arkadaşlar bu hikayem biraz klişe oldu.ama farklı bir yorum olduğunu düşünüyorum.yorumlarınızı eksik etmezseniz sevinirim...
SONBAHAR
yazan: yıldırım özkal
Kıpkırmızı bir sonbahar gününde, aciz bir rüzgâr parçası, sallanan koltuğuna kurulmuş ihtiyar bir adam gibi, dalında bir ileri, bir geri titreyen kurumuş çınar yaprağını, ebedi yolculuğuna uğurlamak üzere ayırdı dostlarından. İki mevsim geçmiş, ömrünün sonuna gelmişti çınar yaprağı. Güneşin başaklarında yüzmüş, gecenin karanlığında âşık olmuştu ay ışığına. İşte tüm bunları düşünüyordu yere düşünceye kadar geçen zamanda.
Çınar yaprağı hayata veda etti, gökteki pamukları izleyerek. Ardından bir diğeri gitti. Ardından bir diğeri…
Son baharın hüznü bir anda titretti parktaki tüm ağaçları. Yapraklar gözyaşı oldu aniden, aktılar yerlere rüzgârın hıçkırıklarıyla…
Parktaki banklarda insanların yerine serçeler vardı. Boş salıncakları izliyorlardı, yerdeki çekirdek kabuklarından kırıntı toplarken. Sonra bir oğlan geldi yirmili yaşlarda. Gözlerinde sönen bir ateşin son közleri, başında siyah beresiyle. Elleri ceplerindeydi. Belli ki üşüyordu biraz biraz. Ama anlaşılan o bunun farkında bile değildi. Usulca geldi, serçelerin yer açtığı banklardan birine oturdu. Beklemeye başladı birilerini. Beklerken gözleri yerdeki çınar yaprağına takıldı.
Kurumuş çınar yaprağının çatlamış damarlarına baktı. O kadar dalgındı ki fark edemedi, biraz önce düşen o yaprağın damarlarından sızan hayati sıvıyı. Yaprağa bakarken düşündü birazdan olacakları. Biliyordu aslında senaryoyu. Keskin bir bıçak darbesi kesecekti mutluluğunu, tek bir kelimede.
Çok geçmedi parkın diğer ucunda bir kız belirdi. Başında pembe beresi, boynunda mavi bir atkı. Sarı saçları akıyordu beresinin kenarlarından. Ufacık çilli bir burnu vardı, kiraz dudaklarının üstünde. Gözlerindeyse gökyüzünü taşıyordu, masmavi. Ufak adımlarla yaklaştı delikanlıya genç kız. Kocaman botlarıyla eziyordu biraz önce düşen yaprakları acımadan. Her adımına ince bir çıtırtı eşlik ediyordu, ayaklarının altından gelen, çığlık misali. Oğlanın oturduğu banka geldi. İzin istemeden, tüm küstahlığıyla oturdu bir anda. Ufacık ağzından buharlar üfledi bir müddet, soğuğun kalbine kalbine.
Gözlerini yukarı dikti genç kız. Gözleriyle gökyüzü kaynaştı adeta. Sert ve derin bir soluk aldı.
Dolan gözlerini saklamaya çalıştı, nefesini tutarak. Aldığı nefesi verip tazesini çekti içine. Yutkunarak indirdi başını önüne.
Aynı bankta oturuyorlardı delikanlıyla güzel kız. Ama hiç bakmıyorlardı birbirlerine. Belki baksalar, belki bir göz göze gelseler, kelimeler süslerdi gözyaşlarını. Sevgilerini eklerlerdi kalplerinin çığlıklarına. Sarılırlardı birbirlerinin boynuna. Bir öpücük bağları onları, konuşmalarına gerek kalmadan. Ama öyle yapmadılar. Önlerindeki boş salıncakları izlediler buğulu gözlerle, tıpkı diğer serçeler gibi. Baktılar ama hatırlayamadılar o salıncaktaki mutlu anlarını…
Delikanlı neden diyip duruyordu içinden. Bulamıyordu olanlara bir sebep. Oysa ne kadar da mutluydular, bundan sadece günler önce. Bir ilkbaharda tanışmışlardı. Tıpkı filmlerdeki gibi çarpışarak. Daha ne olduğunu anlayamadan sevmeye aşladılar, yanarak. İlk öpüşmelerinde yemişti tokadı delikanlı. Kız, eli havada, utandı yüzü kızararak.
Sebep yoktu işte. Bitmeye mahkûmdu bütün mutluluklar. Sıra acı çekmeye gelmişti, her hüzünlü hikâyedeki gibi. Çekiyordu bu acıyı ikiside, ruhlarında sönmeyen bir ateş, kalplerinde dinmeyen gözyaşları. Pişmanlıkları yoktu hiçbir şeyden. Yaşamışlardı mutluluklarını, doya doya. Ama beklemiyorlardı ayrılığı, bu kadar erken. Edebi bir eser gibi yaşadılar aşklarını. Biraz romantizm, bir tutam hicran, kucak dolusu sevgi. Ama formül sekmemişti bir kez bile. Giriş, gelişme, sonuç…
Tek kelime söyledi genç kız. Bir anda dudaklarında döküldü iki hece ortalığa. Saplamıştı o iki hece hançerini, delikanlının yüreğine. Rüzgâr o an bıraktı esmeyi. Serçeler kaldırdılar başlarını çekirdek kabuklarından. Salıncak bile sallanmayı bıraktı, sevenlerin acısına saygısından.
Gözleri karardı delikanlının. Başı döndü boşlukta. Kalp atışları sustu. Yerini almıştı bir yankılanma. Düşünceleri uçup gitti. Aklı zaten hiç onda değildi. Saçlarının köklerinden itibaren hissetti ateşi. Boynundan duyuyordu nabzını. İki hece yankılanıyordu, kalbiyle beyni arasında. Bitti…
Delikanlı o an gördü çınar yaprağının cansız bedenini. Kendine benziyordu. Yalnız, hiç kimsesiz. O an hissetti kızın adımlarındaki işkenceyi. Tıpkı çınar yaprağı gibi onunda çatlıyordu bedeni. Hiç bu kadar bitik hissetmemişti. Hastalıkların hiçbiri onu bu şekilde titretmemişti. Artık biliyordu. Onlarında aşkı yenilmişti, akıp giden zamana.
Doğruldular ikiside, oturdukları banktan. İki ayrı beden, iki ayrı ruh. Ama kader aynı, acı aynı. İkiside zıt yönlere döndüler, tek bir kelime bile etmeden. Kırılmış kalplerindeki derin yara, kanıyordu usul usul. Yürüyüp gittiler. Hiç bakmadılar artlarına. Serçeler bağırdı arkalarından, yalvardılar dönüp barışmaları için. Rüzgar bile pişman oldu, birbirlerine doğru iteledi onları. Ama adımlar kararlıydı. Yaprakların son nefesindeki yalvarışları bile geri çeviremedi bu karardan.
Yürüyüp gittiler, bakmadan artlarına. Geride yalnızca çıplak çınar ağacı kalmıştı, üzerinde baş harfleri olan bir hatıra…
Çok çok fazla betimleme var. Hatta haddinden fazla gibi geldi bana.Hani biraz da hikayeyi, olayı derinleştirseydiniz (olayı derinleştiremiyorsanız şiir yazmayı deneseydiniz.) bu kadar betimleme yapana kadar. Hiç hoşuma gitmedi velhasıl.
sadece 1 yorummu? ilginize teşekkürler arkadaşlar.
bu betimlemeler çok güzel ama abarmış biraz, yani dozunda tutup klasik olay örgüsüne girersen daha çok, ozaman iyi ama hakikaten iyi bir iş çıkacağına inanıyorum.
Bu, daha çok ana haber bülteninin sonuna doğru haber spikerinin reyting yapmak için sahte bir samimiyetle gazetenin 3. sayfasından aldığı bir cinayet-intihar haberini fonda damar bir müzik eşliğinde hikayeleştirip anlatması babında bir yazı. Fondaki müzik de genelde "gülümcan" olur.
Bir ara ali kırca çok yapıyordu bunu...Böyle, insanların hikayeleri ile reyting yapan spikerlerden de nefret ederim.
İşin eleştirel boyutu :
Bu yazdıkların dostum, bu şekliyle bir işe yaramaz...(Eğer sadece kendi kendini tatmin için yazmadıysan)
İşin neresinde olduğunu anlamak istiyorsun!...
Sana yardım edeyim...
Bunları diyaloglu yazdığın zaman bir hikaye olur ve anlam ifade eder, o zaman "Hikaye Kitabı" olarak yayınlatabilirsin. Ama diyaloglu hikaye yazmak zordur çünkü diyalog yazmaya başladın mı betimlemelerin ertkisi azalır....
İşte bu diyalogları sağlam yazabiliyorsan senden bir şeyler çıkar....Yoksa sadece betimlemelerle kalırsın.
Bu da ne hikaye olur. Ne şiir, Ne roman....arada derede "not" gibi durur.
Ha hikaye kitabındaki 20 hikayeden 2'si böyle olamaz mı...olur ama sadece 2'si...selamlar,
Bu bir öykü mü yoksa bir senaryo öyküsü mü? Yorum yapmadan önce bu konuda net olmam lazım.
Sevgiler.
bu bir öykü ben öykü yazıyorum hikaye yani.