Forum

The Revenant
 

The Revenant

30 Gönderi
12 Üyeler
0 Reactions
8,282 Görüntüleme
 HHK
(@hhk)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Dünya üzerindeki medeniyetlerin kuruluşu hep vahşice olmuştur. Sıradan öğretilerle kendimizi o kadar odağa uzak tutmuşuz ki umursamaz tavrımız belirmiş, düşünsel yetimizin farkındalığı ise körelmiş. Toplumlar arası vahşilik sadece bireyler arası vahşiliğe indirgenince pür dikkat kesilebiliyoruz. Empati kurabildiğimiz anın başlangıcı çoğunlukla bireysel vahşette oluyor. The Revenant’a baskın sırasında kimse ağlamaklı olmaz ama Glass’ın oğlunun öldürülüşünde duygular pekişir ve büyük çoğunluk Glass’ın sürünerek gördüğü oğlu karşısında ağlamaklı olabilir.

The Revenant, yeni bir medeniyetin kuruluşu sırasındaki en acılı ızdırabı, vahşeti yaşayan bireyler çevresinde vererek en doğru işi yapıyor. Ve bunu vahşi bir doğayla pekiştiriyor.

Filmi sevdim; çok sevdim hatta… İlk izlediğimde heyecanlanmamı, duygu geçişlerimi hala anımsayabiliyorum. Buna rağmen sözümün çoğunu İnnarutu’ya ettim; filmin, en harika filmi olacağına bizzat kendisi engel olduğu için…

Bundan sonrası ağır spoiler içerir...

Filmin İmgesel anlatımlarını biraz deşelim.

Filmin başlarında bir sahne var, siluetlerden oluşan bir ağaç, bir kadın, bir çocuk ve bunlara doğru yürüyen bir adam.

Adam (Glass) der ki: Ben buradayım. Burada olacağım.

Film boyunca da hayallerle beslediği bu özlemini sürekli yineler. Bu özlem aslında onun nerede olmak istediğini de gösterir bize. Ta ki finalde hayaliyle aynı ortamı paylaştığı anı fark edene kadar… Çok iyi düşünülmüş ve kurgulanmış bir an. Hele Glass’ın zihnini seyirciyle kesiştirdiği anla çok da güzel bir final olmuş.

Ama bu kadar özleme, bu kadar kulak arkasından fısıldayan hayale rağmen neden hala bu yaşam. Bunun cevabını da sahnenin hemen devamında duyuyoruz.

Ama sakın vazgeçme. Duyuyor musun?
Nefes aldığın sürece mücadeleye devam et.
Nefes al. Nefes almaya devam et.

Film boyunca birkaç özel anda daha duyduğumuz bu sözler, girdiği meşakkatli serüveninde en büyük destekleyicisi; yaşam azminin, verdiği mücadelenin kaynağını gösteriyor bize. Yani yok olmaktan yeniden dirilişine imkân olan kudret kaynağı oluyor.

Filmin temelleri de tam bu sözlere oturtuluyor. Bu yüzden film intikamdan daha çok bir mücadele filmi oluyor. Bu yüzden intikama yönelik somut görseller ve soyut kavramlar yok denecek kadar az. Karısının öldürülüşünde bile intikam yerine mücadele etmesini pekiştirecek sözler duyuyoruz. Hep baskın olan ve hep verilen ise zor şartlara rağmen nefes aldığı müddetçe gösterdiği mücadele…

Glass’ın doğanın içinde girdiği değişim serüveni, onun büyük evrimidir. Tam da bu kısımda filmin isim kaynağı, altındaki madeni çıkarır. Ayı postunu üzerine geçiren Glass, artık kendisi değil öldürdüğü ayı gibidir. Bu sayede soğukla baş eder, ateşi olmasına rağmen balığı çiğ yer, dondurucu akarsuda bile hayatta kalır. İkinci dönüşümü atın içine girmesiyle olur. İçinden çıktıktan sonra kamera Glass’ı bize atın bakış özelliğinde verir; merkezi net ve önde, etrafı flulaşmış bakıştan verir. Glass’ın atın karnından yeniden doğmuştur. Ve hemen arkasından gelen dağlar arasında dümdüz açılan uzun bir yolu aştığını görürüz. Bunu Fransız ekibinden kalan o tek askerin konuşmalarından da anlıyoruz. Ve sonuncu değişim olarak kasabaya geldiğinde yıkanıp, paklandığı yeni oluşumuna. Burada ise yarasına ve o kadar hırpalanmış olmasına aldırmadan takibe katılmak için ısrar ediyor. Bu da onu artık o doğanın bir parçası olduğunu gösteriyor.

İnnarutun’un, bu kadar yoğun olarak denediği bu yeni anlatımında verdiği imgesel anlatımların seyirciye ulaşımı bayağı bir zor oluyor. Hani seyircinin de pek beklediği bir durum değil bu. İnnarutu birçok şeyi destekleyici temeller üzerine oturtmaya çalışıyor ama bunu yansıtmadaki gayreti pek yeterli düzeyde değil.

Filmin teknik niteliğine ise denecek bir şey yok. Hatta tamamen doğal ışıkta çekmeleri takdirleri topladı bile. İnnarutu ise çok güzel işler yapmasına rağmen öykü anlatmada ve karakteri yansıtmada hatta kadrajlama noksanlığında kendisinden beklemediğimiz tercihlerde bulunmuş.

Filmin kronolojik sahnelemesine göre gözlemlerim ise şöyle.

Hareket halindeki akıcı kamera ile adeta baskının içinde olduk. Çok iyi işlenmiş olay örgüsü seyirciyi gerçekliğe çok yaklaştırdı. Bunu çatışmayı yapan iki grubun içinde de yaparak sahnenin hikâyeye hizmetini had safhaya çıkarmış. Yönetmenlik becerisini ve derinliğini gösteren sahnedir.

Bir de bu baskın çekimi daha önce PC oyunlarında gördüğümüz türdendi. Bu da ayrı bir iç ısıtan gösterimdi. PC’de başarmak kolay da bunu bu kadar gerçekçi kurgulayıp çekmek, iyi bir iş. Artı bunu sırf çekimlerle değil ses ile de desteklemeleri harikuladeydi. Ses olayı o anki etkiyi düzeyini alıp en yükseklere çıkarıyor. Ses işini de PC oyunlarındaki gibi yapmışlar. Özellikle kadrajda görünmeyen III. Kişinin volume seviyesi… Kamerayla arasındaki mesafeye ve kadraja girmeye kadar volumdeki değişkenlik çok iyi işlenmiş.

Leo'ya Ayı saldırması ki efsane olay budur; en iyi çekilmiş sahnelerden biridir. Klasikleşecek bir sahnedir.

Ree’lere yüklenen görev ve bu uğurda verdikleri mücadele… Senaryonun destekleyici yan öyküleri içinde kendine ilgiyi artırıyor.

Ölüme ikna edilme sürecinde kameranın gitgide göze yaklaşması ve o süre boyunca Leo'nun gözlerini kırpmadan geçirmesi tüylerimizi dikenleştiren anlardı. Harika bir performanstı. Holivud'da gözlerini kırpmadan uzun süre boyunca oyunculuk yapan birçok oyuncu var, Al Paçino gibi, Morgen Freeman gibi, Jack Nicholson gibi...

İnnarutu, bu yarı yaşanmış öyküyü senaryolaştırmaya niyetlendiğinde eminim ki aklında ilk olarak bu kadar vurgulanmış doğanın, görsel temalarını kadrajlamak vardı. Senaryonun devinimi tamamen bunun üzerinden sağladı. Doğanın görselliğine o kadar kendini kaptırması, filmde işlenen dramda ya geri kalmasına ya da hata yapmasına neden oldu. Bu başta Leo olmak üzere, hikâye dramının da aleyhine bir sonuç doğurdu.

Bu kadar yoğun görsellik, soğuğu daha fazla hissetmemize, çıkmazlara bürünecek ruhumuza, ümitlenmemize ve yeniden doğumlarımıza temsil oldu. Çevre şartlarının zorluğu ve o kudretlenen soğuğu bu yolla hissettirebilirsiniz. Bu seçeneklerden biri… Diğeri ve aslolan ise karakterin dramı ve mücadelesiyle bunu dengelemek. Maalesef İnnarutu burada doğa görselini vurgulamayı daha çok tercih ettiği için kaçırdığı, göremediği veya bile bile tercih etmediği “o anlar” kısmında dengeyi bozan taraf oldu.

Bu tercihlerin aleyhte olan yansımalarının en büyüğü Leo’ya olmuştur. Yarısında kesilen ve hatta hiç kadrajlanmayan o kadar iyi performansları var ki, yerinde ben olsam oturup ağlarım. Kaç defa çıkacak ki bir oyuncunun karşısında bu kadar zorlu çevre şartlarında performans imkânı… Seyir kısmında olduğum tarafta bile dizimi dövdüğüm anlar oldu.

Bunlardan bazı anlar şöyle;

Oğlunu gördüğü o sahne biraz daha vurgulansaydı keşke. Gözlerim dolmaya, boğazım kabarmaya başlamıştı ki bir anda sanki başka bir duygusu olan sahneye evrildi.

Leo terkedilerek bir başına kaldığından itibaren yüzü kadraja uzaklaşan ve sakındırılan karakter oldu.

General ve ekibi kaleye varmadan verilen son görüntüsü ile Kale’deki ilk görüntüleri arasında sahne kuramına göre bir bütünlük yok. Kale’den önceki son görüntüsünde karlı dağlarla kaplı, adeta bir çıkmaza düşeceklermiş gibi bir çevre ile görüldü. Seyirciye henüz kaleye ulaşabilecekleri bir duygu aktarılmazken içinde bulundukları en zor çevre şartları verilerek tam tersi bir duygu verildi. Ardından uzun süre görünmeden ilk gösterildikleri sahnede kalede olduklarını gördük. Bu iki sahne birbirini tamamlamayan yanlış planlanmış sahnelerdir. Umutsuz bir yoldayken sonra birden hedefe varmaları havada kalmış.

Öyle bir “o an” atlandı ki, hala içimde kaldı. Karşılaştığı iyi niyetli Yerli, Leo uykudayken yaralarına bakınır ve Leo ölüm korkusuyla uyanır ve zavallı durumunu anlatmaya çalışır. Leo uyandığında kamera Leo’nun arkasına geçer ve bizi o duygudan mahrum bırakır. Ahh ahhh derim hala… Oysa hazır performansı tavan yapmışken çok sağlam ifadeler vermişti. Yönetmenlerin %90’ı o sahnede kamerayı ille de Yerli’nin bakışından verirdi. Çünkü en doğrusu bu. İnnarutu elindeki hazinenin resmen değerini düşürmüş. Ya da tam doğru ifadeyle tercihlerinden dolayı kuramadığı denge buna sebep olmuş.

Bunlara rağmen Leo’yu tebrik etmek gerekiyor. Hem de sıradan bir tebrik değil, kucaklanıp havaya atılmalı, cümbüşler eşliğinde çengiler sunulmalı, verilecekse Oscar Heykeline bir kat daha altın atılmalı… O soğuk, o buz gibi hava mimiklerinizi öyle bir soğutur ki dudaklarınızı aralayıp dişinizi göstermekte bile zorlanırsınız. O yüzden hatta sırf bu yüzden Leo'nun performansı müthişlerin en müthişidir. En zor oyunculuk karda, kışta yapılanıdır ve Oscar jürisi bunu asla görmemezlikten gelemez. Olur da Oscar’ı kaldırırsa bunu İnnarutu’ya rağmen kazanmış olacak.

Finaldeki kavga sahnesi taraflar arasında gidip geldi; bir an kimin kazanacağı tereddütüne düştük. Kesilmeden, temposunu düşürmeden akan bu sahne de iyi bir klasik haline gelebilir.

Filmin Dönüm Noktası oğlun öldürülmesi. Leo tam ölüme ikna olmuştu, yaşamaya dair mücadelesini bitirmişti. Oğlu öldürüldü ve hikâyenin seyri değişti. Uğradığı ihanetten dolayı üst düzey bir motivasyon kazanmış oldu ve bu onu hızlı bir iyileşme sürecine soktu. Oğlu öldürüldükten sonra, Leo’nun intikam duygusuna yönelik mevzusu sadece iki yerde geçiyor biri sığınağına yazdığı yazı ve finalde Fitzgerald’a söylediği söz… Bahsedildiği gibi o kadar intikam filmi değil. Hiç izlememiş bir seyirciye Leo’nun oğlunun yanından ayrıldığı andan itibaren izlettirin ve sığınaktaki o yazıyı görmesin bunun bir intikam olduğunu sanmaz. Hatta Leo’nun eşiyle alakalı bir durum olduğu kanısında olup varsayımlar arasında bulunur. Oğlunun bu kadar ihmal edilmesi ve hala karısının vurgulanarak katlanması ihanet duygusunu seyirciye geçiremiyor. Buradaki dengede de İnnarutu hatalı öyküleme yapmış. İntikam için yanan birinin ille de yaşam savaşında doğaya karşı verdiği mücadele birlikte yürümedi...

Ve son olarak İnnarutunun Üslubu…

Yönetmenin üslubundaki sert değişkenler, filmler arasında oluşan üslup birliğinin de tekdüzelikten çıkmasına neden olmuş. Bir yönetmenin farklılaşan üslubunun en takibi yapılabileni İnnarutu; ve açıkçası bu onun bir sonraki filminin hep merak edileni olmasını sağlar. Bizi de bu serüvenin birebir takipçisi kılıyor.

Bu arada filmi 10 gün evvel canlı gösterim ile de tartışma fırsatı bulmuştuk. Teknik bir aksilikten dolayı geç katıldığım gösterimde birçok şeye anca dokunabilmiştim. Ama bu yazı toparlama adına çok daha iyi olduğu kanısındayım. İzlemek isteyenler için...

- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)

 
Gönderildi : 27/02/2016 6:14 pm
(@anonymous)
Gönderi: 0
 

Yahu bir de birkaç saat sonra ikinci kez Oscar'ı alırsa üst üste iki sene oscar alan tek yönetmen olarak tarihe geçecekmiş. 🙁
edit: alan olmuş da deniyor oscar yayınında muallakta kaldı.

 
Gönderildi : 29/02/2016 2:24 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Big Short ya da Spotlight'ın yönetmeni alacak bence.
O yüzden sıkıntı yok. Bakalım. 🙂

 
Gönderildi : 29/02/2016 3:04 am
(@bagimsiz)
Gönderi: 0
 

Spotlight dümdüz film. Yönetmeni alırsa şaşırırım. Mad Max ya da Big Short The Revenant'a alternatif olabilecek iki filmdir yönetim olarak tahminimce.

 
Gönderildi : 29/02/2016 3:14 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

En iyi filmi Spotlight alacak bence. En iyi yönetmeni de Big Short. Tahminim bu doğrultuda.

 
Gönderildi : 29/02/2016 3:29 am
(@bagimsiz)
Gönderi: 0
 

Benim de en iyi film tahminim The Revenant ya da Room. Erkek oyuncu Danish Girl, kadın oyuncu Room, kurgu Mad Max ya da Big Short. Yönetmeni söyledim zaten. Spotlight'ı hiç beğenmedim. Bu tahminlere yönelik bir başlık mı açsaydık yoksa geç mi kaldık 🙂

 
Gönderildi : 29/02/2016 3:43 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Yoo açılabilir, benim tüm tahminlerim, bazıları mecburen sallama:

Oscar'ın sitesinden yapılabiliyor.

(Düşüncelerim değil tahminlerim. Geçen sene 18/24 bilmiştim sanıyorum.)

 
Gönderildi : 29/02/2016 3:48 am
(@bagimsiz)
Gönderi: 0
 

Bu sene de o civarda tutar gibi. Ben de teknik ve sanat yönetimi ödüllerini Mad Max süpürür diye düşünüyorum.

 
Gönderildi : 29/02/2016 3:57 am
(@spidervis)
Gönderi: 0
Admin
 

 
Gönderildi : 29/02/2016 5:33 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Bu sene de o civarda tutar gibi. Ben de teknik ve sanat yönetimi ödüllerini Mad Max süpürür diye düşünüyorum.

15 bildim, beşini salladıydım zaten, kısalar ve belgesel, bir de müzik kategorilerini.

 
Gönderildi : 29/02/2016 5:48 pm
(@bagimsiz)
Gönderi: 0
 

Evet gayet iyi tahminderdi. Efekti de alabilirdi Mad Max. Ama özgün senaryo ve en iyi filmin Spotlight'a gitmesi, ırkçılık yüzünden sunumda günah çıkaran akademinin, kilisenin çocuk istismarı konusunda senaryo ve film kategorisinde günah çıkarmasından başka bir şey gibi gelmiyor. Spotlight karakterli bir konuyu işliyor ama yaşanmış olaydan oluşturulan filme özgün senaryo ödülünü vermek çok ilginç, başka kıstaslar var demek.

 
Gönderildi : 29/02/2016 6:59 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Dediğin gibi. Benim Spotlight'tan çok emin olma sebeplerimden biri buydu.
Tam Hollywood'un seveceği günah çıkarma hikayesi.
Ha film fena bir film değil bence. Ben de her filmi izlemedim ama ya Mad Max'e ya Spotlight'a verirdim.

 
Gönderildi : 29/02/2016 7:01 pm
(@anonymous)
Gönderi: 0
 

İzlediniz mi bilmiyorum izleyenlere gecenin konsepti olan antiırkçı söylem hakkında ne düşündüklerini sorayım.

 
Gönderildi : 29/02/2016 7:19 pm
(@bagimsiz)
Gönderi: 0
 

Başladı zenci popisi bitti zenci popisi. Beyaz oyuncuları siyahlar oynasa nasıl olurdu parodisi muazzamdı ve üstüne sunucu da birkaç şey söylese yeterdi ama cılkını çıkardılar, çok soğuk hava esti yer yer. Akademinin ve sektörün ırkçı faaliyeti tartışılır ama çok doğu bir şey söylendi. Kadın ve erkeği ayırıyorsanız siyahları da ayırın, oyuncu oyuncudur, kadını erkeği mi olur dendi. Bu mevzuyu ancak mizahla geçiştirebilirdi akademi, uzadıkça sıkan ve kötüleşen bir mizahla geçiştirdi.

 
Gönderildi : 29/02/2016 7:37 pm
 HHK
(@hhk)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

İzlediniz mi bilmiyorum izleyenlere gecenin konsepti olan antiırkçı söylem hakkında ne düşündüklerini sorayım.

Demek ki ortada bayağı bir haksızlık döndüğü aşikar. Burada esas üzücü olan yapılan tepkilere "e yeter yaaa" diyenlerin düşünceleri.

Ortada bir haksızlık varsa herkes tepkisini gösterir. Bunun artık cılkını çıkarttılar falanı filanı olmaz. Haksızlığa karşı herkes tepki koymak istiyorsa koyar. Haksızlığa tepkinin bir sınırı olmaz. Dikkat edilsin efendim. Mücadele vardır orada, herkesin içi yanmıştır ve herkes dile getirir. İçi yananlara "aaaa yeter artık ama susun" denmesi başka bir kalıba girer.

- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)

 
Gönderildi : 02/03/2016 5:23 pm
Sayfa 1 / 2
Paylaş: