Forum

[Sabit] Senaryo Arayanlar/Satanlar/Paylaşanlar - Ana Başlığı

81 Gönderi
49 Üyeler
5 Reactions
30.9 K Görüntüleme
(@ekince)
Gönderi: 1
 

herkese merhabalar, uzun zamandır bu yazıyı yazmamaya çalışıyordum ve yönetimden senaryo başlıklarının bir başlıkta toplanmasını rica etmiştim. Ancak bu mesajı yazma gereksinimi duyuyorum çünkü foruma üye olduğumda gönderdiğim ilk mesaj bu başlık altında yazılanlarda neredeyse birebirdi.
Öncelikle bu mesajı yazmaya cüret etmeme sebep olan durumumu izah edeyim; 18 yaşımda ilk romanım yayımlandı. 2009'a tekabül ediyor. 2015 yılında ikinci romanım yayımlandı. İlk romanım yayınlandıktan sonra-bu kitap şu an 40. baskısını yapmıştır- yazarlığın eğitimini görebileceğiniz tek alan olarak dramatik yazarlığa kayıt oldum. Bölümümü birinci olarak bitirdim. Ben ve arkadaşlarım çok çalışmıştık ve kimsenin akıl edemeyeceğini düşündüğümüz senaryolar yazacaktık. Oysa durum böyle değil.
Bir ya da iki yıl önce forumda dramatik metin yazımına ilişkin kuramsal bir yazı paylaşmıştım ve daha sonra bunu sildim. Silmemin sebebi forumdaki hiçbir yazar adayının buna ihtiyaç duymamasıydı.
Şimdi forumda yıllardır gördüğüm temel kriterler ile neden yanlış düşündüğünüzü açıklamaya çalışacağım.
1. Senaryonuz kesinlikle ve kesinlikle sandığınız kadar iyi ve eşsiz değil.
Zaman zaman forumdan kısa film çeken ve uzun metraja hazırlanmayı kafaya koyan arkadaşlar bana senaryolarını, sinopsislerini göneriyorlar. Ahkam kestiğimi kesinlikle düşünmemenizi isterim fakat bu seviyedeki arkadaşlar bile iyi bir senaryo yazma yolunda henüz emekleme aşamasındalar. Benim de henüz harika bir senaryom yok. Çünkü harika bir senaryo yazmak çok zordur.
Siz bir senaryoda senaristler neleri göz önünde bulundururlar, nelere dikkat ederler, nasıl bir denklem kurarlar, bununla ilgili kimler hangi kitapları yazmış ve kimler hangi kuramları oluşturmuş bunlara bakmadan bir senaryo yazdım ve harika derseniz ve sonra bana ya da başkasına "bir senaryom var, yardımcı ol ve milyoner ol" derseniz size gülerler.
İzlediğiniz ve içinde bir hikaye barındıran (hikaye kavramı bağlama göre değişebilir) her şey dramatik bir metindir ve dramatik metin 3000 yıllık bir tarihe sahiptir. 3000 yıl boyunca birilerinin üzerine düşündüğü, ürettiği ve dönemleri içerisinde harika eserler üretebilmek için çektikleri sancıyı göz önünde bulundurmamak bir yana bundan bir haberken yazdığınız, aklınıza gelen şeyin mükemmel olduğunu düşünmeniz kelimenin gerçek manasıyla cehalettir. Bunu test etmeniz çok kolay, gerçeği söyleyebilen dostlarınız varsa onlara okutun, bu alanda ürettiği şeylere kıymet verdiğiniz insanlara okutun ve gerçekle yüzleşin. Deha olduğunuzu düşünüyorsanız deha dediğimiz insanların neler yaptıklarına bakın. Shakespeare bile bir nevi okuldan geçmiştir. Eserleri çoğunlukla bin yıllardır anlatılan yazılan hikayeleri Shakespeareyen bir uslupla yazılmıştır. Kaçınızın vimeo hesabı var ve kaçınız vimeo'da vakit geçiriyor merak ediyorum. İnsanların sadece kısa film alanında neler üretebildiklerinden ne kadar haberdarsınız merak ediyorum.
2. Siz Amerika'da yaşamıyorsunuz. Amerikan sinema endüstrisinde istediğinizi yapabilecek bir konumda değilsiniz. Devasa stüdyolar size milyon dolarlar sunmuyor. Siz Türkiye'de yaşıyorsunuz. Yaşadığınız ülkedeki psiko-sosyo-ekonomik durumu analiz edebilecek kadar okuma yaptınız mı, çağınızı ve coğrafyanızı analiz edebilecek duruma gelmek için yeterince emek ve vakit harcadınız mı? Yazdığınız senaryoya yüklüce para yatıracak yapımcının sizin düşünmediğiniz çok fazla şeyi düşündüğüne hiç ihtimal verdiniz mi? Ülke sineması neden bu durumda ve neden bazı insanlar bazı yollardan başarıya ulaşıyorlar? Hiç düşündünüz mü? Berbat bulduğunuz diziler, filmler, reklamlar neden öyle hiç bunun üzerine araştırma yaptınız mı?
3. Forumda milyoner yahut miilyarder yapımcı yok. Bunun olduğunu sanıyorsanız söyleyeyim; yok. Forumda "bağımsız, düşük bütçe film yapımı" yazıyor. Forumdan çıkmış yönetmenler var. Bu insanların nelerle uğraşıp nasıl film çekebildikleri üzerine kafa yordunuz mu?
Yapmadınız, sadece yazarlığa ilk adım atan herkes gibi yazdığınızın mükemmel ve eşsiz olduğunu düşündünüz. Devasa paraların döndüğü bir sektörde herkesin yanıldığını ve sadece sizin doğruyu bildiğinizi tanrı vergisi bir yetenekle size bahşedilmiş olduğuna inandınız. Hikayenizi herkesten daha canlı ve daha gerçekçi olarak zihninizde canlandırdınız. Herkesin bunu izlemek isteyeceğine inandınız. Herkesin bunun kesinlikle çekilip film, dizi olarak yayınlamak için can atacağına inandınız. SAdece sizi görmeleri ve yazdıklarınızın farkında olmaları gerekiyordu. Böyle değil. Hiçbir şey böyle işlemiyor.
Size tavsiyem çekilebilmeye uygun bir senaryo yazmak için çalışmanız. Kısa film senaryoları yazıp bunu paylaşmanız ve eşsiz bir ortam olan forumumuzda bunu diğer insanlardan yararlanabilmek için ortaya koyabilecek olgunluğa erişmeniz.
Yönetim uygun görürse bu yazının başlığa sabitlenmesini rica ediyorum.

Elinize sağlık, çok gerçekçi bir yaklaşım.

 
Gönderildi : 20/12/2018 4:13 pm
(@sersemci)
Gönderi: 1
 

herkese merhabalar, uzun zamandır bu yazıyı yazmamaya çalışıyordum ve yönetimden senaryo başlıklarının bir başlıkta toplanmasını rica etmiştim. Ancak bu mesajı yazma gereksinimi duyuyorum çünkü foruma üye olduğumda gönderdiğim ilk mesaj bu başlık altında yazılanlarda neredeyse birebirdi.
Öncelikle bu mesajı yazmaya cüret etmeme sebep olan durumumu izah edeyim; 18 yaşımda ilk romanım yayımlandı. 2009'a tekabül ediyor. 2015 yılında ikinci romanım yayımlandı. İlk romanım yayınlandıktan sonra-bu kitap şu an 40. baskısını yapmıştır- yazarlığın eğitimini görebileceğiniz tek alan olarak dramatik yazarlığa kayıt oldum. Bölümümü birinci olarak bitirdim. Ben ve arkadaşlarım çok çalışmıştık ve kimsenin akıl edemeyeceğini düşündüğümüz senaryolar yazacaktık. Oysa durum böyle değil.
Bir ya da iki yıl önce forumda dramatik metin yazımına ilişkin kuramsal bir yazı paylaşmıştım ve daha sonra bunu sildim. Silmemin sebebi forumdaki hiçbir yazar adayının buna ihtiyaç duymamasıydı.
Şimdi forumda yıllardır gördüğüm temel kriterler ile neden yanlış düşündüğünüzü açıklamaya çalışacağım.
1. Senaryonuz kesinlikle ve kesinlikle sandığınız kadar iyi ve eşsiz değil.
Zaman zaman forumdan kısa film çeken ve uzun metraja hazırlanmayı kafaya koyan arkadaşlar bana senaryolarını, sinopsislerini göneriyorlar. Ahkam kestiğimi kesinlikle düşünmemenizi isterim fakat bu seviyedeki arkadaşlar bile iyi bir senaryo yazma yolunda henüz emekleme aşamasındalar. Benim de henüz harika bir senaryom yok. Çünkü harika bir senaryo yazmak çok zordur.
Siz bir senaryoda senaristler neleri göz önünde bulundururlar, nelere dikkat ederler, nasıl bir denklem kurarlar, bununla ilgili kimler hangi kitapları yazmış ve kimler hangi kuramları oluşturmuş bunlara bakmadan bir senaryo yazdım ve harika derseniz ve sonra bana ya da başkasına "bir senaryom var, yardımcı ol ve milyoner ol" derseniz size gülerler.
İzlediğiniz ve içinde bir hikaye barındıran (hikaye kavramı bağlama göre değişebilir) her şey dramatik bir metindir ve dramatik metin 3000 yıllık bir tarihe sahiptir. 3000 yıl boyunca birilerinin üzerine düşündüğü, ürettiği ve dönemleri içerisinde harika eserler üretebilmek için çektikleri sancıyı göz önünde bulundurmamak bir yana bundan bir haberken yazdığınız, aklınıza gelen şeyin mükemmel olduğunu düşünmeniz kelimenin gerçek manasıyla cehalettir. Bunu test etmeniz çok kolay, gerçeği söyleyebilen dostlarınız varsa onlara okutun, bu alanda ürettiği şeylere kıymet verdiğiniz insanlara okutun ve gerçekle yüzleşin. Deha olduğunuzu düşünüyorsanız deha dediğimiz insanların neler yaptıklarına bakın. Shakespeare bile bir nevi okuldan geçmiştir. Eserleri çoğunlukla bin yıllardır anlatılan yazılan hikayeleri Shakespeareyen bir uslupla yazılmıştır. Kaçınızın vimeo hesabı var ve kaçınız vimeo'da vakit geçiriyor merak ediyorum. İnsanların sadece kısa film alanında neler üretebildiklerinden ne kadar haberdarsınız merak ediyorum.
2. Siz Amerika'da yaşamıyorsunuz. Amerikan sinema endüstrisinde istediğinizi yapabilecek bir konumda değilsiniz. Devasa stüdyolar size milyon dolarlar sunmuyor. Siz Türkiye'de yaşıyorsunuz. Yaşadığınız ülkedeki psiko-sosyo-ekonomik durumu analiz edebilecek kadar okuma yaptınız mı, çağınızı ve coğrafyanızı analiz edebilecek duruma gelmek için yeterince emek ve vakit harcadınız mı? Yazdığınız senaryoya yüklüce para yatıracak yapımcının sizin düşünmediğiniz çok fazla şeyi düşündüğüne hiç ihtimal verdiniz mi? Ülke sineması neden bu durumda ve neden bazı insanlar bazı yollardan başarıya ulaşıyorlar? Hiç düşündünüz mü? Berbat bulduğunuz diziler, filmler, reklamlar neden öyle hiç bunun üzerine araştırma yaptınız mı?
3. Forumda milyoner yahut miilyarder yapımcı yok. Bunun olduğunu sanıyorsanız söyleyeyim; yok. Forumda "bağımsız, düşük bütçe film yapımı" yazıyor. Forumdan çıkmış yönetmenler var. Bu insanların nelerle uğraşıp nasıl film çekebildikleri üzerine kafa yordunuz mu?
Yapmadınız, sadece yazarlığa ilk adım atan herkes gibi yazdığınızın mükemmel ve eşsiz olduğunu düşündünüz. Devasa paraların döndüğü bir sektörde herkesin yanıldığını ve sadece sizin doğruyu bildiğinizi tanrı vergisi bir yetenekle size bahşedilmiş olduğuna inandınız. Hikayenizi herkesten daha canlı ve daha gerçekçi olarak zihninizde canlandırdınız. Herkesin bunu izlemek isteyeceğine inandınız. Herkesin bunun kesinlikle çekilip film, dizi olarak yayınlamak için can atacağına inandınız. SAdece sizi görmeleri ve yazdıklarınızın farkında olmaları gerekiyordu. Böyle değil. Hiçbir şey böyle işlemiyor.
Size tavsiyem çekilebilmeye uygun bir senaryo yazmak için çalışmanız. Kısa film senaryoları yazıp bunu paylaşmanız ve eşsiz bir ortam olan forumumuzda bunu diğer insanlardan yararlanabilmek için ortaya koyabilecek olgunluğa erişmeniz.
Yönetim uygun görürse bu yazının başlığa sabitlenmesini rica ediyorum.

Elinize sağlık, çok gerçekçi bir yaklaşım.

ne yapalım yazmayı mı bırakalım... ben vazgeçmek nedir bilmem ayrıca yüzüklerin efendisinin yazarı temizlikçi bir kadındı. gerçi sende haklısın.senaryo yok oyunculuk yok bol bol küfür var ve gişesi 6-7 milyon. sektör belli kişiler arasında dönüp duruyor...

 
Gönderildi : 09/02/2019 5:45 am
(@zafer-donat)
Gönderi: 1
 

Sayın yetkili büyüklerim....
Önceilkle işlerinizde başarılar diler sağlıklı günler temenni ederim.
Benim adım Zafer Donat 1970 doğumlu kendi halinde hayatını sürdüren sakin birisiyim. Sizlere yolladığım bu dizi formatındaki senaryom hakkında yardımcı olmanız umudunu taşıdığım için lütfen kusuruma bakmayın. 18 yaşımdan bu yana hobi olarak sürdürdüğüm yazılarımın gün ışığını göreceğini düşünerek kendimi teselli ederek hiç bir zaman vazgeçmedim. İnsan imkanları dahilinde hayalleri ve umutları sayesinde bir gün amaçlarına ulaşmak ister. Ben çok büyük hayaller peşinde olmadığımı özellikle ifade etmek istiyorum. Sadece yılardır yazdıklarımın değer kazanması ve hobi olarak başladığım yazarlığı çevrem tarafımdan saygı görülmesinden başka umut taşımadığımı belirtmek isterim. Tek dileğim bir büyüğüm aracılığı ile yazdıklarımın öylece masada kalması değil değer kazanmasını umut ediyorum. Tahsil olarak yeterli seviyede olmayabilirim,hatta beceriksiz sınıfında sayılabilirim. Ama hobi olarak başladığım bu mücadelemin boş olmadığını görmek yaşantım boyunca tek amacım olduğu içindir. Bu konuda ilgi ve yardımlarınızı bekler,sağlıklı güzel günler dilerim.

Zafer Donat
ADRES; Güneş Mahallesi. Avar Caddesi.
No:37/b SALİHLİ / MANİSA
45300
Emaıl: [email protected]

 
Gönderildi : 14/02/2019 6:01 pm
(@yucel06)
Gönderi: 4
 

tarihi, fantastik, paranormal dram türünde, uzun metraj sinema filmi hikaye ve senaryolarım mevcut.
mail adresim: [email protected]

 
Gönderildi : 12/03/2019 4:22 am
(@anonymous)
Gönderi: 0
 

Daha önce buradan duyurduğum üç adet sinema filmi senaryomdan Komedi-Gençlik türünde olanını yine bu site üzerinden bana ulaşan bir yapımcıya satmış bulunmaktayız. Filmin ön hazırlıkları bitmiş, Mayıs ayı içinde çekimine başlanmak üzere gerekli planlamalar yapılmıştır. Diğer iki senaryoma ek yeni senaryolarımız bulunmaktadır. Ama hazır senaryo istemeyip de sipariş yazdırmak isteyenlerle de çalışabiliriz. Bir tek korku filmleriyle ilgilenmiyoruz, çünkü Türkiye'de çekilen korku filmlerini millet komedi filmi olarak izliyor. Biz ise birbirini tekrar edip duran din/ayet/cin/peri/hacı/hoca sosuna bulanmış zırvalıklar serisi olarak görüyoruz. İlgilenen ve yardımları dokunan herkese teşekkürlerimi sunuyorum... iletişim: [email protected]

 
Gönderildi : 27/03/2019 2:31 am
(@yucel06)
Gönderi: 4
 

Türk Sinamasında Vizyon

Türk sineması hala, küfürlü, hacılı hocalı, cinli perili komedi türü filmlerden medet umduğu sürece, daha çok kendini yazar, senarist sanan insanlar türemeye devam eder. Gişeden bilet alarak film seyretme keyfi nostalji oldu benim için. Türk sinemasında vizyon bitmiş.

 
Gönderildi : 28/03/2019 8:38 am
(@yucel06)
Gönderi: 4
 

Çanakkale ana temalı, paranormal dram türünde hikayemin senaryo aşamasına geçtim. Bu hikaye ile ilgili aşağıda yazmış olacağım sinema cümlesi şahsıma aittir. Ne yapmak istediğini bilen, ciddi yapımcılar lütfen mailden ulaşsın.
BİR DESTAN YAZILIYOR DEMEKLE, DESTAN YAZILMAZ! DESTAN; KAN MÜREKKEBİNE BULANMIŞ İNANÇ KALEMİYLE YAZILIR ANCAK.

 
Gönderildi : 28/03/2019 8:57 am
(@mrymylmz)
Gönderi: 3
 

Bu başlık senaryo ve hikaye mesajları için tek ve yegane başlıktır. 18.04.2018'den itibaren senaryo arayan, satanlar ya da paylaşanlar için yeni başlığa izin verilmeyecektir, görüldüğü taktirde başlık silinecektir. Aktif ilanı olanların ilanlarını bu başlığa toplamaları rica olunur.

Forum içinden birbirinin aynı yüzlerce başlık ve mesaj olduğundan bu da forum kullanımında rahatsızlık verdiğinden böyle bir yönteme başvurulmuştur.

Forum içi 100 mesaja ulaşmış olan kişiler, bu başlığa yazmak zorunda değiller ve kendi başlıklarını açabilirler.

Filistin'de yaşayan çocukları konu aldığım bir film senaryom var. Savaşı, direnişi, zulmü ve çocuklar üzerinde bıraktığı etkileri bir hikaye çevresinde anlatıyorum. Bir de yardım kuruluşlarının kullanabileceği bir reklam senaryom var ilgilenen olursa mail adresim : [email protected]

 
Gönderildi : 12/04/2019 6:47 pm
(@mrymylmz)
Gönderi: 3
 

Bu başlık senaryo ve hikaye mesajları için tek ve yegane başlıktır. 18.04.2018'den itibaren senaryo arayan, satanlar ya da paylaşanlar için yeni başlığa izin verilmeyecektir, görüldüğü taktirde başlık silinecektir. Aktif ilanı olanların ilanlarını bu başlığa toplamaları rica olunur.

Forum içinden birbirinin aynı yüzlerce başlık ve mesaj olduğundan bu da forum kullanımında rahatsızlık verdiğinden böyle bir yönteme başvurulmuştur.

Forum içi 100 mesaja ulaşmış olan kişiler, bu başlığa yazmak zorunda değiller ve kendi başlıklarını açabilirler.

Savaşa bir de çocukların gözünden bakmaya ne dersiniz? Rüyalarında gördüğü ekmeğe kavuştuğu sırada şehit olan İsmail'i, ressam olmak isterken, parmaklarını kaybeden Zekeriya'yı , eğitimini tamamlamaya çalışırken aynı zaman da baskıyla mücadele eden Zeyd'i ve aşık olduğu kadının ellerinden ölümü tadan Arif'i anlatıyorum...

 
Gönderildi : 12/04/2019 7:40 pm
(@yucel06)
Gönderi: 4
 

BİR DESTAN YAZILIYOR DEMEKLE, DESTAN YAZILMAZ! DESTAN; KAN MÜREKKEBİNE BULANMIŞ İNANÇ KALEMİYLE YAZILIR ANCAK.

EMANET

“şehitlikler bugün on binlerce insanın ziyaret akınına uğruyor...” aynı bölgeden aynı anda canlı yayın yapan tüm televizyon kanalları birbirleriyle yarış içerisindeydiler adeta. İçlerinden bir spikerin sözleri konuyu aydınlatıyordu. “18 Mart 1915. Kanla, inançla, hürriyet aşkıyla yazılan bir destanın tarihi. 18 Mart Çanakkale Zaferi tüm yurtta coşkuyla kutlanıyor sayın seyirciler...”
Geceyi aydınlatan ne ayın titrek ışıkları, ne de yıldızlardı. Yere düşen her bombanın etrafa yaydığı, güneşi bile kıskandıran cehennem ışığıyla birlikte yağmur niyetine yağdırdığı şarapnel parçaları ölüm kusuyordu her yere. Savaş naraları atılıyor, gölgeler koşuyor, patlayan her bombada birkaç gölge havalara uçuyordu. Karanlık çöktü aniden ve derinlerden bir ses duyuldu, “Miley, emanetin bende kızım, gel al artık.” Sonra karanlığı yırtan bir çift mavi göz...
Kanter içerisinde uyandı. Terden sırılsıklam olan saçlarını ellerinin arasına aldı. Nefes alış verişi normale dönünce yataktan kalktı, uyumakta olan kocasına baktı ve mutfağa gitmek için odadan çıktı. Musluktan suyu doldururken hala titriyordu. Sandalyenin birini güç bela çekerek bir moloz gibi çöküverdi üzerine. Gerçi bırakmaya çok çalışmıştı ama şimdi sigaranın tam zamanı diye düşünerek masanın üzerindeki paketten bir tane alarak yaktı. İçine çektiği ve üflediği her dumanla biraz daha uzaklaşıyordu kabusun etkisinden. Daha kaç sene sürecekti her gece aynı kabusa maruz kalmak? Nereye veya neye varacaktı bu işin sonu? 25 yaşındaydı ve 18’ine bastığı geceden itibaren her gece görüyordu aynı kabusu. Psikiyatristlerin deneme tahtası olmayı şiddetle reddediyordu ki kocası Mert’te destekliyordu bu düşüncesini. Psikolog seanslarında ise çocukluğuna kadar inildi, hipnoz yöntemi kullanıldı, fakat sadık parçası olmaya kararlıydı kabusu.
Yaklaşık 5 milyon nüfuslu, doğal güzellikleri ve hızlı metropol yaşantısı ile güzel bir şehirdir Sidney. Kendini bildi bileli bu muhteşem metropolde yaşayan Miley, eğitiminden sonra köşe yazarı olarak bir gazetede işe başlamış, kocası Mert ile de burada tanışmıştı. Mert 30 yaşındaydı ve 6 senedir Avustralya’da yaşıyordu. Gerek maceraperest ruhu, gerek hürriyet düşkünlüğü ve farklı kültürler merakı onu bu ülkeye getirmişti. Miley ile tanışmaları sıradan olmuştu ama mükemmel denebilecek uyumları sayesinde gayet mutluydular. Miley’nin kabusları, Mert’i de düşündürüyor, bu konuda sürekli araştırmalar yapıyor, çözüm arıyordu. Belki Türkiye ye yapılacak küçük bir seyahat iyi gelebilirdi. Bu fikri sevgili karısına açtığında, Miley için sürpriz olmuş, onu heyecanlandırmıştı.
Türkiye seyahati öncesinde Miley’nin ailesini ziyaret etmeleri gerekiyordu. Bahçeli küçük, şirin bir evin kapı zilini çaldılar. Kapıyı açan Miley’nin annesi sevinçle kızına ve damadına sarıldı. Öyle ya yaşadıkları yerler arasında 8 saatlik bir araba mesafesi vardı ve görüşmeleri iki, üç ayda bir gerçekleşebiliyordu. Neşeli geçen akşam yemeği esnasında Türkiye ziyareti konusu açıldı. Miley ve Mert, ailelerinin her konuda desteklediği kesinlikle şanslı bir çiftti. Annesi Miley’e, gitmeden önce büyükbabasını mutlaka görmeleri gerektiğini söyleyince tüm aile büyükbabanın odasına çıktılar. Büyükbaba, sallanan koltuğunda televizyona bakıyordu. 106 yaşındaydı artık ve senelerdir genel hafıza kaybı yaşıyordu. Kendi çocuklarını bile yılda bir kere ancak hatırlayabiliyordu ki tüm aile bu durumu seneler önce kabullenmişti. “baba, bak torunun Miley ve kocası Mert. Uzun bir yolculuğa çıkacaklar ve gitmeden önce seni görmek için geldiler”. Miley’nin annesi umutsuzca konuşuyordu ama almış olduğu terbiye, bu konuşmayı yapması gerektiğini söylüyordu. “onlar Türkiye’ye gidiyorlar baba”. İnanılmaz bir şey gerçekleşti o an, bakışlarını torununa çeviren büyükbaba “Türkiye mi?” dedi kısaca. Şok içindeki şaşkın bakışlar eşliğinde yavaşça doğrularak ve ufak yardımlarla ayağa kalktı. Yatağının başucunda bulunan ahşap dolabın çekmecesini açarak, küçük bir kutu çıkardı ve yatağının üzerine oturdu. Gelin dercesine baktı, gözleri hafif nemlenmişti. Hemen yanına Miley oturdu, Mert çömeldi, diğerleri ayakta merakla yaşlı adama baktılar. Titreyen elleri ile kutuyu açtı yaşlı adam, itinayla bir kağıt çıkardı ve Miley’e uzattı. Miley, kağıdı aynı itinayla alarak büyükbabasına baktı, oku işaretini alınca okumaya başladı.
“Bu memleketin topraklarında kanlarını döken kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız.”
Miley yazıyı okudukça, Mert gururlu gözyaşları dökmeye başladı. Neler olduğunu anlamayan Miley ve ailesi onunla ilgilenince, Mert iyi olduğunu ve Miley'den okumasına devam etmesini istedi.
“Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır"
Yazının sonunda Mustafa Kemal Atatürk’ü okuyunca, Mert neden ağladığının sebebini ve Atatürk’ün kim olduğunu anlattı. Büyükbaba kutudan bir resim çıkararak Miley’e uzattı. Resme bakmasıyla çığlık atması bir olan Miley’ i teskine gelmişti sıra. Her gece istisnasız gördüğü mavi gözlerdi resimdeki. Rahatsızlanan büyükbabayı yatırdılar, o Miley’nin elini tuttu ve kısık sesle sadece “git ve bul onu, lütfen” diyebildi, halsizdi uykuya daldı.
Akşam olmak üzereydi, Anzak siperlerinde sakinlik hakimdi. Askerlerin kimi yemek yiyor, kimi sohbet ediyor, kimi derin düşüncelerde sigarasını içiyor, kimi de karşı siperleri gözetliyordu. Üst rütbeli olduğu anlaşılan bir subay siperleri hızlı adımlarla dolaşıyordu. Acelesi olduğu belliydi, ayrıca endişeliydi. Üç gün önce Türk siperlerini bombardımana tutmuşlar ve o günden beri tek bir taciz ateşi bile açılmamıştı kendilerine. Üstelik bu gece hücum emri gelmişti komuta merkezinden. Komuta merkezi tüm Türklerin öldüğüne inanıyorlardı, ama “bu iyi değil” diyordu komutan, karşı taraftaki sessizlik onu tedirgin ediyordu. Ne var ki emir emirdi ve karanlıkla birlikte hücuma geçeceklerdi. Yanındaki askere emirler yağdırarak sohbet eden iki askerin yanından geçtiler. “bu gece yok edeceğiz bu canavarları” dedi askerlerden biri. Elindeki küçük tahta parçasıyla oynayan diğer asker ise ” bu kadar kolay olabilecek mi sence?” diye sordu, şüpheli ses tonuyla. “bombardıman çoğunu parçaladı zaten, biz sadece temizlik yapacağız” dedi diğer asker kararlılıkla. Elindeki tahta parçasını iki avucunun arasına alıp dudaklarına götürdü ve öptü şüpheci olan asker. “umarım” diyebildi sadece. Gözlerini açtı Miley. O gece kabus yoktu, ama bu rüyaya da anlam veremiyordu.
İstanbul yolunda önce gördüğü rüyayı anlattı Mert’e. Kabus görmediği için her ikisi de keyifliydi gerçi, ama yorumsuz kalmıştı rüya. Sonra büyükbabasını anlattı Miley. Babası o 3 yaşındayken Çanakkale savaşına katılmış ve bir daha geri dönmemişti. Aklı erinceye kadar hep babasını beklemiş, hep özlemini yaşamıştı. “ne garip benzerlik” dedi Mert “benim ninemin babası da Çanakkale’de şehit olmuş.” Miley, daha önce neden bu konuların konuşulmadığını düşündü, birbirinin benzeri iki hikayeden ve çok sevdiği kocasıyla benzer geçmişe sahip olmaktan dolayı mutluydu. Yolculuk boyunca Mustafa Kemal’in neden Miley’nin rüyalarına girdiğini, bunun anlamını tartıştılar.
Karanlıkta, elleri tetikte sessizce ilerliyordu Anzaklar. Komutan, tabancasını ateşlemeye hazır en önde yürüyor, diğer askerler belli düzende arkasından geliyordu. Koca taburdan cılız postal sesleri dışında çıt çıkmıyordu. Türk siperlerine birkaç metre kala hücum borusu eşliğinde aniden naralar atarak saldırıya geçtiler. Fakat önlerine ölü veya diri tek bir Türk askeri çıkmadı, siperler boştu. Hiç durmadan ilerle emri almışlardı, siperleri geçerek ilerlemeye devam ettiler. Komutan, şaşkın, tedirgin etrafına bakıyor, içinde bulundukları durumdan hoşlanmıyordu. Askerlerin gözlerinde korku oluşmaya başlamıştı, bilinmeyene doğru gidiyorlardı. Sağ taraflarından gelen kurt ulumasıyla durdu tabur, sonra tam ters taraftan başka bir uluma sesi geldi, sonra arkalarından ve bunu yüzlerce uluma sesi izledi. “neler oluyor tanrı aşkına” diye sordu komutan, “kurtlar komutanım” dedi yanındaki emir subayı, “ve her yerdeler”. İşte o an anladı gerçeği komutan, çembere alınmışlardı. Geri çekilme emrini verdi, askerde panik başladı. Karanlıktan şimşek hızıyla çıkan Türk süvariler, Anzak askerini kılıçlarıyla biçmeye başladılar. Panik halindeki Anzak askerleri sağa sola ateş açıyor, nereden geldiğini görmedikleri kılıç darbeleriyle yere düşüyorlardı. Nihayetinde “Allah Allah” sesleriyle süngü takmış piyadelerin saldırısı başladı. Çaresizlik içerisinde tabancasını ateşleyen Anzak komutan, karnına saplanan süngünün acı etkisiyle önce nefessiz kaldı, gözleri büyüdü, sonra ağzından gelen kanla birlikte yere düştü.
Derin bir nefes alarak gözlerini açtı Miley. “iyimisin” diye sordu Mert. Sabah olmuştu, uçak Türkiye üzerinde uçuyordu artık. Gördüğü rüyayı anlatan Miley, sanki bir önceki gördüğü rüyanın devamını gördüğünü söyleyince, her iki rüyayı da not olarak yazmaya karar verdiler.
Taksi Mert’in evine doğru giderken İstanbul’un güzelliklerini seyretti Miley. Muhteşem güzellikteydi İstanbul. Karşılama seremonisi, sonrasında İstanbul gezisi, simit çay keyfi ve en nihayetinde tüm ailenin katıldığı coşkulu akşam yemeği. Eşinin ailesi, eşi, İstanbul, her şey mükemmeldi Miley için.
Savaş alanı tam bir sessizlik içindeydi. Binlerce insan cesedi tüm alanı kaplamış kızıl bir denizde yüzüyor gibiydi. Acı içinde gözlerini açtı Salih onbaşı. Üzerindeki cesedi kenara iterek doğruldu, acı bacağından geliyordu. Bacağından vurulmuş ve çok kan kaybetmişti. Hemen yanında yatan cesedin üzerindeki kemeri alarak bacağının üst kısmına tampon yaptı. Etrafına baktı, manzara korkunçtu. Ceset tarlasında toplayarak yürüdü, binlerce Anzak arasında tek tük Türk askeri vardı. Demek ki önlerindeki Anzak taburu yok edilmiş, plan doğrultusunda ileri süpürme harekatı başarıyla devam ediyordu. Öyle ya “ben size ölmeyi emrediyorum” demişti büyük komutan. Bu yaralı bacakla kendi ne yapacaktı peki? Savaşa katılabilir miydi yoksa siper gerisine revire mi gitmeliydi? Bu düşünceler arasında ilerlerken bir inleme sesi duydu. Sese doğru ilerledi, üst üste yığılmış cesetlerden birini yana itti. Ses en alttan geliyordu, diğer cesedi kaldırdı. Yaralı bir Anzak acı içinde ve korkuyla kendisine bakıyordu. Göğsünde derin bir kılıç yarası vardı. Sakin ol anlamında el işareti yaptı korku içindeki askere ve yavaşça gömleğini açtı. Yara çok kötü durumdaydı. Sırt çantasını açtı, temiz bir bez çıkardı, birkaç damla kalan tentürdiyotuna baktı, sonra yaralı olan kendi bacağına baktı. Tentürdiyotu temiz beze döktü ve tereddütsüz yaralı Anzağın yarasına bastırdı. Savaşa yetişmeliydi, kalktı yürümeye başladı. “hey Turco” sesine dönüp Anzağa baktı. “thank you” dedi acı içindeki Anzak. Arkasını döndü, iki adım attı, durdu. Şimdi kendisiyle savaşıyordu, ya bu bacakla savaşa devam edecekti yada bu yaralıyı revire götürecekti. Bir tarafta vatan savunması, diğer tarafta insanlık. Ani bir kararla yaralı askere döndü, yerden kaldırdı, Anzağın kolunu boynuna doladı. Anzak şaşkındı ama müteşekkirdi de aynı zamanda. Yürümeye başladılar.
“uyan Mert, uyan”. Gözlerini ovuşturarak şaşkın şaşkın karısına baktı Mert. Miley’e göre çok önemliydi durum ve hemen harekete geçmeleri gerekiyordu. “Çanakkale’ye gitmemiz gerekiyor Mert, mutlaka ve hemen” sesindeki kararlılık gayet netti. Sahildeki çay bahçesinde Miley’nin rüyalarını en ince detaylarına kadar yazarak sıralamaya koydular. İnanılması ve açıklanması çok zordu ama birbirini tamamlayan bir dizi film gibiydi Miley’nin uykuda yaşadıkları. Karar verilmişti, Çanakkale’ye gidilecek ve ne gerekiyorsa o yapılacaktı. Önce Salih onbaşıdan yola çıkma kararı aldılar. 1915 yılında kaç tane Salih onbaşı şehit olmuştu Çanakkale’de? Genelkurmay arşivine girmeleri gerekiyordu ve ilk güzergahı Ankara olarak belirlediler.
Genelkurmay da ki yetkili onları gayet kibar karşıladı ve gereken her türlü yardımı yapacaklarını belirtti. Arşivde önce Salih isimlerini listelediler, sonra onbaşı olanları çıkardılar. Binden fazla done vardı. Sonra ölen Anzak askerlerinin isim listesinden John Christian ismine baktılar, fakat bulamadılar.
Anzak kötü durumdaydı, halsizdi. Düşmek üzereyken Salih onbaşı tuttu onu ve sırtına aldı. Baygın asker sırtında olduğu halde yürümeye devam etti, kendi bacağı da kötü durumdaydı fakat ilerlemeleri gerekiyordu. Güneş tam tepedeydi, bacaklarında takat kalmamıştı. Sırtında taşıdığı Anzak, kendine gelmişti bu arada. Salih onbaşı durdu, dizlerinin üzerine çöktü. Anzağın yarası ağrıyordu ama yere inerek “nereye” diye sordu. Parmağıyla ileriyi işaret eden Salih onbaşı bayıldı. Gözlerini açtığında Anzağın topuklarını gördü. Anzak ayaklarını sürüyerek yürüyordu. Hafifçe sırtına vurdu, Anzak durdu, Salih onbaşı yere indi. Bir ağacın altına oturdular, Anzak güç bela sırt çantasını açtı. Matarasını çıkardı, Salih onbaşıya uzattı. Bir iki yudum içtikten sonra memnun olduğunu göstererek geri verdi matarayı. İki kutu konserve çıkaran Anzak, birini Salih onbaşıya uzattı, gülümsediler birbirlerine. Yemek yerken, “keşke dilimizi bilseydin Türk” diye uzaklara bakarak konuştu Anzak. “biliyorum zaten” sesiyle birlikte şaşkın şaşkın Salih onbaşıya döndü bakışları. Salih onbaşı gülümseyerek devam etti “Robert koleji mezunuyum Anzak, adın ne?”, “John” dedi Anzak. Sohbetleri devam etti bir süre. Salih onbaşı, Anzağın en çok “sizi barbar ve yamyam olarak tanıttılar bize” sözüne katılarak güldü.
“muhteşem” diyerek uyandı Miley. Mert’i uyandırarak tüm detaylarıyla anlattı rüyayı. İpucunu yakalamışlardı, Salih onbaşı İngilizce biliyordu. Hemen genelkurmaya giderek, bu kez Robert koleji mezunu Salih isimli şehidi aradılar. Buldular da, fakat meçhul kısmında. Cesedinin yeri bilinmiyordu. Artık Çanakkale’ye giderek araştırmaya orada devam etmeleri gerektiği kararını verdiler ve hemen yola çıktılar. Sekiz saatlik yolda bir kere yemek, iki kere ihtiyaç molası verdiler ve akşam saatlerinde Çanakkale’ye ulaştılar. Akşam yemeğinden sonra, biraz şehir turu atarak otele döndüler. “hissediyorum Mert, bu gece bulacağım büyük büyükbabamın mezarını” diyen Miley’nin sevgiyle saçlarını okşadı Mert. “evet, son bölüme geldik gibi görünüyor hayatım, inanmayacaksın belki ama sabahı şimdiden iple çekiyorum”.
Sabah olmuş, güneşin ilk ışıkları kuşların cıvıltılarıyla canlanmıştı. Yanında uyumakta olan Anzağa baktı Salih onbaşı. Yüzü tamamen solmuştu, yavaşça seslenerek uyandırdı. Sırt çantasından çıkardığı peksimeti ikiye bölerek yarısını Anzağa verdi. “Yemen lazım John. Revire sadece yarım günlük yolumuz kaldı, gücünü toplamalısın” dedi Salih onbaşı. “ama önce şu yarana bakmamız gerek” diyerek Anzağın yarasını açtı. Yara tamamen iltihaplanmıştı. Umut yoktu ama onu yine de revire götürmeye kararlıydı. Yürümeye başladılar, bu arada birbirlerine hayat hikayelerini de anlatıyorlardı. Salih onbaşının bacağı gerçekten kötüydü, bakmamıştı ama hissediyordu bunu. Anzak çok daha kötü durumdaydı, artık yürüyemez halde “Salih şu söğüdün altında biraz dinlenelim mi?” dedi. Salih onbaşı onu ağacın altına yerleştirdi ve su bulmak için etrafa bakınmaya gitti. Suyu getirdiği esnada ölüm çaresizliğini hissetti. Yanına oturdu Anzağın. “Salih” dedi Anzak, bir dizi öksürük ve derin nefesin ardından devam etti “bu ağaç benim yolumun sonu, bunu biliyorum. Beni kurtarmaya çalışman, inanılmaz bir düşünce dönüşümüne neden oldu bende. İnan bana melek ismi siz Türklere yakışır. Barbarmış, peh!”. Cebinden küçük ahşap bir hayvan figürü çıkardı. Sevdi, okşadı, öptü. “bunu bana oğlum verdi, babacık bu seni koruyacak dedi”. Salih onbaşı ıslanan gözlerini gerdi, akmasını istemiyordu, dudaklarını ısırarak dinlemeye devam etti Anzağı. “eğer bir gün, benim memleketime gitme imkanın olursa Salih, bunu oğluma verir misin?” “John, oğluna kavuşacaksın ve...” sözünü kesti Anzak “hayır, bugün burada ayrılacak ruhum hasta bedenimden. Bunu benim kadar sende çok iyi biliyorsun. Lütfen bunu al ve huzurlu ölmem için beni bırak. Revire biran önce gitmen gerekiyor. Bacağın iyi durumda değil. Lütfen git, dostum”. Peki anlamında başını sallayarak eline aldı oyuncağı Salih onbaşı. “emanetin başımla beraber. İçin rahat olsun, bu emaneti oğluna bir gün mutlaka ulaştıracağım Anzak. Mutlaka!”. Yorgun olan Anzak, gülümseyerek uykuya daldı. Sırtını ağaca yasladı Salih onbaşı, oda çok yorgundu.
Ağlayarak uyandı Miley. Gözyaşlarına hakim olamıyor, hıçkırıklar eşliğinde anlatıyordu olan biteni. Sabah kahvaltıda durum değerlendirmesi yaptılar. Daha final bölümüne gelinmemişti. Arıburnu tarafına gittiler, jandarmayla konuştular. Savaş döneminde o bölgede kaç tane revir kurulduğunu ve yerlerini öğrendiler. Jandarma komutanına olan biteni anlattılar. O kadar inanılması güç hikayeler duymuştu ki Çanakkale savaşlarında yaşanan, buna da şaşırmadı komutan. Hatta biri Anzak, diğeri Türk iki meçhul askerin mezarlarını bulabilme ihtimali bayağı ilgisini çekti. Elinden gelen yardımı yapacaktı. O gece bir türlü uyku tutmuyordu Miley’i. Sona geldiklerini biliyordu, ama neyle karşılaşacağını bilmemenin stresi uyutmuyordu onu işte. Çareyi uyku ilacı almakta buldular. İlacı içtikten sonra yatağa yatarak beklemeye başladı Miley.
Gözlerini açtığında gece olmuştu. Yanındaki ölü Anzağa baktı, doğrulmaya çalıştı fakat başaramadı. Bacaklarını hissetmiyordu. Bıçağıyla pantolonunu kesti, bacağı olduğundan iki kat kalındı. İltihabın tüm vücudunu sardığını hissediyordu. Sonu gelmişti, gerçi savaş alanında ölmeyi tercih ederdi ama olsundu yine şehit olmuş sayılırdı. Gülmeye başladı, hareketleri giderek ağırlaşıyordu. Anzağın emanet ettiği tahta oyuncağı cebinden çıkararak baktı, döndü Anzağa baktı. “rahat uyu Anzak, rahat uyu John, emanetini mutlaka yerine ulaştıracağım”. Bunu söylerken Anzağın elini tuttu, oyuncağı da göğsüne doğru sıkıca bastırdı. Uykuya dalarken dudaklarından iki kelime döküldü “emanetin bende”. Sabahın ilk ışıklarında birkaç postal göründü yan yana yatan iki askerin başında. Komutanın işaretiyle, askerlerden biri nabız yoklaması yaptı “ölmüşler komutanım” dedi. “bu iki kahramanı da buraya gömelim, hemen defnedin” diye emir verdi komutan. Yerdekilerle ilgilenen bir asker “komutanım bizim yiğit öyle sıkı tutmuş ki Anzağın elini, açamıyorum”. “kader yoldaşlarını ölüm bile ayıramıyorsa, bize sadece ikisini de birlikte gömmek düşer. Allah her ikisinin de mekanını cennet eğlesin” dedi ve askerlerin hummalı mezar kazma işi başladı. Altında dinledikleri söğüt ağacı sonsuz evleriydi artık.
Hıçkıra hıçkıra ağlayan Miley’i Mert uyandırdı. Kocasına bakan Miley “yerlerini biliyorum Mert” dedi. Jandarma komutanı da eşlik ediyordu arazi aramasına. Revir olarak kullanılan tüm alanlara bakıyorlardı. İşleri zordu, Mert ve komutan bunu konuşurlarken onu gördü Miley. Rüyasında ki söğüt ağacı. “Mert” dedi söğüt ağacına doğru koşarken “işte burada”. Miley’nin gösterdiği yeri kazmaya başladı askerler. Kaymakamlık gözlemcisi de gelmişti. Miley’nin kalbi heyecandan hızlı atıyor, genç kadın yerinde duramıyordu. “komutanım bulduk, buradalar” dedi askerin biri. Yan yana iki ceset duruyordu karşılarında. Biri sadece iskeletlerden ibaretken, diğeri çürümemiş, mumyalanmış gibi duruyordu. “tanrım” diyebildi sadece Miley. Herkes şaşkındı. Askerlerden biri künyelerine baktı, “John Christian”. Miley hıçkırarak ağlamaya başladı. “Yasin oğlu Salih, komutanım” dedi asker. Çürümemiş olan Salih onbaşının cesedini inceledi komutan. Göğsüne bastırdığı sol eline baktı, elinde bir şey tutuyordu. “elini aç” diye emir verdi askere. Asker uğraştı ama açamıyordu bir türlü. “olmuyor komutanım, açılmıyor”, “peki, çekil şöyle” dedi komutan ve Salih onbaşının tam karşısına geçti. “ben........ Jandarma karakolu komutanı astsubay Ömer, görev bitti Salih onbaşı, rahat!”. Herkes pür dikkat Salih onbaşının kapalı eline baktı, gevşememişti. Miley, sessizce ve koluyla gözyaşlarını silerek cesede doğru yaklaştı. Herkes saygıyla ona bakıyordu. Miley yanına oturdu Salih onbaşının, eline dokundu. “Salih onbaşı, benim Miley. Jhon’a baktığın için çok teşekkür ederim sana. Emanetim var sende, ben onu almaya geldim. Jhon’un oğlu benden bu emaneti götürmemi bekliyor. Emanetimi verir misin” Salih onbaşının sol eli gevşedi, oradaki herkes inanılmaz bir olaya tanıklık ediyordu. Jandarma komutanı akan gözyaşlarına hakim olamıyordu. Miley’de ağlıyordu, “teşekkür ederim, teşekkür ederim” dedi sevgiyle. Küçük ahşap oyuncağı aldı, bağrına bastı. Emaneti yerine teslim eden Salih onbaşının cesedi aniden toz haline geldi, sadece kemikleri kaldı. Mert, Miley, jandarma komutanı, herkes ağlıyordu. Her iki kahraman, onurlu şehitlerin yanına, yeni istirahatgahlarına yine yan yana defnedilirken, onlar için hazırlanan askeri törenle son görev yapıldı. Bu merasimi tüm dünya canlı olarak izlerken, Avustralya'da ki bir evde yaşanan duygu seli görülmeye değerdi.
Artık ölüm döşeğinde ki büyükbaba yanına gelen ve onu uyandıran Miley’nin yüzüne bakıyordu şimdi. “babanın sana çok selamı var büyükbaba, bak emanetini getirdim”. Oyuncağı eline aldı büyükbaba, ağlıyordu. Öptü oyuncağı, bir kere daha öptü. Sonsuz yolculuğa giderken gülümsüyordu.
SON

NOT: Kurgusal hikaye ve üst taraftaki sinema cümlesi şahsıma aittir ve teliflidir. Senaryo yazımına başladım. iletişim için: [email protected]

 
Gönderildi : 24/04/2019 11:17 pm
(@emir2242)
Gönderi: 2
 

Emir Can AYŞİN [email protected]
Dram konulu bir senaryom var synopsisim de hazır isteyene synopsisimi atabilirm begenirseniz senaryomu atabilirm

 
Gönderildi : 28/04/2019 7:17 pm
(@emir2242)
Gönderi: 2
 

Henüz 22 yaşında uzay ve astronomi bölümünü okuyan Yıldız için hayatın zorlukları 2 yıl önce başlar. Gerçekleşen bir trafik kazasında annesini ve iki kardeşini kaybeder. Babası Ferhat ise tekerlekli sandalyeye bağlı kalır. Üstelik babası Ferhatın sağır ve dilsiz olması Yıldızı daha çok etkiler. Uzaya ve yıldızlara olan merakından üniversitesini bırakmak istemeyen Yıldız artık babasına bakmak zorunda kalır. Yıldız ailesinin yıllardır tanıdığı yardımsever kadın Haticeden yardım ister. Bakıcı Hatice Hanım Yıldızı kırmayarak kendisinin üniversite ders zamanında babasına bakmayı kabul eder. Hatice Hanim onlarla çok iyi ilgilenir ve her konuda yardım eder. Yıldızın 3 yıl içinde okulda yaşadığı birincilikler ve yaptığı harika projeler ile adını Avrupalı bazı devletler ve Amerika'da duyurması Yıldız için gurur verici bir durumdur. Aylar içinde yaptığı bir proje sonucunda Amerika'nın üst düzey şirketi olan NASA'dan teklif gelir. Hayallerine giden yolda belkide ilk büyük adımı atmak istesede tekerlekli sandalyeye bağlı olan babasını tek bırakamayacağını bilir. Bu konuyu bakıcı olan Hatice Hanım ile görüşür ve Hatice Hanım hayallerini gerçekleştirmesini için babasına bakması konusunda söz verir. Yıldız için tek bir şey kaldı o da babasından alınacak izin. Babası ile kağıda yazılan yazıyla konuşmaya çalışır babasının pek fazla istememesi dolayı araya Hatice Hanın girer ve ısrarı sonucu izin alınır. Bir hafta sonra gidecek olan Yıldız çok heyecanlanır ve sevinir. Bakıcı Hatice Hanım ile konuştukdan sonra bakıcı çıkıp evine doğru yol aldığı sırada araba çarpar ses mutfakta su içmekte olan Yıldıza kadar gelir telaşlanıp dışarı çıkar ve yolda Hatice Hanımı haraketsiz bir şekilde görür. Ağlar,üzülür ve titreyerek 112 ambulansı arar fakat her şey için çok geç çünkü Hatice Hanım çoktan ölmüştür. Hayallerinin peşinden gitmek isteyen fakat babasını bırakmak istemeyen Yıldız yurtdışına babasıyla birlikte gitme kararı alır. Babası Ferhat kızının yıldızları çok sevdiğini bilir ve orada işinin yoğunluğundan dolayi kendisiyle meşgul olamayacağını düşünür ve her geçen gün daha çok üzülür. Amerikada aylar geçer ve babanın korkusu gerçekleşir. Kızı Yıldız iş yoğunluğundan dolayı babasıyla artık doğru dürüst konuşamaz ve ilgilenemez duruma gelir. Babası kızının bu durumuna çok üzülür ve kahrolur. Haftalar sonra babası hastalanır hastaneye kızı götüremez şirkette çalışan tercümen götürür. Hastanede kanser olduğunu ögrenir ve kızından saklar. Hastalığın ileri evreleri gelir baba yataklara düşer fakat kızı hâlâ iş yoğunluğundan tam olarak ilgilenemez baba her gun daha kötü olur. Bir gun kızı sevinçler içinde babasının yanına gelir. Yarın saat 05.25 de uzaya çıkacağını söyler. Baba sevinmiş gibi yapar. Yarın olur. Sabah babasından haber gelir ve hemen hastaneye gider. Babasının son saatleri olduğunu ikisi de bilir. Babası göz hareketleriyle birer kağıt ve kalem ister. Son sözleri olarak bunları yazar " YERYÜZÜNDE DE YILDIZ VAR , AYNAYA BAK" ve baba vefat eder. Kızı çok üzülür ve babasının vefatının sebebi olarak kendisini suçlar. 05.25 uzaya çıkma saati değil memlekete dönme saati olur.

 
Gönderildi : 01/05/2019 11:47 am
(@korkut_karahan)
Gönderi: 5
 

Arkadaşlar herkese merhaba. Meramımı en başta söyleyeyim. Yaklaşık on yıldır ara ara yazmakta olduğum korku, gizem, gerilim türündeki hikayeme, senaryolaştırılması ve hayata geçirilmesi (dizi, film, animasyon) hususunda yardımcı olabilecek arkadaş ya da arkadaşlar arıyorum.

Bana göre Türkiye'deki en sağlam; gizem, korku hikayelerinden birini yazıyorum. Ki şu ana kadar okuyan herkes hikayenin hakkını teslim etmiştir. Bir şekilde hayata geçerse ilgi çekeceğinden hiç şüphem yok. Tabii bu benim kişisel yorumum...

Hikaye hatta roman dersem sanırım daha doğru olur, henüz bitmiş değil. Yaklaşık 27.000 kelime 11 bölüm yazdım. Yazacağım üç ya da dört bölüm daha var. Bunları dizi bölümü gibi düşünmeyin, oldukça kısa bölümler...

Ben hikayeyi roman olarak bitirmeyi tasarlıyorum ve RTS okuyan ya da mezun olmuş proje arayan arkadaşlarla başka bir şekilde (dizi, film, animasyon gibi) hayata geçirilebilir mi onu tartışmak istiyorum. Korku & Gerilim türünde film çekmek isteyen bir yapımcı da olabilir tabii ki. (Böyle bir yapımcı varsa eğer...)

Hikaye hakkında iletişime geçmek isteyenler e-mail yoluyla iletişime geçebilir.

[email protected]

 
Gönderildi : 06/07/2019 12:18 am
(@reznovrun)
Gönderi: 0
 

Uzun metraj komedi filmi senaryom var. İlgilenenler [email protected] adresine ulaşırsa sinopsis gönderebilirim. Yine uzun metraj olmak üzere ancak bağımsız yapımlar için tema olarak daha uygun bir senaryom ve çeşitli konularda kısa film senaryoları da var.

 
Gönderildi : 16/07/2019 8:11 am
(@firuza)
Gönderi: 3
 

Sağır uzaklık

Tür:Pisikolojik dram, gerilim

ÖZET

Süleyman ile karısı Çiçek, Antalyanın bir dağ köyünden üç, dört kilometre uzaklıktaki, bir çiftlikte hayatlarını sürdürmektedirler. Süleyman’ın paranoid şizofrenik derecesinde hasta, geçimsiz ve aşırı derecede kıskanç bir adam olması, onları dış dünyadan tamamen soyutlamış ve yapayalnız, çorak bir hayata mahkum etmiştir. Tek ziyaretçileri ise, Süleyman’ın köyde yaşayan halası oğlu Hikmet’tir.

Çiçek ile Süleyman’ın yıllardan beridir süre gelen ve artık alıştıkları bu düzen, Deniz adında, gizemli bir doğa keşifçisinin, yaşadıkları çiftliğin biraz ötesinde, bir tepe üzerinde çadır kurup, yerleşmesiyle birlikte bozulmaya başlar. Yenilginin yakın olduğu, soğuk bir savaşın çanları çalmaya başlamıştır artık.

Süleyman’ın kıskançlığıyla başlayan bu soğuk savaş, gizemli doğa kaşifinin, kimliği ile ilgili şüphelerin ortaya çıkmasıyla birlikte, içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.

Geçmişten bu günedek süre gelen olayların gölgesinde, sağırlığın sessizliği kulakları tıkarken, ruhlardaki yaraların da, bu insanların, üzerinde yaşam sürdürdükleri dağlar, taşlar kadar sert olduğu görülecektir.

Öncelikle şunu belirteyim ki, hikaye kendi üzerime tescillidir ve bağımsız bir sanat filmi olacak türdendir. Genç, yenilikçi, yetenekli ve deneyimli birinin elinde, iyi bir filme dönüşe bilir. Benim hikayeme güvenim var ama elbette benim güvenmem yetmez. Filmi çekmek isteyen kişinin de, en az benim kadar, hikayenin kurgusuna ve karakterlere inanması gerek.
Şunu özellikle belirteyim ki, sonra problem olmasın. Ben türk değilim ve bu yüzden de, senaryoyu türkçeye çevirirken yazı ve imla hataları yapmış olabilirim. Yani ilgilenecek arkadaşın, düzenlemesini yapması gerekecek.
Ciddi düşünen ve derdi gerçekten film olan arkadaşlar bana mail atsın ve neyi nasıl yapacağına dair (bütçe kaynağı, ekip, kimlerle çalışmak istediği, daha önce ne, veya neler yaptığı gibi) açıklayıcı bir mesaj yazsın.

NOT: Sözde film yapmak isteyen boş beleşçiler, lütfen ama lütfen beni rahatsız etmeyin.

[email protected]

 
Gönderildi : 09/08/2019 10:28 pm
Sayfa 3 / 6
Paylaş: