Forum

SİMİDİMİN SUSAMI 1....
 

SİMİDİMİN SUSAMI 1.BÖLÜM

2 Gönderi
2 Üyeler
0 Reactions
1,172 Görüntüleme
(@seyyahdergi)
Gönderi: 10
Başlığı açan
 

Aşağıda okuyacağınız öykü tamamen hayal ürünü olmuş olabilir.

Fakat gerçek kişi ve kurumlar ile alakası olmayabilir.

1.BÖLÜM

Hikayemizin kahramanı, üstünde siyah kadife bir ceket ve prusya mavisi keten bir pantolon olduğu halde salondan içeri girdi. Elindeki tepsiyle servis yapmakta olan garsona yaklaşıp servis tepsisinden kendine bir bardak vişne suyu aldı. Program henüz başlamamıştı. Kahramanımız bir köşede öylece oturup uslu uslu galanın başlamasını beklemek yerine davetlilerle tanışmaya girişti. Önce gözüne tırtıllar ovası dizisinde Arif karakterini oynayan genci kestirdi. Yanına yaklaşarak elini uzattı.

"Merhaba beyfendi. Siz şu tırtıllar ovası dizisinde Arif karakterini oynayan şahıssınız öyle değil mi?"

"Evet beyfendi. Siz kimsiniz çıkartamadım."

"Ben simidimin susamı adlı filmin senaristiyim. Daha doğrusu filmin demeyelimde müstakbel filmin diyelim, böylesi daha doğru olur, zira kendisi henüz çekilmedi. Fakat kendisi yapıma uygun bulundu. Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki; ülkemizin yeni yetişen oyuncularından birisi olan zatıalinizle tanışmaktan oldukça müşerref oldum."

"Teşekkür ederim. Asıl sizin gibi bir senaristle tanıştığım için o şeref bana ait."

"Aman beyfendicim iltifat ediyorsunuz."

Kahramanımız, Arif Bey ile bir süre sohbet etmiş sonrasında arkadaşının yanına giderek ( evet kahramanımız bu davete en yakın arkadaşı ile birlikte gelmişti) ortam ve durum değerlendirmesinde bulunmuştu. Kahramanımızın arkadaşı bir Ruhi Bilgin Seylan hayranı olarak bu gecede kendisinide görmek istediğini fakat zatıalilerinin geceye teşrif etmemiş olduklarını öğrenince pek bir hayıflandığından bahsetti. Kahramanımız kendinden emin bir tavırla:

"O dediğinde bir gün gerçekleşecek kardeşim hiç merak etme. Gün gelecek kendisiyle ortak bir çalışmada bulunacağız. Bu çalışmamız en iyi yabancı film dalında Oskar aldığında ödülü havaya kaldıracağım ve bu ödülü almamda bana vermiş olduğun desteğin büyük katkısı olduğunu söyleyeceğim."

"Rica ederim kardeşim ne demek, eğer fikir vermek anlamında projene en ufak bir katkıda buluna bildiysem ne mutlu bana."

"Öyle deme kardeşim, senin bende emeğin büyük."

Kahramanımız, projesine katkılarından dolayı arkadaşına iltifatlar ederken Türkiye televizyon kurumunun ünlü sunucularından Nelin Zift ( kendisi önemli bir profesörümüzü programında konuk olarak ağırlayan büyük bir sunucudur ) kürsüye gelerek yarışmanın birincisini açıklamak üzere konuşmasına başladı. Kahramanımız heyecan içerisinde sonucu bekliyor bir kürsüye bir yanındaki arkadaşına bakıyordu. Derken sonuç açıklandı.

Kahramanımız yaşadığı duygu selinin etkisiyle gözleri buğulanmış bir halde arkadaşına sarıldı. Arkadaşıda aynı şekilde duygulanmıştı ve sarılırken dudaklarından adeta fısıltıyla ;

" Başaracağını biliyordum senin ileride büyük bir insan olacağını daha yıllar öncesinden hissetmiştim "

kelimeleri döküldü.

Evet, kahramanımız birinci olmuştu. Yıllarca süren zorlu mücadelesi sonunda meyvasını vermişti.
Yıllarca emek vermiş deyim yerindeyse sarp kayaları tırnaklarıyla eşelemiş, hayatın çakıllı yollarında çıplak ayakla kilometrelerce koşmuş ve sonunda liseli bir genç olarak hak ettiği mertebeye ulaşmıştı.
Hayalleri gelecek vaat ediyordu.
Üniversiteye gidecek, sinema ve televizyon bölümünü bitirecek ardından peşi sıra çekeceği filmlerle Avrupada bütün ödülleri toplayacak Ruhi Bilgin Seylan'ın övgülerine konu olacak daha sonrada Oskar ödülünü havaya kaldıracaktı.

Evet, sevgili okuyucumuz bu kısa fakat ibret verici öyümüz burada sona ererken... Buyurun nasıl?

Çok mu kısa oldu.

Fakat ben kısa ve öz yazan bir yazarım, öyle lafı geveleyip sakız gibi uzatmak adetim değildir.
Bu öyküde siz değerli okuyucuma öykünün ana fikrini ve sonucunu ayriyetten çıkartılacak ibretlik dersi gayet net olarak verdiğimi düşünüyorum. Bu yüzden öykümüze burada son vererek...

Yahu tamam kısa olduğunu bende biliyorum fakat sizde hak verirsiniz ki bir öyküde önemli olan sayfa saysı değil verilen mesajın yoğunluğudur...

Nasıl, beni şikayetmi edeceksiniz? Çok afedersiniz ama kime şikayet etmeyi düşünüyorsunuz? Saçmalamayın. Lütfen rica ediyorum...

Tamam, tamam biraz bir şey daha yazacağım, fakat bunu beni şikayet edeceğinizden tırstığım için değil çok ısrar ettiğiniz ve bende okuyucunun isteklerine önem veren bir yazar olduğum için yapacağım.

Evet, nerede kalmıştık.

Dediğim gibi ben öyle lafı geveleyip sakız gibi veya muhallebi gibi uzatmaktan hazetmem.
Ha yeri gelir bazı lokum türleride ısırıp yerken uzadıkça uzar. Fakat ben o tür lokum çeşidinden değilim.
Bir yazar olarak ısırılır ısırılmaz ağızda dağılan hoş bir raiha bırakarak ağızda eriyen cinsten bir lokumum.
Son noktayı ne zaman koyacağımı çok iyi bilirim.
Benim öykü ve romanlarımda asla gereksiz bir cümleye veya kelimeye rastlayamazsınız.
Zira ben öyle bir zemheri rüzgarıyla dalından düşen bir yaprağın yere düşüşünü on sayfada anlatan yazarlara ifrit olurum. Bir kere bu gereksiz uzatmalar yazarın ne kadar beceriksiz ve kifayetsiz olduğunun bir emaresidir.
Neyse, lafı kısa kesip şunu belirmek isterim ki benim öykü ve romanlarımda öyle uzun paragraflara rastlayamazsınız.
( Bu paragrafın birazcık uzun olması sizi aldatmasın. Zira bunun müsebbibi siz sevgili okuyucunun ısrarlarıdır. )

Evet, şimdi gelelim hikayemizin asıl gerçek kahramanına.
Tahmin ettiğiniz gibi ilk girişte anlattığım hikayenin kahramanı gerçek kahramanımız değildi.
Bu girişi bir şaşırtmaca unsuru olarak kullandım.
Evet hikayemizin gerçek kahramanı üstünde gri bir ceket ve gri bir pantolon olduğu halde bankadan içeri girdi.
Zira hikayemizin gerçek kahramanı öyle liseli gençler gibi elbisenin üstü ayrı altı ayrı telden çalan bir görünümden haz etmezdi. Kendisi olgun bir beydi ve bu olgunluğu yakışır biçimde giyinmeye özen gösterirdi.

Gerçek kahramanımız doğruca müşteri temsilcisinin ( tabi normal temsilci değil, baş temsilci ) bürosuna geçti ve koltuğa oturdu.

"Hoş geldiniz, size nasıl yardımcı olabilirim."

Gerçek kahramanımız temsilcinin kendisine ikram ettiği çayı yudumlarken:

"Ben bankanıza portföy yöneticisi olarak baş vurmuştum. Borsa tıreydırlığı husunda on yıllık tecrübeye haizim.
Yıllık kazancım ortalama yüzde kırklar seviyesinde. Bu on yıl boyunca milyarlık portföyleri yönettim. Artık trilyonluk portföyleri yönetmemin vaktinin geldiğini düşünüyorum"

Evet, gerçek kahramanımız işi almış ve ünlü bankanın portföy yöneticisi olmuştu.
Bankadan bir eli cebinde ıslık çalarak dışarıya çıktı. Ofisine gidecekken birden fikir değiştirdi.
En yakın arkadaşını çiftlik evinde ziyaret etmeye karar verdi. Bu başarısını ona anlatacaktı. Arkadaşı onu keyifle dinlerken yanı başında bulunan köpeğin başını okşayacak ;

" Ya demek böyleyken böyle .... " diyecek başarı hikayesibnin devamını dinlerken deniz manzarasını seyredecek konu dönüp dolaşıp Roç ile ortak yapılacak girişime geldiğinde kucağındaki kediye mamasını yedirirken ;

" Vatana millete hayırlı olsun. " diyecekti.

Evet, bu kısa fakat ibretlik öykümüzünde sonuna geldik...

Ney, ney ney. Kısa mı? Kısa ha ! Demek kısa diyorsunuz.

