BÖLÜM 1
Ne zaman bir şeyler yazmak istesem elimin klavyeye gitmesini engelleyen bir güç olurdu. Bu genel olarak insanın kızgınlık, üzüntü, sevinç gibi durumlarda söylemek istediklerinin dilinin ucuna gelip de söyleyemedikleriyle aynı şeydi. Tek fark benim çekinmeden pervasızca söyleyebildiklerimi kâğıda dökemememden kaynaklanıyordu. Uzun zamandan beri bir roman yazmayı planlıyorum ama aklıma ya fikir gelmiyordu ya da gelen fikirler saçma sapan dizilerin, filmlerin, kitapların klişeleşmiş hikâyelerinden öteye gidemiyordu. Ne zaman birkaç kelam yazmak için bilgisayarın karşısına otursam boş ekranla birbirimize kaçamak kesişmelerimizden öteye gidemedik. Hep böyle olur zaten, tıpkı biriyle tartışırken söyleyemediğin argümanlarının gece yatağa yattığın zaman aklına gelmesi gibi. Size kendimi tanıtıyım ismim Gencay soyadımın pek bir önemi yok. Annem bu adı doğacak olan kız çocuğuna isim olarak seçmiş ama kız yerine erkek bebek doğunca bu isimi koymaktan da vazgeçmemiş. Size anlatacağım bu hikâye gerçekliği ile hayal dünyasının arafında sıkışmış olup gerçek şahısların kaybolan ruhlarının bedenlerini bulmasını beklemektedir.
BÖLÜM 2
Hastanenin kapısından çıktığım zaman ilkin nereye gideceğimi bilememiştim. Sadece caddeden geçen araçlara gözüm takılı kalmıştı. Bir müddet sonra kendimi toparlayıp otobüs durağına doğru ilerlemeye başladım. Üzerimdeki tedirginlikle durağa gelip, son durağı belli olmayan bir otobüse atlayıp gitmek istiyordum. Uzun zamandır göğsümde ne tıp ne de alternatif tıpta adı ve çaresi bulunamayan bir sızı vardı. Bugün bu sızı biraz olsun hafiflemişti. Hemen her gün katlanmak zorunda kaldığım hastane kokusu, ameliyatlar, doktor- hasta yakını kavgası, koridorda bekleyen yorgun insan manzaralarından kurtulmuştum sonunda. Aslında saydığım bu sebeplerin hepsinin kendimi kandırmak için birer bahane olduğunu da biliyordum. Kafamdan bu düşünceler geçerken beklediğim gelmişti. Tabelasında nereye gittiğini hiç umursamadığım bir otobüse binebilmiştim sonunda. Hemen ücretini ödeyip cam kenarında beni bekleyen boş koltuğa geçtim. Yaptığım şey acaba saçmalık mı diye düşüncelere dalarken kendimi teselli şeklim: “Daha önce de işten istifa ettin. İş bulmak senin için zor değil, hemen her hastane anestezist bulundurmak zorunda.” şeklindeydi. Evet, işimden istifa etmiştim. Başkaları bir işe girebilmek için sabahtan akşama kadar sokak sokak dolaşırken ben fıstık gibi işimi bırakmıştım. Aslında işi bırakma sebebim hayatımın tek düzeliğinden kaynaklanan en temel sebepti. Dedim ya hep bir roman yazmayı istemiştim. Şimdi bu hayalimi gerçekleştirmek için kendimle baş başa kalmalıydım. Bilmem kaçıncı durak ya da kaç saat sonra düşüncelerimden sıyrılıp kendime geldim. Etrafa baktığım vakit otobüs Sıhhiye’deydi. Hemen otobüsten inip Kızılay'a doğru yürümeye başladım. Hava ne üşütecek kadar soğuktu ne de kavuracak kadar sıcak. Hafiften esen bir rüzgar yüzüme çarparken dışarıdaki araçların ve insanların sesiyle kendim arasında bir duvar örerek kulaklığımı taktım. Telefondan hiçbir müziği özel olarak seçmeden. İlk çalan müzik neyse ona bırakacaktım kendimi. Birkaç saniye sonra kulağımda Musa Eroğlu’nun seslendirdiği “Unutursun Mihriban’ım” çalmaya başladı. Müziğin ahengine