Dün TBMM genel kurulunda kabul edilmiş. Gazeteye göre ana başlıklar şu;
1) Milli Güvenliğin gerekli kıldığı hallerde veya kamu düzeninin bozulması durumlarında başbakan veya yetkili bir bakan tarafından TV'lere, Radyo'lara geçici yayın yasağı getirilebilecek.
2) Bir TV'de toplam yabancı sermaye %50 olabilecek -eskiden %25'ti-
3) Bir kişi ya da firma en fazla 4 karasal yayın yapan kanal sahibi olabilecek.
4) Dizilerde ve filmlerde 20 dakikada bir olan reklam süresi 30 dakikada bire çıkartılıyor.
5) Artık reçetesiz ilaç ve tedavilerin reklamları yapılabilecek.
6) Türkçe dışında dil ve lehçelerde yayın yapılabilecek.
7) Yayınlar müstehcen olmayacak.
Bana göre 6. kural iyi yönde kullanılması durumunda aralarındaki tek doğru kural (ccaner ise 7'yi gönülden destekliyordur eminim). Ama kötü niyetle de kullanılabilir bu kural. Keza Adnan Menderes döneminde başlatılmak istenen Arapça Alfabesine dönüş ve hatta Arapça diline geçiş propagandasına ön ayak olabilir. Tabi aynı şekilde bu İngilizce, Fransızca ve hatta Kürtçe dahi olabilir. Ben şahsen Kürtçe'ye karşı değilim lakin bir ülkedeki her kişinin aynı dili konuşması taraftarıyım. Kişi ülke içerisinde Kürtçe veya başka bir dil tabi ki konuşabilir, hatta Kürtçe yayın yapan TV kanalları da çoğalabilir bu bence kötü değil aksine iyi bir şey lakin ülkedeki herkes Türkçe bilmeli ve ortak dil bu olmalı kanaatindeyim.
Onun dışında özellikle 1. kural direk Mısır, Ürdün, Tunus ve diğer ülkelerde çıkan isyanlar sırasında halkın iletişimini ve koordinasyonunu kesmek amacıyla yasa dışı yapılan bu işlemleri yasallaştırmaktan başka bir şey değildir.
Kanalların yabancı sermaye sınırının %50'ye çıkması ise yine özellikle 6. maddenin kötüye kullanımıyla direk bağlantılı olmasının yanında daha bir çok kötü tarafı vardır. Tabi bu kural kapital bir sistem de iyi bir açılımdır bunu da reddediyor değilim. Lakin öbür taraftan Rupert Murdoch ve gibilerinin Amerika, Avustralya, İngiltere ve daha birçok ülkede yaptıkları gibi halkın düşünce özgürlüğünü adeta eline almalarını daha da kolaylaştırıyor bu madde.
5. madde ise Amerika vb. kullanıcı ve tüketici haklarının gelişmiş olduğu ülkelerde bu yasalara takılan çeşitli sağlık ürünlerinin (bkz: penis büyütücü haplar -ki zamanla ereksiyon yeteneğini azalttığı kanıtlanmıştır-, boy uzatıcı haplar -ki zamanla kemikteki kalsiyum oranını düşürerek, kolay kemik kırılmalarına veya kemik erimesine yol açtıkları kanıtlanmıştır-) Türkiye'de daha rahat satılmasını kolaylaştırmaktan başka bir şey değildir. Zaten internette spam ve iğrenç reklamlar sayesinde her gün karşımıza çıkan bu ürünlerin tanıtımlarını artık TV'lerde de görebileceğiz.
3. madde de yine hem iyi hem kötü tarafa çekildiğinden, hem de herkesin bu iyi ve kötü tarafı rahatça görebileceği cinsten bir madde olduğundan pek üstünde durmayacağım.
7. madde hakkında ben yazmayayım. İşi ustasına bırakıyorum. Ccaner.
Ve... Bilerek bu maddeyi sona bıraktım. Psikolojiden direk sektöre kadar birçok konuyla alakalı bu madde çünkü. Uzun uzun yazmak gerek. Önce sektörel kısmına gelirsek eğer;
Tüm TV yapım şirketlerinin dizileri 45 dakikaya indirin diye kıvrandığı bir dönemde bunu imkansız kılan bir maddedir. Çoğu kişi bu maddeyi TV'ların zararına olduğunu düşünse de aslında olay bunun tam tersidir. 45 dakikalık bir dizide 30 dakikada bir'den fazla reklam arası vermenin imkansız olmasının yanında, TV şirketleri bunları yapım şirketlerine karşı kullanarak rahatça kullanabilir duruma gelmiştir. Aslında yapılması gereken reklamlar arasındaki yayın süresini uzatmak değil reklam sürelerini kısaltmaktır. Amerika'da bu süreler, reklam araları için 4 dakika iken reklamlar arasındaki minimum yayın süresi için 8 dakikadır. Bizde ise 30 dakikaya 8 dakika olmuştur (Ki bence büyük ihtimal bu reklam süresi de artmış olabilir ama gazetede yazmıyor). İşin psikolojik kısmına gelirsek;
Hiç fark ettiniz mi bilmiyorum Türkiye'de ki hemen hemen tüm yasalar veya olaylar hep akşam 20 ila 23 arasında oluyor. Yani önemli maçların veya çok izlenen dizilerin olduğu saatlerde. TV izleme oranının uçup gittiği bir ülkede dün tüm ülke "Öyle Bir Geçer Zamanki" adlı diziye takıldığı saatlerde TBMM bu yasayı geçirmekteydi. Artık bu yayın süresinin daha da yükselmesiyle kişiler TV'lere o anlarda daha da bağımlı hale gelmektedirler.
Kısaca bizi yavaş yavaş Amerikan toplumu gibi uyuyan ve cahil bir halk haline getirmektedirler. Tabi aslında bu zeki ve ne olduğunu takip eden halk için iyi bir şey. Ülkedeki iş olanakları ve kişi başı milli gelir artacaktır. Lakin öbür taraftan cahil ve fakir halk ise gittikçe dibe çekilmektedir. Zaten yüksek olan Gini katsayımız 5-10 sene içerisinde tavanlara vuracaktır ve bu mevzuda Amerikan zenginleri bile bizi kıskanacaktır. Ama işin komik tarafı ise şu anda ki duruma gelmemizin sebebi ve bu hükümeti başa getirenler bu cahil ve fakir kesim. Karma böyle bir şey olsa gerek diyorum ama öbür taraftan ise bu insanların cehaleti yüzünden vicdan azabı çekmekten kendimi kurtaramıyorum...
Ahah 🙂 yerim ben senin seçkinciliğini barisferah, cahiller, pis köylüler, hep bunların yüzünden di mi. Çok seviyorum ya napıyım söylemeden edemiyorum bunu :). Cahiller ama onları seviyoruz di mi acıyoruz onlara, hep onların yüzünden ama olsun napalım onlar da insan, belki de değildir bilmiyoruz hiç görmedim onları ben ahah :D. Pis fakirler ama napalım.
Neyse. Şimdi benim anlamadığım meclise ne ki reklam ne zaman girer ne zaman çıkar falan? Her ülkede devlet mi düzenliyor bunu merak ettim şimdi. Çok saçma yani eğer öyleyse. Reklam yarım saatte mi girer, 20 dakikada mı, sanane be adam sen devletin işleyişine bak ne zamanını boşa harcıyorsun. Onu da o işin içindekiler, televizyoncular, reklamverenler, rating ölçenler, araştırma şirketleri, sivil örgütleri falan komisyon kursun kendi arasında halletsin. Her boku bilen milletvekillerimiz var demek ki. Çok saçma.
Türkçe dışında dil ve lehçelerde yayın mı yapılabilecek? Kim tarafından ya bu ne olm nasıl iş bu. Zaten devletin Kürtçe yayın yapan televizyonu yok mu. Önce televizyonu açıp sonra kanununu mu çıkartıyoruz biz nasıl bir işleyiş bu. Önce asalım sonra yargılarız, lan ben neyse ya. İnşallah yanlış anlamışımdır.
İşte herhalde özel kuruluşlar da artık yabancı dilde yayın yapılabilecek anlamında herhalde. Kamu olduğundan belki o eski yasaya tabi değildir TRT Şeş. Onun dışında bu insanların cehaleti ve bazılarının terör sempatizanlığı tabi ki normal halkın suçu değil ama normal halkın başa getirdiği heriflerin suçu. Sadece şu andan bahsetmiyorum 1950'den beri süregelen politikadan bahsediyorum. 1923'ten 50'ye kadar ülkede kültürel kalkınma ön plandayken, 50'de Demokrat Parti'nin başa gelmesi ile kültür ve sanattan vazgeçilip ekonomik kalkınmaya özen gösterilmeye başlandı. Eğer 20 sene daha bu kültürel kalkınma devam etseydi şu anda Avrupa'dan bile çok daha fazla gelişmiş bir ülkede yaşıyor olacaktık. Tıpkı bir Kanada, bir İsveç, bir Norveç gibi olacaktık. Lakin ekonomik kalkınma ile birlikte bu yok oldu. Dikkat ederseniz Türkiye'nin sanatta en verimli yılları 50-60 arasıdır. Çünkü kültürel kalkınma yeni yeni ürünlerini vermeye başlamıştır ve bunların sonuçlarını görmeye başlarız. Lakin tam bu yıllarda bu desteğin kesilmesi ile tüm bunlar boşa gider. Eğer 20 sene daha devam etseydi bu politika, bu koşullar altında 1 değil 2 nesil yetişmiş olacaktı ve o zaman artık geri dönüşü olmazdı.
Tabi aslında bunun yine suçlusu bu cahil halk ama benim zaten daha çok üzüldüğüm onlar değil daha doğuda ve güneyde yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımız. Ülkenin diğer cahil kesiminin aptallığının cezasını bu kesimdeki insanlarımız çektiler ve çekmeye devam etmektedirler. Kültürel kalkınmanın durması ile bu bölgeye de destek bitmiştir. Kapital sistem ile tüm fabrikalar şirketler batıya açılmaya ve taşınmaya başladılar. Bu bölgeye ne okul ne hastane yapıldı ve adeta terör sempatizanı olmaya zorlandılar. Bu işte o bahsettiğim aptal ve cahil halkın suçu.
Neyse konudan çok saptım. Ortadaki paragrafa cevap zaten verdim, bunları ayarlamak tabi ki devletin görevi değil ama işte onların amacı TV'deki kaliteyi arttırmak değil ki insanları TV'a daha çok bağlamak. Çünkü yavaş yavaş TV'de ömrünü tamamlıyor. Yeni nesiller bilgisayar ve internet ile büyüyorlar. İnterneti kontrol etmek ise TV'u kontrol etmenin yanında çok ama çok zor. Mısır'da da olduğu gibi interneti kesmek bir çözümün yanında bir sorunda getiriyor. Çünkü devlet o zaman sadece bu protesto aracını değil aynı zamanda tek manipülasyon araçlarını da yok etmiş oluyorlar...
Valla delicesine özetledin neden bir iskandinav ülkesi olamadığımızı, ben şok oldum 😯 .
😀
Demek bütün ülke aydınlanıyordu, okuma yazma oranı artıyordu, köylerde senfoni orkestraları kurulmak üzereydi ama bir anda Demokrat Parti durun dedi, ne yapıyorsunuz olm manyak mısınız ne okuma yazması, ne resimi, ne müziği, herkes tarlalara, herkes fabrikalara. Hmmm, ondan astılar demek ki Menderes'i. Halkı ne cahil bırakıyorsun lan şerefsiz deyip darbe yaptılar. Hmmm, darbeciler demek ki halkın aydınlamasına ilerlemesine yardım etmek için darbe yaptılar 60'ta. Tabi Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ı asınca durumu eşitlemek için 10 sene falan sonra Deniz Gezmiş, ve Hüseyin İnan ile Yusuf Aslan'ı astı o da ilerlemek içindi tabi. Kenan Paşa'da on sene sonra söylemişti zaten bir onlardan asınca bir de bunlardan asıyorduk diye, hmm. Tamam şimdi netleşti durum. Ülke ileri gidemeyince o cahil şerefsizleri astılar hacı. Madem ki aydınlanamıyorsunuz şerefsizler ölün o zaman, mantıklı yani.
Cahil ve fakir halka o kadar da yüklenme. 😉
Menderese ekonomik kalkınma değil başka birşeylerini kalkındırmaya uğraş vermişti. Buyur bakalım...
Devir bir karışık devir yine
Tahkikat komisyonu
Terör, sıkıyönetim
İsmet Paşa'nın
"Sizi ben de kurtaramam"
Dediği yıllar
Çocuklara ateş emri
Plevne Marşı, mitingler
Belliydi arkadan gelecekler
Ordunun duruma el koyması
İktidara ceeplerle gelmişti ya baştakiler
İktidardan bir gün
Yine ceeplere doldurulup gittiler
Genç kurmaylar
Geçtiler başa
Emekli olup
Marullarını sulayan
Cemal Gürsey Paşa
Alınıp getirildi
İzmir'den
Hemen o gün sabahı
Uçakla
Başladı Yassıada
Muhakemeleri
Donlar mı çıkmadı
Kasadan
Hediye köpeklerin
Hesabı mı sorulmadı
İnceden ince
Herkesin on parmağında
On kara
Herkes jurnalci
Kesilmiş
Birbirini ihbarda
Menderese'ten 10 yıl sonrası için de şöyle güzel bir yazımız daha var..
Özel girişim
Baktı ki
Pabuç pahalı
İçerden ve dışardan
Öyle bir karıştırdı ki
Havayı
Gerisi malumunuz
14'ler sürüldü
Kurucu Meclis kuruldu
Derken AP Kongresi
Çin işi Capon işi
O güne kadar
Johnson'dan başka
Kimsenin
Tanımadığı
Bilmediği bir kişi
Geldi oturdu hemen
Liderlik tahtına partinin
Suişlerinde çalışan
Yüksek mühendis
Süleyman
Koalisyon hükümetleri
Kıbrıs meselesi
Bütçe müzakereleri
Güvenoyu
Falan filan
Derken
Bir de baktık
Üç günlük politikacı
Yüksek mühendis
Süleyman Bey
Kündeye getirivermiş
CHP'yi ve
de ihtiyar kurdu
Arkasından
Seçimler
Sandıktan çıkan sürpriz...
(Haldun Taner - Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım Tiyatro Oyunu'ndan)
- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)
İşin psikolojik kısmına gelirsek;
Hiç fark ettiniz mi bilmiyorum Türkiye'de ki hemen hemen tüm yasalar veya olaylar hep akşam 20 ila 23 arasında oluyor. Yani önemli maçların veya çok izlenen dizilerin olduğu saatlerde. TV izleme oranının uçup gittiği bir ülkede dün tüm ülke "Öyle Bir Geçer Zamanki" adlı diziye takıldığı saatlerde TBMM bu yasayı geçirmekteydi. Artık bu yayın süresinin daha da yükselmesiyle kişiler TV'lere o anlarda daha da bağımlı hale gelmektedirler.
Bu işin psikolojik kısmı değil trajı komik kısmı. Türkiye'deki tüm ulusal, yerel kanallar ve hatta radyolar yasa geçeceği zaman hepsi meclis tv'ye bağlansa. Tv izleyicisi reklam yayınlandı gibi, kalkar ihtiyaç gidermeye gider. Diziler yüzünden bıraktığı işi yapim der. Bu yayınlar sıklaşırsa, üstüne birde küfür yersin. 😉
İşin dahada komik yanı, toplumun belli bir kısmını cahil olarak niteleyen kişilerinde aynı yayın politikasının taraftarı olmaları.
Bir grup cahil çobana yayın hazırlar, bir grup bu yayını izler, iki grup birleşir çobanın cahil olduğunda hem fikir olurlar. İnsanı en iyi yaptığı iş anlatır derler ya, aslında haklılar yani. Ben Türkiye'nin sorununun toplumun cahil olmasından değil, aydın olarak nitelenenlerin cahilliğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Sonuçta Amerika'daki her adam Nasa'da çalışmıyor. Nasa'da her çalışan adamda Amerika'dan çıkmıyor.
Valla delicesine özetledin neden bir iskandinav ülkesi olamadığımızı, ben şok oldum 😯 .
😀
Demek bütün ülke aydınlanıyordu, okuma yazma oranı artıyordu, köylerde senfoni orkestraları kurulmak üzereydi ama bir anda Demokrat Parti durun dedi, ne yapıyorsunuz olm manyak mısınız ne okuma yazması, ne resimi, ne müziği, herkes tarlalara, herkes fabrikalara. Hmmm, ondan astılar demek ki Menderes'i. Halkı ne cahil bırakıyorsun lan şerefsiz deyip darbe yaptılar. Hmmm, darbeciler demek ki halkın aydınlamasına ilerlemesine yardım etmek için darbe yaptılar 60'ta. Tabi Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ı asınca durumu eşitlemek için 10 sene falan sonra Deniz Gezmiş, ve Hüseyin İnan ile Yusuf Aslan'ı astı o da ilerlemek içindi tabi. Kenan Paşa'da on sene sonra söylemişti zaten bir onlardan asınca bir de bunlardan asıyorduk diye, hmm. Tamam şimdi netleşti durum. Ülke ileri gidemeyince o cahil şerefsizleri astılar hacı. Madem ki aydınlanamıyorsunuz şerefsizler ölün o zaman, mantıklı yani.
Fazla komplo kokuyor diyebilirsin ama Adnan Menderes 1956 öncesinde politikada hafif bir çark dönemi yaşamaya başlamıştır aslında. Bunun en büyük örneği de Vehbi Koç'un adeta bir Yahudi ve Amerikan kalesi olan şirketini Holding'leştirmek adına 1956'da attığı ilk adım (daha doğrusu atmak istediği) olan Ford-General Motors ortaklığı ile Türkiye'de otomobil fabrikası kurma fikrinin Adnan Menderes tarafından reddedilmesi, bundan 3 sene sonra Adnan Menderes'in uçak kazası geçirmesi ve bu uçak kazasından 1 sene sonra askerin hükümeti devirmesidir. Zeitgeist Addendum'u izleyenler bilir "bir Amerikan Simsar'ının itiraflarını(Adını yanlış hatırlıyor olabilirim kitabın)". Orada anlatıyordu herif zorluk çıkartan bir lider önce satın alınmaya çalışılır, olmazsa genelde uçak kazası(Sanırsam Bolivya lideriydi orada geçen) veya başka bir suikast ile ortadan kaldırılmaya çalışılır, olmazsa askeri darbe o da olmazsa artık direk Amerika girer(Irak-Saddam). Dediğim gibi bunlarla da dalga geçmeye çalışıp çalışmamak sana kalmış.
Ama yiğidi öldür hakkını ver demişler. Kore'ye asker göndermesi çok akıllıca bir karardı. NATO'ya girebilmemizin tek yolu buydu çünkü.
Bir de yanlış anlama abi ama yani Demokrat Parti tarafı olsun Komünist taraf olsun ölü insanların arkasından böyle durumu eşitlemek uğruna öldürülmüş vs. gibi yorumlar cidden çok küçük düşürücü ve üzücü. Şahsen ben 2 tarafa da kendimi yakın hissetmeyen biri olarak bunu söylüyorum. Tamam sen bunları şakayla karışık söylüyorsun biliyorum ama benim düşüncem bu.
Ayrıca bu başlıktaki 2 mesajında çok fazla alaycılık içeriyor ve düşünceni tam olarak anlamamı engelliyor. Tabi düşüncelerini anlamadığım için tam bir cevap da veremiyorum. Yani benim dediklerime karşı bir tezin varsa cidden şu alaycılıktan arınmaz temiz bir şekilde yazarsan sevinirim. Keza dalga geçmen dışında en ufak bir şey anlamıyorum.
Ben barışferah'ın sergilediği tarz elitist tavırların "rehabilite edilmesi gerektiğini düşünecek kadar" elitizm karşıtı biri olarak, elitist tavrı, o tavrın burnu büyüklüğüne yakışacak şekilde önemsememeyi ve "Allah şifa versin" deyip geçmeyi tercih ederim genelde. Bir ülkenin, o ülkenin hadi eşittir CHP oyu gibi bir kabataslak rakamla %30'unun ideolojisine ihtiyaç duyduğu gibi bir inanca, devamlı kaybediyor olmasına rağmen iman eden bir anlayışa şu soruyu yöneltmek istiyorum:
Cahil ve fakir halk, hadi meseleye demokrat parti dönemini de dahil ederek ve biraz eleştirel yaklaşarak, sağ iktidarlar tarafından "cahil ve fakir bırakılmış" halk diyelim. Ki bu doğrudur, sağ iktidarlar halkın gelir ve kültür seviyesinde özgür bir gelişmeyi çok istemezler, onların devamlı öyle kalıp kendilerine daha bağımlı olmasını isterler ki başarılarının temeli de bu "özü değiştirmeden bazı şeyleri değiştireceğiz" cümlesine bağlıdır. Toplum "özü" kaybetmek istemez pek. Peki, amacı "modernist ideolojiyi" halka aksettirmek, onları aydınlatmak olan zihniyet, devamlı cahil ve fakir olan ve sağ iktidarlar olduğu sürece de bu şekilde devam edecek olan halkın "rıza"sını nasıl kazanacak da iktidar olup "cahil ve fakir" halkı eğitecek geliştirecek?
Devamlı "ana muhalefet" kalarak böyle köklü bir değişim nasıl yapılır? Sanıyorum anca anti-demokratik yollardan, zira aksi düşüncenin kendisinde bir paradoks oluşturuyor. Birilerine aptal diyeceksiniz ve o insanların oylarını almayı umacaksınız...
Baştaki elitizme bir hastalık gibi yaklaşma sebebim bu paradokstur. Bir paradoksa ümit bağlayıp, tek çözümü yeniden bir devrim yapmak ve zor yoluyla değişime muhtaç olan bir ideoloji bir de "demokrasi söylemi"ne umut bağlamaktadır ki bu da ikinci paradokstur.
(Bu yaptığım eleştiri halkı aptal ve cahil olarak gören bazı sosyalist düşünceler için de geçerlidir. Onlar da rehabilitasyona ihtiyaç duyarlar.)
Kemalistlerin çoğu, Kemalist modernizmin ne olduğunu bilmez. Çünkü resmi kaynaklardan öğrenilmiştir bu ve resmi kaynakların amacı onu çelişkisiz göstermektir. Ama Cumhuriyet dönemindeki devrimlerin özü aslında çelişkiler içerir. En temeli de bu yaptığıma dayanır. Jön Türkler ve Genç Osmanlılar'dan kaynağını alan Cumhuriyetçi aydınlanma, halkı özünde cahil olarak gören, ama "halka rağmen", "halk için" bir şeyler yaparak kendi doğrusunu enjekte etmeyi amaçlar. O dönemki bütün geleneğe giderek gelenekten uzaklaşma ve batıya yönelme çabaları böyle bir çelişkiyi içerir. bkz: Faroz Ahmad, Niyazi Berkes, William Wyker vs.
Fakat elbetteki bunu başaramayacaktı, başaramadı. Başaramıyor. Sovyet Rusya'nın çöküş sebebi de budur. Leninizm'in bir enjeksiyon olmasından kaynaklıdır.
Sonuç: Cahil halkı bilgilendirmek, daha kültürlü bir hale getirmenin ilk şartı onun cahil olmadığını kabul etmektir.Çünkü bir şeylerin bilgisiyle yüklenmemiş "saf" kişi, hayata dair bütün bilgisini alışkanlıklardan, yüzlerce yılın bilgisinden alır. Yani bir bilgiye sahiptir aslında. Oluşmuş yüzyılları aşan ve bugüne gelen özün bilgisiyle. Sol, sosyal demokrat ya da sosyalist kendini bu özün içinde tanımlamak zorundadır. Kendi "yeni" bilgisini bunun içinde var etmelidir ki, cahil halk "benim özüme saldırmıyor bu adam; dur bir dinleyeyim" diyebilsin. Yoksa seni her zaman reddedecek ve özüne saldırmayacak ama onu o özün içinde hapsetmeye devam edecek sağ iktidarlara yamanır.
Kezzap dediklerine katılıyorum ama kesinlikle sen beni yanlış anlamışsın. Öncelikle ben kendi düşüncemi elitist olmaktan daha çok mükemmelist olarak tanımlarım. Ayrıca ben kesinlikle insanlara bir fikrin empoze edilmesine kesinlikle karşıyım. Demokrasinin güzelliği de aslında budur, çok sesli olmak. Çoğunlukçu demokrasiden değil çoğulcu demokrasiden yanayım. Cehalete ise 100% karşıyım. Eğer bir insan cahil olduğunu kabul etmiyorsa ben onu bunu kabul etmeye zorlayamam, yol gösterebilirim ama onu o yolda ben yürütemem. Şu andaki CHP'den benden çok kimse nefret edemez ki zaten bana göre gerçek CHP 1939'da bitmişti, ondan sonrası yalan.
Bunların yanı sıra özünü kaybettirmeye bende 100% karşıyım. Çünkü her etkinin bir tepkisi olmuş yakın tarihimizde. Atatürk türk halk müziğini yasaklatınca radyolarda çalan müzikleri beğenmeyen güneydoğulu Türk halkı Suriye ve Irak radyolarını dinlemeye başlamış ve arabesk kültürü bu radyolar yüzünden kültürümüze dahil olmuştur. Yine yukarıda da bahsettiğim üzere Adnan Menderes ve Demokrat Parti'nin adeta ülkenin tüm kaynaklarını doğu ve güneydoğudan çekmesiyle birlikte bu bölgedeki vatandaşlarımız cehalete ve sefalete mecbur bırakılmıştır ve terörün kollarına salınmıştır.
Kısaca burada beni kesinlikle elitist ve kendini beğenmiş biri olmakla suçlamayın, emin olun bu bana yapılan en adi hakaretlerden biridir. Hayatım boyunca böyle biri olmadım ve olanlardan da nefret ettim. Ben kimseyi küçümsemiyorum, çünkü dediğim gibi bu cahillik onların suçu değil...
Sovyet Rusya olayına gelirsek, Sovyet Komünizminde suçlu Lenin değil Stalin'dir. Lenin açık politikasıyla, devletin kaynaklarının halka eşit dağıtılması düşüncesiyle, vatandaşlara devlet arazilerini yap-işlet ile devretmesiyle halkının büyük bir desteğini almıştı. Lakin ardından gelen Stalin bunların hepsini yıkmıştır. Açık politikayı bitirmiştir, devlet kaynaklarını halktan alıp Amerika ile yarışmak için kullanmaya başlamıştır ve Lenin'in halkına dağıttığı toprağı elinden alıp her şey devletindir (Yani devleti kim yönetiyorsa onundur) demiştir. Aslında incelense Sovyet Rusya ve Türkiye'nin kuruluş yıllarındaki politikalarının, Atatürk ile Lenin'in düşüncelerinin birbirini nasıl yansıttığı görülür. Stalin Lenin'in attığı temelleri, Demokrat Parti ise Atatürk'ün attığı temelleri yok etmiştir.
Öte yandan işin en komik tarafı ise bugünlerde bize Türk Sanat Müziği adı altında yutturulmaya çalışılan müzik türünün temellerinde Katolik Kilisesi İlahi'lerinin yattığını çok ama çok az kişi bilir...
Ve son olarak -bunu bilerek sona bıraktım.- "rehabilite edilmesi gerektiği kadar" lafı şahsen beni incitmese de çoğu kişiyi incitebilecek, kırabilecek bir söylem. Kişinin bir tartışma sırasında karşısında ki insana gerekli saygıyı göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Ben de burada bazı kişilere bu tür söylemler ile kustum ama gerekçelerim vardı her zaman ya ilk saldırıyı karşıdan görmüştüm ya da kişinin gerekli saygıyı hak etmediğini düşünüyordum. Sizin düşüncenizin ne olduğunu bilmediğimden herhangi bir karşılık vermemeyi tercih ettim lakin birbirini hiç tanımamış kişilerin, sadece forumda tartışan kişilerin birbirine karşı olan saygı dozajlarını iyi ayarlaması gerektiğini düşünüyorum. Eğer siz bana karşı böyle bir saygısızlığı bilerek ve isteyerek yaptıysanız bunu bilmek isterim ki bundan sonra bende size buna göre davranayım ve cevap vereyim.
Bir de son olarak tekrarlıyorum ama daha önceki iletilerimin hangisinde elitistlik gördün onu da anlamadım. Tekrar ve tekrar okudum ama bulamadım. Elitist'in anlamını ya bilmiyorsunuz ya da istediğiniz tarafa çekiyorsunuz. Elitistin anlamı seçkinciliktir. Ben yukarıda ki mesajlarımda cahil insanların nasıl kandırıldığını ve buna benim karşı olduğumdan bahsediyorum. Eğer elitist olsaydım şöyle söylerdim -cahiller ne anlarlarki- İşte elitistlik budur. elitist tavırların "rehabilite edilmesi gerektiğini düşünecek kadar" elitizm karşıtı biri olarak elitizmin ne olduğu hakkında en ufak bir fikrinizin bile olmaması düşündürücü.
Bana karşısındakinin cahil olduğunu söyleyenin aklından şüphe ederim ben. Kendini bir yargılama mekanizması yerine koyup karşısındakini (her ne sıfatla olsun) etiketleyenin karşısındayım. Bütün etiketlerin karşısındayım, kim neye göre cahil, hangi konuda cahil, bunu kim ölçüyor. Hayatın binbir parçası, binbir kere binbir kolu var, kim hangisinde cahil. Hangi terazi tartar, hangi akıllı onu ölçecek kabiliyeti kendinde görür, ben onun karşısındayım.
Doğu'nun onlarca ilinden birinde, yüzlerce yerleşim alanının binlerce köyünün birinde, şimdikinden kat kat (bazılarına göre) cahil olan çöbanlarından biri demiş ki "bir günümü yüzbin zara yazmışlar". Ben bunu duydum, kim cahil, kim neye göre cahil. Taş olur insan.
Cehalet zaten bu değildir ki benim bahsettiğim matematik, fen vs. eğitimiyle geçecek cehalet değil. O bambaşka bir şey. Tabi ki bu eğitiminde cehalet üzerinde etkileri vardır ama bahsettiğim şu örneklerle açıklamaya çalışayım. Sicko'yu izleyenler bilir, Amerika hesapta en gelişmiş ülke lakin halkının ne kadar cahil olduğunu bu belgeselde görürüz en iyi. Amerikalılar durmadan Kanadalılar ile dalga geçer, aptallar, saflar diye. Ama bu belgeselde bahsedilir Kanada'da en önemli milli bayramlardan biri Kanada'ya bugünkü sağlık sistemini kazandıran politikacının adına kutlanan gündür. Hatta buranın zengin bir kişisi ile konuşur ve şöyle der "Sizin ödediğiniz fazla vergiler sayesinde başkalarının bu tür ayrıcalıklar elde etmesi sizce de yanlış değil mi?" adamın buna cevabı ise özetle şöyledir "Niye olsun ki?" bu cümle bazı gözler tarafından inanılmaz derecede safça gözükebilir olmasının yanında içerisinde inanılmaz anlamlar barındırmaktadır. Bu düşünce bu insanlar için o kadar normaldir (Ki aslında olması gereken de budur) tam tersini açıklamaya adamın mantığı bile yetmiyor. Kanada, İsveç bu ülkeler dünyada en fazla vergi veren toplumlar ama aynı zaman da en az vergi kaçıran toplumlar. İşte benim bahsettiğim cehalet bu örneğin altında yatıyor. Ben cahil insana, topluma cahil demekten asla çekinmem. Çünkü bu dünyada doğru vardır, yanlış vardır, aydınlık vardır, karanlık vardır, bilgelik vardır, cehalet vardır. Batı dünyası 1200 sene karanlık çağda yaşadılar bu cehalet yüzünden, o yüzden şimdi bana gelip n'olur cehalete kim karar veriyor demeyin. Cehalet yanlış bilmektir, bilmemek ise bilgisizliktir.
Bizi biz yapan kişisel tercihlerimizdir, farklılıklarımızdır. Bizi insan yapan ise yargılama yeteneğimizdir, vicdanımızdır. Elbette başka insanları yargılayacağız bunu yapmazsak bizi biz yapan şeyleri kaybederiz. Karşımızdakini ne sıfatla olursa olsun yargılamayacaksak, hırsızlarıda yargılamayalım, tecavüzcüleride, katilleride hiçbir şeyi yargılamayalım. Çünkü sana kalsa neyin iyi neyin kötü olduğu bize kalmamış, o zaman belki o adama göre tecavüz gayet normal birşeydir belki tecavüz bile değildir ona göre yaptığı şey. Kadınları kendine eşit görmüyordur ve onları istediği gibi kullanacağını düşünüyordur. Onu yargılamak bize düşmez o zaman. Hırsız, çaldığı şeyin aslında dünyaya ait olduğunu düşünüyordur ve dünya malı sende duracağına onda dursun istiyordur, madem dünyaya ait neden sadece sende duracak. Senin bu düşüncen anarşizmin bir parçasıdır. Anaşirzmi yargılamıyorum ama ben, ütopik bir dünyada emin ol bende anaşist olmayı yeğlerdim ama böyle bir dünyada senin bahsettiklerinin gerçekle uzaktan yakından alakası yok.
Öte yandan madem etiketlenmeye karşısın, arkadaş beni elitist olarak etiketledi buna niye bir şey demiyorsun. Cahil olarak etiketleme kötü de elitist olarak etiketlenme iyi mi? Ya da benim söylediklerime karşılık arkadaşın beni elitist olarak etiketlemesi onun hakkı mı? Peki o zaman ben cahil olarak etiketlediğim (Ki kesinlikle kötü niyet olmadan) halkı yaptıkları yüzünden cahil olarak etiketlendirmemin bundan farkı ne? Emin ol bende sana hak veriyorum, keşke kimse kimseyi bu tür şeylerle etiketlemese ama lakin öyle bir dünyada yaşamıyoruz. Bu senin savunduğun şey anca bir ütopik dünyada olabilir.
Ayrıca senin mesajın için tekrarlıyorum bir daha "Bana karşısındakinin cahil olduğunu söyleyenin aklından şüphe ederim ben" gibi bir söylem çok fazla saygısızlık içeriyor. Ben buradaki herkese belli bir saygı çerçevesi içerisinde cevap veriyorum. Alttan laf sokmaya çalışmadan, direk ve net olarak. Eğer karşılıklı saygıyı bozacaksak söyleyin. Çünkü ben sizin mesajlarınızı her seferinde aklı başında olan, saygılı insanlar olduğunuzu varsayarak cevaplıyorum. Bu tür çocukça söylemler çok ayıp kaçıyor, ben de sizin söyleminizi beğenmiyor olabilirim ama en azından saygıyla cevaplıyorum...
Bir de bir adam eğer karısı kaza geçirip ameliyata girecekken doktoru erkek gördüğü için ameliyathaneye sokmayan. Karımı çıplak görüp, çıplakken dokunacağına bırak ölsün diyebiliyorsa ben bu adama cahilden başka ne diyebilirim. Bu ülkede bu ve buna benzer şeyler her gün oluyor. Hatta sadece ülkede de değil. Bunları kararı biz veremeyiz deyip halı altına süpürürseniz bir gün gelir taşar kapınıza dayanır. Ben bu insanlar cahil ölmeli yok olmalı demiyorum, bizim sahip olma şansına eriştiğimiz ama onların elde edemediği eğitimi onlara sağlamalıyız. En azından köstek olmamalıyız.
Hayır tamam bunları geçtim hadi ben yanlışım kabul ettim. Ben size burada bir yol sunuyorum. Siz ise cahil diyemezsin tu kaka diyorsunuz. Cahil diyemiyorsak, bu insanların cahilliğini kabul etmiyorsak, bize düşmez diye düşünüyorsak ne yapacağız? Oluruna bırakacağız bize düşmez mi diyeceksiniz? Tıpkı İran'da ki gibi mi? Karanlık Çağdaki Avrupa gibi mi? Çin gibi mi? Olursak olalım çoğunluğun fikri bu mu diyorsunuz? Yukarıda elitizmi reddeden tavrınıza n'Oldu o zaman? Çoğulcu değil, çoğunlukçu iseniz nasıl anti-elitistlik yapıyorsunuz? Yok eğer başka bir yol biliyorsanız anlatın burada da görelim. Çünkü sadece fikir ve düşünce beyan ettiniz biraz da gerçeklik verin bakalım. Cehaleti yargılamayı bırakırsak doğru ile yanlış arasındaki farkı nasıl görürüz. Dediğim gibi keşke sizin dediğiniz gibi yaşayabileceğimiz bir dünyada yaşasaydık ama yaşamıyoruz...
Barışferah, tek tek cevap yazayım kafalar karışmasın.
Birinci paragraf, anafikir "dünyada doğru ve yanlış vardır". Doğru ve yanlış konusu felsefenin temeli zaten. Az buçuk Aristo-Platon karıştırmış olanlar yüzyıllar önce doğru ve yanlışın tanımlanmasının ne kadar zor olduğunun çok basit şekilde tanımlandığını bilir. Doğru ve yanlış, iyi ve kötü bin yıldan fazla süredir aranıyor zaten. O yüzden ben doğruyu biliyorum, senin bildiğin yanlıştır önermesini ben nerede görsem kaçarım. Kendim de yapıyorum bunu, ama minimuma indirebildiğimi de düşünüyorum kendi adıma. O yüzden de bu konular hakkında ciddi ciddi yazmaktan da kaçarım. Ama çok uzun cevap yazmışsın şimdi sallamıyor gibi olmayayım diye yazıyorum. Cehalet ise senin bahsettiğin gibi yanlış bilgi değil, en azından sözlükler öyle yazmaz. Arama yapmaya falan bile gerek yok. Cahil=bilgisiz kafadan. Ha ama "cahil"in bizde çok güzel bir anlamı daha var ben onu seviyorum, toy, deneyimsiz, genç. Bu daha güzel, daha naif. Aşağılamadan. Diğer bahsettiğin Amerika, Kanada falan filan onlara sonra geliriz, önemsiz onlar.
İkinci paragraf, insan yargılayan yaratıktır ve hırsızlar ne olacak o zaman. Şimdi insan yargılayarak insan olmaz, düşünerek olur. Hayvanların da kendilerine göre bir yargılama ve sonucunda sınıflandırma sistemi var. Yargılama bizi insan yapmaz, ama düşünmek yapar. Dolayısıyla yargıladığımız doğrudur ama ben yargılama üstünden insana bakamam. Hırsızlar meselesi de şöyle. İnsanların arasındaki ilişkilerden çıkan suç kavramıyla cahillik arasında bir bağ yok. İnsanlar cahilliklerinden suç işlemezler. Onlara doğu geldiği için bir şey çalmazlar, suç olduğunuz bilirler çünkü evrensel olarak insanların kendi aralarındaki ilişkileri belirleyen kurallar en tepede dayandığı özgürlük kavramıyla doğru orantılı olarak fazlasıyla benzerdir. Suç işleyen adam suç olduğunu bilir. Felsefik olarak doğru ve yanlışın tanımına girmez bu, sosyal kurallar insanların hayatını düzenler, felsefe yapmaz, nettir. Biri bir şey çalıp da ben bilmiyordum hacı demez, suç olduğunu bilir ve çalar. Dünyaya on beş dakika önce gelmedik hiç birimiz. Bu sosyal kuralları öğrenerek büyürüz ve onlara uyarız. Bu kurallar da değişir ve gelişir ve o anki ulaştığımız seviyeyi gösterir. 500 yıl önce suç olan bir şey şimdi suç olmaz böylece, beş yüzyıl sonra suç olacak bir şey de belki şimdi normaldir bilemeyiz. Biz şimdiden yükümlüyüz, tarihe karşı bir sorumluluğumuz yok ama geleceğe karşı var. Dolayısıyla bu sosyal kurallar ile felsefik doğru ve yanlışı karıştırmamak lazım. Düşüncede özgürlük sınırsızdır ama sosyal ilişkilerde kurallar var ve bu kurallar insanoğlunun tarihsel gelişimine dayanıyor, kimse o gelişim evresini yok sayamaz.
Üçüncü paragraf anafikir etiketleme. Bu konuda haklısın ama şöyle de bir şey var. Birisine cahil demek ile elitist demek arasında bir klasman farkı var. Yani cahil demek bir hakaret gibi algılanırken elitist demek bir hakaret değil de bir düşünce bazlı sınıfsal yapı anlamına geliyor. Ayrıca cahillik burada da tartıştığımız üzere çok göreceli kavram, neye göre cahil diyorum işte. Ama elitistlik bir grubu aşağı görmekle hemen dahil olabildiğin bir sınıf. Dolayısıyla ayrıştırması çok daha kolay. Herkes kendisine cahil denmesinden alınır ve kaçınır ama elitizm çok farklı, hepimiz dahil oluyoruz bu sınıfa çoğu zaman ve bundan gocunmadığımız anlar da çoktur. O yüzden ikisini ben öyle ayırıyorum kafada. Ama en dış çerçevede haklısın.
Dördüncü paragraf "akılsızlık". Aklından şüphe etmeyi ben seni aşağılamak için söylemedim. Bu gruba ben de dahilim çoğu zaman, akılsızca davrandığım yer çoktur, zaman çoktur. Akıl bilgi ile gelişen bir şey, zeka değil bu, zıttı aptallık değil. Aklından şüphe ederim çünkü karşındakine cahil demen binbir değişkenli bir problemi düşünmeden cevaplaman ile aynıdır benim için. Düşünmüyorsan da akıl ile hareket etmiyorsun, bilgilerinle değerlendirmiyorsun, geleneksel yoldan hareketle değerlendirme yapıyorsun diyorum. Hakaret falan değil. Aptalca demek değil, iğneleyici belki ama naif. Sickman stayla :D.
İkinci mesaj, doktor beni ellemesin. Şimdi bir insanın doktora gitme ve gitmeme hakkı var mı? Benim bildiğim kadarıyla var. Muayne olmama hakkı var mı? Var. İnsanlar kendi doğrularıyla yaşar ve yine kendi doğrularıyla ölürler, biz onların doğrularına inanmak değil saygı duymak zorundayız. Kişisel olarak adamın hakkı olan bir şeye ben niye karışıyorum. Bana göre aptalca bir davranış olabilir ama bu davranış benim kapıma dayanana kadar (ki kapıma dayanacağı fikri senin, benim değil), hiç bir şey yapma yetkisine kimse sahip değil. Bu söylediğin şey kusura bakma ama çok saçma. Beni ne bağlar adam doktora gidiyor mu gitmiyor mu, organını bağışlamış mı, yoksa öteki tarafa eksik gitmek istemi,yorum mu diyor falan benim ilgi alanım dışında ve kafamda hiç olmasını istemediğim bilgiler sıralamasında ilk onda.
Üçüncü mesaj, "ne yapacağız". Ben devlet onu yapsın bunu yapsın diye düşünmeyi bıraktım. Beni ilgilendirmiyor o. Dünyayı ya da diğer insanları ben kurtaramam, böyle bir fikrim bir idealim falan da yok. Gündelik siyasetle ilgilenmem, karışmam. Arada bir bakarım, konuşurum ama ciddiye almam. Buna da saygı duyulmasını beklerim. Şu andaki aklım kendime yetmiyor, başkasına saat pili kadar elektrik vermez. Şunu yapmaya çalışıyorum ben ama tavsiye etmem, iyi olmaya çalışıyorum genel olarak. Kendi bildiklerinden ve hala öğrendiklerimden bir "iyi" modeli oluşturuyorum ona uymaya çalışıyorum. Her zaman uyamasam da modelim var en azından, yuvarlanıp gidiyorum. Dolayısıyla bu soruna cevap verecek adam ben değilim. Bir daha da bu kadar uzun yazdırma beni, sinema buluşmasına sopayla gelirim :D.
3. ve 4. paragraf olayını daha fazla uzatmayacağım. Diğer paragraf ve başlıklar için ama bir kaç cevabım ve düzeltmem olacak. Özellikle "bizi insan yapan" şeklinde başlayan cümlede ben "yapan şeylerden biri" olarak yazdığımı düşünüyordum yanlış yazmışım ve sana hak veriyorum bizi insan yapan ana şey düşünce ve benim bahsettiğim yargılama yeteneği de bu düşünce yeteneğimizin hemen altında gelen başlıklardan biri. Benim kastettiğim buydu, yanlış yazmışım suç bende.
Birinci paragrafa gelirsek eğer ben zaten bu doğru ve yanlışın herkese veya her olaya göre değişebileceğini daha önce söylemiştim başka bir tartışmada (Sanırsam Görkem ile yaptığımız bir tartışmada geçmişti). Dünyadaki olguların -bana göre- %90-95'i subjektiftir. Objektif ve kesin olgular o kadar ama o kadar azdır ki. Hatta biraz eşeleyince aklıma kesin bir objektif olgu gelmiyor diyebilirim. İnsanları çoğu konuda yargılamanın bize düşmeyeceğine ben de katılıyorum. Sonuçta her insan ayrı bir bireydir ve herkes eşittir lakin bunun anlamı da bir haksızlık veya saçmalık olduğunda sırtımızı çevirip kendileri bilir demeyi gerektirmiyor. Cehalet girdiği çeşitli ortamlara göre şekillenebilir şekil değiştirebilir, tıpkı senin verdiğin çoban örneğinde olduğu gibi. Ama üzgünüm eğer bir adam organlarını bağışlamak istemiyorsa bu bana göre cehalettir, bu bir tercih değildir. Çünkü emin ol yarın öbür gün kendisi bir böbreğe ihtiyacı olduğu zaman organ bağışı yok diye kendi ağlar. Belki de cehaletin tanımlaması, ayrımı budur. Ki aslında benim yukarıda bahsettiğim -ve senin yanlış anladığın- cehalet tanımına çok iyi bir örnek olabilir bu. Benim orada bahsettiğim cehaletin sözlük anlamı değildi, benim cehalet derken kastettiğim olguydu. Yani bana göre birinin bir şeyi bilmemesi değil, bir şeyi yanlış bilmesi cehalettir. Bu organ nakli mevzusundaki olayda bana göre budur, eğer adam bunu keyfine göre şekillendiriyorsa (Yani ihtiyacı yok iken bağış yapmaya karşı olup, ihtiyacı olduğundan ağlarsa) bu bana göre cehaletten kaynaklanır. Bazıları iki yüzlülük diyebilir, evet o da denebilir ama bence bunun asıl nedeni cehalettir işte. Benim bahsettiğim en azından bu. Yoksa adam organ bağışına karşı olup, kendisi böbreğe ihtiyaç duyduğunda "üzgünüm, her beden benim inancıma göre kutsaldır, ölürüm ama kendi bedenimi başka bir bedenin kutsallığıyla karıştırmam" gibi bana göre biraz saçma olan ama kesin bir söylemle reddediyorsa ben bu adama saygı duyarım ve cahil demem.
3. mesaj olayına da gelirsek. Ben de aslında zaman zaman gidip gidip geliyorum, bir taraftan "umudum kalmadı bu ülkeden" şeklinde düşünürken, bazen de "yahu ne yapabilirim" diye kendi beynimi parçalıyorum.
Bir de sen sopayla gelirsen ben de döner bıçağıyla gelirim ulaaaan