Hayret ilk defa bi filmi beğenmiş.
Kabadayı'yı da beğenmişti, sinir olmuştum. Koca bir mektup yazmıştım, cevap da vermemişti.
Arkadaşım Kabadayı kötü bir film midir ?!!! BENCE sen bu işten anlamıyorsun.
gece 11'de çıkmışım sinemadan. balyoz yemiş gibiyim. evim çok uzak ama yürüyorum yine de. çocukların aklıma takıldı'yı nasıl söylediğini düşünüyorum, balerini düşünüyorum, oyuncağı düşünüyorum, bakkalı düşünüyorum. ve "sinema yapmak lazım lan." diyorum. "pes etmemek lazım." diyorum.
"hani reha erdem'in her filminde bir şeyler ya eksikti, ya da fazlacaydı ya. acaba "bu sefer oldu oğlum, bu sefer sıçtım ağzına." mı dedi? anladı mı bi başyapıtı sonunda çekebildiğini? taşların oturduğunu bildi de benim gibi bi kaç adamı tir tir titreteceğini anladı da, bize mesaj olsun diye mi filmin adını "hayat var" koydu?" diye düşünüyorum. egom yüksek belki ama, filmi sinemada izleyen şanslı aznlıktanım. hakkım var buna.
şımarıyorum. şımarıyorum ve yürümeye devam ediyorum. gülümseyerek ama.
Filmi izleyeli 3 gün oluyor.Bir şey yazamıyorum, kendimce bi takım bok atma girişimlerinde bulunuyorum ama ne desem boş.Bu yılki en hakkı yenen bağımsız film budur bence.. Ne Üç Maymun ne Süt ne de Sonbahar.
Mutlaka görülmeli.
Filmden 3 kilit şarkı, dinle dinle kederlen; 🙂
Ercan bitirdin abi beni bu linklerle, ah ulan ahhh
Beğenmem mi bayıldım filme, her şey tam ayarında, görsel anlatım tavana vurmuş, imgeler simgelerle boğulmamış ama tam ayarında verilmiş böyle çok beğendim. En beğendiğim Reha Erdem filmi hatta ustalık filmi olmuş. Ayırca bir türk sineması olacaksa o sinema bence böyle birşey olmalıdır. Daha hızlısı, daha yavaşı olur ama bu tatta olmalıdır. Bence film daha güzel yazılar hak ediyor ama gaza geldim şarkıları dinleyince aklıma geldiği gibi yazıyorum.
Birde bizim evde Orhan Gencebay Full Albüm vardır, hayır rapidden indirme değil harbi harbi kaset babam hastasıdır bu adamın, bu şarkılarla, bu adamın filmleriyle büyüdüm ben. Böyle bir anlatımda tam onikiden vurdu tabi beni, kısacası çok beğendim devamını beklerim.
Bence de yılın en sağlam bağımsız yapımıdır arkadaş, görmeyen kalmasın diyorum.
selamlar öncelikle,
valla aynı şeyleri düşünüyorum yanılmamışım demek ki.
toker, filmden çıkınca aynen o duygular içideydim ben de. bi iki saat sersemlemiş bir şekilde yürüdüm. bi filmin insanı bu düzeyde etkilemeyi başarması çok sık olmuyor.
ben hala reha erdem'in diğer türk yönetmenlerden (nbc dahil) bi gömlek üstte olduğuna inanıyorum. filmlerinde de reklamlarında da bi ustalık farkı var. adam rüyasında bile sinema dili konuşuyor olmalı. ama ercanın da dediği gibi değeri pek bilinmiyor henüz. türkiye için anlaşılır da dünyada da çok ilgi çekmemesi ilginç. bir de ilk kez bu kadar "olmuş" bir film çekmeyi başardı. gelecek için umutluyum.
neyse kimse kıymetini bilmezse de biz varız en azından..
- zaman ne çabuk geçiyor.
- zaman duruyor da içinden biz geçiyoruz galiba.
çok alakasız olacak ama tüm içtenliğimle: hoşgeldin zepra
şimdi daha çok seviyorum seni hayat, hadi...
ben hala reha erdem'in diğer türk yönetmenlerden (nbc dahil) bi gömlek üstte olduğuna inanıyorum.
yüzde yüz katılıyorum. ve de hoş geldin diyorum. (dün gelirim, bu gün devrecilik yaparım. böyle de bi adamım işte.)
BU film üzerine 10 sayfa yazmak istiyorum.
Ama yapmayacağım.
Çünkü bunu yaparsam Reha Erdem'i taklit emiş olacağım.
Böyle bir filme 5/10 veriyorsam ve bunu bile göre, Erdem'in kadrajlarla yaptığını kelime ve cümlelerle yaparsam bu film üzerine içerdiğim fikre tezat oluşturacak. Bana göre Hayat Var iyi bir film değil. Çünkü:
Reha Erdem, klasik sinema dediğimiz, belirli bir tempo ve kurgu sürükleyiciliği ile ilerleyen, net birer giriş/gelişme/sonuç içeren bir film yapmamış. Tamam, bunda sorun yok. Hiç şart değil çünkü. Bunu ret ettiği çok açık. Peki bu yapıyı ret edenler genelde ne yapar? Birkaç yola başvurur bildiğimiz kadarı ile. Ya atmosfer içerikli, ruh hali sunan filmler yaparlar, bir hikaye anlatma derdinde olmazlar. Ya çok sayıda giriş/gelişme/sonuç içeren filmler çeker. Ya bir hikaye anlatırlar ama hikayenin olayı, nasıl sonuçlanacağı değil, bir sürükleniş hali sunmalarıdır. Hepsi mümkün, hepsine eyvallah.
Ama Erdem Hayat Var'da hiçbirini yapmıyor. Klasik sinema yapmıyor, ilk söylediğime yakın birşey yapıyor ama onu da, o anlatım biçimine uygun düşen biçimde yapmıyor. Yaptığı resmen şu: Yaşamından kesitler sunduğu bir karakterin (Bu durumda 14 yaşındaki Hayat isimli muhtemelen 46 kromozoma sahip en sevimli yaratık) hayatından alıp kardaja soktuğu kesitlerde, ilk görünenden anlamlar dışında daha bir sürü anlam olduğunu hissettiren ama bunların ne olduğunu söylemeyen/göstermeyen/önemsemeyen/s.ktiereden bir hikaye kurgusunu tercih ediyor. Filmde, birbirinin aynısı olan olan birçok çekim/olay o kadar çok fazla sayıda var ki insan ister istemez "ya bu manyak yönetmen bunları defalarca tekrar tekrar gösterdiğine göre burada benim çözemediğim bir olay var galiba, dur daha dikkatli izleyip daha fazla dikkat keslieyim" diyor ama bu çaba hiçbir yere varmıyor. Mükemmel kadrajlar var filmde. Gerek görsel estetik olarak, gerek içerilen anlam olarak. Ama bunlar tekrar tekrar çok sayıda var. Neden?
Babasının Hayat'ı okula sandalla bırakışı, kızın o sessiz hali gerçekten anlamlı. Ama 10 kez gösterilince bunda insan görünenden başka bir anlam arıyor ama yok öyle bir anlam. Çıkmıyor. Kızın denize bakaraktan durduğu genel plan o kadar çok var ki insan görünenden başka bir anlam arıyor bunlarda. Var mı öyle bir anlam? Yok. Kız hindiyi on kere kovalıyor. Neden? Sıkıntıdan mı? İt ite it kuyruğuna mı? Kızı biryerlere uzanmış, bıkkın, düşünceli ve sessiz görüyoruz. Neden 10 kez var bu? Her birinde ayrı bir anlam mı var? Ya da o kadar (biz izleyicilerin anlayamayacağı kadar) derin bir anlam var ki 10 kez göstermek mi gerekiyor?
Ve.... bunlara ek olarak.... 10'ar kez gösterilen şeylerin ne anlama geldiği konusunda ciddi bir bulanıklık ve yoruma açıklık da söz konusu. İşte bakkalın kızı taciz edişi, dedenin rakı ve sigara içmekte kullanacağı paranın zekat parası oluşu ve bunu dualarla alışı falan.... Ama babayı sürekli arayan herif kim? Neden arıyor? Neden dövüyor herifi? Kızın babasıyla hiçbir duygusal yakınlıkta bulunmaıdğı halde aslında onu çok sevdiğini göstermek mi amaç bu dayak sekansında? Hadi bu olayları geçtim, yine 10'ar kez gösterilen, kızın suskunca takıldığı bu çekimlerde bambaşka anlamlar görmek de olası. Hatta filmde anlatıldığını dşündüğüm şeylere tam tersi mesajlar çıkarmak bile olası. Hayat, Hayat'ı sıkıştırıyor, evet. ama kızın böyle boş boş oturup zaman geçirebilmesinden "valla kızın başına gelen pişmiş tavuğa gelmemiş ama maşallah kız gayet rahat, hayatını devam ettirebiliyor" diye bir anlam bile çıkarılabilir. Fİlm bir açıdan, zerre hüzün, dram, felsefi derinlik falan barındırmıyor da olabilir. Hayat Var, ergenliğe gelmiş bir kızın dramını da anlatıyor olabilir, aynı kızın çevresindeki dramatik olayları ve atmosferi zerre kadar umursamadığını da anlatıyor olabilir. Ki inanın ki, filmin finalini de düşünürsek bu olaısık, ilkinden daha güçül. Bu nasıl bir yapı? Bu nasıl bir "nait-sinemacılık? Bu durum, yani Reha Erdem'in böylesi bir bulanıklığı özenle inşa etmesinden nasıl bir anlam çıkarmalıyız? Ben şimdi siz kankalara desem ki" bu film, kızın hiçbirşeyi umursamamasının filmi" ne dersiniz bana?
Ve son olarak.... En genel söylem ile Hayat Var'ın bir atmosfer filmi olduğu olasılığı daha güçlü. Peki madem böyle, o atmosferin duygularımıza enjekte ettiği şey nedir? Mesaj kaygısı değil bu arayışımın temeli. Söz konusu atmosferin resmettiği ortam, odak ne? Kızın hayatı mı? Kızın, çevresindeki hayatla ilişkisi mi? Yoksa kızın çevresindeki hayatın kendisi mi? O da belirsiz. Kızın hayatı olsa kızın ya da yönetmenin bu hayat üzerine bir fikri var olamlı ve bizim bunu bilmeye hakkımız var. Kızın, çevresindeki hayatla ilişkisi olsa bundan net bir durum/sonuç çıkmalı ki bu ilişkiyi değerlendirebilelim. Yok hayatın kendisi ise de kızı bu kadar izlememizin gerekliliği ne?
Garip bir film Hayat Var.... Sözleyeceği çok şey var ama söylemiyor. Bize sunabileceği çok şey var ama sunmamış. Çıkarsama yapılabilecek sayısız şey sunmuş ama bırak yapmayı, yapmamızı bile engellemiş. Ve madem Reha Erdem bahsettiğiniz kadar iyi bir sinemacı, tüm bunları bile isteye yapmış dostlar.
Neden abi neden? Neden bunu yapmış? Biri beni aydınlatsın lütfen....?
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Görkem bu filmi seven biriydim. Hala da bir nebze severim ama daha önce verdiğim gibi 8.5 / 10 değil 6.5 / 10 veririm. Çünkü bu filmi biraz daha senin baktığın yerden izleyen hatırlayan biriyim artık. (Okuldan çıkıp hayata bakınca hayatın aslında hiç de okuldan göründüğü gibi bir şey olmadığını anlamamla başlayan bir süreç. Eskiden yalan bir dünyada yaşıyormuşum. Çok net!) Cümlelerinin çoğuna katılıyorum. Ve sebebi benim için fazlasıyla açık. Bunu blogdaki yazımda da belirttim. Bu yönetmenler bakıyor oldukları yere çok yukarıdan bakıyorlar, ve iddia ediyorum, baktıkları yerleri bilmiyorlar. Çok uzaklar. Kendi kafalarında ulaştıkları bir takım soyutlamalar var. O soyutlamaları gerçeğe örtüştürmeye çalışınca, gerçek de onların kafasındakinden çok faha fazlası olunca her şey birbirinin tekrarı oluyor senin dediğin gibi. Çünkü yapabilecekleri çok fazla bir açılım yok. Öyle sanatsal duruş vs. falan, hayatın kendisi karşısında öyle aciz bir duruma düşer ki, Görkem gibi "dur ulan bu filmi beğenmezsem sanat düşmanı olurum" kompleksini içinde barındırmayacak kadar açık yüreklilikle bunu ifade eden birinin cümlelerine "evet adam haklı beyler" dersin. Ben derim.
(Tamamıyla kendi adıma konuşuyorum, üzerine alınmak niyetinde olan varsa alınmasın.)
Eleştirdiğim şeyi zamanında kendim yaptım. Bknz: Düğün filmi. Hayata dair soyutlamalar yapmaya kalkarsan, hayat senden öyle bir intikam alır ki, karşına ben öyle bir şey değilim ki aslında böyleyim, diye çıkıverir. Bu yönetmenlerin karşısına da belki çıkar bir gün diyorum. O zaman Hayat bambaşka bir kız olur.
bakarız elbet
Yaş, milliyet yada özgeçmiş önemli değil; önemli olan söyleyecek bir şeyin olması.
^^KYKGM^^
Kısa ama öz bir yorum olmuş. Bilmiyorum bizimle aynı fikirde olan olur mu KEzzAP? İlginç bir noktaya değiniyorsun, şahsen ben "ulan bu filme karşı olursam sanat düşmanı olurum" gibi gerilimler hissetmedim değil. Gerek bu filme karşı gerekse başka birçok filme karşı. Bu konuyu ayrıca konuşmalıyız belki de.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Görkem senin de bahsettiğin gibi Reha Erdem Hayat Var 'da ne klasik sinema ne de atmosfer yaratma derdine düşmüş. Yaptığı şeyi bir tanıma sokmamıza gerek yok. Bana sorarsan Reha Erdem duygu - hissiyat filmi çekmiş diyebilirim, bir sıkıntısı söyleyecek bir sözü varmış abimizin içinden geldiği gibi anlatmış. Senin de dediğin gibi eyvallah kimsenin diyecek bir sözü olamaz buna, kurallara uyması gerekmez, mantıklı davranması gerekmez. Belki de bu yüzden bir şeyi 10 kere gösterince başka bir anlam arıyoruz altında, çünkü günümüzde bu da bir yazısız kural haline geldi, ben filmde defalarca kızın tekneyle bırakılıp okula kadar yürümesini seyrettikçe içime sıkıntı doluyor, Hayat'ın sıkışmışlığını hissediyorum resmen, artık bitsin diyorum, bir de üstüne üstlük göksü deresinin üzerinden uçak geçirmiş Reha Erdem, sanki 500metre yukardaymış gibi gelen uçağın sesi iyice içimi şişiriyor. Ki Reha Erdem Kosmos'da da Hayat Var'da Beş Vakit'te de zaman - mekan kavramlarının dışında filmler sunuyor o yüzden diyorum ki bence duygu sineması yapıyor ve bunu da iyi yapıyor, herhangi bir nedeni amacı yok, mantığı yok. Reha Erdem'de bir çok sorunun cevabını bilmiyor, yaşamın kendisi gibi filmler çekiyor. Sadece sinema yapıyor, insanı anlamaya çalışıyor. Ingmar Bergman'ın Persona filmini bilirsiniz sanırım o filmdeydi, filmin sonlarına doğru bahçede kocaman bir heykel gösteriyordu, ki daha önceki bahçe görüntülerinde hiç yoktu. O zaman çok sevdiğim bir abim bana demişti ki " Adam sinema yapıyor, sadece sinema "
Bahsettiklerini anlıyorum tabiii ki. Yaptığı şeyi bir tanıma sokmamıza gerek olmayabilir amaortaya çıkan sonucu yargılamamıza, incelememize gerek var. Ve ortada hiçbirşey yok. Filmden çıkan sonuç, mesaj falan anlamında hiçbirşey yok demiyorum. Erdem'in derdini anlatma yolunun bize sunduğu üzerine hiçbirşey yok. Ne diyorum, baksana bir: Bu film, birbirinin en zıttı iki şeyi de anlatıyor olabilir! Reha Erdem hiçbirşey anlatmıyor bana göre. Hiçbirşey! Birsürü şey resmediyor ama resmettiklerinden net bir anlam çıkmıyor.... Duygu ve hissiyat filmi çekmiş diyorsun, kesinlikle katılmıyorum. O duygu neymiş? Sıkıntı? Keder? Umursamazlık? Aşk? Yalnızlık? Sükunet? Hepsi ya da hiçbiri? Hissiyat? Nasıl bir hissiyat? Kim net bir şekilde tanımlayabilir bu filmde olup bitenlerin temel anlamını? Daha önce de benzerinden bahsettiğimiz, elini çenesine koyup "hmm" diye düşünüp entelektüellik taslayan bir kalabalığın filmi bu bana göre. Senin filmden büyük keyif almış olmana hiçbir itirazım yok, bu başka. Ama hedi gel bana bu fiilmin anlattıklarını özetle bakalım. Zorlanacağına eminim..... Bu bir.... İkincisi senin söylediklerinin tam tersini ben iddia edebiliyorsam Reha Erdem, kuyuya taş atan deli olmuyor da ne oluyor?
Dediğin gibi kızın sandalla giderken 10 kez izliyorsak, bunun filmdeki varoluş sebebi kızın sıkkınlığının göstermekse bizim de sıkılmamız mı lazım? O zaman kimsenin bir John Woo filmi izlemeye niyeti olmaz.
Ve bir de şöyle bir durum var ki, bu filmi izleyip de birçok güzel anlam çıkarıp duygulanan kişiler var, bu açık. İşte o kişiler filmle ilgili övgülerini sıralarken (örneğin sen) sanattan, duygudan, hissiyattan bahsediyorsun. Eyvallah, dediğim gibi bu filmden duygusal olarak beslenmiş olmana hiçbir itirazım yok olamaz zaten. Ama ben Hayat Var için sıkıntıdan geberten, hiçbir halt da anlatmayan gereksiz bir film desemne olurum biliyor musun? Sanat düşmanı! Daha önce de elli kez konuştuk belki.... Video klip estetiğini sanat olarak isimlendirmiş tek bir sinemasever var mı? Yok. Tek bir aksiyona sanat eseri diyen var mı? Yok. Sanat illa melankolik olur, denize karşı sigara içip sigarasından birşey anlamayan pardesülü adam filmidir sanat filmi ülkemizde. Cem Yılmaz’ın standuplarının gerçek birer sanat eseri olduğunu kimse itiraf etmez. Yıllardır gülüyoruz herife ama hala herifin kazandığı para konuşulur. Ve herif de bunu bilip yüzümüze vurur ve biz hala aynı şeyi konuşuruz. Komedi denince herkes hala Chaplin der. Ulan Chaplin’den bugüne 100 tane komedyen geldi geçti, bi sanatçı o mu? Hayır ama bir komedyeni, bir dramcıya göre sanatçı olarak anmak daha zordur. Çünkü komedyen denize karşı sigara içen pardesülü adam filmi çekmez. Bizi eğlendirir. Ve kabahat işlemiş olur böylece.
Yanlış anlama SRTN, bu yazdıklarım direk senin mesajına karşıt olarak yazılmış şeyler değil. Yeri geldi, yazdım, onuncu kez olduğu gibi. Ama çok ama çok sinirliyim sanat dediğimiz şeyi kendi duygusal triplerine sığdırıp ahkam kesenlere ondan cozuttum böyle…. 🙂
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Görkem'e destek çıkacağım kendi baktığım noktadan. Güzel bir sosyal tip tanımlamış.
Demiş ki: "elini çenesine koyup "hmm" diye düşünüp entelektüellik taslayan bir kalabalığın filmi bu bana göre".
İş aslında bu. "Bir filmle ilgili ne kadar çok soyutlama getirirsen, o kadar bilgili olursun." gibi bir kalıptan beslenen bir sosyal tip bu. Yani illa aynı şekilde elini çenesine koyup "hmm diyen, hadi bir de ben ekleyeyim, pipo içen" adam biçiminde sıklıkla karikatürize edilen bir tip olmasına da gerek yok. Önemli olan burada "bilginin nerede örgütlendiği"? Sosyal tipler aynı örgütlenmiş bilgiyi farklı biçimde görselleştirebilirler, ama temel hep aynıdır.
Bilginin örgütlenmesi derken neyi kastediyorum:
Bir sürü veri vardır bu hayatta, gündelik hayatta bombardımanı vardır, bunun bilgiye dönüştüğü, yani bütünlüklü olarak bir şeyleri açıklama kabiliyetine eriştiği bir yer vardır. Bu yerler "aydınlanma çağı" ile birlikte, bir yerlere hapsedildi. Yer dediğim fiziki mekan değil illa. Felsefeye, bilime, sanata... Bunlar daha önceden de vardı. Ama hapsedilmiş değildi. Özgürce dolaşırlardı. Örnek mi: Antik Yunan. Antik Yunan'daki filozof sosyal tip'i hatırlayalım. Hiç "hmm" dediğini göremezsiniz. Çünkü Sokrates ve Platon, gidip bir köleyle de konuşabilir, bir başka filozofla da. Ve açıp eserleştirilmiş konuşmalarına bakarsanız köle ile filozof arasındaki konuşmalarında hiçbir fark yoktur. Hepsi aynı düzeyde işler.
Sebebi için fikirlerim var ama burada oraya girmek istemiyorum, sadece sonuca odaklanmak istiyorum. Aydınlanma dediğimiz, bugün ekmeğini yediğimiz (o kadar da nankörlüğe lüzum yok) dalga motor, işte bilgi dediğim zamazingoyu hayattan çıkardı, onu büyüüüük çok büyüüük kalelere hapsetti. Genel olarak "okuma" aracılığıyla, yani özünde bir noktaya kadar da olsa kesinlikle hayattan kopuk olmanın şart olduğu bazı eylem biçimlerine hapsetti. (Bunu yapmalıydı çünkü "bilgi" de her şey gibi bir takım ayrıcalıklara sahip olanların olmalıydı.) Bilginin "popülaritesini" aldı yani. Dolayısıyla bu bilgiye sahip olan abilerimiz ablalarımız kendilerini her "hmm" da kutsadılar. Varlık sebeplerine sebep katıp her "hmm" da orgazma ulaştılar. İşte Reha Erdem abimiz de, Nuri Bilge abimiz de kendileri bu sosyal tiplere fazlasıyla yakın olduklarından açıkca şunu söylüyorlar:
Benim bu filmimi anlamak istiyorsan, izlerken sıkılmamak istiyorsan müthiş bir "bilgi"ye ihtiyacın var, bilmem hangi sanatsal akımları bileceksin, bilmem hangi felsefi tartışmalar hakkında bilgi sahibi olacaksın, yoksa Görkem gibi sıkılırsın. (Burada Görkem'e şunu söylemek istiyorum: Sana dair bir bilgisiz, çapsız aşağılamam olmadığını anlamışsındır umarım. Sıkıntı burada bilginin bir kutsal kalede gibi görünmesi. O kaledeki bilgiye sahip olacaksın. Gerçi senin "kitap okumak" ile ilgili yaptığın açıklamalardan benimle aynı fikre sahip olduğun sonucunu çıkarmıştım. Özetle benim dediğim gibi, bilgi her yerdedir, hayatın içindedir, niye sanki bütün bilgiler kitapların içindeymiş gibi davranılıyor demiştin, doğru hatırlıyorsam. )
Sokrates meselesine geri dönecek olursak. Birçok "hmm" yapan entelektüel, Sokrates'in felsefesini yere göğe sığdıramayabilir, vardır bol bol. Fakat mekan algıları o kadar daralmıştır ki bu arkadaşların, Sokrates'in felsefeyi nerede yaptığıyla ilgili hiçbir fikirleri yoktur, ya da vardır önemsizdir, zamanın şartları deyip geçerler. Hayır! Sokrates bilerek aristokrat sınıfının okullarını seçmemiş, felsefeyi sokakta yapmak gerektiğini düşünmüştür. Bir kölenin de, bir filozofun da bilgiye ulaşımının "özgürlüğünden" yani bilginin "popülerliğinden" bahsetmiş, ifadesini de felsefesini de bunun üzerinden kurmuştur. Sokrates'in söylediği hiçbir şey umrumda olmayabilir, ama söylüyor olduğu şeyleri nasıl söylediği benim temel derdim.
Son noktaya doğru ilerleyecek olursam... Ben nacizane entelektüel birikimime güvenirim. Yıllardır okudum, hala da okuyorum. Reha Erdem'in (ve de benzer yönetmenlerin) filmlerini durdura durdura kare kare izlesem, herbir kareye özenle gizledikleri bilgi-düşünce-hissin tamamını olmasa da dişe dokunur bir, sanatsal felsefi politik sosyolojik psikolojik tartışma çıkartabilecek kadar kısmını çıkartabilirim. Ama bunu yapıp "hmm" yapmayı tercih etmeyenlerdenim. (zamanında yaptım da) Çünkü hayata, insanlığa benim bakıyor olduğum ve müthiş çıkarımlar yaparak orgazm tadına ulaştığım "hmm"larımın hiçir katkısı yok. Güzel bir laf vardır halk arasında, halkın filozofluğunu da gösterir, yani "cahil" adamın: "Bana faydası olmayan kilisenin papazını s.kiyim" diye. Tam o hesap.
Lütfen bütün tartışma eğer ki yoğunlaşacaksa bu kurduğum cümlelere değil öncesine yoğunlaşsın: hiçbir şeyden tad almadım, Neo Ajanlardan birinin attığı o kurşunun karşısında şekilli bir biçimde eğildiğini gördüğümde aldığım tad kadar. Ya da ilkokul yüzü bile görmemiş annem ve babamın Arka Sokaklar izlerken yaptıkları çıkarımların doluluğu ve anlamı kadar hiçbir entelektüel çıkarım beni tatmin etmedi. Çünkü bilgi her yerdedir, özellikle sokaktadır, o yüzden bu yazının sokak için hiçbir önemi yoktur. Ben bu yazıyı bu forum için yazdım, sokak için değeri beni ya da başkalarını sokağa çıkmaya teşvik ettiği ölçüde vardır.