Tamam, pekala güzel hatırınız için son bir paragraf daha yazacağım, fakat bir paragraf daha fazla değil.

Şimdi bu son paragrafta merak etmiş olabileceğinizi düşünerek hikayemizin gerçek kahramanının bu gün bulunduğu bu konuma nasıl geldiğini anlatayım. Elbette ki gerçek kahramanımızın için işin başında her şey güllük gülüstanlık değildi. Tıreydırlık mesleğinin ilk yıllarında bazı hatalar yapmış büyük borçların yükü altında kalmıştı. Hiç bir banka kendisine kredi vermiyor bir yakını veya ahpabı kendisine borç vermeye yanaşmıyordu. İşte bu sisli ve puslu günlerde en yakın arkadaşı birden olaya müdahil oldu. Kendisine, hiç tereddüt etmeden hatrı sayılır miktarda kredi verdi. Gerçek kahramanımız önce bu krediyi kabul etmek istemedi. Fakat...

"Kardeşim kusura bakma ama çok afedersin sen salak mısın? Ben seni oraya tahsilat yapmaya gönderiyorum, sen gidiyorsun..."

Patron kızgın bir şekilde tahsil makbuzlarını göstererek:

"Yarısını, dükkanların yarısından bir kuruş ödeme dahi almadan geliyorsun."

"Abi bu ay çok soğuk olduğu için müşteri gelmemiş, kimse dışarı çıkmıyor ki millet evde oturuyor. Müşteri gelmeyince satış olmamış, satış olmayınca kasaya para girmemiş. Birde ev sahibi kira için bastırınca... O da yetmezmiş gibi birde eve aldıkları mobilyaların taksidi gelip çatınca..."

"Güzel kardeşim, seni kandırıyorlar. Bak garibansın dedik sana acıdık işe aldık, çok borcun varmış iş verelimde biraz yardımcı olalım dedik, ama sen geliyorsun firmamıza zarar veriyorsun."

"Abi, tamamda zaten bir dahaki ay ikisini birlikte ödeyecekler."

"Ya ne ödemesi be, altı aylık borç birikti. Ocağımıza incir ağacı diktin. Afedersin ama fakat insan bu kadar salak olmaz yani. Seni biz nerden gittikte tahsildar yaptık. Anlamıyorum ki ben. Torpille mi soktular seni bu işe. Torpilin kim senin."

"Beyfendi rica etmişti."

"Hangi beyfendi?"

"Reşadiye canavarı mahlası ile tanınan beyfendi."

Patronun birden yüzünün rengi attı. Gözleri oldukları yerinde büyümüş büyümüş manda gözü gibi olmuştu. Dudakları titriyor alnından soğuk terler boncuk boncuk akıyordu. Kendini koltuğuna içi saman dolu bir çuval gibi bıraktıktan sonra zorlukla konuşarak:

"Reşadiye canavarı mı? Şey.. sen şimdi git bir daha ki ay bu ayın tutarıyla birleştirip öyle şey yaparsın tamam mı güzel kardeşim."

"Tamam abi."

"Bu arada beyfendiye de saygılar selamlar. Ellerinden öperim. Öyle dedi dersin benim için tamam mı güzel kardeşim. Hadi selametle."

Bu ne ya... Bu ne ya... Ben oturup güzel güzel yılların edebiyatsal birikiminin vermiş olduğu yetenek ve beceri ile öykümü yazıp kağıda geçiyorum, sonra evime gidiyorum, sabah büroya gelip yazıma kaldığım yerden devam etmek için elime kağıdı birde ne görüyorum.
Biri benim el emeği gönül çeşmemin berrak suyu gibi öyküme o iğrenç o tiksinç parmaklarıyla ekleme yapmış, ve ben kim olduğunu çok iyi biliyorum ve bilmeklede kalmıyor ismini buradan açıklıyorum.
Bu kişi Bay C. den başka birisi değildir ve olamaz da.
Kendisi art niyetle, çekememezliğinden ve yazarlık kariyerimi kıskanması hasabiyle öyküme sabotajda bulunmuştur.

Sevgili okuyucu zaten yazılan bu eklemenin bayağılığından ve seviye düşüklüğünden bu yazının bana ait olmadığını hemen anlamıştır.
Bu edebiyat kasabının tek yaptığı öykümü sabote etmekte değildir. Ayrıca kendisi bir arakçıdır.
Yazmış olduğu süprüntüde geçen "Gözleri oldukları yerinde büyümüş büyümüş manda gözü gibi olmuştu." cümlesi ünlü yazarımız H.Ç. ye aittir.
Bu kendini bilmez bana saygısızlık etmekle kalmayıp birde bu ünlü yazarımızın cümlesini araklamak cüretinde bulunmuştur. Aslında yazacak çok şey anlatacak çok söz var ama böyle bir insan için sayfa ve mürekkep tüketmeyi israf olarak gördüğüm için burada bu konuyu kapatıyor ve öyküme kaldığım yerden devam ediyorum.

Evet, hikayemizin gerçek kahramanının bu sisli ve puslu günlerinde en yakın arkadaşı birden bir kahraman gibi ortaya çıkmış ve kendisine, hatrı sayılır miktarda kredi vermişti. Dediğim gibi, gerçek kahramanımız önce bu krediyi kabul etmek istemedi.
Fakat sonra arkadaşının ;

"Ben bu krediyi borç yükü altında ezilen bir müflise değil geleceğin trilyonerine veriyorum"

sözleri üzerine gerçek kahramanımız bir an durdu ve arkadaşının gözlerinde kendisine olan o güveni gördü. Zaten kendisinin de çıkışa geçmek için beklediği şey böyle bir kıvılcımdı.

Gerçek kahramanımız o günden sonra tireydır olarak yüzde kırk kazancın altına düşmedi.
Bütün borçlarını ödedi ve hatta kara geçti.
Öyle ki kısa süre içinde piyasada hatrı sayılır bir nama ve isme nail oldu. Arkadaşı ise bu zeki adama zamanında güvenmiş olmanın ve ondaki bu cevheri keşfeden ilk kişi olmanın gururunu tattı.

Evet, bu kısa fakat ibretlik öykümüze burada son verirken son cümle olarak şunu söylemek istiyorum. Bazen bir insana ona güvendirdiğinizi hissettirmeniz onun için milyarlarca krediden çok daha değerlidir.

"Şurada, şurada... İkinci sokaktan hemen girince. Bak yerel gazetelerden ve internetten önce bunu göreceksin. Çünkü Reşadiye Canavarı bu son vukaatını bundan sadece on altı saat önce gerçekleştirdi."

"Başlarım şimdi senin Reşadiye Canavarına. Ben buraya bir sokak aşağıda ki çok önemli bir işimi halletmek için geldim. Senin deli saçması mevzularınla uğraşamam."

"Fakat, ama Reşadiye Canavarı ..."

"Kes lan kes."

"Tamam ulan, anlatmıyorum. Sende gider yarın gazeteden okursun."

Bana ha... Bana. Benim gibi bir yazarın öyküsüne !
Öyküme son noktayı koymuştum.
Kalemimi kalemliğime koymuş, yazı masamdan kalkmıştım.
Hatta bu Bay C. nin yaptığınıda sineye çekmiş ve centilmence affetmiştim.
Fakat bu kişi ikinci kez evet ikinci kez öykümü sabote etti. Evet bende yeminimi bozuyor ve kalemi kalemliğimden tekrar elime alıyorum. Size bu Bay C. nin nasıl bir insan olduğunu anlatacağım. İzniniz olursa bu egzotik kişinin biyografisini öykü formatında siz değerli okuyucularıma anlatacağım.

Hikayemizin kötü adamı üstünde on beş yıllık siyah bir mont ve yirmi yıllık kahve rengi bir pantolon olduğu halde omurtak caddesinde ilerliyordu. Rakıf bankın bulunduğu köşeye geldiğinde meydanın tam ortasında devasal boyutlu bir otobüsün park ettiğini gördü. Otobüsün üstünde Rasim Paşa spor kulubü yazıyordu. Kötü adamımız Rakıf bankın köşesini mesken tutmuş penceresinde "öğlen saat iki ile beş arasında sütlü simit bulunur" yazan simitçi arabasına doğru yaklaştı ve cebinden çıkarttığı son parasıyla bir halka tatlısı aldı.

Kötü adamımız çelik kuvvet polislerinin arasından geçerek meydanın ortasına doğru yaklaştı.
Belden yukarısı çıplak bir adam elindeki bıçakla kendisini doğramaktaydı.
Kötü adamımız bu manzarayı büyük bir keyifle seyrediyor bir taraftan "kanımı için" diye haykıran adama "yürü be oğlum" diye tezahüratta bulunuyor bir taraftanda soğuktan donmuş olan bıyığına yapışan halka tatlısını bıyığından kurtarmaya çalışıyordu.

1. BÖLÜMÜN SONU ..............

 
Gönderildi : 02/05/2015 12:31 am
(@lightshadow)
Gönderi: 0
 

hikayenin içerisinde ilgi çeken, merak uyandıran hiç bir olay yok. konu bütünlüğü sağlanamamış. hikaye yazmaya çabalayan bir yazarın zihinsel mücadelesi gibi bir şey var ama tam aktarılamamış o duygu.

anlatım dili olarak eksik. "Hayalleri gelecek vaat ediyordu."vb gibi anlatım bozuklukları çok.

“The first draft of anything is shit.” Ernest Hemingway

 
Gönderildi : 09/05/2015 8:30 pm
Paylaş: