Forum

Filozoflara film ür...
 

Filozoflara film üretenler....

28 Gönderi
10 Üyeler
0 Reactions
6,683 Görüntüleme
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

(Başka bir başlıkta patlayan sohbetin devamı olan bir başlıktır)
Bal.... 3/10
Ben bu işten anlamıyorum arkadaş, kabul ediyorum....
Zeki demirkubuz, Reha Erdem, Semih Kaplanoğlu.... Ben bu adamları anlayacak kadar akıllı, zeki, sinema algısı olan bir adam değilim.... Öğrendiklerim, araştırdıklarım, kafa yorduklarım yetmiyor bu adamların filmlerini çözümlememe, anlamama. Bu nasıl bir sinema, bu nasıl bir entelektüellik, bu nasıl bir yazarlık, bu nasıl bir yönetmenlik çözemedim. Bu filme bayılıp altın ayı'yı verenler hele bi inceleyip değerlendirip filmi iyi yapan şeyleri anlatsalar da bize büyük bir iyilik yapsalar. Harika görüntü yönetimi ve veletin muhteşem sevimliliği ve oyunculuğu dışında çok ama çok yetersiz, malzemesiz bir hikaye. İLerlemeyen kurgu. Varlığını anlamlandırmak için popomu yurttığım ama "olduramadııım!" sayısız sekans. Bir accayip final. Hiç ama hiç tanıyamadığım, anlamlandıramağdım karakterler. Şu an aklımda çocuğun dünya tatlısı yüzü ve güzel birkaç alan derinliği numarasından başka hiçbirşey yok!

Görkem bu şaşkınlığı yaşama bence artık. Ne sen bu işten anlamıyorsun (yani genel olarak sinemadan) ne de bu ödülü Semih Kaplanoğlu'na verenler. Bu adamın filmleri, ciddi bir felsefi bilgi gerektiren filmler, bununla da kalmayıp, o felsefi bilgiyi, sinemasal bir anlatımın içinde anlatabilme bilgisini gerektiriyor. Dolayısıyla bu felsefi bilgi sizde yoksa, bu filmi istediğiniz gibi izleyin, anlayamazsınız.

Benim Benjamin aracılığıyla üzerinde durduğum Proust'un hatırlama ve hafıza meseleleri üzerinde dolanan bir üçleme bu, izlediğimde bir şeyler ifade ediyor, ama kıyısından geçmediğim şeyler anlatan filmler var, anlayamıyorum.

İşte burada daha genel ve sık sık tartışmasını açtığımız bir konuya geliyor mesele. Filmler "anlayabilen" gibi "ayrıcalıklı" bir kitleye mi yapılmalıdır, yoksa genelin bilgisi üzerinden mi kurgulanmalıdır? İkisine de bakılan yerden "doğru" denilir. Yani aslında burada tercihler devreye girer. Her tercih hayat içinde bir konum belirler. Onu seçen onun getirileriyle yaşamak zorundadır. Bu kadar basit. Çelişkili ve sinir bozucu olan böyle bir film yapan kişinin "gişe"den şikayet etmesidir mesela. "Halkımız sanattan anlamıyor, çok cahil, saçmasapan filmlere gidiyor, önemli ödüller alan filmler gişede başarı kazanamıyor." Böyle bir şikayet olamaz. Çünkü senin yaptığın filmin gişede kazanabilmesi için toplumun tümünün filozof olması gerekir. Öyle bir şey olmadığına göre ikisinden birini tercih edeceksin.

İkisini de yapabilenler var. Hem felsefi bilgiyi hem de genelin bilgisini barındırabilen filmler. Benim için kral olan onlardır misal. Çünkü halkı ancak onlar aydınlatabilir.Falan filan...

Yani Bal'ın ödül aldığı bir festivalde başka bir film ödül alamaz. Tam tersinden bakarsan Bal Oscar'a aday bile olamadı misal...
Hayatın ortasında bir politik/sosyal/kültürel tercihler meselesinden ibaret.

 
Gönderildi : 21/03/2011 3:59 am
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Valla KEzzAP, hakikatten hala bu şaşkınlığı yaşıyorum ve çok zoruma gidiyor.

Semih Kaplanoğlu filozoflara mı film yapıyor? Tamam. Eyvallah.... İnsan her zaman çapını bilmeli, ben bu adamın üretimlerini çözümleyecek ve tüketecek kadar güçlü bir sinemasever değilim diyelim ki. Çünkü bu adam filozoflara film üretiyor.

Peki Haneke kime film üretiyor? Tarkovski? Kubrick? BEn bu adamları izliyor, anlıyor, düşünüyor, inceliyorsam, anlayabiliyorsam ama Semih Kaplanoğlu'nu anlayamıyorsam bu adam bu bahsettiğim isimlerden üstün. Benim algım bir tasbif kriteri değildir tabi ama neticede tüm bu isimleri inceleyip birşeyler öğrenmeye, birşeyler alglamaya çabalayan binlerce kişiden biriyim ben ve Semih için işlemcim zayıf geliyor. Bu doğru mu gerçekten?

İzleyip incelediğim ama bir tülrü anlayamadığım sinemacıları kaç kez açıkça söylemiştim ben sohbet arasında. Mesela David Lynch. Peter Greenaway.... Evet abi, bakın açık seçik söylüyorum. Ben bu adamların ne yapmaya çalıştıklarını anlayabilmiş değilim. Anlayamadığım için itmiyorum, kaydırıp atmıyorum, kenara itmiyorum. Aksine zorla falan da olsa izliyorum. Çekici geliyor, bazı açılardan keyif alıyorum ama temelde ne halt ettiklerini çözemiyorum. PEki ben kendi açımdan Semih Kaplanoğlu ile bu isimleri aynı sınıfa mı koymalıyım? Yani bu isimler arasında herhangi bir paralellik var mı acep?

Sen bahsettiğim konularda benden daha güçlü birisin. Kardeşine bir iyilik yapsana hafız. 🙂 Bal filmi ne anlatıyor, azcık bahsetsene. Bak cidden çok içtenlikle, okumayı sökmeye çalışan bir ilkokul öğrencsi yaklaşımı ile soruyorum bunu....

Peki adını andığım diğer isimler de mi filozoflara fil müretiyor? Başka bir başlıkta konuşmuştuk. Reha Erdem, Zeki dmirkubuz? Hatta belki Nuri Bilge?

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 21/03/2011 12:07 pm
(@tolga-depo)
Gönderi: 0
 

Beceriksizliğin kılıfı bu. "Anlaşılamamak". Her yerde var. Mesela kişi bir espri yapar, tepki almaz, karşıdakinin anlamadığını öne sürer. Bahanedir yani. En ağır felsefi görüşleri dile getirmek, sinema gibi farklı bir alanda da olsa anlatmaya çabalamak anlaşılmaya mani değil. Anlaşılmıyorsa söz konusu eser, sorun vardır, bu sorun da üretici tarafın eksikliğidir. "Şu filmi anlamak için bu kitapları okuman gerekiyor" derse biri, biri de "şu filmi anlaman için şu mahallede büyümen gerekir" der.

Geniş meseleleri konu edinip hem izleyici sıkmadan hem de anlatımdan ödün vermeden iyi bir film ortaya çıkabilir, Tanrının Kitabı (The Book Of Eli) gibi. Bahsi geçen yönetmenlerin (Semih Kaplanoğlu, Reha Erdem, Zeki Demirkubuz vs.) beceriksizliği sadece filmlerinin anlaşılmamasında göze batmıyor. Mesela Demirkubuz'un Yazgı'sında ana karakteri tanımamız için Demirkubuz filmin sonlarında bir yarım saat oturtmuş ana karakteri toplumu temsil edebilecek göreve sahip bir amcanın karşısına, yarım saat sorgulatmış. Yani karakterini filme yayamamış, anlatımdaki beceriksizliği öyle kapatmaya çalışmış. Yine din içeren felsefi özellikli film örneği olacak ama Takva başarılı bir filmdir mesela. Bahsi geçen yönetmenlerin filmleri neden Takva gibi olamıyor düşünmek lazım.

 
Gönderildi : 21/03/2011 1:28 pm
(@verbal_kint)
Gönderi: 0
 

Semih Kaplanoğlu'nu bir röportajında " ben filmlerimi sinemacılar için yapıyorum" demişti. Bu yüzden Semih Kaplanoğlu'nun gişe beklentisi yok. Diğer büyük Türk yönetmenlerinin de öyle. Onların derdi aslında gişede izleyicilerin onları izlememesi değil, dağıtım ve sinema salonu sahiplerinin onların filmlerini ikinci plana atması, yok sayması vb vb. Daha çok sinema kapitalizmiyle ilgili. Sinema sahipleri de tabi ki izlenmeyen filmleri neden tutsunlar, onlar da haklı. Ayrıca kötü kokan, ses sistemi bozuk ve bileti pahalı olan dandik eski bir sinemada film izlemek yerine ben de alış-veriş merkezlerinde film izlemeyi tercih ediyorum. Bu sektörün bence önüne geçilmesi uğraş verici paradoksu.

"Film anlamak" konusunda ise, herkes her şeyi anlatmak ve/veya anlatmak zorunda değil.
Genelde izlenmesi zor olan filmler, hikayesinin sıkıcı, dialogların az olduğu, karakterlerin sayıca az ve bir açıdan ele alındığı vb filmler. Bu filmlerin filmsel olarak felsefik alt yapısı her zaman daha mı güçlü olur ? Hayır, öyle olsaydı günümüz sinema öğrencilerinin hepsi filozof olurdu. Ama asıl mesele, onları anlamadığımız için onlara "tu kaka" yapmak yerine, ya yerimizde oturup, "anlamıyorum arkadaş" demek, ya da anlamaya uğraşmak.
Genelde mitoslardan besleniyorlar, psikanalitik imgeler kullanıyorlar. Sanat tarihinden göndermeler ve bezemeler yapıyorlar. Yani aslında anlatmak için bu yönetmenler kendilerini çok uğraşıyorlar. Peki neden anlaşılmıyor ?
İşte "arada kalmışlık" - ki bence çağımızın en büyük rahatsızlığı- alıp başını gidiyor. Eline kamera alan film çekiyor,çeksin. Klavyede iki hikaye örgüsü yapan senarist oluyor,olsun. Ama zaten siz o "anlaşılmaz" adamların filmlerine gidiyorsanız, bilin ki onlar sizin bütün bu "bilgi"leri bildiğinizi farz ediyor.
Örnek: Bal'daki kovanın içindeki ayın yansıması. VEYA, ilk sahnedeki "baba"nın ağaçta havada asılı kalması...
Bunları çözümlemek için onlarca kitap okumak, bir sürü resim görmek, ressam hayatı öğrenmek, dünya tarihi vb gerekli. İşte siz filmci olarak çektiğiniz bir sahneden ne kadar çok anlat türettirebilirsiniz ve bunu yaparken ne kadar sade yaparsanız, altın ayı size veriliyor.
Yoksa evde oturup hemen filmci olmak istemek, sadece yeterli değil.

http://www.timas.com.tr/Icerik/Kitaplar/Sinema/Yusuf-Uclemesi.aspx " onclick="window.open(this.href);return false;

kitabı misal, sinemasını anlamak için yeterli bir kaynaktır.

edit: bu arada entelijansiyadan nefret eden birisi olarak, ülkedeki sanatın ilerlememesinin yegane sebebi de kezzapın söylediğine paralel olarak entelijansiyanın ve halkın kutuplaşması, adete nefret etmesi olduğunu düşünüyorum.

http://www.camurfilms.com" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 21/03/2011 5:14 pm
(@hegel)
Gönderi: 0
 

Güzel. Ama bunları daha basitçe, daha çok kişinin anlayabileceği şekilde verebilmek daha büyük yetenek. Yani Semih Kaplanoğlu ve benzerlerini aşan bir yetenek. David Fincher tarzı bir yetenek isteyen daha üst seviyede bir sinema. Hem bu derinliğe vakıf olup hem de kendini kaptırmak. Uzun planlar yerine kesik kesik anlam parçalarından bir yapı oluşturmak daha tercih edilebilir bir durum. Kezzap (Fırat) "The Social Network"u seyrederken, yönetmene özgü bu hayatı anlamlandıran parçacıkları yakalayabiliyor, görebiliyor; ama aynı parçacıkları "Bal" filminde göremiyorsa elbette bir kıyaslama yapmak hakkıdır. Seyirci/insan doğası gereği çabuk sıkılan bir varlık. Onu sıkıntılı bir bilgi birikimine daldırmak her zaman zordur; pek az kişi bunu göze alacaktır. Bu bir başarı mıdır; bence değildir. Bu birikim sana kendini farklı hissettiriyorsa, üstün olduğunu düşündürtüyorsa yandı gülüm keten helva. Baştan bunun hiçbir getirisi olmayacağını, aksine kişiye büyük acıların kapısını açabileceğini bilmek gerekir. Aydın bedel ödemek zorundadır. Varlık sebebi budur. Toplumu dönüştürmek için bedel ödemeyi göze alamazsa kendini tüketir. Bu kaçınılmazdır. Anlaşılmaz filmler yapmak da bazen kendini tüketirken başkalarını da buna ortak etmeyi istemek anlamına gelir.

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 21/03/2011 5:50 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Önce verbal'a cevap:

Ben onu, yönetmenler için söylemedim zaten. Bu yönetmenlerin gişe kaygısı olmadığını biliyorum. Sadece bu yönetmenlerin filmlerini izleyen bazı izleyicilerin verdikleri tepkiye yönelikti söylediklerim.

Filmi anlamak ile ilgili söylediklerin tamamıyla doğru. Benim söylemek istediğim de böyle bir şey. Ben felsefe derken olabildiğince genelleme yaptım, çünkü senin söylediğin o bilgilerin hepsi felsefe temelli olduğundan genel bir isim vereyim dedim. Doğru bence. Tu ka ka demek yerine ya anlamıyorum diyeceksin, ya da anlamaya çalışacaksın. Mesele hayata baktığın yerden tercihinle ilgili. Ben senin söylediğin tip filmler içinde bazı filmleri anlayabiliyorum, ama onu anlarken "ben bu filmi anlamak için ekstra bilgi kullandım, okuduklarımdan, düşünce altyapımdan" bir şeyler kullandım. Ve birden bunları kullanmayan/kullanamayan insanları düşünüyorum (buradan bir büyüklük taslama meselesi anlaşılmasın lütfen, birçok kişiye göre de ben bu kategorideyim) ve o filmin yeterince toplumsal bir zemine oturmadığını düşünüyorum. Bu o filmi benim için "sadece bu yüzden" iyi bir film yapmıyor. Yani inanılmaz öznel bir şey yüzünden. Ben bir filmden keyif almaya çalıştığımda, aynı keyfi acaba bu bilgiye sahip olmayan insan da alır mıydı diye düşünmeden keyif alamıyorum. Bu da tamamiyle yetiştiğim politik ve kültürel çevreden kaynaklanıyor. Yani benim değerlendirmelerim çok sıkıntılı aslında.

Görkem:

Öncelikle Bal'ı izlemedim. Daha önceki filmlerden referansla hareketle söylüyorum, özellikle Süt'ü kare kare falan incelemek gerekiyor. İşte balık geleneksel olarak ne demektir, neyi ifade eder, filmde n'olur vs. gibi şeyler üzerinden. Bal da tahminim öyle bir filmdir.

Onun dışında, bilgi evreni çok geniş bir evrendir. Tarkovski'yi anlayan bir kişi Greenaway'i anlayamayabilir. Bu o kadar normal ki. Mesela bence klasik müzik dinleyenlerin hiçbiri Azer Bülbül'ün müziğini anlamıyorlar. Berbat bir müzik diyorlar. Burada hiyerarşik konumlardan dolayı Azer Bülbül'ün müziği daha düşük konumda anlaşılır vs. buraya hiç girmiyorum.

Dolayısıyla Semih Kaplanoğlu senin için "ne yaptığını anlamadığım yönetmenler" kategorisindedir. Ona 250 tane ödül verseler, senin içinde bir ışık yakamadıysa bu normaldir. Merak etme hiç yalnız değilsin. 🙂

Hegel:
Demişsin ki, "Ama bunları daha basitçe, daha çok kişinin anlayabileceği şekilde verebilmek daha büyük yetenek." ben daha büyük bir yetenek midir tartışmasını umursamadan, tercih ettiğimin bu olduğunu söylemeliyim. Ama sadece kendi çerçevemden bakarsam, daha ulaşılması zor bir şey, çünkü istediğim şey asıl olarak bu seviye olmasına rağmen hala ulaşamadığım bir şey. Çabalıyorum, belki de o sadeliğe ulaşamayacak kadar kirlenmişimdir.

 
Gönderildi : 21/03/2011 6:29 pm
 Düd
(@dud)
Gönderi: 0
 

Bu konu üzerine çok düşündüm, çok yazdım o nedenle tekrarlamak istemiyorum, yazıları direkt kopyala yapıştır yaparsam 6 7 sayfa uzunluğunda çok yer kaplar, dolayısıyla bağlantıları veriyorum, merak edenler okuyabilir.

Gerçi bu konuyu her açtığımızda bu bağlantıları atıyorum, daha da bir okuyup cevap vereni görmedim kalleşler 🙂 (bağlantılar 3 ve 2 diye olsa da sıraları ters)
http://www.eylemplani.com/2009/05/turk-sinemasi-uzerine-dusunceler-3/ " onclick="window.open(this.href);return false;
http://www.eylemplani.com/2009/08/turk-sinemasi-uzerine-dusunceler-2/ " onclick="window.open(this.href);return false;
http://www.eylemplani.com/2009/12/ideal-populer-film/ " onclick="window.open(this.href);return false;
http://www.eylemplani.com/2011/01/2010da-turk-sinemasinin-durumu/ " onclick="window.open(this.href);return false;

Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.

 
Gönderildi : 21/03/2011 7:32 pm
 hma
(@hma)
Gönderi: 55
 

Semih KAPLANOĞLU'nun Yusuf üçlemesi kabaca şöyle. Üçleme özel de KAPLANOĞLU'nun ama aslında insanoğlunun yaşadığı üç döneme işaret ediyor.

Bunlardan sonuncusu olan bal insanların sanayi toplumu öncesinde din/gelenek(baba-ata) merkezli ve doğayla barışık bir şekilde yaşadığı dönemi tasvir ediyor.

Süt ise İdeoljilerin hüküm sürdüğü din sonrası sanayi toplumundaki idealist karakteri ve yaşadığı dönemi tasvir ediyor.

Yumurta ise ideolojilerin de sonun geldiği ve anlamsızlığın hüküm sürdüğü günümüzün nihilist karakterini tasvir etmeye çalışmış.

KAPLANOĞLU tüm bunları anlatırken kimi zaman bizim kavrayamadığımız kimi zamanda tahmin ettiğimiz kendi kişisel hatıralarını da hikayeye serpiştiriyor.

Kullandığı dil ise klasik gerçekçi sinemanın kullandığı rasyonel dil yerine irasyone bir dil. özellikle rüyaya benzer sahneler kullandığında bu dil kendini hissettiriyor. örnek olarak ilk aklıma gelen süt filminde çocuğun yakaladığı dev balığı kucağına alıp annesinin karşısına çıktığı ve annesinin esnada ördek yolduğu sahne geliyor...

KAPLANOĞLU'nu ve benzerlerinin sineması içeriğine katılın yada katılmayın bir aydınlanma/aydınlatma sinemasıdır. tıpkı kitap dünyası gibi. kitapçıya gittiğinizde yolculukta okumak içinde kitap bulursunuz, hayatınızı alt üst edcek bir kitapta bulursunuz... keyfinize göre tercihte bulunursunuz... ama kimse sırf anlaşılır diye metal fırtına, oğuz atayın tutunamayanlarından daha iyidir diyemez. ama kimse de her vakit oğuz atay okuyamaz arada çerezlik bir şeylerde olsun di mi?

 
Gönderildi : 21/03/2011 8:28 pm
(@verbal_kint)
Gönderi: 0
 

hay parmaklarına sağlık.

http://www.camurfilms.com" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 21/03/2011 9:49 pm
 Düd
(@dud)
Gönderi: 0
 

KAPLANOĞLU'nu ve benzerlerinin sineması içeriğine katılın yada katılmayın bir aydınlanma/aydınlatma sinemasıdır.
Diğer dediklerine katılsam da buna katılamam kimse kusura bakmasın. İleriye götürecek olursam bu ayrımcı bir yaklaşımdır, elitisttir. Dolayısıyla aydınlanma sadece belirli bir zümrenin aydınlanması olabilir. Bu buradan ırkçılığa, faşizme kadar girer (Kezzap'sanız hehe :)).

Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.

 
Gönderildi : 21/03/2011 10:18 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

HMA'nın yorumundan bizim şu ana kadar dert ediniyor olduğumuz meseleyi anlamadığı sonucunu çıkarıyorum. Semih Kaplanoğlu filmleri üzerine birçok şey yazabilirsin; filmin kare kare çözümlemesini yapabilirsin. Bu filmler gerçekten içi dolu filmler, buna itiraz yok.

Ama sadece bu eforu göstermek isteyen izleyici için olan filmler. Özel bir izleyici istiyorlar. İsteyebilirler.

Ben şahsen tercih etmeyeceğimi söylüyorum. Bu sinemaları fazla "bencil" görüyorum.
Kısaca -bu benim kendi kendime yönelttiğim bir eleştiridir de, çünkü hala böyle bir sinema yapmayı beceremiyorum- ben bir insanın ne anlattığını anlamaya çalışmak zorunda değilim. Önce o bana kendini minimum düzeyde de olsa anlatabilmeyi başaracak ki ben de ona karşılık verebileyim, anlamaya çalışayım.

Ama yine de bu tip sanattan öğrenecek şeyler var.

Düd: http://www.eylemplani.com/2009/12/ideal-populer-film/ " onclick="window.open(this.href);return false; en çok bunu beğeniyorum.

 
Gönderildi : 21/03/2011 10:20 pm
(@homeros)
Gönderi: 0
 

Şahsen şu ana kadar Semih Kaplanoğlu ve Zeki Demirkubuz filmlerine pek yaklaşmamakla birlikte, David Lynch'in "Kayıp Otoban" filmini ve Von Trier'in "Anti-Christ"ını izlerken biri beni öldürsün de bitsin şu işkence diye düşünenlerdenim. Filmin bir felsefi altyapısı olması iyi bir şey tamam ama hiç bir halta benzemeyen bir senaryonun da "felsefi altyapısı var" lafı altında korkakça verilmesi bana çok itici ve entel geliyor ("Entelektüel" değil "Entel"). Elbette özellikle bu tarzı beğenen ve seven insanlar olabilir, benim lafım bu kişilere veya böyle düşünen yönetmenlere değil. İyi bir olay örgüsüne sahip, enteresan, özgün bir senaryo çıkaramayıp "felsefi altyapıya sahip" hiçbir şeye benzemeyen filmler yapıp, daha sonra da "sinema böyle yapılır, sinemanın geleceği budur" ve benzeri laflar söyleyen sinemacılara sadece gülüyorum.

Ki entelektüel takılıp da "The Matrix"i izleyip, Hollywood saçmalığı işte gibi cümleler kuranlara ise sadece acıyorum. Felsefi altyapıya sahip bir film mi yapacaksınız, yapabiliyorsanız gerçekten o kadar entelektüel iseniz o zaman yapın bir Matrix'te görelim, asıl işte bunu yapmakta. Çünkü Matrix resmen katman katmandır, en salak insan bile kendine orada bir şey bulurken, en zeki adam bile kendine bir şey bulur. En sıradan izleyici "Kanka ne dövüş sahneleri var la?" diye konuşurken, "geek" diye tabir edilen teknoloji manyakları "Abi robotlar insanları dijital bir ortama hapsetmişler vs.." diye konuşur. Öte yandan bir sinematografi delisi ise gerçek dünyada renklerin daha çok İsrail ve Yahudiliğin rengi olan maviye kaydığını görürken, diğer taraftan Matrix dünyasında yozlaşmış ve çürümüş olarak tanımlamak için Müslümanlığı rengi olarak tabir edilen yeşilin tonları hakimdir. Başka bir taraftan sembolizm uzmanları ise Morpheus'un adının neden "rüya tanrısından" geldiğini, hatuna neden "baba, oğul, kutsal ruh" anlamına gelen Trinity ismi verildiğini, esas kahramana "yeni" anlamına gelen "neo" ismini neden verildiğini veya "Nebukadnezar" gemisinin neden yahudileri eski israil'den kraldan ismini aldığını düşünür, hatta ve hatta bir müzisyen bile filmin sonunda neden "Rage Against The Machine" adlı gruba ait "Wake Up" adlı şarkının çaldığını düşünür. Ki bunlar en yüzeyselleridir. Film yapacaksan, felsefi altyapı yapacaksan böyle yapacaksın. Yoksa bana diğer türlüsü çok basit geliyor.

 
Gönderildi : 21/03/2011 10:54 pm
 hma
(@hma)
Gönderi: 55
 

HMA'nın yorumundan bizim şu ana kadar dert ediniyor olduğumuz meseleyi anlamadığı sonucunu çıkarıyorum. Semih Kaplanoğlu filmleri üzerine birçok şey yazabilirsin; filmin kare kare çözümlemesini yapabilirsin. Bu filmler gerçekten içi dolu filmler, buna itiraz yok.

Ama sadece bu eforu göstermek isteyen izleyici için olan filmler. Özel bir izleyici istiyorlar. İsteyebilirler.

elbette o eforu göstermek isteyen izleyici için yapıyorlar ve buna da itirazları yok. lakin şikayet ettikleri nokta şu; gişe filmi olmayan filmlere özellikle taşrada salon ayrılmıyor. hatta kaplanoğlundan duyduğum bir olay vardı inanamadım. bir taşra sinemasında kaplanoğlunun filmi için ayrılmış bir salonun aynı dönemde piayasaya çıkan recep ivedik bütün salonları doldurdu diye yer ihtiyacından recep ivedik'e tahsis edilmiş.

adamlar bu halde oldukları için devletten bari siz sahip çıkın diye talepte bulunuyor.

matrix meselesine gelecek olursak. isteyen istediği filmi izlemekte serbest isteyen istediği filmden istediği yorumu çıkarabilir.

ancak her hangi bir eserin sanat eseri olabilmesinin yolu onun konusundan ziyade kullandığı teknikle (teknoloji değil uslub anlamında teknik) ilgilidir. mesela leonardo da vinci ile, van gogh'u ayıran şey konu değil tekniktir. aynı şekilde matrix konu olarak felsefik meselelri ele alabilir ama kurgu olarak klasik gerçekçi sinemanın bir ürünüdür. dolayısıyla sanat tarihinde yeri yoktur (bu gereksiz bir şekilde iddialı bir söz oldu).

ama david lynch, godard, tarkowsky yada haneke ( ki hepsi farklı ekollere mensuptur) sanat tarihinde hatta felsefe tarihinde önemli yerlere sahiptirler. ki çağdaş resim, çağdaş felsefe, çağdaş siyaset ve sinema akımlarının oluşumu bir birine paraleldir

öte yandan türkiyede bağımsız alternatif sinema yapmaya çalışan herkes aynı kefeye konuyor. örneğin demirkubuz'la kaplanoğlu bir birinden çok farklıdır? filmlerinde kurguladıkları/kurdukları dünya sadece konu olarak değil tarz olarak da çok farklıdır.

tabi tüm bunlar bence böyle...

 
Gönderildi : 21/03/2011 11:28 pm
(@homeros)
Gönderi: 0
 

matrix meselesine gelecek olursak. isteyen istediği filmi izlemekte serbest isteyen istediği filmden istediği yorumu çıkarabilir.

ancak her hangi bir eserin sanat eseri olabilmesinin yolu onun konusundan ziyade kullandığı teknikle (teknoloji değil uslub anlamında teknik) ilgilidir. mesela leonardo da vinci ile, van gogh'u ayıran şey konu değil tekniktir. aynı şekilde matrix konu olarak felsefik meselelri ele alabilir ama kurgu olarak klasik gerçekçi sinemanın bir ürünüdür. dolayısıyla sanat tarihinde yeri yoktur (bu gereksiz bir şekilde iddialı bir söz oldu).

Altı çizili kısma katılmakla birlikte diğer paragrafa pek katıldığımı söyleyemem. Zaten sen de şu hususta haklısın "tabi tüm bunlar bence böyle..."

Leonardo'nun Mona Lisa'sını ünlü yapan çizim tekniğinden daha çok altında yatan felsefesi, bir nevi "şifresi" diyebiliriz. Keza Van Gogh'da da vardır bu, mesela Van Gogh'un bazı tablolarında yalnızlık görürüz, bir "çift" görürüz ki bu da aslında kendi yalnızlığına göndermedir. Öte yandan The Matrix'in kurgu olarak klasik gerçekçi sinemanın bir ürünü olması sanat tarihinde yeri olmamasına neden olamaz. Kurgu sinemanın önemli bir parçası olmasına rağmen tek parçası değildir. Matrix her yönüyle çoktan sinema tarihindeki yerini kazanmıştır ve zamanla sanat tarihindeki yerini de alacağına inanmaktayım...

 
Gönderildi : 22/03/2011 12:13 am
(@verbal_kint)
Gönderi: 0
 

ancak her hangi bir eserin sanat eseri olabilmesinin yolu onun konusundan ziyade kullandığı teknikle (teknoloji değil uslub anlamında teknik) ilgilidir. mesela leonardo da vinci ile, van gogh'u ayıran şey konu değil tekniktir. aynı şekilde matrix konu olarak felsefik meselelri ele alabilir ama kurgu olarak klasik gerçekçi sinemanın bir ürünüdür. dolayısıyla sanat tarihinde yeri yoktur (bu gereksiz bir şekilde iddialı bir söz oldu).

ama david lynch, godard, tarkowsky yada haneke ( ki hepsi farklı ekollere mensuptur) sanat tarihinde hatta felsefe tarihinde önemli yerlere sahiptirler. ki çağdaş resim, çağdaş felsefe, çağdaş siyaset ve sinema akımlarının oluşumu bir birine paraleldir

öte yandan türkiyede bağımsız alternatif sinema yapmaya çalışan herkes aynı kefeye konuyor. örneğin demirkubuz'la kaplanoğlu bir birinden çok farklıdır? filmlerinde kurguladıkları/kurdukları dünya sadece konu olarak değil tarz olarak da çok farklıdır.
hma, klavyenden bal damlıyor.
benim gibi düşünen birisini bulmanın huzuruyla artık bu foruma daha da sık yazabilirim 🙂

http://www.camurfilms.com" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 22/03/2011 3:13 am
Sayfa 1 / 2
Paylaş: