YARIM
Tarihi bir handa tarihi bir ana tanık oluyordu: Son moda çakma çantasında bomba taşıyan esmer bomba, alışık olduğu bakışlarla yolunda seğiriyordu ve az sonra ona şehvetle bakan bütün gözlerden intikamını alacaktı. Adamımız her şeyin farkındaydı ama bu durumu engellemek için bir çaba göstermesi gerektiğini düşünmüyordu. Dün gece bir kedinin kuşu yakalayıp mideye indirmesini neden engellemediyse -ekosistemi bozmak istememişti- aynı nedenden bu katliamı da engellemek istemiyordu. Tek soru kendini tarihi handan bir anda dışarı atacak mıydı, kedi miydi, kuş mu, yoksa ikisinin de kaderini belirleyen belli belirsiz bir adam mı?
Adam olmadığına kanaat getirdikten sonra adımını handan dışarı attı. Bu günahından dolayı yerde oturan bir dilenciye para vermek için elini cebine daldırdı. Parayı cebinden aceleyle çıkarıp havaya attı ve kendinden emin olarak yazı dedi -hep yazı derdi, derdi yazıydı hep-, tura da gönlü kaldı. Demir bir milyonluk kucağına düşen dilenci kadın sonuca aldırmadan parayı cebe hanın patlama melodisiyle birlikte indirdi. Dilenci kadın adamımıza yüksek sesle hayır duaları yağdırırken, patlamaların gürültüsü de dilencinin sesini bastırmak istercesine adamımıza beddua ediyordu. Bu arada kalmışlık yüzüne pis, sinsi bir sırıtış tıkıştırmıştı. Hangi ses daha ağır basıyordu? Sırıtıyordu… Bu onun sesiydi…
Acı bir fren sesiyle irkildi, suratında aynı pis sırıtışla. Kaldırımın üzerine koyulmuş karpuzcunun taburesine içindeki bir tabur adamı nasıl sığdırdığını düşünüyordu. Patlamadan kalan kol ve bacaklardan ancak bir kaçını yanına alabilmişti. Karpuzcu da ortalarda görünmüyordu, onca karpuzu ne yapacaktı ki? Yoksa karpuzcu kendisi miydi? Kimse bir karpuzcudan böyle şeyler ummazdı, sen de ummamıştın değil mi okur? Olur böyle şeyler alışacaksın. Yanık kol ve bacaklar nerede? Bilmiyorsun işte. Benim söylememi bekliyorsun, acizsin. Kaldı ki bu yazıya da ihtiyacın yok, hemen şu anda okumayı kesebilirsin, kandırma kendini.
Acı bir fren sesiyle irkildi, suratında aynı pis sırıtışla. -Dejavu- Kaldırımın üzerine karşılıklı koyulmuş iki taburede tek başına karşılıklı oturuyordu. Aynı zamanda iki paragrafta da geçen arabanın akıbetini merak ediyordu. Tabureden içindeki bir tabur adamla doğruldu, arabaya doğru. Doğruydu tahminleri; aslında bir araba yoktu ve bütün bu yukarıdaki olaylar sadece zihin oyunlarından ibaretti. Esmer bomba, dilenci kadın, karpuzcu, araba, yanık kollar ve bacaklar... Hepsi kendinin kendini kandırmasıydı ve ayıldığında Hasankeyf Kalesi’nde can dostu, diğer yarısı Hasan'la keyifli keyifli cigaralarını tüttürmeye başlamışlardı. Sigarayı Hasan çıkarmıştı, o da züppenin birinden aşırdığı zippo ile yakmıştı sigarayı; yakarken de “sana bi çakmak lazım” esprisini ihmal etmemişti, gülümsetmişti Hasan’ı.. Bu paylaşım onların hayatlarının özetiydi; legolar gibi birbirlerinin bütünleyenilerdi. Olmayan sağ kolu ve sağ bacağının yerini Hasan’ın sağ kolu ve sağ bacağı ile dolduruyordu. Durum onun içinse tam tersiydi. Yani anlayacağınız adamımızın sağ tarafı, Hasan’ın da sol tarafı yoktu ve bunun bir sebebi de yoktu, doğuştandı; doğmuş olmaktan daha büyük sebep mi vardı?
DEVAMI GELECEK…
Dersem de sen inanma okur! Bu yazının bütünleyeni sensin ve kendi zihin oyunlarınla dolduracaksın bu yazıyı.
DEVAMI GELMEYECEK…
Dersem de bitmiş olmaz çünkü hala yaşıyorsun. Affettim seni! Aferin bana!
şöyle bi dalmışım hikaye baya bi devam etti : tarihi handaki patlama sonucu öksüz kalan kız bir süre sonra amca oğluyla evlendirildi.Akraba evliliği sonucu dünyaya yarım gelen çocukları yıllar sonra yarım bir senaryonun baş kahramanı oldu.
(hikayeden kurtulup kendime geldiğimde Adam Fawerin bana göre muhteşem olan kitabı Olasılıksız'ı hatırladım..)
ha bu arada çok güzel olmuş bu eline sağlık. Paylaştığın için teşekkür ederim..
Sağolasın. Başka kitabı anımsatması iyi mi kötü mü bilemedim (kitabı da okumadım ondan çelişkiye düştüm sanırım)
yok yanlış anlama iyi manada söyledim .Okuyanı düşündürmesi hayal kurdurması yönüyle bana o kitabı çağrıştırdı sadece. Bu tür yazılarını bekliyorum böyle farklı şeylere ihtiyacımız var sanırım