Merhaba, ben Sedat, foruma yeni üye oldum. Öykü ve senaryo yazmaya ilgi duymaya başladım. Buradan sizin yardımlarınızla kendimi geliştirmek istiyorum. Bu ilk Öyküm,
SIRA
Sıradan bir günün, öğlene yakın sıradan bir sabahında, bankamatik önünde sırasını beklemek istemeyen, sıradan insanlar vardı. Kimse beklemeyi sevmediğinden, acelesi olmayanın da acelesi vardı. Belki bir baba oğluna para gönderecekti, belki bir oğul da babasının göndereceği parayı çekecekti ve belki de sadece kredi borcu ödenecekti. Velhasıl orada herkes için önemli olan, kendi sırasıydı.
Bankamatik önünde sıra bekleyen kalabalığın etrafında dolanan küçük bir kız vardı, sırada bekleyen annesiyle birlikte alışverişe gidecekleri için ve doğal olarak küçük bir kız çocuğu olduğu için heyecandan duramıyor, hoplayıp zıplıyordu.
Anne-Zeliş! Uzağa gitme, tamam mı kızım?
Zeliş, kollarını açarak annesine bakar ve geri geri yürüyerek;
Zeliş – Anne burası uzak mı?
Diyerek önce dönüp biraz daha ileri gider, sonra sekerek annesinin yanına gelir.
Zeliş-Anne bugün palyaçoyu görecek miyiz?
Anne-Uslu durursan neden olmasın!
Çocukları kontrol edebilmek için zaaflarını böyle kullanmak, ebeveyn fırsatçılığı olsa gerek. Zeliş ’in oynamasını bırakıp sırtını bankamatiğin hemen yanında ki duvara yaslaması, sanırım bunun kanıtıdır.
Bu arada, bir kişi daha sıradan eksilirken, uzaktan, gitgide artan sesiyle bir ambulans yaklaşıyordu. Ambulans sesiyle birlikte, elinde çantayla yüzünde garip lekeler olan bir adam bankamatiğe doğru hızlıca yaklaşıyordu. Zeliş, gözleriyle, yetişeceğinden emin olmayan ve direk üzerine doğru yürüyen adamı, uzaktan fark ettiğinden, ta ki bankamatiğin dibine gelene kadar takip etti. Belli ki çok acelesi vardı, bu yüzden bankamatikte işini gören adamın hemen arkasındaki adama yöneldi.
Garip adam-Kusura bakmayın, gerçekten çok acelem var, mümkünse sıranızı verir misiniz?
Sıradaki adam-Hepimizin acelesi var kardeş, benim kirayı ödemem lazım.
Garip adam-Bakın beni yanlış anlamayın, gerçekten çok acelem var, yoksa asla böyle bir şey istemem.
Sıradaki adam-Bak kardeş, şimdi ben seni önüme alsam, bu sırada bekleyen herkes için haksızlık olmaz mı?
Garip adam-Haklısın abi!
Deyip en arkaya, sıraya geçer. Sırada ki adam da hemen arkasındaki adama dönerek;
Sıradaki adam-Her gelene böyle sıra verirsek, akşam çıkarız buradan. Bizim işimiz gücümüz var.
Sıradaki adamın arkasındaki adam, şu an ki ortam ne olursa olsun, kafasındaki düşünceye odaklanmış söylenileni pek umursamıyordu.
Garip adamın sabırsızlığı artıran, yaklaşan ambulansın sesiyle daha da çekilmez hale geliyordu. Burada tek yapacağı şey para çekmekti. Daha önce bir işe kalkıştı da şimdi mi sıkıştırıyorlardı, yoksa sevdiğine hediye etmek istediği bir hediyeyi kaçıracağından mı korkuyordu, sebep ne olursa olsun şu an acelesi vardı ve en arka sıradaydı.
Sıradan bir kişi daha eksilirken, garip adamın telefonu çalıyordu.
Garip adam-Efendim, evet, evet, ben abisiyim, tamam. Hangisine, hangisine götürüyorsunuz? Tamam tamam. Evet getiriyorum.
Diyerek telefonu kapattı. Bu sırada trafiğin kendisine açılmasını bekleyen ambulans arkalarından geçerken kendisinden sıra istenilen adam da bankamatikle olan işini bitirip bankamatikten ayrılır. Sırası gelen adam, kartını bankamatiğe sokma gereği bile duymaksızın geriye dönüp arkadaki Garip adama seslenir.
Öndeki adam-Kardeş, çantalı kardeş, gel gel.
Çağırıldığını fark eden Garip adam, hemen öne geçer ve öndeki adam arkaya geçer.
Garip adam-Çok teşekkür ederim.
Bankamatiğe geçen garip adam, elindeki ağzı açık çantayı, özgürlüğü daha şimdiden kısıtlanmış, annesine göre uslu duran küçük Zeliş ‘in ayaklarının dibine bırakır.
Garip adam işini görürken, Zeliş ‘in gözleri çantanın içindeki kırmızı topa ve rengârenk kıl yumağına takılır. Bunlar bir yerden tanıdık geliyordu Zeliş ’e, az biraz sonra palyaço kostümü olduğunu anladı. Kafasını kaldırıp adama bakıp sonra çantaya daha derinden bakmak için iyice eğildi. Tam o sırada Garip adam işini bitirdi ve çantasının içine merakla bakan bu küçük kızın yanına çöktü. Zeliş, adamın bu ani hareketine karşılık korkup birden geri çekildi.
Garip adam-Palyaçoları sever misin?
Zeliş, yabancı bir adamla konuştuğu için, sadece kafasını salladı. Zeliş, adamın yüzünü daha yakından görebildiği için, yüzündekilerin leke değil, aceleden tam silme fırsatı bulamadığı palyaço makyajı olduğunu anladı. Garip adam, küçük kıza sadece bir tebessüm hediye edip, çantasını eline aldığı gibi, Zeliş ‘in takip eden gözlerinden bir araca binip uzaklaştı.
SON.
Kısa film.
TOKA
SAHNE 1 DIŞ MEKAN / BALKON
BİR GENÇ ERKEK – KEDİ
Genç masada oturuyor, kedi de karşısında masanın üzerinde duruyordur. Gencin elinde saç tokası vardır.
Bir evin balkonunda sandalyeye oturan bir genç, dirseklerini önündeki masaya dayamış elindeki tokayı “mehtap“ diye mırıldanarak parmaklarının arasında çeviriyordur. Genç, birşey söylemeye hazırlanıyordur.
- Bu senin tokan galiba. Şey ben onu daha önce senin kafanda görmüştüm, bu yüzden senin tokan olduğunu biliyorum. Hayır aslında, onu senin oturduğun yerde buldum, o yüzden senin olduğunu biliyorum.
- Şimdi diyeceksin, tokadır bu, düşürmüş olabilirim, neden getirdin ki? Yani tabi olarak doğaldır bunu sorman, yani sana şunu diyeceğim, bu basit bir toka diye arkadaşımın tokasını yerde bulduğumda getiremeyeceğim anlamına mı geliyor, evet, değil mi, getirebilirim, getirdim zaten, artık bunun bir önemi var mı, yani ben senin dostunum arkadaş gibi, kanka gibi, arkadaşlar birbirine tokalarını götüremez mi, götürür, değil mi?
Başaramayacağını düşünür.
- Toka olmaz ya, anlayacak o zaman.
- O zaman bende şöyle söylerim, mehtap, bu toka senin mi? Tokana sahip çık, yerlerde geziyor. Biri basacak düşecek, sonra bir de onunla uğraş. Yok yok en iyisi tokayı bulduğum yere bırakmak.
Karşısında kedi vardır, bu ana kadar görünmez. Karşısında duran kedi miyavlayıp masadan aşağı atlayıp gider.
- Haklısın, yalan söylemeyi beceremiyorum, ama doğrusunu da nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.
SON.
Daha önce yazdığım ama çekime imkan bulamadığım senaryoları paylaşıyorum. Eğer ilginizi çeken bir senaryo var ise, alıp çekebilirsiniz.
Kısa film - Senaryo
ŞİMŞEK
ANNE-BABA-ÇOCUK
SAHNE 1 GECE/İÇ-ÇOCUK ODASI
Çocuk yatakta uyuyordur, Şimşek çakar, uyanır.
SAHNE 2 GECE/İÇ DIŞ-EBEVEYN ODASI
Çocuk kapıyı açar, annesinin babasının arasına uzanır. Annesi gözlerini açmadan, çocuğun yanağına bir öpücük kondurur.
SAHNE 3 GÜNDÜZ/DIŞ-SOKAK
Çocuk arabanın tekerleğinin yanındaki su birikintisiyle oynuyordur.
Anne gelir, arabanın kapısı kapanır, kontak çalıştırılır, araba yola çıkar.
SAHNE 4 GÜNDÜZ/İÇ-ARABA(HAREKET HALİNDE)
Anne baba öndedir, çocuk arkada. Baba arabayı sürüyordur.
Anne
-Bana ellerini göster, -Şu ellerinin haline bak eren
Çocuk ellerini, üzerine ve koltuklara sürer.
Anne
-Erennnn, beni çıldırtmak için mi yapıyorsun bunu, bir günde üzerini kaç defa değiştirmem gerekiyor. Allah’ım koltukları da mahvetti.
Çocuk
-Özür dilerim anne.
Baba
-Özür dilemene gerek yok oğlum, bu senin en doğal hakkın.
Anne
-Ne, şimdi ikiniz bana karşı bir mi oldunuz. Tamam, kirli koltuğunu da sen temizlersin.
Baba
-Ben temizlemicem, sen de temizlemezsen dayanamazsın.
Anne
-Anlaşıp bana bilerek yapıyorsunuz.
Baba
-Ne dedim ki şimdi, temizliği seven sensin, benden ne dememi istiyorsun.
Anne
-Lütfen gerçek bir baba ol da, oğluna pisliğe bulaşmamasını söyle.
Baba
-Onu kendi haline bırak hayatım, insanlar başkasının değil kendi doğrularıyla yaşar.
Anne
(Kafası öne eğik)
-Ne alakası var şimdi. Bu söylediklerini sadece sen anlıyor olmalısın.
Baba
-Tamam, şuna ne dersin, bak, çocuk doğunca annesinin kokusunu alır, böylece annesini tanır, öyle değil mi, ama her zaman senin kollarında yaşayamaz, biraz büyüdü, artık dünyayı tanımalı…(Bunu söylerken baba arkasını döner oğluna bakar)
Frene basılır, araba çarpışma sesi.
SAHNE 5 GECE/İÇ-YETİMHANE
Şişek çakar, çocuk gözlerini yatakta açar, yataktan iner, bir ayağı alçıdadır. Yatakhaneyi ve diğer uyuyanları görürüz.
SAHNE 6 GECE/DIŞ-DUVAR VE MEZARLIK
Çocuk duvardan su birikintisinin üzerine atlar.
Çocuk mezarlığın kapısından girer.
Çocuk annesinin babasının mezarının arasına yatar.
SON.
senaryolarını şurada da paylaşabilirsin: www.yazalimcekelim.com
okuyunca senaryolarına yorumlarımı bildiririm 🙂
Lokman
Henüz sekiz yaşındaydı, kimse ne yediğini bilmiyordu, fakat o gün karnındaki acıdan dolayı annesi de babasın da Lokman’ın başında durup Lokman’ın acısını kendileri çekmek istiyordu. Kendi evladını acılar içinde gören bir anne ve babanın diyeceği, hatta tek isteyeceği, evladının hastalığının kendileri çekmesidir. Küçük bir çocuk bu kadar acıya nasıl dayanabilirdi ki, fakat bilmedikleri şey, küçük bir çocuk hastalığı, bir büyükten çok daha kolay atlatabildiğiydi.
- Ne yedin sen oğlum? Gel hadi seni kusturalım.
Lokman’ı banyoda kusturma çabası boşunaydı, belki zehirlenmemişti. Çaresiz kalan baba onu hastaneye götürür, hastanede midesi temizlenir, sağlığına kavuşur. Bir zehir bu kadar acıya sebep olur muydu bilmiyorum, ama Lokman zehirlenmişti.
O olaydan sonra, bir gün Lokman’a, büyüyünce ne olacaksın diye sorduklarında, Lokman,
- Baba olacağım, karnım ağrıdığında beni hastaneye yetiştiren babamdı.
- Geçen sene karın ağrısı yüzünden seni hastaneye götürdüğümüzde, o acılarını geçiren bir hekimdi, belki herkes baba olabilir, ama herkes insanların acısını dindiren bir hekim olamaz.
Lokman’ın onun gibi olmayı hayal ettiği bu adamdan duyduğu bu söz, belki onun için en değerli sözlerden birisiydi. Artık bundan sonra büyüyünce ne olacaksın diye sorduklarında, Lokman’ın söyleyebileceği bir kelime vardı
- Hekim!
Peki, Lokman’ın ne yapması gerekiyordu, nasıl hekim olabilirdi, ne okuması gerekiyordu, ne kadar çalışması gerekiyordu, kendisi bu kadar cefanın geleceğinden habersizken, sadece hekim olmanın hayaliyle yaşıyordu.
Gün gelip çatmıştı, sınav zamanıydı artık hekim olmak için önünde çok az bir engel kalmıştı. Hekim olmak için ne yapması gerekiyordu, sınav anında doğru kutucukları işaretlemek için ne yapması gerekiyordu. Bütün bir sene çekilen zorluğun meyvesini toplama zamanıydı. Şu an bu kelimler dökülürken Lokman’ın tek düşünebildiği matematik, biyoloji, fizik ve kimyaydı.
Sınav sonuçları açıklanmıştı, aldığı puan tıp için yeterli değildi. Başı öne eğik olan Lokman’ın düşüncesi, acaba diyordu acaba puanı yetecek bir yer seçebilir miydi, yoksa çalışıp bir sonraki sene mi tekrar şansını denemeli miydi?
İçinden çıkılacak gibi olmayan, doğruluğu kanıtlanamayan durumda ve olayın içinde olduğundan sağlıklı düşünemediği için yapacağı en iyi şey, bir büyüğüne, bir gün olmayı hayal ettiği, örnek aldığı babasına sormaktı.
Lokman’ın, babası gibi olmayı istemesinin sebebi, sadece karın ağrısından olması insanı biraz düşündürüyor gibi, ama Lokman’ın şu an ki durumunu babasına danıştığında aldığı cevap, artık çocuk gibi düşünmeyen Lokman’a, hekim olmaktansa sadece babası gibi bir baba olmayı tekrar düşündürtecek durumdaydı.
- Baba aldığım bu puan tıp için yetmiyor, belki tıp benim kısmetim değildir, sence bir sene daha çalışmalı mıyım?
- Sen ne yapmak istiyorsun oğlum?
- Bilmiyorum, ama bu sene çok çalıştım, bir o kadar çalışırsam bundan yüksek alabilir miyim bilmiyorum?
- Yani diyorsun, bir sene daha ertelemenin bir anlamı yok, başka meslekte yapabilirim.
- Bilmiyorum baba.
Lokman’ın düştüğü bu durumu, sanki geride bir yerlerde babası aynı şeyi yaşamış gibi oğlunun sırtını sıvazladı. Sanki oğlu kendi hayatını yaşıyordu, fakat amaçlar farklıydı, ama yine de kalbini kıpırdatan bu hevesi kararlılığa dönüşmesindeki sebep, yaşanan benzer hayatlar gibi karşılaşılan zorluklardı. Babası da söylediği şey bundan farklı değildi zaten.
- Zorluk insanı kararlılığa iten aynı zamanda vazgeçmesini sağlayan şeydir, vazgeçip vazgeçmemek senin elinde. Zorluklar insanı birbirinden ayırır. Annenle evlenmek istediğimde babam bana karşı çıkmıştı, çünkü benim için kuzenimle evlenmemi istiyordu. Ama ben kararımda vazgeçmedim, şimdi senin gibi bir oğlum var.
Bu sözler, Lokman’a, hekim olmak için bir sene değil on sene de çalışmak için yeterli potansiyeli vermişti. Artık iş başa düşmüştü, Lokman’ın hekimlik için olan bu hevesi artık her türlü zorluğa katlanılacak bir amaca dönüşmüştü.
Lokman’ın çalışmakla geçen senenin ardındaki senesinde, sınava çalışmak için her şeyi baştan alması gerekmiyordu. Bu zırhın üzerine zırh giymek gibiydi. Lokman böyle bir zırhı giymenin, ilerde ne savaşları getireceğinden habersiz, sınavını çalışıyordu.
Sınav günü yine gelip çattı. Lokman, hastalar için uykusuz kalacağından, umudunu yitirmiş insanların içinde soğukkanlı olması gerektiğinden, elinden ölümlere şahit olup yaslar tutacacağından habersiz sınav sorularını keyifle çözüyordu.
Lokman artık sınav sorularını da çözmüş, tıpa da yerleşmiş, okumuş ve bir köye atanmıştı. Belki insanlar tıpı okurken büyük bir hastanede çalışmayı hayal ediyor, fakat nerde olursa olsun, hastaların aynı olduğunu unutuyorlar.
Lokman şu an pekte seçim yapacak durumda değildi, çünkü seçmek istemiyordu, bu yüzden ona sunulan seçeneği gurur kaynağı olarak kabul edip köyün yolunu tutmuştu.
Lokman gece vakti köye doğru giderken, arızalandığı için yolun kenarına çekilmiş arabayı görür. Kendisi zaten araba tamir etmekten anlamıyor, zaten bir otobüsün içinde köyün yolunu tutmuştur.
Otobüs arızalı arabanın yanından geçerken, Lokman önce dışarı da tamirle uğraşan adamı görür, sonra içinde acılar içinde olan bir çocuğu ve acıları çare olmak isteyen bir bayanı görür. Ne derler ona dejavu mu, yoksa deva bu mu? Lokman durumu fark ettiği gibi otobüsü durdurup yardıma koşar. Bir zamanları o acıyı çektiği için, arabadaki çocuğun ne acı çektiğini bilen Lokman’ın hekimlik zamanıydı.
Lokman’ın son sözü,
Ben o gün yola çıkmasaydım, ya da o sınava girmeseydim, ya da bir sene daha çalışmak yerine kolay bir tercih yapsaydım, ya da babam bana o sözü söylemeseydi, ya da o midemi bozan şeyi yemeseydim, sanırım dedemin babamı yeğeniyle evlendirmeye çalışmasını bir başkasından öğrenecektim. Ama şu an kapalı penceremi tırmalayan ve dışarı çıkmak isteyen bir kelebek var. Acaba o kelebek için pencereyi açmalı mıyım yoksa hayatımı değiştirmesine hala izin mi vermeli miyim?
Güzel ama bu bir senaryo değil; bir öykü. Bunu bu haliyle çekmek mümkün değil. Film dünyasına adım atıyorsanız film diliyle görüp düşüneceksiniz. O konudaki gözünüzü geliştirmeye bakın ve senaryo yazım teknikleri vb konularında biraz okuma yapın. Yoksa sadece öykü sizinse sinema dünyasının kapısında elinizden alıp teşekkür ederler ve en fazla filmin bir yerinde adınız geçer. O kapıdan girmek ve içeride yer almak için senaryo bilmek durumundasınız.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
Güzel ama bu bir senaryo değil; bir öykü. Bunu bu haliyle çekmek mümkün değil. Film dünyasına adım atıyorsanız film diliyle görüp düşüneceksiniz. Oknudaki gözünüzü geliştirmeye bakın ve senaryo yazım teknikleri vb konularında biraz okuma yapın. Yoksa sadece öykü sizinse sinema dünyasının kapısında elinizden alıp teşekkür ederler ve en fazla filmin bir yerinde adınız geçer. O kapıdan girmek ve içeride yer almak için senaryo bilmek durumundasınız.
Haklısınız, zaten bunları sadece biri istediği için yazdım. Başlığı senaryo ve hikaye diye belirtmiştim zaten.
Ben sadece yazar değil, yönetmek istiyorum, kendim için yazdıklarımı paylaşmıyorum, çektiğim zaman paylaşırım.