kaptırarak Kızılay’a kadar gelip Karanfil sokakta bir banka oturdum. Yanımdan akıp giden insan selindeki damlacıkları izlemeye başladım. Hepsinin yüzünde farklı duygu vardı. Kimisi dünyanın en büyük iş adamıyla randevusuna geç kalmış gibi koşturuyordu, kimisinin yüzünde etrafı umursamayan bir ciddiyet vardı. Bazen yüksek sesle gülenlerin kahkahası kaplıyordu sokağı, bir köşe başında elinde gitarla Volkan Konak'ın sesine benzeten sokak sanatçısı... Hepsi bir hengamenin içine savrulmuştu. Bu arada müzik bitti tekrar dinlemek için telefonumu çıkardım ve az önce çalan türküye almıştım. Etrafı incelerken birden yanımdan bir el uzanmıştı. Küçük, esmer parmakları ve tırnaklarının arasındaki kirlerle bir peçete paketi yüzüme doğru tutulmuştu. Kafamı sağ tarafa çevirip paketi uzatan çocukla yüz yüze gelmiştim. Hiçbir şey demeden yüzüne bakmaya devam ettim. Ben bakmaya devam ettikçe sanki o da inat edercesine elindeki peçeteyle öylece duruyordu. Bu süre içerisinde onu biraz olsun inceleme fırsatı bulmuştum. Karşımda 10-12 yaşlarında, yanakları tombulca olan, burnunda hafiften de sümük bulunan bir ufaklık bulunuyordu. Üzerindeki rengi solmuş, kirli ince kazağıyla klasik sokak çocuğu profilindeydi. Pantolonun sağ cebinde de bir mızıka vardı. Uzun bakışmamızdan sonra hiçbir şey demeden elini indirdi ve geri dönüp yürümeye devam etti. O sırada kulağımda çalan türküde “Oğlun kızın olsun hele unutursun Mihriban’ım “ dizesi geçmekteydi. Kim bilir hangi Mihriban’ın unuttuğu bir yavruydu. Kulaklığımı çıkardım “küçük, küçük, baksana bi” diye sesimi duyurmaya çalıştım. Sanırım sesimi duymamış olacaktı ki hızlı adımlarla yanına yanaştım. Omzuna dokunmam ile ardına döndü. Yüzüme yine boş bir ifade ile baktı ve elindeki peçeteyi uzatarak “50 kuruş” dedi. Benimse tek söyleyebildiğim “karnın aç mı?” oldu.
Bölüm biri okudum, şu an için gözüme birçok hata takıldı, ama en önemlilerinden bir tanesi de virgül kullanımı. Ben virgülü yazarken kullandığım gibi bırakmıyorum, yazdığımı tekrar okumaya çalışıyorum, okurken, virgülleri silip, olması gereken yerlere yazıyorum. Çünkü hikayen ne kadar iyi olursa olsun, okurken akıntıdan koptuğunda sıkılırsın.
ilkin kelimesini görünce okumayı bıraktım
İLK UZUN METRAJ FİLMİM : www.zamakfilm.com
http://www.yabancifilm.com" onclick="window.open(this.href);return false;
AZRAİL
http://www.youtube.com/watch?v=F68E08k_U5w" onclick="window.open(this.href);return false;
GERÇEK DÜŞ
http://vimeo.com/10479111" onclick="window.open(this.href);return false;
ilkin kelimesini görünce okumayı bıraktım
Ahahah 😀 😀 😀 😀
3 tane mimiği olan adamın 3 tane adası var, bizimkiler Toki'ye yazılıyo 😀
evet şuan bazı noktalama hataları veya diğer hatalardan olabilir aslında ne kadar kontrol etsem de hep gözden kaçan hatalar oluyor. zaten kitap basım aşamasına geldiğinde bunun için editör desteği sağlanacak ama şuan merak ettiğim konu dil,kurgu ve üslüp olarak nasıl oldugudur. ayrıca ''ilkin" kelimesine takılan arkadaş bi hikayeyi okuyaydında o zaman bi karar vereydin. sonuçta ben bunu yazarken begenmeyip bir çok kelimesini veya cümlesini sildim veya değiştirdim. demek ki oraya benim gözümde ilkin kelimesi yakışmış olacak ki koymuşum. yinede yorumlarınız için teşekkürler eyvallah.