Arkadaş ... Sinema filmi izleme konusunda çok sabırlı bir insanımdır ama bu Primer isimli filmin ilk 20 dk sını bile vallahi de izleyemedim billahi de. Yahu, filmin ilk karesinden itibaren son karesine kadar mahalle karısı gibi car car car konuşmak olur mu be kardeşim? Filmin sonuna kadar ileri sara sara kısa kısa baktım, sardığım her yerde, tıkladığım her noktada bir konuşma, diyalog var.
Konuşmalar karşılıklı konuşma şeklinde de değil, herkes birden konuşuyor lan 😀 İlginç bir konusu var aslında, senaryo güzel ama sadece ilginç konu ve senaryoyla bitmiyor ki olay. Filme oyuncu olarak resmen erkek görünümlü mahalle karılarını seçmişler 🙂 İlk 20 dk izledim, başıma öyle bir ağrı saplandı ki kapatmak zorunda kaldım. Sonunu getirmediğim nadir filmlerden birisidir Primer (2004). IMDB Linki aşağıda:
http://www.imdb.com/title/tt0390384/ " onclick="window.open(this.href);return false;
Al benden de o kadar.İzlenmiyor abi.
film 7 bin dolara çekilmiş ve sundance'te ödül almış. açıkcası bu kadar düşük bütçeli, bağımsız ve konu itibariyle meraklısının beğeneceği bir filmin böyle bi festivalde ödül alması hoşuma gitti. tam yapmak istediğim sinema. ancak göründüğü gibi midir? ne bileyim sundance bi cannes, berlin olmasa da oscar'ın paf takımı gibi bir şey. saw, whiplash gibi filmlerin çıktığı festival. açıkcası bu kadar düşük bütçeli bir filme arkasında sağlam bir destek yoksa ödül vermezler gibi geliyor. ama eğer öyleyse gerçekten iyi iş başarmışlar.
filmin ekibi baya az. hikaye fazla teknik bilgi üzerinden ilerlediği için bir yerden sonra insan kopuyor ama atmosferi, kurguyu beğendim. gerçi kurguyu beğendim diyemem tam anlamadım çünkü. 🙂 biraz lost havası aldım. ama bu imkanlara göre iyi iş çıkarılmış. tam fiyat performans ürünü. 🙂
7 bin dolara çekilip on haftada 424 bin dolar yapmış. genelde de 10-20 salon arası gösterilmiş. çekildikten sonra ne kadar para harcamışlar acaba, baya iyi bi sonuç almışlar.
220bin euro da spanyadan çarpmışlar.
Ben bu adamı merakla takip eder, çıkan filmini kaçırmadan izlerim. Primer hem konu hem yaklaşım olarak en ilgimi çeken projeleri idi. Konusu ve yaklaşımı inanılmaz derecede ilginçti ama anlatmaya çalıştığı şeyi neredeyse tamamen diyaloğa gömdüğü için bir noktadan sonra insanda olaydan kopup "ne oluyor yahu?" durumu oluşturması kaçınılmaz olmuş. Abartısız söylüyorum: Film, elinizde olup bitenin bir şeması olmaksızın anlaşılmıyor. Hani Inception, Gravity falan karmaşık derler ya, bu onların görecelik kuramı ve quantum profesörleri için çekilmiş versiyonu gibi. İzlemek ve anlamak için ciddi çaba gerek ki değer mi diye sorulmalı. Bende "bu kadar özgün bir durum bu kadar tavizsiz anlatılmak zorunda mı?" sorusunu uyandırmıştı. Bir filmi anlamak için en fazla düşünmek ve belki bir iki şeye bakmak lazımdır bence. Burada ise durup ne olup bittiğini şemaya dökmüş birinden harici destek lazım resmen.
Upstream Color'da da benzeri yaklaşmıştı Shane Garuth ama o görselliği çok bol bir filmdi ve oradan kurtarıyordu. Yine "ne oluyor ve neden oluyor?" diye sorup duruyordunuz. Hadi Tarkovsky, Aranofsky türünden yaklaşımla kurtarmış. Bu arada ekleyeyim: Cronocrimenes (Timecrimes) (2007) bunların hepsini ama hepsini suya götürür susuz getirir. Benzeri durumlardan hatırladıklarım:
Primer: Takibi olanaksız derecede zor, içiçe geçmiş zaman yolculuğu.
Upstream Color: Sanatsal yaklaşımlı soyut bilim-kurgu.
Triangle: Hollywood versiyonu; sarışın eklenmiş ve orta zeka düzeyine indirgenmiş anlatım. Görsellikte bir özellik yok.
Cronocrimenes: Hem mütevazi hem düşündürücü çoklu zaman yolcuğu filmi.
The Signal: Yazarı ve yönetmeninin itinayla dövülmesi gereken bir film. Bu kadar güzel görsellik, tasarım ve hatta oyunculuk ile bu derece beceriksiz bir film yapılabileceğine inanamazdım. Adam filmin ortalarına doğru karar değiştirmiş sanırım çünkü hiçbir şekilde hiçbir yaklaşımla anlaşılabilir bir film değil. Çarçur edilerek kaçırılmış muhteşem bir fırsat. Bunun yerine Dark City ve The 13th Floor izleyin.
Deja Vu: İlginç bir Hollywood yaklaşımı ve iyi kotarmışlar ama zoraki bir aşk eklemeyeydiler iyi olacaktı.
Somewhere in Time: Zaman yolculuğu açıklaması kısmını es geçip romantik bir yaklaşma odaklanan güzel bir film. Bir kez izlenmeli. Midnight in Paris de benzeri ama bu daha iyi.
Sliding Doors: Paralel evren falan değil de paralel yaşam konusuna "nasıl?" sorusunu sormadan "ne olur?" diye yaklaşan izlemelik film.
Coherence: 2 adet 5D ile çekildiği rivayetleri var ve o nedenle bakılmalı. Ben yine de görselliğini pek beğenmedim. Özellikle giriş kısmı videovari olmuş ama izlenmesi gerek. İşini iyi yapmaya çalışmış ve oyunculuklar iyiydi.
Another World: Oyunculuk ve kısmen de görsellik için izlenmeli ama metaforik ve allegorik olması nedeniyle bilim-kurgu boyutu çok sorgulanmamalı.
I Origins: Görselliği çok güzel, tartışması biraz sulandırılmış din-bilim meselesi ve bazı boşlukları var ama izlenmeli.
Bu furyaya katılan Source Code ve Edge of Tomorrow (ve hatta ucundan Oblivion) uzun soluklu filmler değiller ve daha çok gelip geçici filmler olmuşlar.
The Navigator: Ben bu filmi de nedense severim. Bilim-kurgudan çok fantazi sayılır ve güzel bir Yeni Zelanda filmi.
Sinema tarihi açısından önemli örnekler olan La Jetee ve modern kurgulaması olan 12 Monkeys, ve bir de olmazsa olmaz Alphaville de eklenmeli.
Son zamanlarda en ilgimi çeken örnek ise Enemy. The Signal'in yapamadığını yapmış ve en azından kendi içinde tutarlı alternatif açıklamalara yol göstermiş. Bilimsel falan değil ama izlenmesi gerekir derim. Güzel bir görsel ortamı vardı.
Benden bu kadar.
Sırada Tomorrowland var gelen. Bakalım Hollywood ekolün bu işe el attığından beri sulandırılmış bilim-kurgu eserleri basıp duruyor ortalığa ve en azından bunun biraz daha iyi olacağını umuyorum.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
Bak yahu iyice merak ettim şu Primer'ı. Acaba amerika'da underground ve anlamıyorsak iyidir şekli bir intibaa uyandırarak mı yapmış bu gişeyi. Normalde çok bir gişe yok fakat bütçe-sonuç ilişkisi için önemli bir örnek. Şimdi bir de hiçbir şey anlaşılmayan ve izlenmesi zor olan bir film diyorsunuz. ilginç bir durum.
bu arada 13th floor çok hakkı yenmiş bir film bence. onun öncülüğünü yaptığı şeyin kaymağını 2 3 efektle matrix yedi.
şu rüya olsun zaman olsun iç içe geçmiş katman numarasından seyirci ne zaman sıkılacak merak ediyorum. sinema bir ikinci dünya savaşından, bir şizofreniden bir de bu olaydan felaket ekmek yedi.
aynen internette bi şema vardı ona bakınca bi hııı dedim. adam anlaşılmaması için baya kasmış. 🙂 açıkacsı bu kadar kapalı olmasaydı baya izlenirdi diye düşünüyorum. aynısı öbür filminde de vardı. kurgu primer kadar olmasa da sonlara doğru karışıktı biraz. ama bundan sonra takip edeceğim bir yönetmen. star wars gibi bilim kurgulardan ziyade böyle gerçek hayatın içine serpiştirilmiş olan bilim kurguları daha çok seviyorum. ikinci filmi de gh2 ile çekmiş.
ikinci filmi de 50 bin dolar bütçeli hasılat aynı hemen hemen. açıkcası izlenmesine ben de şaşırdım. bilim kurgu zaten çok takipçisi olan bir tür değil. izleyenler de genelde sulandırılmış olanı tercih ediyor. üstüne böyle karmaşık olunca yönetmen de izlenmez herhalde diye bütçeyi düşük tuttu herhalde. 😀
Kanımca amerikalılar bu olayı ta vanilla sky, donnie darko zamanında farkettiler. Özel olarak karıştırıyorlar ortalığı diye düşünüyorum, çünkü özellikle genç kuşak bu tarz olayları seviyor. Anlaşılması için makale okunması gereken bir film çok dürüst değildir bana göre. Bir de amerika'da izlenmek çok daha kolay, gişede bunu da hesaba katmak gerek. Nbc bile orada daha çok izleniyor. Türkiye'de primer'ı çekip 10 salonda oynatmak kadar imkansız ne olabilir bilmiyorum.
türkiye'de malesef primer'ı geçtim ana akımın biraz dışındakiler bile zor salon buluyor. festivallerde gösterilen çoğu film son zamanlarda başka sinema kapsamında gösterime giriyor. onun dışında gösterime girmeyenler bile var.
Primer ilgi çekici bir düşünce ama kötü bir film. Anlatmak istediğini anlatamıyor, hatta yanlış şeyi anlatıyor. Film, bir fizik-biyoloji kuramı olmamalı olay örgüsü, hikaye, insan ve insan psikolojisi olmalı, kuram vs. olacaksa bu hikayeyi destekleyen bir unsur olmalı Interstellar vs. gibi. Nolan'da zaten bunun ekmeğini çok güzel yedi en az 4 farklı filmde (Memento, Prestige, Inception ve Interstellar gibi) sadece kötü filmler saf düşüncenin ilginçliğini vermeye çalışır (Ki saf düşünceden yola çıkılan filmlerin hastası olan biri olarak söylüyorum bunu). Üzerine duygu ve hikaye inşa etmek zorundasın yoksa bir şey çıkmaz ondan. Primer bence yine 7000 dolarlık film yaftasının ekmeğini çok güzel bir biçimde yiyor, olay tamamen bu. Ben de büyük heveslerle izledim ve son 20 dakikaya kadar çok kafamda allak bullak olmadı ama özellikle son 20 dakikada işin artık felsefesinden çıkıp teknik detaylara girince ben de filmden koptum. Sonuç olarak kötü bir film ama 7000 dolarlık indie bir film olduğunu düşünürsek yine de ilk film olarak fena değil.
Öte yandan Matrix'e 13th Floor'un ekmeğini yiyor demek ayıpdan da öte, öbür dünyada hesabını sorarlar bu lafın resmen. Dark City desen çok net anlarım da yani. Matrix komple bir felsefe bütünü. Kitaba dönüştürsen kutsal kitap bile kabul edilebilir. 13th Floor ise yine bir düşünce fikir filmi (Kitabını okumadım), başından her şey çok ama çok belli, kabak gibi ortada. 36 sene boyunca filme dönüştürülmemiş, 36 senenin sonunda Paramount tarafından (Yanlış hatırlamıyorsam) tam tersine onlar Matrix trenine erkenden atlamak için zıpladığı bir projedir. Ki çok hatalı bir filmdir. Onun dışında bir simülasyona girme vs. fikri son 50 yılda belki 50 tane filmde gözükmüştür, eminim en az 2 katı kadar da kitap vs.'de kullanılmıştır.
Türkçe zor bir dil. Onun ekmeğini yiyor demedim, onun öncülüğünü yaptığı şeyin kaymağını yiyor dedim. Çünkü aynı anda anlatım üslubu ve teknik olarak ikisi de yeni filmlerdi ama matrix bir milat olurken 13 floor hiç ortaya çıkamadı. Simülasyon olayından ziyade bu filmlerin felsefi altyapıları idealizme göre yapılandırılmıştır. Platonun mağarasna gidersiniz filmi okuduğunuzda. Bu da üç bin yıldır ortada olan bir şey zaten. Sanatta neyi nasıl anlattığınız önemli, matrix ve 13 floor da buna bir örnek oldu hatta.
Bu filmin adını çok duydum. Ama hep bu şekilde duyduğumdan izlemedim.
İşim mi yok ya. Atla Gel Şaban izlerim bana ne.
David Lynch filmlerini saatlerce kare kare durdurup izler, hakkında şeyler okurdum on yıl önce.
Tarkovski için de geçerli aynı şey.
Anlamak için kendimi kasardım. Ne salakmışım ya. 🙂
Şimdi bir film beni sarmıyorsa birazcık anlamam zorlaşıyorsa direkt kapatıp yüzüne bile bakmıyorum.
Cloud Atlas'ta en son öyle bir şey oldu. Belli ki çok komplike bir film değil. Biraz devam etsem anlayacağım mevzuyu, ama o kadar sıkıcı ve kendini izletemez geldi ki kapattım 20 dakika sonra. İşim mi yok ya.
Şeyde de aynısı oldu New York, Snyedoch mudur nedir, eeeeh dedim kapattım.
Filmin karmaşık olmasından öte sende izleme isteği bırakması daha önemli.
Lynch'in bu açıdan bir tek Mullholland Drive'i iyidir bana göre.
Ben derin film değil, sıradan bir filmdeki derinliği seviyorum.
Bu filmin adını çok duydum. Ama hep bu şekilde duyduğumdan izlemedim.
İşim mi yok ya. Atla Gel Şaban izlerim bana ne.
David Lynch filmlerini saatlerce kare kare durdurup izler, hakkında şeyler okurdum on yıl önce.
Tarkovski için de geçerli aynı şey.
Anlamak için kendimi kasardım. Ne salakmışım ya. 🙂
Şimdi bir film beni sarmıyorsa birazcık anlamam zorlaşıyorsa direkt kapatıp yüzüne bile bakmıyorum.
Cloud Atlas'ta en son öyle bir şey oldu. Belli ki çok komplike bir film değil. Biraz devam etsem anlayacağım mevzuyu, ama o kadar sıkıcı ve kendini izletemez geldi ki kapattım 20 dakika sonra. İşim mi yok ya.
Şeyde de aynısı oldu New York, Snyedoch mudur nedir, eeeeh dedim kapattım.
Filmin karmaşık olmasından öte sende izleme isteği bırakması daha önemli.
Lynch'in bu açıdan bir tek Mullholland Drive'i iyidir bana göre.
Ben derin film değil, sıradan bir filmdeki derinliği seviyorum.
bu konuda kafam daha karışık benim 😀
özellikle bu yaratıcı yönetmen yaftasını almış adamların filmlerini sıkıcı bile olsa izleme taraftarıyım, yani adamların filmlerinde nasıl bir ortak tema, nasıl bi yaratıcılık vs. var ki bu ünvanı almışlar diye sırf meraktan....
Bence burada derin ve sıradan ayrımını daha detaylı yapmak faydalı olur hepimiz için. Ben KEzzap'a katılıyorum. Aynı şeyi ben de yapıyordum. Bu sanatın her alanında geçerli biraz ve sanatsal açıdan ya da sanatı bırak, bir izleyici olarak akıl baliğ olunca insanın bakış açısı değişiyor. Bir film derinse sıkıcıdır, izlenebilirliği yüksekse sıradandır ya da o diğer derin film kadar kaliteli değildir yargısının saçmalığını farkediyor. Bir film bir şey söylediği ve bunu dinletebildiği ölçüde derindir bence. Bilimsel bir konuyu, bir paradoksu ya da sıradan bir aşk hikayesini ele alması bunu değiştirmiyor. bunu karmaşıklaştırıp bir halt anlaşılmayan bir görüntü silsilesi ortaya koymak derin film yapmak değildir. adelosan kitle buna derin der ve popülerleştirir sadece.
Matrix'ten bahsettik bu kadar düşünsel yükü olan bir senaryoyu bu derece izlenir kıldıkları için de Matrix oldu o film. devam filmlernde bu olmayınca tırt şeyler çıktığını gördük. Primer da sadece bir film vardı bir halt anlaşılmıyordu diye bahsedilen bir film olarak kalacak.
Ben gişe başarısı hakkında da bu karışıklığı strateji olarak kullanmalarının ve yine arkada bir şirketin yatırımının payı olduğunu düşünüyorum.
blair cadısı ve paranormal vakalarındaki stratejiye benzer bir strateji.
bu filmin anlaşılmaması nuri bilge ya da david lynchvari olmasından değil de konuyla alakalı. zamanda yolculuk ve ışık hızıyla ilgili ara ara bir şeyler okuyorum. zaten normalde de fazlasıyla karmaşık bir konu. yönetmen de tüm teknik ayrıntıları diyaloglara sıkıştırmış. takip etmek zorlaşıyor haliyle.
ama bu kadar düşük bütçeyle bu başarı önemli bence. sizce arkada bir destek olmadan bu filmin yürümesi mümkün mü?