Aydınlanma iyidir güzeldir de, işte bir süre sonra insanlar tanrıymışçasına tapmaya başlıyorlar ona, sorun orada başlıyor.
Felsefe, aydınlanmayla başlamadı. Sanat da aydınlanmayla başlamadı. Bu forumda defalarca yazdığım üzere, (ki bunu defalarca yazıyor olmamın sebebi sanatla ilgili tartışmaların çoğunda aydınlanmaya sevdalı birilerinin çıkıyor olmasıdır), Aydınlanmanın yaptığı sadece bilgiyi iktidarla birleştirmektir. Kilisenin elinden alınan bilgi "izm"lere, farklı ekollere hapsedilir.
Ekol'ün okulla aynı anlamda olması tesadüf değil. Koskoca bir tarihin bilgisi, ki bu bilgi kilisenin elindeyken bile topluma daha yakındı neredeyse, aydınlanmanın "zırva" olan iktidar yanlısı yönüyle aha bugün gördüğümüz taş binalara okullara hapsedildi. O okulu bileceksin abi, haşa! Haneke, Tarkovski, aman laf etme! Okullu onlar! Ekol! İzm! Sokaktaki insanın bilgisi. Onun sanatı. Okul dışındaki bilgi, ekol dışındaki bilgi günahtır!
Bunun kilisenin yaptığından farkını kim açıklayabilir bana?
Azer Bülbül benim için Pavarotti'den daha büyüktür, daha iyi bir sanatçıdır!
Yeşilçam filmlerinin aptal saptal seks, karate ve yeniden çevrim filmleri dışındaki bütün filmler David Lynch filmlerinden daha iyidir!
Çünkü benim için iyi olan, toplumun genelinin bilgisini kullanabilendir!
aynı şekilde matrix konu olarak felsefik meselelri ele alabilir ama kurgu olarak klasik gerçekçi sinemanın bir ürünüdür. dolayısıyla sanat tarihinde yeri yoktur (bu gereksiz bir şekilde iddialı bir söz oldu)
Buna katılmıyorum. Matrix, sanat tarihine girecek değerde ve özellikte bir filmdir. Sen neden bu görüştesin, açıklar mısın biraz?
Azer Bülbül benim için Pavarotti'den daha büyüktür, daha iyi bir sanatçıdır!
Yeşilçam filmlerinin aptal saptal seks, karate ve yeniden çevrim filmleri dışındaki bütün filmler David Lynch filmlerinden daha iyidir!
Çünkü benim için iyi olan, toplumun genelinin bilgisini kullanabilendir!
Yaptığın açıklamayı tam anlamadıfm ama kast ettiğin şeyi anlıyorum ve tamamen katılıyorum.
Temelde hemen her sinemasever arkadaşa şu tip bir gaz vermeye çalışmışımdır: "Bizler yönetmenler için yokuz, onlar bizim için var. ONlar bize hizmet etmeli, biz onlara değil. Algılarımıza güvenmeliyiz. Fİlmlere ve sinemcılara karşı dürüst olmalıyız ama asla ama asla ürkek, rüzgara katılır yaklaşımda olmamalıyız. Örneğe dökeyim azcık: Bir filmden hoşlandıydan ama tam anlayamadıysan "hoşuma gitti ama anlamadım ben bu filmi tam yahu!" diye itiraf edebilmeliyiz. Birilerinin kalkıp "sen salak olduğundan anlamadın, bak ben akıllıyım ki anladım!" tribinden ve "hayvanlığından" asla çekinmemeliyiz. Anlamadıysan anlamadın kardeşim, salaksan da salaksın. Bu seni filmin esiri yapmaz. Anlamadım der, geçersin. Büyütülecek birşey yok. Ama en kötüsü: hiçbir halt anlamadığın filmi izledikten sonra elini çenene koyup film üzerine gerzek entelektüel açılımlar yapmandır. Çüknü yalandır. Ve kitlelerin yalanlarıyla sinema tarihine geçmiş birsürü salak hatta belki birkaç "iğrenç" film vardır. Bu yalanı yaşamamalıyız.
