Trier birçok açıdan günümüz sinemasının en (buraya çok fazla sıfat yazılabilir gerçekten ama bence yazılacak şey: ) "gıcık" herifi.
Bunun temel nedeni de şu: Birçok açıdan gayet entelektüel, yaratıcı, yetenekli, deneyci, cesur bir sinemacı. Ama yeni sinema yapacağım diye salak salak şeyler yapıyor, salak salak şeylerle uğraşıyor ve gerçekten kendini heba ediyor. Şİmdi kalkıp bu cümleyi kendisine bizzat söyleyecek fırsatımız olsa kim bilir neler söyler. Ama Allah aşkına arkadaşlar, Gerizekalılar, Salgın gibi filmler nasıl bir fikrin, yaklaşımın, yaratıcı dürtünün eseri olabilir ki? Fikir olarak, amaç olarak belki kendi içlerinde tutarlı amaçlar gözetiyorlar ama ortaya çıkan sonuç gerçekten çok gereksiz. Şimdi düşünüyorum ki Karanlıkta Dans gibi enfes bir filmle Gerizekalılar gibi bir ücubenin aynı kişinin elinden çıktığına inanmak çok zor.
Neyse….
Uygar Şirin filmi öve öve bitiremezken en çok şu noktaya dikkat çekiyordu ve gayet haklıydı: Müzikallerin, izleyiciye en itici ve aptalca gelen tarafı olan, karakterlerin olayların ortasında durup dans etmeye başlamaları falan gibi müzikal türüne ait şeyleri, anlatımının bir parçası hatta filmin en can alıcı hikayeleme tekniği olarak kullanıyor bu film.
Temelde oldukça acıklı, gayet melodram, hatta belki bayağı arabesk bir hikayesi var filmin. Bazı eleştirmenler gayet açık ve basitçe “Yeşilçam melodramlarından ya da trajedilerinden farkı yok” diyorlardı. Ama Şirin’in vurguladığı nokta bağlamında karşımızda enfes bir film ve bir başyapıt var.
Kısaca hikaye:
Bazı sarkan tarafları olsa da Karanlıkta Dans gerçekten çok farklı, etkileyici bir film. Bir müzikal oluşu çoğu zaman unutuluyor olsa da müzikal dediğimiz türün gerekliliklerini esas can alıcı nokta, bir anlatım öğesi ve karakterinin iç dünyasına açılan bir pencere olarak kullanıyor. Oyunculukları çok iyi. Görsel tarzı, hikaye anlatma sekanslarına klasik Trier (omuzda kamera, doğalımsı ışık, sıçramalı kurgu) ise de müzikal sekanslarda bir anda Baz Luhrmann oluveriyor.
Herkese gözüm kapalı tavsiye edebileceğim bir film değil Karanlıkta Dans. Filmi çok ritimsiz, sıkıcı, duygu sömürüsü yapar bulanlar olabilir. Ama ortada çok etkileyici bir karakter dramı ve bambaşka bir müzikal olduğunu çok az kişi ret edecektir. Son olarak hatırlatmak istediğim şey filmin tanıtımındaki cümle: Görmek için göz gerekmez!
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Bence arabesk bulanlar da iyi yapmışlar.
Çünkü arabesk=kötü diye bir tanımlama yok.
Bu filme arabesk demek güzel bir tanımdır benim gözümde.
İzlediklerim arasında en sevdiğim Trier filmi.
Bazı sarkan tarafları olsa da Karanlıkta Dans gerçekten çok farklı, etkileyici bir film. Bir müzikal oluşu çoğu zaman unutuluyor olsa da müzikal dediğimiz türün gerekliliklerini esas can alıcı nokta, bir anlatım öğesi ve karakterinin iç dünyasına açılan bir pencere olarak kullanıyor. Oyunculukları çok iyi. Görsel tarzı, hikaye anlatma sekanslarına klasik Trier (omuzda kamera, doğalımsı ışık, sıçramalı kurgu) ise de müzikal sekanslarda bir anda Baz Luhrmann oluveriyor.
Aslında klasik Trier de denemez bence. Trier çok farklı, kendini her anlamda -özellikle biçim olarak- yenileyen bir adam. İlk dönem Suç Unsuru, Avrupa gibi filmlerini ve son dönem Dalgaları Aşmak, Dogville, Karanlıkta Dans gibi filmlerini, ben yönetmenlerini bilmeden izleseydim eğer bu iki türe ayırdığım filmlerin yönetmenlerinin aynı kişi olacağını hayatta tahmin edemez, hatta en zıt sinema görüşlerine sahip iki farklı yönetmen olduklarını düşünürdüm.
Farklı sinema biçimlerine bu kadar hakim bir başka yönetmen ben galiba bilmiyorum ve filmlerini her nasıl çekerse çeksin işini hep çok iyi kotarıyor. Bunun yanında çok usta bir hikayeci de (değindiğim nokta anlattığı meseleler ya da filmlerinin temaları değil), hikayeye, hikaye kurgusuna neredeyse en usta romancılar kadar hakim. Ki bence hikaye kurmak da biçimsel, teknik bir mesele. Konu dışına çıkmaya başladığımın farkındayım, bu yüzden kısaca lafı getirmek istediğim yere getireyim artık. Klasik Trier tarzı, üslubu gibi bir kullanım çok doğru gelmiyor bana. Özellikle biçim olarak günümüzün en değişken, en usta sinemacılarından biri bana göre.
can_alk.... bahsettiğin konuda haklısın aslında ama benim "klasik Trier" diye bahsettiğim vurgu, hikayeleme yöntemi değil daha çok görsel tercihlerdi. Omuzda kamera, doğal ya da doğala yakın ışık, sıçramalı kurgu, tamamen doğal mekanlar vs. Bir kısmı Dogma akımı dahilinde olan şeyler. Ki bu film aslında kesinlikle Dogma akımı dahilinde bir film değil, o başka. Trier'in izlediğim tüm filmlerinde kamera, ortamdaki herhangi biri gibidir. İnsanlarla aynı yükseklikte, hareket yeteneğindedir. Hep omuzdadır. Fİltreler, özel objektifler falan içermez. Bir şeyi göstermek için ışığı ihtiyaç duymaz vs. Bİldiğin insan gibidir.
Ama müzikal sekanslarda filmin görsel dokusu tamamen değişiyor. Buradaki tercihlerin genel Trier görselliğine uymadığı söylemeye çalıştım. Parlak canlı renkler, özenle biçimlendirilmiş ışık ve gölgeler, oldukça ritmik ve düzgün ardışık ve paralel kurgu kullanımı, abartılı oyunculuklar, göz alıcı kamera konumlandırmaları, çok estetik kadrajlar vs.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Evet, evet hikayelemeyeden falan bahsetmem benim kendimi tutamayıp konuyu dağıtmam. Kesinlikle ilgisi yok, yoksa. 🙂
Benim sözetmek istediğim şey, ilk dönem filmleri ve son dönem filmleri arasındaki estetik uçurum ve her iki tarzın da bence çok başarılı olması.
Demek istediğim şu ki, tüm filmlerinde kamera omuzda, aydınlatma doğal, mizansenler serbest değil, hatta tam tersine en baskın aydınlatma ve kamera filtreleri her planda istisnasız kullanılmış, kamera sabit (hareket eder ama omuzda değil ve sarsıntısızdır: dolly, şaryo vs.), ses kullanımı yapay ve atmosfer yaratacak yönde düzenlenmiş, her plan en ince ayrıntısına kadar storyboardda planlanmış, dahası filmlerde bir tek gündüz planı bile yoktur ve tamamı gece çekilmiştir.
Trier'in kariyerinde aslında iki birbirinden çok farklı yönetmen barındığını söylemek istiyorum yalnızca. Salgın'ı dışarıda bırakırsak (Ki o özel bir durum, çünkü beş parasızlıktan kamera arkasında kimse olmadan, kendisinin ve senaristinin oyunculuğunda hemen hepsini 16mm çekmesi gerekmiştir ve bu yüzden, enteresan, deneysel bir şey çekmem lazım diye düşünüp şaçmaladı herhalde) ilk filmi Suç Unsuru ve üçüncü filmi Avrupa sonraki filmlerinden bambaşkalar.
Trier'in aslı ünlü, bilinen Dogville, Gerizekalılar, Dalgaları Aşmak gibi filmlerini beğenmeyenlere az önce belirttiğim iki filmi izlerlerse, bunları beğeceklerini garanti edemem belki ama bambaşka bir yönetmenler karşılaşacaklarına eminim.
Not: Başlığı çok dağıtıyorum galiba, farkındayım. Ama bazen böyle alıp başını gidiyor mesele. Nasıl yapmalıyız?
Bu kadar konuşup duracağıma film estetiklerine örnek olsun diye fragman linki atmak yeni geliyor aklıma.
Suç Unsuru:
http://rstvideo.com/trailer/the-element-of-crime/ " onclick="window.open(this.href);return false;
Avrupa:
http://video.google.com/videoplay?docid=-5904948385949258569 #" onclick="window.open(this.href);return false;
Bu kadar konuşup duracağıma film estetiklerine örnek olsun diye fragman linki atmak yeni geliyor aklıma.
Suç Unsuru:
http://rstvideo.com/trailer/the-element-of-crime/ " onclick="window.open(this.href);return false;
Avrupa:
http://video.google.com/videoplay?docid=-5904948385949258569 #" onclick="window.open(this.href);return false;
"Suç Unsuru"nun mükemmel bir girişi vardır. Trier, son filmi "Antichrist"i Tarkovski'ye ithaf etmiştir. Açılış ve kapanış sekansıyla bunu çok güzel gösterir. Tahminim "Suç Unsuru"nun açılış sekansı da Tarkovski'nin "Andrey Rublyov"una bir saygı duruşudur. Bunu arada bir söylüyorum ama, Trier, çok daha fazlasını yapabileceğini bilen ama bunu bazen bilerek yapmayan dahilerden biridir bence. "Antichrist"i de bilerek kötü çekmiştir. Açılış ve kapanış sekansıyla, iki sekans arasındaki farklı atmosferden bunu anlayabilirsiniz. Sanki iki farklı yönetmen, iki farklı kişilik var gibidir. Yani Trier, içinden 2-3 yönetmen daha çıkarabilecek kadar yaratıcıdır; ama bunu yapmaz o ayrı.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Bu kadar konuşup duracağıma film estetiklerine örnek olsun diye fragman linki atmak yeni geliyor aklıma.
Suç Unsuru:
http://rstvideo.com/trailer/the-element-of-crime/ " onclick="window.open(this.href);return false;
Avrupa:
http://video.google.com/videoplay?docid=-5904948385949258569 #" onclick="window.open(this.href);return false;
"Suç Unsuru"nun mükemmel bir girişi vardır. Trier, son filmi "Antichrist"i Tarkovski'ye ithaf etmiştir. Açılış ve kapanış sekansıyla bunu çok güzel gösterir. Tahminim "Suç Unsuru"nun açılış sekansı da Tarkovski'nin "Andrey Rublyov"una bir saygı duruşudur. Bunu arada bir söylüyorum ama, Trier, çok daha fazlasını yapabileceğini bilen ama bunu bazen bilerek yapmayan dahilerden biridir bence. "Antichrist"i de bilerek kötü çekmiştir. Açılış ve kapanış sekansıyla, iki sekans arasındaki farklı atmosferden bunu anlayabilirsiniz. Sanki iki farklı yönetmen, iki farklı kişilik var gibidir. Yani Trier, içinden 2-3 yönetmen daha çıkarabilecek kadar yaratıcıdır; ama bunu yapmaz o ayrı.
Valla bilerek bilmeyerek beni ingilendirmez. Olmayınca olmuyor. Yok depresyondaymış falan, bu sefer yemedik efendim. Biz bu filmi Lars'a yakıştıramadık diyelim ve geçelim. Önümüzdeki filmlere bakıcaz.