ŞİZOFREN
Yazan: Yıldırım Özkal
Bir ilkbahar günü, güneş ışıklarıyla şehri kucaklıyordu. Ağaçlar baharın gelişini dallarında açan ufak çiçeklerle kutluyordu. Kış uykusundan uyanan şehir, yavaşça selamlıyordu gelen baharı.
Boyası akmış, toz toprak kaplı, bakımsız görünümlü bir ayakkabı takıldı, kaldırım taşına. Ufacık bir çakıl parçası gücünü kesmeye yetmişti bu koca adımın. Neredeyse yere seriliyordu ayakkabının sahibi. Genç adam yirmili yaşların sonuna merdiven dayamış, olduğundan daha yaşlı görünen kumral biriydi. Dağınık saçları ara ara esen cılız rüzgârın yalanlarına kapılıyor, bir oraya, bir buraya sallanıyordu. Elaya çalan gözleri, hayat ışığını yitirmiş, birikim yapmıştı torbalar halinde. Onun b halini gören daha yaşlı olduğuna yemin edebilirdi. Hele ki hafif kamburu çıkmış omzuyla dünyanın yükünü taşıyor gibiydi.
Önüne düşmüş başında türlü düşünceler dönüyordu. Gözlerinin önüne, eski hatıralarından görüntüler geliyordu, parça parça. Dudak kenarlarındaki aşağı yönlü kıvrımlar, tanımlamaya yetiyordu mutsuzluğunu. Nasıl mutlu olsundu ki? Hele ki bugünden sonra…
Bembeyaz bir kâğıt, üzerinde simsiyah yazılarıyla salınıyordu genç adamın elinde. Elektrikli bir yazıcı, ince ince işlemişti satırları üzerine. Satırların anlamı, renginden daha karaydı genç adam için.
Öğrendiği bir bilgiyle tüm hayatı kararmıştı genç adamın. Daha birkaç gün önce, baş ağrısı şikâyetiyle gittiği doktoru, birbirini takip eden onlarca testin ardından teşhisi koymuştu bugün.
Hala kulaklarında yankılanıyordu doktorun sesi. Ona, hastalığının hiç bu kadar şiddetlisini görmediğini söylüyordu. Tıp dünyasında bir ilk olabilirdi, şiddetin tanımlanamazlığıyla. Hiç sakınmadan söylüyordu gerçekleri doktor. Hiç sır saklamadan, tüm detaylarıyla. Yaşadığı her anı sahteydi. Tanıdığı insanların birçoğu yoktu. Ve en kötüsü de, genç adamın çok güvendiği beyni yıllardır tiyatro oynuyordu ona.
Karşıya geçmek için kaldırım kenarında durmuş beklerken, kulaklarında tekrar eden doktorun söylediklerini anlamaya çalıştı genç adam. Yaşadığı onca şey sahte görüntülerden ibaretti. Bir an salonunda duran resim geldi aklına. Koltukların arasında, köşeye hapsolmuş maun sehpada parlayan çerçevenin içinde, dört sıkı dost gülümsüyordu bar taburelerinin üzerinde. Ve beklide bunlardan üçü asla var olmamışlardı bile.
Düşünceli gözlerini trafik ışıklarına çevirdi. Kırmızıyı gördü orada. Ona durmasını emrederken. Düşünmeden edemedi. Ya şu an gördükleri de sahteyse? Ya aslında hiçbiri yoksa ve beynin karanlık bir köşesinde hapsolmuşsa? Kırmızı silinip yerini yürüyen yeşil adama bıraktı. O an genç adam fark etmeden mırıldandı. '’ Hangisi gerçek?’’…
Yürümeye devam etti genç adam. Aklında dünyanın soru işaretiyle. Dalgın dalgın vitrinlerin önünden geçerken, kulağında elektrikli yazıcının cızırtısını duydu. Her bir cızırdamada, adamın hayatını bitiren kelimeler işleniyordu masum kâğıda. ‘’…beynin sol lobundaki daralmanın…’’ anlaşılan sorunun kaynağı belliydi. Tuhaf bir kahkaha duydu ensesinde. Elektrikli yazıcı sesinin şiddetini artırdı. Genç adam artık ondan başka bir şey duyamıyordu. Her cızırdama ayrı bir kelime demekti. Kâğıda bakmadığı halde yazılı metnin görüntüsü de katıldı kafasındaki bu sese. Kara kara kelimeler havada uçuşuyordu. ‘’…hastanın psikoz etkisine tepki göstermesinin sonucu olarak…’’ teşhis yöntemleri bu olmalıydı. Ensesinde daha çok kişi kahkaha atıyordu şimdi. Elektrikli yazıcının sesi durdurulamaz hale geldi. Yeni bir cümle fırlıyordu kâğıttan, yazıcının çığlıkları eşliğinde: ‘’…şizofreni teşhisi konulmuştur.’’. Kulakları neredeyse patlayacaktı genç adamın. Artık sesler gitmiş yerini eşsiz bir çınlama almıştı.
Kara haber elçisi beyaz kağıt el değiştirdi kapı önünde. Boşalan el pantolon cebinden bir anahtar çıkarıp açtı koca kapıyı. İçinde tuhaf hislerle evine girdi genç adam.
Evi konusunda yanılmamıştı. Hep bildiği gibiydi; dış kapıdan girince küçük bir geçiş, geçişin karşısında kapısı hep açık duran bir salon. İçerisi pencereden gelen loş bir ışıkla aydınlanıyordu. Perdeler her zaman olduğu gibi kapalıydı. Kapının tam karşısında yıllardır eskitemediği tekli deri koltuğu. Ve onun önünde duran uzunca bir sehpa. Üzerinde de parlak sarı bir kafes…
Deri koltuğuna yavaşça kurulurken, garip bir sessizlik hissetti evde genç adam. Her kapıyı açışında onu karşılayan muhabbet kuşunun cıvıltısı bugün yalnız bırakmıştı onu benliğiyle baş başa.
Yoksa beyni bu konuda da mı onu aldatmıştı? Son bir yıldır onu mutlu eden çok sevdiği küçük kuş acaba hiç orada olmamış olabilirmiydi? Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı. Yavaşça koltuğundan doğruldu ve kafese doğru eğildi. Korkulu gözlerle kafesin en ücra köşesine kadar aradı. Çok sevgili hayat cıvıltısı orada yoktu. Ve aslında hiç olmamıştı. Kafes hiç kullanılmadığı belli olacak şekilde temizdi.
Beyni onu ilk defa kandırmıyordu. Hayatında hiç olmazsa bir kez de olsa kesin doğruyu gösteriyordu. Asla ona ait olmayan bir hayatı yaşamıştı. İşte tüm bunları düşünürken ufak bir damla yaş kafese düştü.
Hezimetin acısıyla koltuğa geri yığıldı. Elinde hala sıkı sıkıya tuttuğu kağıdı, kafesin yanına bıraktı. Başı dönüyordu, tüm olanlara inanamıyordu. Hayat avuçlarına koca bir yalan bırakmıştı.
Dış kapının önündeki ufak geçişten hafif bir çıtırtı duydu genç adam. Ne olduğuna tam emin olamadan dikkat kesildi. Salon kapısından bir ahtapotun kolu gibi kıvrıla kıvrıla içeri girdi beyaz bir ışık huzmesi. Peşinden de bembeyaz bir pelerin içinde hayatında gördüğü en güzel genç kız.
Yıllardır hep hayalini kurduğu, bıkmadan, usanmadan karşılıksız sevdiği, hayalindeki kızdı bu. Adeta bir peri kızı gibi ışıklar saçıyor, bembeyaz pelerininin içinde, sehpanın diğer ucunda ayakta duruyordu. Gözlerini ovuşturdu genç adam. Suratındaki şaşkınlık ifadesini saklayamıyordu. Bu imkânsız bir şeydi. Karşısında duran güzellik abidesi yıllardır onun zihninin içindeydi. Asla gerçek olmamıştı. Gerçek olamayacak kadar güzeldi. İnanamıyordu buna genç adam. Her nasıl olmuşsa olmuş, bu hayal kız bir şekilde beyninden çıkmış, gerçeğin, sözde gerçekliğin tam ortasında duruyordu.
Sihirli bir masaldan çıkmış gibi duran güzel hayal kızı elini uzattı genç adama, gülümseyerek. Genç adam gözlerini sonuna kadar açmış, yavaşça doğruldu deri tahtından. Sehpanın yanından geçip, kendisine bir armağan gibi uzatılan ele dokundu. Kesinlikle gerçek bir andı bu. Hiç olmadığı kadar gerçek. Kalbinde tuhaf bir mutlulukla gülümsüyordu. Usulca yanaştı kızın bedenine. Gözlerini kısıp gerçeğin tadına bakmak istedi. Hafif hareketlerle, hayal kızı incitmemek için nazikçe, dudağını kızın dudaklarına yaklaştırdı. Artık bundan sonra ne olacağı önemli değildi. Umursamıyordu hiçbir şeyi. Derin bir nefes alıp gözlerini kapadı. Ve bir anda kesin alınmış bir kararla kızın alev alev yanan dudaklarına yapıştırdı dudaklarını. Gerçekliği yaşıyordu, sorgusuz sualsiz.
Tam o anda bir şey oldu. Kızın gerçekliği genç adama sıçradı. İkiside tuhaf bir ışıkla parlıyordu. Parlaklık o kadar arttı ki, perdeler savruldu, salon penceresinin camları daha fazla dayanamadı. Patlayan camın her bir zerreciği sokağın farklı bir noktasına düştü.
Gözlerini açtığında hala inanamıyordu olanlara genç adam. Dudaklarını ayırdı kızınkilerden. Sıkı sıkı, bırakmayacağını belli eden bir ifadeyle tutuyordu ışık saçan kızın elini. Kız mükemmel gözleriyle masmavi gökyüzünü işaret etti. Genç adam kabul ettiği belirten bir ifadeyle gülümsedi.
Bir anda bir karıncalanma hissetti genç adam, tökezleyen ayaklarında. Ayaklarına baktığında gerçekliğin boyutunun büyüklüğünü fark etti. Ayakları usul usul görünmez hale geriyordu. Peşinden saydamlaşan bacakları. Hayal kızı içinde aynı durum geçerliydi. Bellerinden aşağısı görünmez hale geldiğinde, gözlerini birbirine kenetlediler. Ve bir anda ikisi de tamamen görünmez oldu.
Camları kırık pencereden ufak bir ışık süzüldü gökyüzünün koynuna doğru. Genç adam ve hayal kız gerçeğin ortasında hayal oldular, sonsuza dek…
Sağlam bir öykü. Tarzın güzel. Kahramanımızın yaşı bunları yaşamak için küçük biraz. 30'larına merdiven dayasaydı daha "güzel" olurdu bence. Ayrıca kullandığın başlık, kısa filmcilikte çok kullanılan konuya bodoslama girdiğinden, değişmeli. Yerli kısa filmlerde çok kullanılan bir konu. Güzel çekilemezse benzerlerinin arasından sıyrılamaz. Şu bıkkın, genç yaşta ölmek isteyen, depresif, şizofren veya başka bir tür problemli genç kuşak odaklı kısa filmlerimizden bahsediyorum. Neden bizde hep böyle olur: Karakteri girişte hemen tanırız. Başından iyi kötü bir şey geçmiştir. Ve illaki bir deneyim yaşayacaktır ve köklü bir değişim geçirecektir. Ama bu uzun metrajda mantıklı. Siz kısacık filminize bütün bir öyküyü sığdırmaya çalıştığınızda, genellikle bunu başaramıyorsunuz. Kısa film, giriş-gelişme-sonuç şeklinde sürmek zorunda değildir. Bence olmamalıdır da. Karakterin hayatından bir kesit sunarsın; olur biter. O kesiti etkili bir şekilde verdiğinde kısa filminin de hakkını vermişsindir aslında.
Senin öykünü mesela senaryo haline getirsek, son kısmını atarım. Gerçekliğe bağlarım. Genç adam deri tahtından kalkar ve mutfağa gider. İki binanın arka taraflarının birbirine baktığı, o serin, sessiz, kimsesiz boşlukta, diğer binanın mutfağında bir kız görür. Kaçamak bakışlar atılır ve film biter.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
evet o son çok ilginç olur.ben genelde konulara bodoslama girmeyi seviyorum.kişilerden ziyade yaşanan o anı yaşanılan hissedilen hisleri anlatmayı seviyorum