Darren Aronofsky'nin 2010 filmi, belki de 2011 filmi. Ben her türlü sevdiğim için merakla bekliyorum.
BU herif ne yaparsa yapsın merakla bekliyorum ben....
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Bu adam izlenmez mi. Meraktan ölüyorum 🙂 şuan
olmuş olmuş:)
*our AC-130 in the air
1 Kasımda ABD'de vizyona girecek gibi (İMDB).
"Giydikçe açılır" diyen tezgahtar, "uzadıkça şekil alır" diyen kuaför, "zamanla unutursun" diyen arkadaş... Bunların hepsi aynı örgüte üye...
Ne yazık ki Güreşçi'den sonra ikinci "beklediğimi alamadığım" Aronofsky filmi. Zaten Güreşçi'yle büyük benzerlikler taşıyor görsel olarak. HAfif puslu bir görüntü yönetimi, cansız soluk renkler ve en önemlisi kamera kullanımında tamamen tarz değiştirmiş adam. Ne oluyor yahu?
Bakın Bir Rüya İçin Ağıt'a, bakın Fountain'e. İkisinde de tablo gibi kadrajlar, ilginç kamera hareketleri, jilet gibi kurgu var. Omuzda kamera, kararsız kadraj gibi uygulamalar hiç yok. Net görüntüler, özenle seçilmiş canlı renkler var. Ama Güreşçi ve Siyah Kuğu'da Aronofsky tamamen kamera kullanım tarzını ve görüntü yönetimi tecihini değiştirmiş gibi. Uzun/kesintisiz planlar, omuzda ve karakterlere yakın olup onlarla gezinip duran bir kamera. Ne oldu da değiştin abi sen? İkisinin aynı yönetmen olduğuna inanmak çok güç. Bana göre gerçek Aronofsky ilkidir. Çünkü o görsel tercihler Aronofsky'ye özgü gibidir. Bu yeni tercihler birçok Lars Von Trier filminde de var. Zerre estetik değil, sürükleyici değil, anlamlı değil. Pi'yi de işin içine katabiliriz ama aslında Pi birçok açıdan zaten ayrıksı ve garip bir film. Yönetme'nin esas tarzını tanımlar (görsel olarak) içeren bir film değil.
Özetle Black Swan hikaye olarak gayet iyi bir film. Konusu, hikayesi gayet iyi. Ama senaryo da iyi değil, görsel tercihleri de.
Senaryo diyince de mesele şu:
Nina'nın rolü hak edip hak etmediği ya da hakkıyla sahnelendirip sahnelendiremeyeceği depresyonuna girmesiyle ciddi sekteye uğruyor. Ne alakası var yahu? Hak ediyor ya da etmiyor olabilir ama bu sorunun, Nina'nın esas meselesiyle zerre ilgisi yok.
İkincisi eski balerin Beth'in durumu, hastahanedeki vaziyeti falan da Nina'nın durumu ile yine gayet ilgisiz. Kadın kendini öldürüyor ama tırnak türpüsü Nina'nın elinde görünüyor. Beth'i Nina mı deşiyor? Neden? Kadın zaten Nina'ya rakip değilki. Manyağın teki, sıyırmış kafayı, yazık. Ne alaka? Nina gayet gereksiz biçimde Lily'yi kendine rakip görüyor zaten, Beth'i de mi böyle görüyor? Lily ile seivşip sevişmediği, gösteriden önceki son gece Lily'nin bunu içip dağıtmaya götürmesinin falan Nina'nın bahsettğimiz iç sarsıntılarıyla ne ilgisi var? Ne katıyorlar hikayeye ne çıkarıyorlar bunlar? Hiç! Ve zaten kendince kiyah kuğu'ya dönüşmesi de gayet yetersizce resmedilmiş. Sahnedeki, döndükçe kuğu olduğu çekim resmen enfes ve çok şık ama hikayenin ilerleyişindeki gelişim çok yetersiz. Sırtındaki çıkan tüyleri kaşıyor da iz oluyor, el tırnakları garipleşiyor, ayak parmakları birbirine yapışıyor falan.... Cronenberg aslanlar gibi Jeff Goldblum'u at kadar sineğe çevirdi, Aronofsky fazlasını nasıl yapmaz?
Ve.... Tüm bu hengamede zaten filmin neredeyse sonlarına kadar diri tutulmaya çalışılan bir "neler oluyor yahu?" sorusu mevcutken kameranın karakteri iyice anlamamızı öneren konumlandırmaları ve hareket tercihleri nasıl anlamlı olabilir. Kamera sonunda demiş oluyor ki: "Yavaş yavaş siyah kuğuya dönüşen bu karakteri iyi anlayın!" Oldu! Bi s.ktir git yaa. Nina'yı ve onun hissettiklerini anlamamız neredeyse olanaksız. Kendi bile anlamıyor neler olduğunu finale kadar. Güreşçi'de de aynı görsel tercihler vardı ama o herifi anlamak çok daha kolaydı. Nina ve yaşadıkları çoğumuza çok uzak. Kameranın karaktere bu kadar yakın durması hiç anlamlı değil!
Özetle: Sağlam hikayesini yeterince güçlü ve anlamlı ayrıntılarla bezeyememiş ve olan biteni de yerinde görsel tercihlerle bçimlendirememiş ama Natalie Portman'ın enfes performansı, leziz müzik kullanımı ve kareografileriyle de keyif verebilmiş, sonuçta orta karardan öteye gidememiş bir film Black Swan.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Senaryo diyince de mesele şu:
Nina'nın rolü hak edip hak etmediği ya da hakkıyla sahnelendirip sahnelendiremeyeceği depresyonuna girmesiyle ciddi sekteye uğruyor. Ne alakası var yahu? Hak ediyor ya da etmiyor olabilir ama bu sorunun, Nina'nın esas meselesiyle zerre ilgisi yok.
İkincisi eski balerin Beth'in durumu, hastahanedeki vaziyeti falan da Nina'nın durumu ile yine gayet ilgisiz. Kadın kendini öldürüyor ama tırnak türpüsü Nina'nın elinde görünüyor. Beth'i Nina mı deşiyor? Neden? Kadın zaten Nina'ya rakip değilki. Manyağın teki, sıyırmış kafayı, yazık. Ne alaka? Nina gayet gereksiz biçimde Lily'yi kendine rakip görüyor zaten, Beth'i de mi böyle görüyor? Lily ile seivşip sevişmediği, gösteriden önceki son gece Lily'nin bunu içip dağıtmaya götürmesinin falan Nina'nın bahsettğimiz iç sarsıntılarıyla ne ilgisi var? Ne katıyorlar hikayeye ne çıkarıyorlar bunlar? Hiç! Ve zaten kendince kiyah kuğu'ya dönüşmesi de gayet yetersizce resmedilmiş. Sahnedeki, döndükçe kuğu olduğu çekim resmen enfes ve çok şık ama hikayenin ilerleyişindeki gelişim çok yetersiz. Sırtındaki çıkan tüyleri kaşıyor da iz oluyor, el tırnakları garipleşiyor, ayak parmakları birbirine yapışıyor falan.... Cronenberg aslanlar gibi Jeff Goldblum'u at kadar sineğe çevirdi, Aronofsky fazlasını nasıl yapmaz?
Ve.... Tüm bu hengamede zaten filmin neredeyse sonlarına kadar diri tutulmaya çalışılan bir "neler oluyor yahu?" sorusu mevcutken kameranın karakteri iyice anlamamızı öneren konumlandırmaları ve hareket tercihleri nasıl anlamlı olabilir. Kamera sonunda demiş oluyor ki: "Yavaş yavaş siyah kuğuya dönüşen bu karakteri iyi anlayın!" Oldu! Bi s.ktir git yaa. Nina'yı ve onun hissettiklerini anlamamız neredeyse olanaksız. Kendi bile anlamıyor neler olduğunu finale kadar. Güreşçi'de de aynı görsel tercihler vardı ama o herifi anlamak çok daha kolaydı. Nina ve yaşadıkları çoğumuza çok uzak. Kameranın karaktere bu kadar yakın durması hiç anlamlı değil!
Bu filmi sinemada izlemek için izlediğim günden itibaren hiç düşünmemeye çalışıyorum. Bu yüzden tam isabetli bir yazı yazamayabilirim.
Nina zaten kafayı yemek üzere, elindeki törpi ile belki Beth yaraladı, belki de o da ikinci bir hayali olaydı. Zaten finalde de başkasını öldürdüğünü sanarken kendisini yaraladığını görüyoruz. Kız sonuçta ruhsal ve zihinsel olarak hasta olan biri.
Nina'nın Lilly rakip görmesi çok haklı bir olay. Sonuçta Nina, Lilly'nin kendisine düzenlediği ufak ve pembe oyunlara bir anlık düşüyor ve geldiğinde kendi tahtında onu görüyor. İster prova olsun ister öylesine olsun ha sen yoktun ben çıktım olayı olsun Nina gibi karaktere için çok ağır bir olay ve öncesindeki pembe oyunlar var. Zaten psikopata bağlama aşamasında olan Nina için bu tür oyunlar ruhsal yapısını iyice bozuyor. "Lilly'nin benim yerimde gözü var" repliğinde duygusal serzeniş çok iyi ifade ediyor. Tabiki herkes kraliçe olmak ister ama türlü oyunlarla değil; buradaki farkta böyle oluyor. Nina'nın isyan etmesi çok haklı. Zaten ürkek olan bir karakter için üzerine gelen bu türlü dalaveralı baskılar sonrası tedirgin ve isyankar olması çok anlamlı.
Sevişme meselesi ise o da bu şekilde ortada. Sonuçta alınmış bir ilaç var. O ilacın etkisi bu şeklide ortaya çıkar. Yani içinde su yüzeyine çıkmamış duygusal olayların bu ilaç sayesinde ortaya çıkar. Bunu içersin sonra içindeki tüm duygudal depreşmeleri dökersin birbir. Cinsel olarak da Nina'nın durumuna zaten çok sık değiniliyor. İç sarsıntılarıyla çok ilgisi var. Sürekli kendini sınırlandırması, anne faktörüyle balerinlik ilişkisi falanı filanı Nina'yı çok kemiksi sert gösteriyor. Sürekli kastığını birçok yerde görüyoruz. Burası da tamamen psikojik sorun birikintiliği var.
Siyah kuğuya dönüşümü çok çok çok yeterli. Hikaye olarak da görsel olarak da. Abartı bile yok, tam kıvamında. Siyah kuğu olayını kendi odasındaki Lilly'i öldürdüğü anda, karakter artık tam anlamıyla final yaşıyor. İçinde birkmiş tüm kısıtlamaları artık dışa vuruyor ve tamamen siyah kuğu'da da olduğu gibi kendisi olanın tam zıttı bir karakter ortaya çıkıyor. Gidip hocasını bile öpüyor. Öldürüyor ve cesedi saklıyor. Tam anlamıyla siyah kuğu gibi bakıyor, duruyor. Daha ne olacak ki.
Bilmiyorum bana göre Nina'yı anlamamız çok isabetli atışlarla, etrafındaki karakterlerle, odasıyla, tırnağını kırışıyla, saçını bağlayışıyla dur daha fazla filmi hatırlamak istemiyorum, herşeyiyle çok iyi anlatılmış.
- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)
Başka bir yönetmen çekseydi "fevkalade" diyebilirdim belki ama çeken D.Aronofsky olunca işler değişiyor. Çünkü her filmiyle yeni şeyler deneyen, çıtayı biraz daha yukarı koyan yönetmen bu sefer baltayı taşa vurmuş. Film bir kolaj gibi. F.M.Dostoyevski'nin önünü açtığı, "İkiz" adlı kitaptaki Bay Golyadkin'in bir benzerinin hayatını kabusa çevirmesi gibi, bu yöntemin bir yenilik getirmeyen bir uyarlaması; M.Haneke'nin "Piyanist" filmindeki problemli ana-kız öyküsü; Oscar Wilde'ın "Dorian Gray’in Portresi", "Operadaki Hayalet"; Carlos Saura'nın "Carmen"i ve hatta "Dövüş Kulübü". Kendine has iki üç parlak numara olmasa sıradan bir yönetmenin de altından kalkabileceği bir film. "Güreşçi" filmindeki gerçeklik ve belgesel tadı yer yer bu filmde de hissettirirken -meslek grupları, hizmet sektörü, balerinlerin rutini, ön hazırlık vs.- böyle amatör ve gülünç kaçacak korku numaralarına başvurması gerçek anlamda hayal kırıklığı. Bu bir geriye gidiş. Ben de Görkem ile aynı fikirdeyim. Oyuncular da sırıtıyordu. N.Portman 30 yaşında; bu rol için biraz yaşlı değil mi? Yerini aldığı Winona Ryder 40 yaşında. Bunlar elbette bilinçli tercihler. Meslek hayatının sonuna gelmiş kişilerin altın vuruş yaparak hafızalara kazınmaları yöntemi üzerinden D.Aronofsky de hafızalara kazınmak istiyor belli ki. Ama bu yöntem "Güreşçi" filminden sonra, yenilikçi bir yönetmen için kabak tadı vermiş olmuyor mu? Aslında her filminde karakterlerin kendilerini feda ettiklerini, gönüllü birer kurbana dönüştüklerini görüyoruz. O zaman Mandatory Suicide diyoruz.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Zaman kaybı.
eserdem'in Azap Sabahlar'ından beri (haha :)) bu kadar iyi atmosferli bir film izlememiştim. Diğer yönlerini tartışabiliriz ama filmin oluşturduğu atmosfer kesinlikle kusursuz. Bir filmde en çok önem veridğim şey atmosfer olduğundan filme de bayıldım tabii..
Payi'nin beğenmemesine şaşırdım, mesela kezzo beğenmese anlarım, kendisi tam bir film izleme katili olduğundan atmosfere giremeyebilir (hehe :)), ama payi ilginç olmuş tabii.
Beğendiğim 2. Aronofsky filmi oldu (ilki The Wrestler).
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Enfes.
eserdem'in Azap Sabahlar'ından beri (haha :)) bu kadar iyi atmosferli bir film izlememiştim. Diğer yönlerini tartışabiliriz ama filmin oluşturduğu atmosfer kesinlikle kusursuz. Bir filmde en çok önem veridğim şey atmosfer olduğundan filme de bayıldım tabii..
..
Benim de en çok önemsediğim atmosfer olduğu için önemsiyorum. "Kaynak" filmindeki atmosfer çok daha sağlam gelmişti bana. Bu film bir korku-gerilim kırması olarak, tür gereği belli bir düzeyde atmosferi olan bir film elbette. Ben mi yanılıyorum acaba? Neden bana öyle gelmedi. Ayrıca sinemada seyredildiğinde biraz avantajlı olduğunu kabul etmek lazım filmlerin. Dün "Ayin" filmini sinemada seyrettim. Tv ekranında olsa yüzüne bakılmayacak bir film ama, işte sinemada etkileniyor insan. Filmleri en az iki kez seyretmek gerekir bence, iyi bir karar verebilmek için. Ben bir kez daha seyredeceğim.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Güzel film düd, bir oturuşta izledim. Ciddiyim.
Hatta Wrestler'ı daha çok sevsem de, Aranofsky'nin en iyi yönetmenliği bu film bence.
4 / 5
Güzel film düd, bir oturuşta izledim. Ciddiyim.
Hatta Wrestler'ı daha çok sevsem de, Aranofsky'nin en iyi yönetmenliği bu film bence.
4 / 5
Çok iyi, çok iyi... Yandaşlarım artıyor.
- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)