Bal.... Bir arkadaş, filmin neyi anlattığını söylemiş. sağolsun ama işte arkadaşın bunu söylediği an, o filmin tamamen bittiği andır gözümde. Filmi incelemek, ameliyat etmek, ayrıntılarına anlamlar yüklemek ya da ayrıntılarında anlamlar aramak başka birşeydir "bu film şunu anlatıyor" demek ayrıdır. Eğer birileri, bir iflmin ne anlattığını açıklama ihtiyacı duyuyor ise o film başarısızdır!
Ha, ama.... İşte bu yorum, dürüstlük gerektirir. 2001 Uzay Macerası, anlaşılamaması anlaşılır bir filmdir örneğin. Çünkü o filmde anlaşılamama durumu, bir anlatım öğesidir. Zaten içerdiği herşeyle elitist bir filmdir. Bana göre 10/10 bir filmdir. Ama kim kalkıp o filmde "bana hiçbirşey anlatmadı, o yüzden 5/10 dese, ağzımı açıp itiraz etmem. Eyvallah derim, çünkü adam haklı derim. Ancak.... 6. His'i izleyip, Diğerleri'ni izleyip "onlar ölümüymüş? Ben anlamadım. Nasıl olur ki?" derse ve filme kötü derse ne diyeceğiz? İşte bu "anlaşılırlık" çizgisinin kriteri nedir? BU sopruya dürüst bir cevap vermeliyiz. Hiçkimsenin anlgısı kriter değildir, ama 100 tane hiçkimsenin algısı bir kriterdir. BU kriteri önemsemek tüm sinemacıların yükümlülüğüdür! UMursamayan (şakayla karışık) küfrü, tutturmayı beceremeyen de yergiyi hak eder....
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Leonardo'nun Mona Lisa'sını ünlü yapan çizim tekniğinden daha çok altında yatan felsefesi, bir nevi "şifresi" diyebiliriz. Keza Van Gogh'da da vardır bu, mesela Van Gogh'un bazı tablolarında yalnızlık görürüz, bir "çift" görürüz ki bu da aslında kendi yalnızlığına göndermedir. Öte yandan The Matrix'in kurgu olarak klasik gerçekçi sinemanın bir ürünü olması sanat tarihinde yeri olmamasına neden olamaz. Kurgu sinemanın önemli bir parçası olmasına rağmen tek parçası değildir. Matrix her yönüyle çoktan sinema tarihindeki yerini kazanmıştır ve zamanla sanat tarihindeki yerini de alacağına inanmaktayım...
leoanardoyu önemli kılan şifre falan değildir. zaten şifre olayı magazindir. leonardo rönesans dönemi felsefesinin sanat alanındaki en önemli temsilcisidir. hatta dönemin felsefsine yön vermiştir. şöyle ki rönesansla birlikte kilisenin tekelindeki bilgi sorgulanmaya başlamış sıradan/seküler/din adamı olmayan kişilerinde bilgi sahibi olabileceği savunulmaya başlanmıştır. leonardo da bu zihin dünyasıyla kadavralar üzerindee çalışarak resimler yapmış ve insanın kilise dışında bilgi üretebileceğini sanatsal olarak ifade etmiştir. mesela bakın kadim dinlerin mabedlerindeki resimlere (minyatür vs.) perspektif kullanılmaz çünkü perspektif bireyi merkeze alır. o yüzden leanardo ve diğer rönesans sanatçıları perspektifi kullanır. çünkü böylece ölçü insan olmuş olur. (tabi mesele çok detaylı burda kabaca konuşabiliyoruz)
vangogh resmi ise modernliğin kesin bilgisinin sorgulanması demektir. yani insanın herşeyi tam olarak bilebileceği fikri sorgulanmaya başlanmış daha sonra gelişen akımlarla da özellikle post modernizmle bunun mümkün olmadığı iddia edilmiştir.
Buna katılmıyorum. Matrix, sanat tarihine girecek değerde ve özellikte bir filmdir. Sen neden bu görüştesin, açıklar mısın biraz?
matrix bütün sınırlamaları zorlamasına rağmen klasik gerçekçi sinemanın kalıpları içerisinde kalmıştır. kendi özgü bir dili yoktur. sadece teknolojinin kullanımı konusunda insanları BÜYÜLEMİŞTİR. ( Burdan kötü bir filmdir anlamı ÇIKMAZZZZ) konusuna değinmiyorum çünkü bir şeyin konusu onu sanat tarihine kolay kolay sokmaz.
sanat tarihine konusyla giren bir eserden söz edevek olursak mona lisa tablosunu gösterebiliriz. bu da şifrelemeyle alakalı değildir. dikkat ederseniz mona lisa meryem ana figürü gibi poz vermiştir. leonardo bu resimde artık kutsal insan diye bir şey yok insan zaten kutsaldır mesajı vermiş mevcut sanat ortamının köküne dianmit ( dianamit olmasada molotof kokteyli) sallamıştır. yoksa mona lisa yan baktı çamura yattı değildir...
buna benzer bir şeyi de çağdaş santta duchamp gavuru yaptı sergiye pisuvar yolladı. işte sizin sanatınız budur s..arım sanatınıza der gibi!
Leonardo'nun Mona Lisa'sını Meryem ana duruşu, insanları takip eden gözleri, altın oran zımbırtısı veya gülümsemesi vs. değil özellikle arka planın mona lisa'nın sol tarafında bakış açısı daha yüksek iken, sağ tarafından bakınca daha alçak olması. Bunu yaparken de niyeti sol taraf mitolojide kadını temsil ettiğinden (Sağ tarafta olabilir bunu yanlış hatırlıyor olabilirim) kadının kutsallığını anlatmak istemesidir. Çünkü hristiyanlık öncesinde gelen Pagan dinin de kadın inanılmaz kutsal ve yücedir, lakin hristiyanlıkla birlikte kadın bu yüceliğinden men edilmekle birlikte üstüne bir de şeytan ilan edilir (Lucifer latince Vanüs anlamına gelmektedir, yani aslında hristiyanlıkta şeytanın adı aslında pagan dinindeki kadın güzellik tanrıçası venüsten gelir.). Filmde de bahsedildiği üzere Leonardo ise kadının hristiyan mitolojisindeki yerine karşı çıkmaktadır ve işlerini hep buna eleştiri olarak yapmaktadır. Ama en dış katmandan bakıldığı zaman evet Meryem anadır ve evet gülüşüdür, kaşıdır, insanı izleyen gözleridir. O yüzden Mona Lisa'yı ben biraz Matrix'e benzetmekteyim. Senin dediğin gibi Matrix nasıl gerçekçi klasik kurgunun bir örneğiyse, Mona Lisa'da rönesans resim sanatının bir örneğidir. Yani resimsel ve teknik açıdan çok çok bir farkı yoktur, ha yazarken hatırladım şimdi tek farkı teknik açıdan Rönesans dönemi resimlere göre, "Hava Perspektifinin" ilk defa kullanıldığı resim olmasıdır.
Azer bülbül italyanlara hitap etmiyor bir tek türkiye de dinlenebilecek bir şarkıcı. O zaman bu büyüklük yerine göre değişiyor mu yani? Türkiyede Azer Bülbül büyük, italyada Pavarotti, Somali'de ayeeoo diye kabile dansı yapan adam. Evrensel olarak düşünmüyorsun sanırım. Bir de bu genel bilgi konusundaki ölçütün nedir? Ben "ne kadar geniş kitleye hitap ediyorsa o kadar iyidir" sonucunu çıkardım. Eğer öyleyse bir insanın ne kadar büyük sanatçı olduğunu, ne kadar iyi film çektiğini box office listesinden rahatlıkla anlayabiliriz. Listede ilk sırada olan en büyük, 2. sırada olsan ikinci diye... Eğer halkın genelinin bilgisini kullanmaktan başka bir şeyi kastediyorsan "yani toplumdaki gerizekalılara bile hitap edebilecek seviyede olmayı" kastetmiyorsan, biraz açar mısın bunu? Ben örneklerden onu anladım çünkü.
Semih Kaplanoğlu'na yapılan çoğu eleştiriye katılıyorum tabii ki. Geçen iki üç tane fransız sinemacı gelmiş zannediyorum bir organizasyon için. Bal'ı izletmişler. Hepsi "kötü, ağır sanatsal kaygılarla yapılmış" türünden şeyler söylemişler. Yani Altın ayı ve ya başka bir ödül alması bir anlam ifade etmez. O ödülü tayin eden kişi sayısı 5, 6 o da zaten onca tartışmayla falan geçiyor.
Böyle anlaşılabileceğini tahmin etmiştim, aslında bilerek de açık uçlar bırakıyorum uzun yazı yazıp okumayı güçleştirmeyelim. Tartışmalarla ilerlemek daha anlamlı oluyor.
Şimdi Pavarotti meselesinden başlarsak, Pavarotti'nin İtalya'da genele hitap eden biri olduğunu söylemek yanlış olur. Çok iyi bir operacıdır. Ama opera hiçbir zaman toplumsal bir sanat olmamıştır.
"Genel" tanımı sıkıntılı biraz. Dediğin gibi box office listelerinde en yüksekte olan, en iyi filmdir gibi bir sonuç çıkmasına sebep verebilir.
Genelin bilgisi nedir? Toplumun felsefesi nedir? Ben bunu her zaman kullanırım, düşüncelerimin temelini bu "toplumun felsefesi" meselesi oluşturur, hiç açıklama fırsatı doğmamıştı ilk defa doğuyor.
Bu fikiri Gramsci ismindeki bir İtalyan düşünür/aktivistten alıyorum. Hemen kendisinden bir alıntı yapıyorum:
Felsefenin belirli bir uzman katagorisine ya da profesyonel ve sistematik filozoflara özgü entelektüel bir etkinlik olduğu için tuhaf ve zor bir şey olduğu yolundaki o yaygın önyargıyı yok etmek büyük önem taşımaktadır. İlkin, herkese uygun olan "spontane felsefe"in sınırlarını ve karakterstiklerini tanımlamak suretiyle herkesin "filozof" olduğunu göstermek gerekmektedir. Bu felsefe 1. gramer bakımından birtakım içeriksiz kelimelerin değil; fakat kavramların ve nosyonların bütünü olan dilde (yani diyor ki x kelimesinin gramer olarak bir anlamı olması onun hayatta bir şeyler karşıladığı anlamına gelmez. Genelde felsefi konuşmalarda rastladığımız bazı kelimeler vardır, gündelik dil içindeki kullanımı, net doğrudan bir karşılığı yoktur. İşte bunları çıkarın, gündelik hayatta nasıl konuşuyorsa insanlar o dilin içinde felsefe vardır diyor.) 2. ortak duyu ya da sağduyuda, (burada yazılı olmadığı halde toplumun bütününde tarihin bütün yıpratıcı etkisine rağmen genel olarak ilk bakışta "iyi, güzel, doğru" olarak kabul edilen şeyleri kastediyor), 3.halkın dinine, dolayısıyla folklor adı altında toplanan tüm bir inançlar sisteminde (burada kasıt dindar olalım değil. Ateist de olabilirsiniz, ama yine de kültürel olarak getirdiğiniz bir "folklor" vardır. Din kısmıyla ilgili söylediği halkın bütün bir inanışlar sisteminin içinde sadece bir kör-gözlü olma durumu yoktur, bir anlam içeriği vardır. Bilirsiniz tasavvufçular bununla uğraşır. Dini yobaz bir öğretiden gündelik hayatın öğretisine çevirmekle), içerilmiş durumdadır.
Yani neticede şudur: Bilgi her yerdedir. Bilgiyi yalnızca sanat tarihi, felsefe gibi "total" şeylerin içine hapsetmek anlamlı değildir. Halkın bilgisi, sırf bilgi "total" şeylerin içine hapsedildiği için, bilgisizlikmiş gibi gözükür. Oysa yukarıda saydığım şeylerin içerisinde bulunan her insan aslında filozoftur. Yani Gramsci'ye göre "meslekten filozoflar ve uzmanlar ile öteki insanlar arasında niteliksel değil, sadece niceliksel bir fark vardır."
Bunu belirtmem lazım. Derdiniz toplumla olmayabilir. Birileri kendilerini her alanda geliştirirken birileri oldukları yerde sayabilirler diyebilirsiniz. Ama eğer bir bilim insanıysanız, ya da toplumsal duyarlılıklarınız varsa, herkes için bir şeyler, derseniz, o zaman söylediklerim önemlidir.
Bu anlamda Recep İvedik de halktan bir şeyler kullanır, yukarıda saydığım anlamda içinde bir felsefe barındırır, ne bileyim ilk aklıma gelen Godfather da. Ama bu Godfather filmi ile Recep İvedik'in aynı seviyede filmler olduğu anlamına gelmez. Çünkü birinin "genele dair kullandığı bilgi" ile diğerinin bu açıdan kullandığı bilgi arasında fark vardır. Recep İvedik de, Godfather da toplumun diline yakın bir dille anlatırlar hikayelerini, ama birisi bu bilgiye dair kaç soru sorar, nasıl bakış açıları geliştirir, diğeri bunları ne kadar yapar?
Yani benim iyi sanat algım, kaç insanın izlediği değil. İnsanların yukarıda saydığım ortak ve spontane felsefesinin içinde ne kadar yer alıp onu ne kadar geliştirdikleriyle alakalıdır.
konuyla ilgili olarak şu kitapları önerebilirim
Sanatta Devrim - Nazan İpşiroğlu/ Mazhar İpşiroğlu
Sanat - France Farago
Postmodern Kaos ve Sinema - Rıdvan Şentürk
Paradoksal Sanat Sinema - metin gönen
Vallaha tartışmanın çok yanlış yerindesin hma.
Yukarıda yazdıklarım zaten sanat üzerine konuşmanın bu kitapları ya da herhangi bir kitabı okumadan da yapılabileceği üzerineydi.
konuyla ilgili olarak şu kitapları önerebilirim
Sanatta Devrim - Nazan İpşiroğlu/ Mazhar İpşiroğlu
Sanat - France Farago
Postmodern Kaos ve Sinema - Rıdvan Şentürk
Paradoksal Sanat Sinema - metin gönen
Biz bildiklerimizi genele yaymaya çalışıyoruz. Şu anki toplumsal seviyeyi adım adım yükseltebileceğimizi düşünüyoruz. Ama siz önerdiklerinizle bizi en tepeye -belki de en aşağıya, ki bu tehlike her zaman vardır- bir anda çıkarmaya çalışıyorsunuz. Yukarıdaki kitaplar, bu doz bizi öldürebilir; bazılarımızı sinemadan soğutabilir. Bu imkansız. Yukarıda söylemiştim. Yanılıyorum belki de. Yanılıyor muyum? Bak okuya okuya ne hale geldik 😯 En iyisi artık okumamak. Bak bu yazdıklarım da aşırı doz etkisi yapabilir; genç dimağları kötü yönde etkileyebilir. Bir uyarı yapsa mıydım? Umarım yanlış anlaşılmıyorumdur. Bu en son isteyeceğim şeydir. Kitaplar, evet kitaplar. Okunmalı hepsi, senin önerdiklerinde eminim yararlıdır. O zaman birbirimize bir şans daha verelim. Bütün kitapları okuyalım. Okunmamış kitap kalmasın. Sonrada hepsini histeri krizine tutulmuşcasına, çılgınca bir öfkeyle ateşe verelim. Kitap yakma törenlerini kayıt altına almak için çalıştırdığımız kameralar film çekme vazifesi de görsün aynı zamanda. Böylece kitaplar, film çekme eyleminde bize yol gösterici olmuş olur.
Aydın yalnızlaştıkça, fildişi kulesine kapandıkça kendini tüketir. Bildiklerini uygulamadıkça kendine zarar verir. M. Foucault gibi aydınlar bunu derinden kavramış ve halkın içine karışarak her türlü eylemde yanlarında olmuşlardır. Bir taraftan anlaşılması zor kitaplar yazmaları çelişkide oldukları anlamına gelmez. Bir eliyle diğer aydınları kavrarken diğer eliyle de halka dokunur; bu kopukluğu gidermeye çalışır. Amaç kezzapın dediği gibi genele yayılmış bir "anlayış"tır. Bunu sizin yönteminizle yapamayız. Her doğru her yerde söylenemez. Zamana ve mekana uygun olmalıdır.
Deleuze ve Foucault 1972 yılında L'arc dergisinde şöyle yazmaktadırlar:
"Bir teori işe yaramayan değil, tam tersine işe yarayan ve bu nedenle üretilen bir kutu gibidir... İmleyen ile hiç bir ilgisi yoktur. İşe yaraması gerekir... işlemesi gerekir ve insan, bunu kendisi için kullanmamalıdır. Eğer bir teorisyenin yaptığı kutu onu kullananlar tarafından işe yaramaz durumdaysa, artık aydın insanın teorisyenliği işlevini kaybetmiş demektir. Bu eskimiş teoriler üzerine yeniden dönmek işe yaramamaktadır; yeni teoriler yapmak gerekir."
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Bir şey tartışılırken, okuma listesi sunan birini görünce nedense bütün tüylerim diken diken oluyor. Uzak dur. Şurada yazılanları tatlı tatlı okuyorum, pat diye gözümün önüne eksikliğimizi hatırlatmaya çalışan bir uyarı geliyor. Oku baban gibi eşek kalma. İnnasabirin. Bana, beline silah almadan sokağa çıkamayan eski zaman gangsterlerini hatırlatıyor bu insanlar. Kitapsız sokağa çıkamaz mısınız bir kere olsun? Ha bodosloma şiddet ha entelektüel şiddet, hepsi aynı kapı. İnsanın aldığı zevki da harap ediyorlar. Hep soğuk hep soğuk.
Filozoflara film üretenler mi? İşte, hma arkadaşımız. O da (b)ilgilenenlere fikir üretmek istiyor sanırım.
:)) ne demeliyim?
:)) ne demeliyim?
Bence "Bilgi yoksa fikir de yoktur" demenin tam sırası.
o zaman şöyle diyeyim "Ne kadar bilirsen bil sinema kameraya alabildiğin kadardır" 🙂
ayrıca "kuramsal şiddet başvurabileceğimiz tek kaynaktır" j. baurillard
Ha, ama.... İşte bu yorum, dürüstlük gerektirir. 2001 Uzay Macerası, anlaşılamaması anlaşılır bir filmdir örneğin. Çünkü o filmde anlaşılamama durumu, bir anlatım öğesidir. Zaten içerdiği herşeyle elitist bir filmdir. Bana göre 10/10 bir filmdir. Ama kim kalkıp o filmde "bana hiçbirşey anlatmadı, o yüzden 5/10 dese, ağzımı açıp itiraz etmem. Eyvallah derim, çünkü adam haklı derim. Ancak.... 6. His'i izleyip, Diğerleri'ni izleyip "onlar ölümüymüş? Ben anlamadım. Nasıl olur ki?" derse ve filme kötü derse ne diyeceğiz? İşte bu "anlaşılırlık" çizgisinin kriteri nedir? BU sopruya dürüst bir cevap vermeliyiz. Hiçkimsenin anlgısı kriter değildir, ama 100 tane hiçkimsenin algısı bir kriterdir. BU kriteri önemsemek tüm sinemacıların yükümlülüğüdür! UMursamayan (şakayla karışık) küfrü, tutturmayı beceremeyen de yergiyi hak eder....
kezzap'a bu konuda katılıyorum. bu kriterin çizgisi nedir? recep ivediği bile anlamadığını söyleyen insan çıkabilir gayet. ama tam tersi de var. mesela bir adam çıkıp çektiği filme öyle bir alt metin koysun ki, öyle bir dil kullansın ki dünyada kimse anlamasın filmi. sadece kendi anlasın ama film gelmiş geçmiş en içi dolu film olsun. ben o filmin çok değerli olacağını sanmıyorum.