Forum

4 Ay, 3 Hafta ve 2 ...
 

4 Ay, 3 Hafta ve 2 Gün - Christian Mungiu

10 Gönderi
8 Üyeler
0 Reactions
3,293 Görüntüleme
(@ali-unal)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Christian Mungiu'nin 2007 Cannes Film Festivali'nden Altın Palmiye almış filmini bugün biraz da meşakkatli bir seansın ardından Alkazar'da izledim. Film, Romanya'da üniversitede okuyan iki arkadaşın yaşadıkları bir deneyimi anlatıyor. Konuyu anlatmak, ilk yirmi beş dakikanın heyecanını kaçıracağı için ben doğrudan filmle ilgili izlenimlerimi yazmak istiyorum. Elbette izlenecek, görülmesi ve üzerine konuşulması gereken ama benim içimde bir soru işareti bırakan bir film olmuştur. İzlemeyen arkadaşlar içindi bu uyarım.

Bir de Alkazar'ın sinema salonlarında film izlemenin şöyle bir dezavantajı oluyormuş, bugün tecrübeyle sabit hâle getirdim. Koltuk araları birbirine çok yakın olduğu için, arkanızdaki şahıslar bacak bacak üstüne atarken, her türlü hareketi sırtınızda hissediyorsunuz. Aman dikkat, nerede boş yer varsa oraya kaçın. Hattâ arkanızda bir çift oturuyorsa, bir saniye bile kaybetmeyin. Yayıla yayıla koltukta oturan ve sarılarak film izleyen bu çiftlerle film arasında kavga edebiliyor ve sinirinizi bozabiliyorsunuz. Sinemaya mısır yemeye ve öpüşmeye gidenleri kınama derneği kuracağım. Amblemini de patlamış mısırdan yapacağım.

----FİLMİ İZLEMEYEN ARKADAŞLAR BUNDAN SONRASINI OKUMASIN----

İlk yirmi dakika boyunca, filmin bizi hapsettiği gizem bence çok olumlu bir yan. Hiçbir filme, konusunu okumadan gittiğim için, belki yalnızca benim yaşadığım bir deneyimdi bu. Nacizane tavsiyem, filmlere (özellikle bu filme diyecektim ama burayı okuyorsanız zaten filme gitmişsiniz, yok gitmeyip de ne yazıldığını merak etmişseniz çok geç olmadan geri dönün, okumayın ehe) konularını okumadan gitmeniz. Böylece, o ilk yirmi dakikada benim aldığım hazzı ve gerilimi çok derinden hissedebilirsiniz.

Filmdeki mizansenlerin ve oyunun, olağanüstü bir gerçeklikte olduğunu söylemem gerekiyor. Hattâ böyle ironik bir tanımı özellikle seçtim zira bu denli bir doğallık ve gerçeklik, yakalanması pek de mümkün olmayan bir durum. Oyunculuk, yönetmen -ki oyuncuları yönlendirme konusunda kendisine de büyük pay veriyorum- ve mekânlar, insana enfes bir "Ben de olsam burada yaşardım, tam da bu sözü söylerdim" hissi yaratıyor. Zaten, bu tarz filmlerin en büyük başarısı da bu. Bu tarz derken, bir indirgemeye düşmüş olmak istemem. Bahsettiğim tarz, neyin anlatıldığının, nasıl anlatıldığından çok daha ön plana çıktığı biçimler. Hoş, nasıl anlatıldığının da bir kenara bırakıldığını söylemek istemiyorum ama genel nüveleri göz önünde bulundurursak; ışığın, kameranın, lenslerin ve teknik ekipmanların gözümüze pek de çarpmadığı bir "sadelikten" bahsedebiliriz. Bu nedenle, anlatılanın ne olduğu çok daha çarpıcı biçimde bize yansıyabiliyor.

Neredeyse 10 dakikaya yakın bir süre tek plan çekilen o aile yemeği sahnesinden çok etkilendim. Belki biraz fazla uzun geldi, belki biraz sesleri kısarak izleyebilirdik ama olsun, bu hâliyle de enfes bir sekans olarak beynime yer etti.

Filmin, benim açımdan değerli olduğunu düşündüğüm kısımları böyle. Ancak buradan sonra, bu değere minimallik başlığı altında bir şerh koymak istiyorum. Şöyle ki: Yumurta filmini izledikten sonra, arkadaşımla birlikte konuşurken ona "Şimdi bu filmin jeneriğini seyretmeseydim ve bana "Yönetmen kimdi?" diye sorsaydın, sana çok rahatlıkla birkaç isim sayabilirdim," dedim. Aynı eleştiriyi(!) bu film için de yapabilirim. Bence bu film, çok rahatlıkla Dardanne kardeşlerin bir filmi de olabilirdi. Hattâ Rosettayla benzerlikleri de gayet çarpıcıydı. Burada takıldığım nokta da bu. Bu filmler, artık birer yönetmen filmi olmaktan çıkıp ekol/akım ve/veya tür sinemasına dönüşmeye başlıyor ki bunu onaylamıyorum. Belli başlı birkaç şartı yerine getirdiğinizde, Cannes'dan ödül alamamanız büyük bir tesadüf olurmuş gibi geliyor. Böyle bir yol yordamın, sinemaya büyük renk getirdiği çok açık ancak bu saatten sonra, yapılanlarda bir tekrara düşme görüyorum. Filmin nerede biteceğini, neyin ne kadar gösterileceğini çok az bir hata payıyla kestirebiliyorsunuz. Her şey bir şablona oturmaya başladı. Sadelik, tekdüzeliğe evriliyor. Filmin sevmediğim tek tarafı bu.

Bir de, aile yemeğinden otele döndükten sonra sarışın kızımızın, kürtaj yapılan diğer kızımızla otel odasında konuşurken "Bu tablo da ne tuhaf" gibi bir söz söylemesini nasıl yadırgarım bilemiyorum. "Geveze senaryo" diyorlar böyle durumlar için. Senaryonun "gevezeliğe" düştüğü tek yer burasıydı belki. Ne gerek var bunu söylettirmeye. Zaten birkaç planda biz o resmi gördük, göz de kırptık, anladık da. Bir de karakterden duymaya gerek yoktu.

 
Gönderildi : 19/01/2008 2:29 am
 Düd
(@dud)
Gönderi: 0
 

Çok güzel film, festivalde izleyip vurulmuştum kendisine..

Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.

 
Gönderildi : 19/01/2008 4:58 am
(@ercin)
Gönderi: 0
 

filmin ilk sekansındaki yurt sahneleri, benim de bir buçuk sene kaldığım kyk öğrenci yurduna birebir benziyordu...durum böyle olunca filmin gerçekliği birebir yakalama başarısı benim için farklı bir hazza dönüştü. o kasvetli, kalabalık ve sıkıcı ortam açıkçası yeniden üzerime üzerime geldi.bunu yapmak önemli bir birikim meselesi.filmin en büyük başarısının bu olduğunu düşünüyorum.bu başarıyı, nitelikli bir gözlem yeteneğine sahip senaristin,filmin benimsediği biçimi istikrarlı bir şekilde kullanan yönetmenin ve sahnelerini adeta yaşayan oyuncuların üstün performansıyla açıklayabiliriz. tüm bu nedenlerden dolayı cannes de altın palmiye alması açıkçası beni hiç şaşırtmadı.bunu sonuna kadar hak etmiş bir film.herkese tavsiye ederim.

 
Gönderildi : 19/01/2008 8:25 am
(@ekselans)
Gönderi: 0
 

Evet izlenmesi gereken bir film.Öyle büyük bütçeyle çekilmiş bir şey değil sanırım.Oyunculuklar da çok iyi.Bu kadar gerçekçi olur dedim.Böyle basit bir konudan bu kadar mı gerilim çıkar kardeşim!?Tehlikenin kendisi gözükmediği(oteldeki polisleri saymazsak) halde film boyunca kendisini hissettiriyor.

bir garip ölmüş diyeler,üç günden sonra duyalar,kısa film ile yuğalar,şöyle garip bencileyin

 
Gönderildi : 19/01/2008 2:16 pm
(@maximus_3_1)
Gönderi: 0
 

2007'de izlediğim en iyi filmlerden birisiydi.Mesela bir sahnesinden örnek vereyim:Kız gece dışarı çıkıyor.Köpek havlıyor,kız tırsıyor falan.Popüler bir filmde olsa kızın başına mutlaka bi şey gelirdi.Ama bu filmde gelmiyor.Film çok sade.O yüzdende hayatın kendisi gibi gerçek.Hemde bıçak sırtı bir konu anlatıyor.Helal olsun bu filmi yapanlara.Aldığı Altın Palmiye'yi sonuna kadar hak ediyor.

 
Gönderildi : 02/05/2008 9:56 pm
(@aygunb)
Gönderi: 0
 

########## SPOILER ICERIR##########################################

Filmi bugun 2 Turk yurtta TV odasinda izledik. Gerci yurttaki butun ogrencilere verilmisti haber e-posta ile ama buradaki film anlayisini sanirim anlatmama gerek yok. Filmden aklima kazinanlar:

1) Senaryoyu 17 defa degistirdigini soyluyor Mungiu. Baskarakter hamile kiz olacakmis ama sonra Otelya'ya cevirmis agirlik merkezini filmin ve onun gozunden anlatmaya karar vermis.

2) "Banyado havluya sarili fetusu gostermemem etik olmazdi." diyor Mungiu. "Cunku karakterlerin film boyunca yaptiklari hareketlerin dolayli ya da dolaysiz motivastonuydu o fetus. Filmin son yarim saatini fetusu gorup oyle gecirmemeliydi Otilia." Adam havlu fetusun ustunu orterken de cekmis ama sonra fetusu gostermeye karar vermis.

3) Kameranin nereye konacagi konusunda tam bir ders kaynagi bu film. Belki alakasiz gelecek ama Otilia'nin erkek arkadasinin evine geldiginde ilk telefon etmek isterken ki kadraj bence muthisti. Kadrajin 2/3luk kisminda Otilia ve erkek arkadasi geriye kalan kisminda gulen eglenen misafir toplulugu gosteriliyordu oturma odasinda. Cok zekice idi.

4) Yemek sahnesindeki misafirler ve erkek arkadasin ebeveynleri o donemde sisteme karsi koyamayip, careyi ona adapte olmakta bulan doktor ve esleri ile kayniyordu. Diyaloglar bence cok ince yazilmis ve okunmustu. Komunizme goze parmak mesajlarla degil o yemek sahnesi ile bence tavir koyuyordu yonetmen.

5) Hitchcock'un "makaslama" felsefesine tukururcesine basit ve net cekimlerle kotariyor filmi yonetmen. Yani alsan bildigin makasi kes yapistir, kurgu oldu bitti sana. Adobe Premier ogrenmeye sinema ogrenme gozuyle bakan bizlere tokat gibi carpmali bu sade cekim teknigi. Ozellikle rahmetli OMER LUTFI AKAD'in kadrajlarina benzettim, bu filmin kadrajlarini. Belki izleyeniniz vardir Vesikali Yarim filmini. Orada Izzet Günay'in manav dukkanini acisi tek cekim ile 3-4 dakikada anlatiliyor ama kare oylesine dinamik ki. Dinamizm kurgu darbeleri ya da yakin cekimle degil, konuya genel olarak hakim cekim ve kusursuz mizansen de yatiyor. Onumuzde Izzet dukkani aciyor biz de sabit bir sekilde "tanik" oluyoruz bu olaya. Belki de Mungiu bu iki kizin 24 saatine yalnizca tanik olmamizi istedi, o 24 saati bize yasatmak degildi amaci. Araya yonetmenin, kurgucunun "sanatsal" mudahalelerini sokmadan "Al, sahit ol bu yasananlara" der gibiydi filmin her karesi.

6) Romanya'da her sehre ortalama 1'in altinda sinema salonu dusuyormus. AB'nin en fakir ulkesi galiba. Film komunizm ve Cavusevsku gercegini cok detaya inmeden ama onemli yerlerine deginerek ilerliyor. Unlu Amerikan elestirmen Ebert filmi elestirirken soyle demisti :"O zamanlar kara borsa (market) olmasaymis hic market olmayacakmis."

7) Goruntu yonetmeni Oleg Mutu'dan da bahsedelim. Bu adamcagiz da olabildigince dogal isik kullanmaya calismis. Fetusu cope atarkenki girilen apartmanin 40 Watt'lik ampullerini direk 100W'a cikararak o sahneyi kotarmis. Yonetmenle beraber 1 geceyi Bukres'te cope fetus atma sesi icin ugrasmislar. Yani sanhedeki ses yapim sonrasi eklemis. Cunku diyor yonetmen "Bence ses en az goruntu kadar iletisim kurabilir."

SOn olarak NBC'nin Uzak filminde idi galiba Bonus'u izlemistim. "Nasil cekiyorsunuz?" diye sordular adama, o da "Iste sette ben 3-5 cekiyorum, zaten hepsini kurgu odasinda duzeltiyorum" diyordu. Setteki oyuncular "Abi sigarayi soyle mi ufleyeyim?" gibisinden "yapici elestirilerle" yonetmene yardimci oluyorlardi. Ikisi de Cannes'da odul aldi ama Mungiu kamerayi aline almadan sette ne istedigini az cok ezbere biliyordu, NBC ise bogazdan gececek leylek ve vapurlari bekliyordu. (Biraz abarttim evet :))

"It seemed the world was divided into good and bad people. The good ones slept better... while the bad ones seemed to enjoy the waking hours much more" - Woody Allen

Bayram Aygun

http://www.bayramaygun.com/" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 24/07/2008 10:43 am
(@claricestarling)
Gönderi: 0
 

bütün bir film omuz aparatı (shoulder mount) ile çekilmiş nerdeyse, ve hissettimemiş çok da güzel olmuş..kafamdaki tripod/head kiti saplantısı da bir nevi yıkıldı böylece..

içerik yüzünden film biraz daha kırpılsa biraz uzun bir kısa film olur dememedim de değil, izledikten sonra..gayet güzeldi..

ismide çok iyi, cukk oturmuş gerçekten..

I don't know. I had no food or water. It was very cold. I thought - if
I can even save just one... but he got so heavy. So heavy...

 
Gönderildi : 25/07/2008 4:53 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Genel olarak bence de iyi bir filmdi. Gerçeğe uygunluk ve gerçek kokma konusunda da başarılıydı ama hikaye kurgusu çok kötüydü. Olan biten için gereksiz derecede uzun, olayları dakika dakika anlatayım derken izleyicisinin tüm enerjisini emen bir kurgu olmuştu.
O açıdan büyük yaralar almış ama tavır ve teknik işçilik olarak gayet başarılı bir film.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 29/12/2010 2:04 pm
 Düd
(@dud)
Gönderi: 0
 

Çok iyi özet geçmişim, kendime hayran kaldım.

Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.

 
Gönderildi : 29/12/2010 4:36 pm
(@ali-unal)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Çok iyi özet geçmişim, kendime hayran kaldım.
İyice.

 
Gönderildi : 29/12/2010 5:20 pm
Paylaş: