sorayım.

Demek ki ortada bayağı bir haksızlık döndüğü aşikar. Burada esas üzücü olan yapılan tepkilere "e yeter yaaa" diyenlerin düşünceleri.

Ortada bir haksızlık varsa herkes tepkisini gösterir. Bunun artık cılkını çıkarttılar falanı filanı olmaz. Haksızlığa karşı herkes tepki koymak istiyorsa koyar. Haksızlığa tepkinin bir sınırı olmaz. Dikkat edilsin efendim. Mücadele vardır orada, herkesin içi yanmıştır ve herkes dile getirir. İçi yananlara "aaaa yeter artık ama susun" denmesi başka bir kalıba girer.

Ben oturduğum yerden "e yeter yaa" diyebilme hakkını görüyorum kendimde. Rengi farklı insanlarla bir derdim yok, buna karşın bu dertten muzdarip insanların anlattıklarını dinlemekte de bir sakınca görmüyorum. Ancak ağzında eveleyen geveleyen, sığ ve soğuk esprilerle söylemini çevreleyen insanlara karşı da sıkılma hakkımı saklarım. Bir TV şovu en nihayetinde ben seyrime bakarım, Amerikan'ın derdi kendine, burdan demokrasi mi götürelim Amerika'ya?

 
Gönderildi : 02/03/2016 7:14 pm
(@spidervis)
Gönderi: 0
Admin
 

Hangout tartışmasında kimin sorduğunu hatırlamıyorum ama filmin müzikleriyle ilgili bir soru gelmişti, Fulgura hoca da "müziklerle ilgili özel veya ekstra bir şey okumadım" demişti. (Tamamen böyle değil ama bu manadaydı) Ek olarak, film de en iyi orijinal müzik kategorisinde oscar'a aday gösterilmedi zaten.

Müziklerin neden orijinal sayılmadığı hakkında biraz okudum ben, onları paylaşayım.
Iñárritu mayıs ayında besteci Ryuichi Sakamoto ile görüşüp kendisini los angeles'a çağırmış ve filmin müziklerini yapmasını istemiş. Sakamoto o esnada boğaz kanserini yeni yeni atlatıyormuş ama böylesine bir teklifi geri çeviremem diyerek kabul etmiş. Sonra film en iyi score dalında da oscar'a adaylık başvurusu yapmış fakat komite tarafından reddedilmiş.

Sakamoto ana tema müziğini yazmış, yanında bir çok ağlamaklı, melankolik sesler fakat 2 buçuk saatlik bir filmi tek başına yetiştiremeyeceği ortaya çıkmış. Inarritu da eldeki seslere ilave olarak deneysel veya alışılmadık türde elektronik ve akustik seslerin bir arada olmasını istiyormuş. Sonrasında bu soundscape'leri yapma yükünün paylaştırılması kararı alınıyor ve Alman elektronik besteci Alva Noto'ya (Carsten Nicolai) ulaşılıyor. Eylül ayında Capital Records stüdyolarında iki besteci birlikte çalışmaya başlıyorlar. Aynı zamanlarda Inarritu bir de Bryce Dessner ile ilave müzikler yapması için anlaşma sağlıyor. Bu esnada filmin final sahneleri halen çekim aşamasındaymış. Dessner da yer yer eski şarkılarından bazı parçaları kullanarak yer yer de yeni şeyler yazarak müzikler yapıyor. Filmin müzikleri toplamda 3 farklı yerde yapılmış oluyor ve sonrasında bunlar mixleniyor. Bazen iki bestecinin çalışması bazen üçününki birden. Bu arada Inarritu John Luther Adams ve Olivier Messiaen gibi isimlerden aldığı müziklerle takviye yapıyor.

Örneğin, filmin ilk savaş sahnesindeki müzik, 2014'te pulitzer ödülü almış Adams'a ait Become Ocean. Ayrıca Sakamoto'nun da 2010'da piyasaya sürdüğü albümünden bazı parçalar da yine filmde kullanılıyor.

Aralık'ta akademinin müzik şubesi filmin original score kategorisinde aday olamayacağına karar veriyor. Iñárritu, Sakamoto ve Nicolai ile birlikte temyize gidiyor, çoğu müziğin orijinal olduğunu anlatıyorlar. Neticede komite yeniden inceleme yapıyor ve son kararını veriyor. Kullanılan müzikler daha önceden lisanslanmış parçaları içeriyor ve nerde kimin parçasının duyulduğunu belirtmek imkansız hale geliyor. Orijinallik kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle de karar değişmiyor.

Dediklerine göre Inarritu bu duruma çok sinirlenmiş. Daha önce de birdman soundtrack'i benzer şekilde diskalifiye edilmişti. Belli ki iş biraz inada binmiş. Ama belirtelim, The Revenant müzikleri Golden Globe ve BAFTA adaylıklarına seçilmiş.

http://www.latimes.com/entertainment/movies/la-ca-cm-revenant-score-20160224-story.html

 
Gönderildi : 03/03/2016 5:24 pm
(@karatasa)
Gönderi: 0
 

Teşekkürler Spidervis, gerçekten güzel paylaşım.

 
Gönderildi : 03/03/2016 6:00 pm
(@fulgura)
Gönderi: 0
 

Evet güzel bilgiler. Tartışmada aslında kafamdakiler tam söyleyemediğimi düşünüyorum. Biraz hızlı hareket etmek durumundaydım ve filmin aslında bir Hollywood şablonu barındırdığı saptamam biraz havada kaldı. Sonrasında yazmak istedim ama o da olmadı.

Söylediğim gibi; "bu film bende kalmadı". Bugün bir filmden zaten %10-15lik orjinallik bekliyorum. Zaten onca film gördük, bugün hangi filmi izlesem zaten izlemiş olduğum X, W, Y ve Z'nin etkileri ya da karmasını görüyorum artık. Buna rağmen yazar/yönetmen işte bu mevcut referanslara ek olarak bana %10cuk bir özgünlük/yenilik ya da beni şaşırtıcı bir şey sunabiliyorsa ben onu takdir ediyorum.

The Revenant'ı izlerken aklıma gelen filmler; Little Big Man, Dances with Wolves, Last of the Mohicans, Dead Man vb idi. Bir iki de western var referans sezdiğim. Diğer bazı detaylar zaten mevcuttu; Atın karnına girme sahnesi Star Wars'da vardı vb. Film bunların malzemeleri üstüne gerçek bir olayı alıp kurgulanmış ama hem sonu gerçek olaydan değiştirilmiş (bu sorun değil ama değişiklik şablona uydurmak için yapılmış) hem de ortaya çıkan kollaj bence çok güzel olmamış. Saydığım filmlerin üzerine konan %10'un ne olduğunu düşündüm hep. Ayı falan çok güzeldi ama benim şaşırmadan kastım o değil. Manzaralar güzel ama orada doğa güzel zaten. Al kameranı git, aynı yere koy sen de alırsın aynı görüntüyü. Drone/crane kullanımında güzellikler vardı (şelale sahnesinde vb). Ses olayında nedense bende kalıcı olan ya da dikkatimi çeken bir şey olmadı. Sonuçta bana gereksiz uzatılmış , alelacele Oscar'a yetiştirilmiş bir film gibi geldi. Yani bunca uzunluk ve prodüksiyona karşın bende birşey kalmadı. En çok takdir ettiğim şey de dediğim gibi o soğukta o suya girip çıkmaları. En beğendiğim oyuncu da Tom Hardy oldu.

Spidervis'in anlattıkları da doğrulamakta; bu adamlar Oscar'ı hedef alıp deli gibi uğraşıyor ve bastırıyorlar. Adamlar temyize kadar gitmiş, "almazsanız almayın" dememiş, diyememiş. Neyse, geçti gitti. Vardı güzellikleri de bir daha takıp izleyeceğim bir film olamayacak dedim en son.

Sağlıcakla...

Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.

Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.

 
Gönderildi : 03/03/2016 10:14 pm
 HHK
(@hhk)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Hangout tartışmasında kimin sorduğunu hatırlamıyorum ama filmin müzikleriyle ilgili bir soru gelmişti, Fulgura hoca da "müziklerle ilgili özel veya ekstra bir şey okumadım" demişti. (Tamamen böyle değil ama bu manadaydı) Ek olarak, film de en iyi orijinal müzik kategorisinde oscar'a aday gösterilmedi zaten.
[/url]

Müzikle ilgile değil de ses ile ilgili Fulgura'ya sormuştum. Ses işçiliğini...

Sesi özellikle sorma sebebim kadraja girmeyen II. ve III. kişilerin volume'leri... Olayı gerçekliğe yaklaştıran bir etki yaratıyor. Bu bakımdan da PC oyunlarındaki ses olayına benzetmiştim.

BAFTA'da ödül aldı diye anımsıyorum.

- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)

 
Gönderildi : 04/03/2016 2:18 pm
 HHK
(@hhk)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Söylediğim gibi; "bu film bende kalmadı". Bugün bir filmden zaten %10-15lik orjinallik bekliyorum. Zaten onca film gördük, bugün hangi filmi izlesem zaten izlemiş olduğum X, W, Y ve Z'nin etkileri ya da karmasını görüyorum artık. Buna rağmen yazar/yönetmen işte bu mevcut referanslara ek olarak bana %10cuk bir özgünlük/yenilik ya da beni şaşırtıcı bir şey sunabiliyorsa ben onu takdir ediyorum.

Sağlıcakla...

Aslında bunu tartışabiliriz. İyi bir konu ve çok yararlı sonuçlar çıkarabilme potansiyeli var.

O kadar fazla film çekilmiş ki artık kabaca birbirini anımsatan sahnelerle ve öykülerle dolu filmler oluyor.

Peki bu tip filmlerde aradığımız özgünlük nerede? Öyküde, karakterde, sekansta, görselde, yönetmenin üslubunda vs. veya hepsinde (tamamen orjinal). Ya da aynı hikayeyi en doğru şekilde yansıtmada.

- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)

 
Gönderildi : 04/03/2016 2:25 pm
(@anonymous)
Gönderi: 0
 

"En saçma olanı da bütün saçmalıkları daha önce birinin söylemiş olması." Cicero
bi de üç binyıl önce etmiş bu lafı. 🙂

 
Gönderildi : 04/03/2016 5:27 pm
(@fulgura)
Gönderi: 0
 

Söylediğim gibi; "bu film bende kalmadı". Bugün bir filmden zaten %10-15lik orjinallik bekliyorum. Zaten onca film gördük, bugün hangi filmi izlesem zaten izlemiş olduğum X, W, Y ve Z'nin etkileri ya da karmasını görüyorum artık. Buna rağmen yazar/yönetmen işte bu mevcut referanslara ek olarak bana %10cuk bir özgünlük/yenilik ya da beni şaşırtıcı bir şey sunabiliyorsa ben onu takdir ediyorum.

Sağlıcakla...

Aslında bunu tartışabiliriz. İyi bir konu ve çok yararlı sonuçlar çıkarabilme potansiyeli var.

O kadar fazla film çekilmiş ki artık kabaca birbirini anımsatan sahnelerle ve öykülerle dolu filmler oluyor.

Peki bu tip filmlerde aradığımız özgünlük nerede? Öyküde, karakterde, sekansta, görselde, yönetmenin üslubunda vs. veya hepsinde (tamamen orjinal). Ya da aynı hikayeyi en doğru şekilde yansıtmada.

Bir anlamda zaten eski Yunan'dan beri pek yeni bir şey yok. Aynı şeylerin görünümü değişiyor. Shakespeare'in eserleri bile daha eski ve köklü anlatılar üzerine kurulu. Yani gelmiş geçmiş en büyük edebiyatçının eserlerinin öyküleri aslında kendine ait değil. O zaman özgünlük nedir? Nasıl oluyor da bu adam en büyük edebiyatçı? Nasıl herkes pilav yediği ve tadını bildiği ve yapılışı da 3 aşağı 5 yukarı aynı olduğu halde, bazen birinin yaptığı pilavı deli gibi beğenebiliyoruz? Demek ki yapışta bir şey var. Güzel pilavların neden güzel olduğunu tanımlamaya kalkmak zor. Kimi yağ der kimi pirinç. Demek ki orada da bir fark var.

O özgünlükte özgün olan şey bence "beklememek". Burada kastım sürpriz değil çünkü sürpriz/twist esasen ticari anlamda başarı sağlıyor. 6th Sense filminin tüm güzelliği bunda idi. Özgündü çünkü kimse o sondaki durumu beklemiyordu. Ama tüm başarısı tek bir cümlenin telaffuzu ile yerle bir olabilir bir film işte. Bu nedenle sinema tarihinde bu özelliği dışında pek kalıcı olacak bir tarafı yok. Bu nedenle "beklememek" ifadesinden kastım sadece şaşırmak değil. O şaşırmanın "ben bunun böyle yapılabileceğini düşünmemiştim" dedirten bir boyutu olmalı. Herkes Romeo ve Jüliet'in sonunda ne olacağını biliyor ama yine de her çekileni merakla izliyoruz.

Burada aklıma gelen ilglinç bir örnek var. Gençler pek bilmezler ama eskiden çok meşhur Komiser Kolombo (Columbo) diye bir polisiye dizi vardı. Ana kahraman tam bir anti-kahramandı. Yani darmanduman bir adam; pasaklı görünüşlü, aile babası falan değil, öyle romantik serseri olacak kadar bile imajı yok. Ama adam her davayı inanılmaz biçimde çözerdi. Burada ilginç olan şey Kolombo'nun bir tür Sherlock olması değil. Aksine Kolombo bölümlerinde aslında çoğu vakada izleyici suçun nasıl işlendiğini ve suçlunun kim olduğunu en baştan itibaren bilirdi. Fakat suç o kadar kusursuz işlenirdi ya da suçlu o kdar yakalanamaycak derecede önemli biri olurdu ki bunun çözülmesine asla imkan vermezdik. Yani olan Sherlock türü dedektifliğin tam tersi. Oysa darmadağın Kolombo biz nasıl olduğunu anlayamadan çok dahiyane biçimde olayı çözerdi. Kısacası en başından beri aslında bildiğimiz suçluyu bile Kolombo nasıl yakalayacak diye merakla izlerdik. Bu özgünlüktür. Demek ki sonuçta ne olacağını tahmin edememek bile aslında yeterli değil. Bir şekilde bir anlatıda özgünlüğü yakalamanın bir sürü yolu var. Aklıma gelenler;

1) Kimsenin daha önce yapmadığını yap. : Bu zor çünkü yapılmamış şey zor ya da az. Hatta bu tamamıyla bir yanılgı. The Matrix özgün değildi. Özgünlüğü derlemesindeydi. Felsefi bir sorunu (dünya bir simülasyon olabilir mi?) aynı yöndeki dinsel inançlar ile (varoluşun yanılgı olarak yorumlandığı Budizm/Tasavvuf vb) ve hayatlarımıza yeni giren network/hacking olayıyla harmanladı. Her biri zaten vardı ama bu harman filmi özgün kıldı. Devamları ise aynı ilgiyi görmedi çünkü felsefi boyutları eksik, aksiyon filmlerine dönüşmüşlerdi. Yani yeni olacak bir şey bulmak zor. Burada özgünlük harmanda. Bkz 3. madde...

2) Herkesin zaten yaptığının tersini yap. Bu zor ve ahlaki açıdan sorunlu olabilir. Ama bakın We Need To Talk About Kevin. Herkes kendi öyküsüne bir iyi karakter koyar ve onunla empati geliştirmemiz için çaba sarfeder. Oysa "kötü" ile empati geliştirmek ve bu sayede "gerçekten de kötü nedir? kötü var mı? kötünün doğası nedir?" gibi sorular sormak zor olanı. İşte bizdeki Özgecan olayı. Bir tarafta öldürülen zavallı bir kızcağız, diğer tarafta tartışılmaz bir kötü adam. Bugün bir film yapmak isteyen herkes o kızın ne kadar acı çektiğini ve diğerinin ne kadar kötü olduğunun filmini yapar otomatikman. Kimse teröristin, tecavüzcünün filmini yapmaz, yapamaz. Kimse kapısını çalan oğlunun "baba bir şey oldu, ben birini öldürdüm, bana yardım et" dediği bir babanın içine düşeceği ikilemi kolay kolay anlatamaz. İnsanlara "o babanın yerinde ben olsaydım ne yapardım?" sorusunu dedirtemez çünkü karşıdaki kızı haksız duruma düşüren bir şey söylediğiniz hissine kapılırsınız. Kötü kötüdür ve çok net olarak böyle gösterilmelidir. Karşıdaki sapık asla ve asla bir çocuk olarak görülemez. Bu türden yaklaşımlar bence ahlaki ve toplumsal açıdan en zor olanlar. Kötülüğün de insani olduğunu ve en başından beri hemen yanımızda olduğunu kabul etmek istemiyoruz. Aklıma benzer olarak In Cold Blood geliyor. Kısmen de 3 Maymun var.

Bu arada V for Vendetta ya da Silence of the Lambs, Batman gibi filmlerdeki karizmatik kötü adamları kastetmiyorum ama onların bazılarında da tüm insanlığa karşı bir anti-tez olma potansiyeli var. Bazen bir teröristin ya da sapığın motivasyonunu anlamak hatta ona bu noktada katılmak durumunda olabilirsiniz. Burada sanırım işin politik/ideolojik boyutu önemli ama bu da ticari bir şekilde algılanabilir. Bu devirde kapitalizme küfretmek moda çünkü kitleler bozuk gelir dağılımından şikayetçi. O nedenle "sisteme karşı" film mesajı vermekte de bir ticari kurnazlık var. Ya da kitlelerin bazen cezayı hakkettiği şeklinde bir yoruma katılabiliyorsunuz.

Benzer biçimde, bazen aşkın kötü olabileceğini de anlatabilirsiniz. Bazen bizzat insan olmanın tüm sorunların kaynağı olduğunu da anlatabilirsiniz.

3) Herkesin yaptığını yap ama yapış biçimin farklı olsun. Bence en önemli nokta bu. Sen de Leyla ile Mecnun'u çek, Titanik'i çek; sonuçlar zaten belli ama öyle yap ki kimse o filmi izlediğine pişman olmasın. Burası aslında yukarıdaki iki maddenin birleşmesinden oluşuyor bence. Cameron'un Titanic'İ iyi miydi? Hayır, gemi battı, güzel battı ve araya da bir de klasik bitmeyen aşk hikayesi sıkıştırılmış. Kitlelerin seveceği ve dolayısıyla da satacak her şey sıkıştırılmış filme. Ama entellektüel bir tatmin yok. Hatta ilginç bir deneyim yaşadım bu olayla ilgili. Film çıktıktan sonra ziyarete Türkiye'ye gelmiştim ve ben de bir kopyasını getirip TV'ye takmış bulundum ama 2-3 akraba ziyarete geldi ve film oynamaya devam etti. Arada bir muhabbet ederek 3-4 kişi filmi başından sonuna izledik fakat en sonuna gelince akrabaların İngilizce bilmedikleri ve benim filmi altyazısız olarak oynattığımı farkettim. Ayıp olması diye de hiçbir şey demeden merakla izlediler ve hatta sonrasında üzerine bayağı konuştuk. Yani İngilizce bilmeyen akrabalar filmdeki herşeyi anladılar. Bana sadece 1-2 şey sordular. Bu bir başarı mı değil mi takdirinize bırakıyorum. Ticari açıdan muhteşem bir şey çünkü izleyen beğenmiş.

Yapış biçimindeki farklılık öykünün akışında olabilir. Doğrusal değil kesik ya da ters bir anlatım seçebilirsiniz. Lynch filmleri ve Memento ya da zaman yolculuğu gibi filmler bu türün örnekleri ama biraz zorlama yarattıkları için kitleler pek sevmeyebilir bunları. İnsanlar Primer'ı sevmez (ben de sevmem ama Cronocrimenes harikadır) ama Triangle'e bayılırlar. Aynı olayı anlayacakları düzeye indirmiştir.

Farklılık bir karakterin herkesten farklı davranmasında yani o durumda herkesin ve bizim de yapacağımızın dışında davranmasında olabilir. Örnekleri Saving Private Ryan, Donnie Darko, Forrest Gump vb

4) Herkesin bildiği ama görmediği şeyleri göster; Bu da kültürel açıdan riskli. NBC ya da Yılmaz Güney bunu başardılar büyük ölçüde. Ben Güney'e karşı biraz arada kalsam da bazı filmlerindeki cesarete hayran olmamak mümkün değil. Bazen popülist takılmış ve hatta seri üretim yapmış ama karısını öldürmesi gereken bir erkeği ve hapisten çıktıktan sonra evleri olmadığı için karısıyla bir trenin tuvaletinde birlikte olmak isterken millete yakalanıp linç edilme durumunda düşen adamı göstermiş bize. Bugün bunu yaparsanız burjuva izleyici beğenmez çünkü biz bizi Avrupalı gibi gösteren şeyleri ya da bir zamanlar Avrupa'dan daha iyi olduğumuz zamanları gösteren filmleri seviyoruz. Uzak'ta anlatılan şeyi hergün yaşarsınız ama bu derece başarıyla anlatmak zor.

Benden bu kadar. Umarım çok karıştırmadım. Konuyla bağını da kurayım: The Revenant'da yukarıda saydığım noktalarda özgün olan bir şey göremedim. Aksine gerçek hayattaki olayda adam esas ilginç olanı yapmış; onca mücadele sonunda ele geçirdiği suçluyu affetmiş. Yani zor olanı ve aykırı olanı yapmış. Oysa bizim film öyle ilgi çekmez diye olayı intikama çevirmiş. İntikam bir insan dürtüsü ve iyi yaparsanız intikam öyküsü satar. En sonuna dek de olayı mantıksız derecede uzatarak sürdürmüş. Daha kötüsü, beyaz iyi adamın kötüyü ele geçirdiğinde onu öldürmesinde yaşadığı klasik ikircikli bir an vardır; onu aynen korumuş. Bu durumda iyi adam kötüyü öldüremez, ya da en azından savunmasızken öldüremez ve bırakıp döner gider. Ama kötü adam o son anda onu arkasından vurmak vb türünden bir hareket yapar ve o anda da ölümü hakkeder çünkü bizim adam haklı duruma düşer. Böylece kötü adam rahatlıkla öldürülür. Daha da kötüsü var; iyi adam onu öldüremeyeceği için bunu yapmaktan çekinmeyecek ve "bizim tarafta" olan birilerine bunu havale eder çünkü biz işkence yapamayacak ve kasten öldüremeyecek kadar iyiyizdir. Amerikan filmlerinde bunu yapan genelde kızılderili. Yani beyaz adam o intikamın vahşice alınmasını yerliye havale ederek bir taşla iki kuş vuruyor hep. Adını hatırlayamadığım bir Nazi filmi var. Nazi subayı sorguladığı ve işkence ettiği adamın elini kesme görevini kendisine destek olan Arap'a veriyor. Çünkü Nazi de olsa o bir Avrupalı ve o derece düşemez, oysa Müslümanlarda kesmek doğramak zaten normal. Kısacası işin barbarlık kısmını yerliye, barbara vererek, affetmek üzerine kurulu kendi Hıristiyan inancından çok sapmamış oluyor. Öldürmek zorunlu durumda yapılan bir şeye dönüşüyor ve meşru oluyor. Nazi bile Yahudiyi katlederken yüzünü görmeyeceği gaz odalarına koyup kapıyı üzerine kapatmış. Ortadoğulu ise kameraya bakarak gırtlak kesebilecek biridir. Bu fark sürekli hatırlatılmalı. The Revenant'ın günahları bir değil gördüğümüz gibi...

Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.

Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.

 
Gönderildi : 04/03/2016 10:59 pm
(@msaricay)
Gönderi: 0
 

Fulgura çok faydalı bi yazı olmuş, ellerine sağlık bu yazının devamı niteliğinde bir tartışma toplantısı oluşturulabilir..filmin temel fikrini oluşturmada çok dar bakış açısıyla yada aceleden yapılıyor..özgünlük,farklılık,merak heycan gibi öğeleri bi fikrin içine sıgdırmak gerek bunu nasıl yaparsak yaparken..daha doğru olur. temel film fikrinin oturtulması ilgili daha çok konuşulması gerekli diye düşünüyorum

birde hangout toplantısı olursa tek mekanlı yada az mekanlı (Telefon Kulubesi) filmi gibi düşük bütçeli ama fikir veya başka açıdan güzel sonuçlar doğurmuş filmler tartışılsa güzel olur. çünkü forumda tek mekanlı az bütçeyle film çekmek isteyenlerler oldukça fazla, böyle filmler incelenip tartışılsa daha faydalı olabilir.

 
Gönderildi : 05/03/2016 12:36 am
(@hegel)
Gönderi: 0
 

Fulgura'ya teşekkürler. Kendini ilgiyle okutturan, sürükleyici ve doyurucu bir tarzı var.

Dünyayı olay yeri olarak var sayarsak, olay yeri incelemede elde ettiğimiz olgulara güvenmek zorunda olduğumuzu düşünebiliriz. Ama içimizde hep bir kuşku kalır ve bu kuşkuyu derinden hisseden yaratıcı ve yetenekli sıra dışı kişiler, "başka bir şeylerin" peşine düşerler. Bu kişinin -iz bırakmak istiyorsa- aynı zamanda yeterince motivasyonu ve isteği de olmalıdır. Van Gogh gibi biri, kişisel sanatlarda kendini fazlasıyla kanıtlayabilir ama ondan bu zamanda bir ekip işine girmesini beklemek saflık olur. İsteksizlik, bu yoğun yaratıcılığın bir parçası olduğunda kişiyi hep geri çeker. Gerçek anlamda sanatçı kişi doğası gereği muhaliftir; hiçbir şey ona yetmez ve onu kesmez. "Keskin sirke küpüne zarar" misali, isyanını kendi üzerinde söndürmeye kalkabilir. Aslında burada bizim göremediğimiz bir heyecan olduğunu düşünüyorum. Bu bir tercihtir ve saygı duyulması gerekir. Olay yeri incelemede Dexter, Will Graham veya Rust Cohle böyle biridir. Olayları çözerler; bambaşka amaçları vardır ve belki de bunu kimseyle paylaşmazlar ve biz gerçekte hiçbir zaman ne olduğunu, neler döndüğünü anlayamayız.

Kişi kendine de çok güvenmemelidir. Bir şeylerin hep eksik kalacağını bilmelidir. Özgün bir işe girişen kişi, kuralları yıkmadan önce kuralları çok iyi bellemesi gerektiğini bilmelidir. Kuralları, iletişimi sağlayan ortak kodlar/frekanslar olarak düşünürsek, başka bir kanaldan yayın yaptığımızda işin doğası gereği az da olsa bizim gibi düşünen birilerine ulaşmak isteriz. Felsefe, Don Kişot, Flüt, Bach, Resim, gölgelendirme, mimari, Da Vinci, sanat tarihi, ikili ilişkiler, psikoloji, akıl hastalıkları, tuhaflık, tutarlı saçmalık, konuşma, meydanlar, monolog, renkler, çerçeve, manzara, kesmeler, açılar, müzik, teatral abartı, modern roman, Flaubert, Dostoyevsi, Kafka, Faulkner... fotoğraf, belgesel, doğa vs. Bütün bunları ve fazlasını özümsemek ve dönüştürmek...

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 05/03/2016 3:11 pm
(@rodriguez2)
Gönderi: 0
 

Filmin görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki ile yapılmış bir röportaj:
http://www.dpreview.com/interviews/4663212665/interview-with-three-time-oscar-winning-cinematographer-emmanuel-lubezki

 
Gönderildi : 18/03/2016 4:10 pm
(@mimfilm)
Gönderi: 0
 

Leonardo Di Caprio Oskar ödülünü geri iade etti. helal olsun, gerekçesi çok değerli.

ben kuzeyemir

 
Gönderildi : 04/04/2016 5:48 pm
(@bagimsiz)
Gönderi: 0
 

Leonardo Di Caprio Oskar ödülünü geri iade etti. helal olsun, gerekçesi çok değerli.

Şakadır o. Hem de ne hak yemesiymiş, dağda bayırda kısıtlı oyuncuyla çekilen film için 150 milyon dolar harcayan yapımcılar teknik ekipten mi kısacaklarmış?

 
Gönderildi : 04/04/2016 6:01 pm
(@mimfilm)
Gönderi: 0
 

evet ya, 1 Nisan şakasıymış. burada da kuru gürültü yapmış olduk. yöneticiler bu paylaşımımı silseler iyi olur galiba. selamlar.

ben kuzeyemir

 
Gönderildi : 04/04/2016 6:10 pm
(@halostendap)
Gönderi: 0
 

😀 (minimum 3 karaktere ayarlı olduğundan görüyorsunuz bu yazıyı yoksa sadece gülecektim)

insta https://www.instagram.com/morehalityalcin

 
Gönderildi : 04/04/2016 6:37 pm
Sayfa 2 / 2
Paylaş: