Der Siebente Kontinent - The Seventh Continent
Yedinci Kıta (1989) – Yönetmen: Michael Haneke
“Her şeyin yolunda” olmasına dair bir film. Bence M. Haneke’nin en iyi filmi. Dışarıda, dünyada birçok şey yolunda gitmezken, -bir şeylerin yolunda gitmediğine nasıl karar verilir, karşılaştırmalı sonuçlar ne kadar sağlıklı ve güvenilirdir, bir şeyin sağlıklı olduğuna karar vermek neleri yoluna koyar, bizi rahatlatması mı gerekir, bizi rahatlatan şeyler nelerdir ve bu nasıl gerçekleşmektedir, rahatlama eyleminin gerekliliği veya sahteliği, aldatıcılığı üzerine düşünmek yararlı mıdır, ne yapmak gerekir vb. gibi soruları beraberinde getirebilir bu sonuçlar- bir karı kocanın kariyerlerinde hızla yükselişleri esnasında ihmal edilen küçük kızlarının problemleri, bu yükseliş karşısında ödemeleri gereken bedel midir? Kızlarının problemlerini çözdükleri ölçüde yükselişlerinden ödün mü vereceklerdir? Her şey birbirini etkileyip tetikliyorsa bu yükselişleri esnasında daha kimler zarar görecektir?
Haneke, aile üzerinden sistemi sorguluyor her zaman yaptığı gibi. İktisat bilimini (kabaca, sınırlı kaynakların paylaşımı) icat eden batılı, refaha ulaşmış toplumların başkalarının sırtından kazandıklarıyla mutlu olamayacaklarını, bunun çözüm olmadığını, -belki de çözüm hiçbir zaman yoktur- mutlu ve huzurlu görünmenin boşuna bir çaba olduğunu, altındaki çarpıklıkları çok iyi gösteriyor. Kendisi de Marksist olan Haneke, sosyalizmin de (kabaca, emeğe göre ücret) aslında komünizme (kabaca, herkese eşit ücret) bir geçiş evresi olduğunu, orada kalınmaması gerektiğini söylüyor. Bu günkü “güler yüzlü sosyalizm” dedikleri türle güzelce yönetildiklerini ve problemlerinin kalmadığını sanan Avrupalı devletlere de yanıldıklarını 20 sene öncesinden gösteriyor.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Michael Haneke/Yedinci Kıta
3/10
Şaşırtıcı bir adam bu herif. Enfes bir "Saklı", gayet iyi bir "Piyanist", "Benny'nin Videosu"ndan sonra Yedinci Kıta şok etkisi yaratan bir iş.
Kendimce Yedinci Kıta için "baştan sona bir gereksizlik" diyorum, Hegel, seninle de bir film üzerine bu kadar zıt görüşte olmamız beni bayağı şaşırttı.
Fİlme verdiğim 3 de aslında herifi iyi tanıyor olduğum ve filmle vermeye çalıştığı (ama aslında zerre kadar veremediği ve ötesinde vermeye de çalışmayıp feci bir burnu büyüklük tribine girdiği) mesajı aynen hissettiğim ve onayladığım içindir. Hayatımda, tamamen aynı fikirde olduğum bir filmden bu kadar uzak durmayı istediğim hiç olmadı! Haneke bu filmde, sinema sanatının temel gerekliliklerini ret ediyor ama bunun için bir nedeni yok!
Şöyle açıklayayım:
Allahım, delireceğim! Gayet normal bir aile sahip oldukları herşeyi yok edip intihar ediyor! Neden ulan neden? Şöyle düşünün: 20 saniyelik bir kısa film. Takım elbiseli bir adam 10 saniye hiç hareketsiz göğüs plan alınmış, kameraya bakıyor. Sonra birden bıçakla kendi boğazını kesip ölüyor. Yedinci Kıta aynen bu işte! Neden öldürdün kendini abi?
Şunu dememiz lazım: Takım elbise giyiyordu, demek ki günümüz çağdaş dünyasının, gelişmiş toplumunun bir bireyi. Kabile üyesi değil yani. Hmm, demek ki bu dünyadan rahatsız, memnun değil, kendini öldürdü. Suratı traşlıydı, demek ki bakımlı bir adam. (sanki traşsızlar illa b.k içinde yüüzp asla banyo yapmaz) Demek ki temiz, sağlıklı bir birey. Ve bu olgudan da rahatsız. BU yüzden intihar etti. evet, ona katılıyorum! Hayır abi! Katılmıyorum yaa! Takım elbise, traşlı surat hiçbir haltın göstergesi değildir. Yadinci Kıta'daki hiçbirşey, ailenin intihar etmesi üzeirne zihin jimnastiği yapmamıza olanak veren veriler değil. Haneke'nin burada yaptığı sırf, gereksiz, amaçsız, temelsiz (alsında temeli var tabi ama bunu filmden almak olanaksız. Haneke'yi tanıdığımız için bunu biliyoruz biz) provokasyon. Sırf kışkırtma olsun diye kışkırtma. Bir mesaj falan yok. Bir çıkarsama falan yok! Haneke'yi tanımayan birinin bu filmin ana fikrini çözmesi, görmesi olanaksız. Peki bunun anlmaı ne?
Bunun anlamı "beni anlamayanın canı cehenneme" gibi birşey. "Beni tanımayanın canı cehenneme" gibi birşey. Neden abi? Neden film yapıp bizi kütüphanelere sürüklüyorsun Haneke abi o zaman? Neden "benim amacım izleyiciye sorular sormaktır" derken cevapsız sorulara meylediyorsun? Ve daha da ötesinde, tüm bu dingin anlatım, sakin tarz intiharı, yaşamı ret etmek olmuyor mu? "Nedensiz yere intihar edilebilir. Hatta insan kendi çoluğunu çocuğunu bile öldürebilir" Hadi yaa? Valla mı? Tamam, fikrin bu olabilir, ona da tamam. PEki neden? Bunu sana söylettiren, hissettiren bişi olmalı. Nedne kendini de asmıyorsun? Film yapmanın da bir anlamı yok o zaman. Madem öyle, senin filmlerini izleyip zihin jimnastiği yapmanın da, birşeyleri çözmeye çalışmanın da anlamı yok. İyiye gitmek, hayatı, dünyayı, insanoğlunu anlamaya çalışmak da gereksiz.
Çok üzüldüm Yedinci Kıta'yı izleyince. Gerçekten çok üzüldüm. Ha, Haneke, diğer filmlerinde de benzeri filmler yapmış olsaydı bir derece kabullenebilirdim. Ama başka birçok filminde mesajlar, nedenle, sorular çok net. Yani adam, Yedinci Kıta'daki yaklaşımını kendi kendine terk etmiş durumda. İnsanoğlu üzerine, iletişimsizlik üzeirne, modern yaşam tarzları üzeirne yaptığı diğer birçok filmde yine zor sorular var ama meylettiği şeyler, itkileri, yakıtı pırıl pırılı parlıyor adamın! PEki Yedinci Kıta'da neden böyle bir içerk yok? İşte bu beni üzen şey: Sırf kışkırtıcılık olsun diye bu tip bir film inşa etmiş usta. Ve bu, onun eşsiz entelektüelliğine, eşsiz filozofluğuna hiç yakışmıyor. Bir düşünür, düşündüklerini paylaşmıyorsa, sırf düşündüklerinin ona yaptırdıklarını yapmakla yetiniyorsa düşünmesinin kime ne faydası var?
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Alttaki alıntılar filmdeki durumu da özetleyen teşhislerdir. Aile bir çeşit tepki vermiştir. Kökleri nihilizme kadar uzanır. Bu planlı yok oluş, planlı bir sistem karşısında denge unsuru olarak durur. Haneke durumu dengelemeye çalışmıştır bir bakıma.
SİMGESEL DEĞİŞ TOKUŞ VE ÖLÜM ya da Gelişmiş Kapitalist Ülkelerin Bir Anatomisi - Yazan: J.Baudrillard (1976)
Bu sistem ölmüştür çünkü kendi ölümünü yalanlama konusunda yetersiz kalmaktadır. (sf:6)
Doğruyu söylemek gerekirse ortalıkta kendisine güvenebileceğimiz hiçbir şey kalmamıştır. Elimizdeyse kuramsal şiddetten başka bir şey yoktur. Tüm varsayımları radikalleştirmenin tek yöntemi: Ölümcül bir spekülasyona girişmektir. Kod ya da simgesellik hala simülatör olma özelliğine sahip terimlerdir – onları teker teker söylevin içinden tutup çıkarmak gerekmektedir. (sf.8-9)
Doğruyu söylemek gerekirse ne “klasik” gösterge ekonomisi ne de ekonomi politik buharlaşıp uçmamışlardır. Bir tür ölümden sonra hayalete benzeyen bir caydırma ilkesine dönüşerek, ikinci denebilecek bir yaşamı sürdürmektedirler. (sf.13-14)
Bu, egemenlik biçimine özgü gönderenlerin bundan böyle şiddete başvurmadan, tek bir damla bile kan izi bırakmadan bizi çepeçevre sarıp sarmalayan ve kod aracılığıyla her yerde işlemselleştirilebilen göstergeler tarafından tamamıyla emilmiş olduğu ve kapitalin, “üretim” evresinde başvurduğu sınai, ticari, finansal ağızların ötesine geçerek sonunda en saf görünümüyle kavuşturduğu egemen bir sınıf ya da güç ilişkileriyle ilişkisi kalmamış bir söylevdir.
Emek artık bir güçten çok diğer göstergeler arasında yer alan bir göstergedir. Aynen diğer sıradan göstergeler gibi üretilmekte ve tüketilmektedir.
Emek (çalışma) anlamını yitirmiştir. Bugün üretim denilen şeyin terörist bir kod olmaktan başka bir anlama sahip olabilme şansı var mıdır?
Çalışma (boş zamanı değerlendirme kılığına girdiğinde bile) yaşamın genelini baskı, denetim altına alan, belirli yer ve zamanlarda kendisinden kurtulmanın olanaksız olduğu bir kod doğrultusunda düzenlenen sürekli meşguliyet türünden bir şeydir. İnsanları her yerde bir okul, bir fabrika, bir kumsal veya televizyon ekranı ya da bilgi ve görgüsünü artırmak amacıyla eğitim programlarıyla – toplumsal düzeyde dur durak tanımadan meşgul etmek gerekmektedir. Ancak sözcüğün özgün anlamında emek artık üretken bir süreç değildir. Emek artık toplumun aynasından başka bir şey değildir. Toplumu başka bir yapılanma düşlemekten alıkoyan, özgün bir fantastik gerçeklik ilkesidir. Belki de onu ölüm içtepisi olarak adlandırmak gerekecektir.
Artık evinizden vahşi bir şekilde çekilip alınarak, makinelerin önüne atılmıyorsunuz – artık sisteme çocukluğunuz, tikleriniz, insani ilişkileriniz, bilinçaltından kaynaklanan içtepileriniz ve çalışmayı reddetme biçiminizle entegre ediliyorsunuz. Bütün bunlar göz önüne alınarak kişiliğinize uygun bir iş (job) bulunuyor. Size saygın bir iş bulunamadığı zamansa kişisel denkleminize uygun bir sosyal yardıma hak kazanıyorsunuz. (bu metin 30 sene önce yazıldığı halde, bizde hala bu hak yok! A.a) Hiçbir durumda kendi kaderinizle baş başa bırakılmıyorsunuz. Çünkü önemli olan herkesin sistem adlı ağın en küçük boyutlara indirgenmiş şekli olan bir terminale yani diğer terimlerle ilişki içinde olan bir terime dönüştürülebilmesidir.
Emek, yükümlünün işinden giderek daha güçlükle kaçabileceği ve kişisel anlamda ona giderek daha bağımlı hale geleceği salt bir hizmete dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
İşçi artık emek gibi bir içerikle ilişkisi olan ya da özgün bir mücadele yöntemini sürdüren biri olmaktan çok genel bir emek ve politik bir ücret mücadelesi veren biridir. “Verimli öğe” demek emekçinin devrimci sayılabilecek en soyut biçime sahip olması demektir - bu, eskiden ölümüne sömürülen nitelikli işçiden çok daha soyut bir biçimdir çünkü karşımızda artık emekçiye benzeyen bir tür taş manken, en küçük ortak birim, gerçek dışı bir emek ilkesinin (kafeterya garsonu anlamında) asal hizmetlisi vardır. Bu dahice bir yumuşatma biçimidir, bir başka deyişle, artık çalışılmamakta, yalnızca “üretiyormuş” gibi yapılmaktadır.
Ücret emek gücünün ancak niceliksel düzeyde yeniden üretimini hedefleyen bir bakış açısı doğrultusunda (hile katılmış, haksız yoldan elde edilmiş bile olsa) onun eşdeğerlisi olarak değerlendirilebilir. Kapitalin oyun kuralına boyun eğmek anlamına gelen emek gücünün statüsüne uygun bir ödüle dönüştürüldüğü anda, ücret, anlamını yitirmektedir. Bu aşamada ücret artık hiçbir şeyle karşılaştırılamayan (orantı kurulamayan) ya da hiçbir şeyin eşdeğerlisi olmayan bir şeydir.
Çalışmak yavaş yavaş ölmektir. Bu daha çok fiziksel bir tükeniş olarak algılanmaktadır. Oysa bunu başka bir şekilde algılamak gerekir. Emek (çalışma) “yaşamın sürdürülmesi”ne karşı koyan bir tür ölüm değildir – bu olsa olsa idealist bir bakış açısı olabilir. Çalışma yavaş bir ölümün vahşi bir ölüme karşı koymasıdır. Bu simgesel gerçekliktir. Bu anlamda emek: kurban etme düzeninde anında gerçekleşen ölüme karşı geciktirilen bir ölümle karşı koymadır. Bu “emek (ya da kültür) yaşamın tersidir” türünden “devrimci” ya da softaca bir bakış açısına emeğin tek alternatifinin boş zaman ya da çalışma sayılmayan değil fedakarlık (kurban olma) olduğu savıyla karşı çıkılmalıdır.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Yazdıklarının hiçbirine hiçbirşekilde itirazım yok, olamaz zaten Hegel. Birçoğu üzerine fikir muhakamesi yapabilirim belki ama kişisel görüş ve algı olur söyleyeceklerim, konuyu derinlemesine inceleyecek derinlikte bilgi sahibi de değilim. Ama esas sorun, nihilizmde düğümleniyor. sen de diyorsun ki konu Nihilizme kadar gidiyor. İşte bu nokta beni daha da kötümser kılıyor konu bağlamında. Haneke'ye şunu sormayı çok isterdim: Nihilist misin abi? Ya da değilsen de Nihilizmi destekliyor musun? Öneriyor musun? BU filme bakarsak bir şekilde Nihilizm'le bir köprü var arasında. O zaman neden film çekiyorsun? Filmlerini ve bu yolla seni neden önemseyelim?
Ki…. İntihar dediğimiz şey (üzerine araştırma yapmışlığım var) aslında sosyal bir davranış biçimidir. Psikolojik, sosyolojik, ekonomik nedenlerden kaynaklanıyor olabilir. Ama intihar, asla ve asla, insanın kendi kendine yaptığı, kendine kendine icra ettiği bir şey olsa da kendine yolladığı bir mesaj değildir. Bir intihar niyetlisi, bu girişiminin hiç kimseye ulaşmayacağına emin olsa bunu yapmaz. İnsanlar bir intihara hangi nedeni/sebebi yüklerse yüklesin ortada bir tepki vardır. Buna göre eğer ortada bir neden yoksa, bir tepki yoksa intihar da yoktur. Peki Yedinci Kıta’daki tepki neye? Ortada, gösterilen sosyal tepkinin nedeni yok!
Ve görülen tüm intihar olaylarındaki tek ama tek ortak yan ümitsizliktir. Tamamen ümitsizlik. Asla bir çıkışın, çözümün var olmadığı hissi. Haneke, çekirdek bir aileyi, hepimizi temsil etme pozisyonundaki bir aileyi intihara götürerek ne demeye çalışıyor? “Artık asla ve asla ümit yoktur”mu diyor? Evet, öyle diyor. Peki neden röportajlarda “benim amacım insanlara sorular yöneltmektir” diyor? Madem umut yok, madem çıkış yok, madem artık yaşamanın da anlamı yok, soru sorsan ne olur, sormasan ne olur abi? Dünya, insanlık, teknoloji, bilim, felsefe, sanat her şey boş! Neden boş? İçerisinde bulunduğumuz “çıkmaz”a çare bulmayacak bunlar yani. Hiçbirşey, hiçbir bilgi odağı, yöntem, inceleme türü, insanoğlunun içerisinde bulunduğu “istenmeyen durumdan” kurtulmasına önayak olamayacak! Böyle mi gerçekten? Haneke’nin önünde bir düğme olsa, düğmenin üzerinde “7 milyar insanı intihar ettirme düğmesi” yazsa Haneke bu düğmeye basar mı? Yedinci Kıta’ya göre basar! Bana göre basmaz. Ya Yedinci Kıta Haneke’yi daha iyi anlatıyor, ya da ben Haneke’yi daha iyi anlamışım. Haneke bana göre, ne insanın hiç sebepsiz kendini, kendini bırakın kendisinden bile daha fazla değer verdiği bir şeyi sebepsiz yere yok edeceğine inanır, ne de insanoğlunun içerinde bulunduğu sosyal/ekonomik/psikolojik falan vs. sorunların/hastalıkların, artık tamamen tedavi edilemeyeceğine inanır. Bu inanışıma paralel olarak Yedinci Kıta’nın Haneke’yi temsil eden bir iş olduğuna inanmıyorum
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
... Bu inanışıma paralel olarak Yedinci Kıta’nın Haneke’yi temsil eden bir iş olduğuna inanmıyorum
Zaten bu durumun marksist anlayışta da bir yeri yok. Haklısın, bu yönüyle marksist bir sinemacı olan Haneke'nin diğer filmlerinden farklı bir durumu var. Genelde sorunları gösteren ama çözümleri göstermeyen bir yönetmen. Bu ilk filmiyle ütopik bir çözüm gösteriyor. Ya da çözümsüzlüğü, yok oluşun da bir çözüm olmadığını göstermek istiyor. Dikkat çekici bir deneme olduğunu kabul etmek lazım. Peşisıra yoğun bir şekilde olumlu olumsuz eleştiriler aldığını düşünürsek. Şu son 4 kardeşin toplu intiharı da çok şaşırtıcı açıklanması zor bir durum değil mi? Goebbels de müttefiklere teslim olmamak için son saatlerinde karısı Magda Goebbels önce altı çocuğunu zehirleyerek öldürdü. Kısa süre sonra Goebbels önce karısını sonra da kendisini vurdu. Karısının ve kendisinin cesetleri vasiyeti üzerine yakıldı. Bu daha anlaşılır bir durum ama yine de dramatik.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer