Bu film tam bir bağımsız. Yani, öyle bağımsız ki, "bir parça bağımlılaşmış olsaymış iyi olurmuş" diyen bile çıkabilir aslında ama bence yanılır.
Lost in Translation/Sophia Coppola
Hikayeyi açıkça anlatacağım, çünkü hikayenin ne olduğunu bilmenizin hiçbir mahzuru yok.
Amerikalı ünlü bir aktör olan Bob Harris bir reklam filmi işi için Tokyo'ya gider. Bu şehirde ve özellikle kaldığı otelde sıkıntıdan patlar. Ve kendisiyle aynı durumda olduğunu fark ettiği çıtır sarışın Charlotte ile tanışır. Aralarında garip bir dostluk başlar.
Şİmdi, Charlotte diye bir hatunun, Tokyo'daki bir otelde çektiği sıkıntıdan bize ne? Bob Harris'in hikayesi eh biraz daha ilginç olabilir ama aslında o da pek sürükleyici, sürpriz barındıran, ilginç bir hikaye değil. Benzerini hepimizin yaşayacağı bir hikaye. Ama tüm bu sıkıntı dolu anları izlemek çok keyifli. Ve bu iki karakterin yaşadıkları birkaç günlük sıkıntı krizleri ve garip, fazlaca seviyeli dostlukları ilk bakışta hiç mi hiç bir sinema filmi malzemesi özelliğini taşır görünmüyor. Ama ortada enfes bir film var.
Film bu açıdan çok garip bir film, şöyle açıklayayım: Anlaşılmaz değil hikaye olarak ama yönetmenin bazı şeyleri neden böyle uzun uzun çektiğinin bir cevabı olduğunu sanmıyorum, bunları çekerken ne anlattığının açıklaması yok gibi. Daha da ayrıntıya inmeye çalışayım: Yönetmen bazı şeyleri çok uzun uzun çekiyor, sergiliyor, gösteriyor. Bu çekimlerde neye konsantre olacağımız, neyi izlediğimiz de belli ama bunların bizim ilgimizi çekeceği, ilgileneceğimiz şeyler olup olmadığı kesinlikle meçhul. Ama gariptir filmi izlemek (bana göre) accayip keyifli. Normalde sıkıntıdan patlayacağımız hikaye parçaları nedense bu filmde keyifle izleniyor.
Filmin en çekici, en ilgilenilesi taraflarını anlatmak istesem bazı şeyleri açık etmiş olurum ama şu kadarını bilseniz yeterli: görebileceğiniz en garip ikili ilişki ve incelemesi burada. Görebileceğiniz en "az" ama "etkili" komedi burada. Çok başarılı oyunculuklar, çok başarılı ve özenli yönetim, enfes görüntü işçiliği.
Gerçekten, esas bağımsız film bu. Ne anlattığını özetlemek çok zor. Çünkü film, hikayesinin bir önem arz etmiyormuş gibi görünen taraflarını sergileyerek hiçbirşey anlatmıyor gibi görünme yoluyla izleyicisiyle çok garip bir ilişki kuruyor. Hatta hikayesini, bir önem arz edeceği düşünülen duraklara uğramadan biçimlendirerek bomboş görünüyor ama aslında sıkıcı boyuttaki doluluktan, zaten çok az hikayenin kaldırabileceği kadar dolu oluşundan böylece kurtuluyor.
Garip bir tanıtım oldu sanırım. Ya da bir tanıtım olamadı. 🙂 Olsun, bu da böyle olsun, n'apalım. Yani, benim çok keyif aldığım, ara ara dönüp izlediğim bir film bu, mutlaka keşfettiğine sevinenler çıkacaktır.
Ve son olarak, aşağıdaki pembe don giymiş popo Charlotte'a ait, film bu kareyle açılıyor ama ne gibi bir işlevi var bilen yok. 🙂
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;