Dediklerinizi anlıyorum bazı kısımlarına da katılmıyor değilim ama toplumun çoğunun " sanat filmi " diye etiklediğimiz filmlere bakış açısı yüzüden yönetmenlerine ya da filmin kendisine haksızlık etmeye gerek yok. Öncelikle şunu da söylemem gerek ki ülkemizde eğer soğuk kış günü sabah 6 da denize karşı bir bankta paltosu üzerinde bir adam sigara içiyor ve bu sahnede 2 dk sürüyorsa ve izleyenlerin çoğu da sıkılıyorsa bunun ismi " sanat filmi " oluyor. İçimi sıkan film sanat filmidir gibi bir algı oluştu iyice ( herkes için demiyorum ). Basit bir sahneyi gösterdikçe, insanlar da anlamadıkça yada altında anlam aradıkça daha da irdelemeye çalışıyorlar. Bir kısım bundan bir şeyler çıkarmaya çalışanlara " entellektüel çakması " diğer kısımda anlamayanlar için " bu anca revep ivedik izlesin " diyebilir, bence sorun yok. Hani bir sergide siyaha boyanmış üzerinde resim olmayan bir tabloyu koymuşlar bazı entellektüel geçinenler sizin dediğiniz gibi ellerini çenelerine koyup hmmm demişler diğerleri de bakmamış bile, onun gibi. Dedim ya bence asıl sorun sanat filmi - gişe filmi diye ayırmaktan başlıyor. Bana kalırsa Görkem'in dediği gibi 1999 Matrix de Yahşi Batı da Bullet in the Head de saf sanattır. Sanatın sıkıcı olmasına gerek yok. Senin John Woo dan aldığın keyif gibi bende Reha Erdem, Zeki Demirkubuz gibi isimleri çok sevmeme rağmen Fast&Furious serisinden yada Timur Bekmambetov aksiyonlarından aşırı keyif alıyorum. Wanted'da mantık aramıyorum kurşun nasıl falso alıyor demiyorum ya da Matrix'de nasıl ensesi yere değecek kadar eğiliyor lan bu diye geçirmiyorum, sinema bu keyif alıyorum, eğleniyorum kafamda yeni dünayalar, görüntüler açıyor bu filmler aynı şekilde Masumiyet de Hayat Var da. Bana kalırsa, Hayat Var’a gereksiz bir film demenin hiçbir problemi yok, beğenmeye bilirsin, toplumun çoğuna göre yada entelektüel geçinenlere göre “ sanat düşmanı “ etiketi de yersin çünkü o adam sıkıcı bir film görünce “ a bu sanat filmi “ diyor adam zaten sanatı geçtim filmden anlamıyor ki. Chaplin mevzusu da bunun gibi, adam chaplinden başka komedyen görmemiş ki, bizim kemal sunal komedilerinin bazılarının bile Chaplin hikayelerinden arak olduğunun bile farkında değil. Ama bana kalırsa Buster Keaton daha büyük bir komedyendir ve sanatkardır. Adam 1920 lerde ekranda kendisinden 9 tane yapmış ve açıklayana kadar kimse bunu çözememiş. Ama insanlar Chaplin’den başka bir komedyen ismi söyleyince bana sanattan anlamıyorsun diyorlar diye Chaplin’in de hakkını yemek olmaz. Yani bence toplumun düşünceleriyle işin doğrusunu karıştırıyorsunuz. Mesela Matrix’in o yıllar için ortaya çıkardığı dijital şaheser nasıl sanatsa Reha Erdem’in Hayat Var’da kurduğu ses bandı da o kadar şaheserdir benim için. Adam Altın Portakal’a En İyi Ses Tasarımı ödülünün eklenmesine sebep oldu. Ses Bandı bile başlı başına bir sanattı. Yani insanlar herhangi bir filmi beğenmeyebilir, diğerleri de beğenmedi diye “ sanattan anlamaz “ diye boş boş konuşabilir, ama bu ne o filmi ne de beğenmeyen insanın sinema ve sanat değerinden bir şey eksiltmez. Herkes beğenmek zorunda değil, Bende Tim Burton filmlerini beğenmiyorum abi bence o sanat değil. Ya da Mahsun Kırmızıgülün yada Uğur Yücelin yaptığı gibi bir filme 7-8 tane farklı drama konusu koyup bir de birbiriyle bağlayınca iyi film olmuyor bence, diğerleri bana istediğini söyleyebilir. Bence Cem Yılmazın son TTnet wirefon reklamında gerçek hayattaki muhabirleri kafaya alması yada Yahşi Batıdaki Johny Walker esprisi çok daha sanat. Çoğunluk için ne kadar sıkıcı film yaparsan o kadar sanatsal, yada yazında ne kadar Kristof Kieslowski, Ingmar Bergman yada Orson Welles yazarsan o kadar bilgili olabilirsin ama onları yapmıyor olman ne seni sanattan anlamaz yapar ne de o filmin değerini düşürür. Bilmiyorum umarım derdimi anlatabilmişimdir biraz beceriksizimdir bu konuda 🙂