ÇÖLDE SU
Arabanın sağ ön koltuğunda oturan, kafası kanlar içindeki adam yarı açık camdan kendine bakmakta olan adama ve belki çocuğuna da fısıltıyla, iyice yaklaşmalarını söyler.
- Gömün beni. Hemen gömün, acele edin.
- (Sırıtıyor dışardaki) Daha ölmemişsin ki.
- Çocuk kaç yaşında?
- 3.
- 1975'de ben de 3 yaşındaydım. Babam da beni böyle gezdirirdi. O zaman biz de bir yaralı adama rastlamıştık. Babam adama su vermişti. Adam tuhaf bir tebessümle bana bakıp babama teşekkür etmişti.
- Sonra?
- Öldü. Şimdi ben de öleceğim.
- (Sırıtır) Su mu istiyorsun?
- Varsa iyi olur.
- Yok desem benim oğlumun da 35 sene sonra bu şekilde kanlar içinde kalacağını, ve ölerek bu laneti devam ettireceğini söyleyeceksin her halde.
- Beş para etmez bir adamsın!
- Canın cehenneme! Orada içersin suyunu.
- Az önce sana bahsettiğim şey vardı ya.
- Evet?
- Yalandı. Aslını öğrenmek ister misin?
- Anlat bakalım.
- Babam o ölmekte olan adama su vermemişti. O adam da babamı alnından vurmuştu.
Yaralı adam son bir hamleyle sağ kolunu tabanca tutar halde camdan dışarı çıkarır ve adamı alnından vurur.
F I N I T O
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
LIMBO
Karakter uyumaktadır. Dehşetle gözlerini açar; yaşadığına şaşırmış gibidir. Gözlerini odanın içinde gezdirir. Kalkar, pencereye kadar yürür ve dışarıyı seyretmeye koyulur.
Karakterin İç Sesi: "Bir kısa film klişesine sıkışmış gibi hayatım. Sesim bile kırçıllı, bozuk, rahatsız edici. İzleniyor muyum? Sonsuza kadar tekrarlanacak bir kısa filmin beş para etmez kahramanı mıyım yoksa? Özdeşleştirilmeye tiksinilen biri miyim? Neden bu kadar kompleksliyim? Bu keder, bunalım, intihar isteği, sigara yakma telaşı... bütün bunlar boktan bir kısa filmin klişeleri. Bu filmi nasıl kurtarabilirim ki? Kimi kandırıyorum? Klişe içinde klişenin ilgi çekeceğini de nereden çıkarıyorum? Benim ki şark kurnazlığı, ölü yüzü pudralama. Konuştukça batıyorum. Süre uzadıkça kısa film olmaktan çıkıp çöpü boylayacak bu kayıt altına alınan hayatım. Hala konuşuyorum. Bana hala bakıyorlar mı acaba? Sabırla seyredenleri mükafatlandırabilecek miyim? Onlara ne sunabilirim, ne gösterebilirim? Kıçımı açıp göstersem saçma olur mu? Buna bir anlam yükleyebilir miyim? Belki de bunu başarabilirim. Bu da benim kahramanlığım olur ve film de öylece, anlamsız bir şekilde bitmez. Evet yapabilirim! Gösterebilirim! Ya sonra? Sonrasını düşünme! Yap ve unut! Yapamam, yapamam. En iyisi ben size dün gördüğüm rüyayı, süsleyerek yazdığım kağıttan okuyayım ve vedalaşalım."
Karakter masaya oturur. Bir kağıda yazılmış rüyasını okumaya başlar:
Karakterin İç Sesi: "Rüyalarımda gördüğüm kitaplar tatlı bir düşün izleri iken, onları alamamak, okuyamamak ve bu yüzden oluşan çılgınca bir merak beni hızla delirtirken düşlerimi de kabusa çeviriyor. Uyandığımda buna benzer bir kitapçıya gidiyorum. Her taraf kitap dolu ama onları alamıyorum, okuyamıyorum ve bu yüzden oluşan çılgınca bir merak beni hızla delirtiyor. Ölmek istiyorum; ölüyorum da. Peşi sıra cennet bahçelerinden bir bahçedeyim. Dört yanım kitaplarla dolu. Ama onları alamıyorum, okuyamıyorum ve bu yüzden oluşan çılgınca bir merak beni hızla delirtiyor. Derken altımdan bir şeyler kayıyor; bir cehennem çukurunda buluyorum kendimi. Dört yanım kitaplarla dolu. “Cehennemdeyim, okuyamam ki” diyorum. Bunu der demez kitaplardan biri uçarak elime konuyor. Açıp merakla okuyorum, kendimden geçiyorum. Bir fısıltı duyuyorum: "Bilgi sana sonsuz cehennemler vaat eder. Varlığın sırrına erdiğinde her yer cennete döner. Ama sonra sıkılırsın. Bilmek istediğini bilmemenin daha iyi olduğunu anlarsın; ama dönüş yoktur. Ortalık tekrar cehenneme döner. Okumaya devam edersin cehennem çukurunda. Bu sırrı kaldıramazsın, çıldırıp kendinden geçtiğinde yatağında uyanırsın. Kalkıp pencereden dışarı bakarsın. Yaşlı bir adam sana bakıp gülümsemektedir; sanki her şeyi bilmektedir. İşte o yaşlı adam benim. Gözlerini açtığında beni göreceksin ama hiçbir şey hatırlamayacaksın. Bilgi senden geri alınacak çünkü onu kaldıramazsın onunla yaşayamazsın".
Uyanıyorum, pencereye yürüyorum, dışarı bakıyorum. yaşlı bir adam bana bakıp gülümsüyor. Sebebini bilmiyorum. Kitaplar gördüğümü hatırlıyorum; alamadığım, okuyamadığım..."
Karakter masadan kalkar ve kanepeye uzanır.
Karakterin İç Sesi: Az önce dehşet içinde uyandığım rüyayı size yazılmış gibi anlattım desem. Ama yine de bir kısa film içinde yaşadığımı düşünmüyorum. Bu benim gerçekliğim. O zaman unutalım gitsin. Ne fark eder ki? Fark etmeyecekse unutalım gitsin. Beni burada bırakın ve gidin. Ama yine gelin. Emin olun beni aynı acılar içinde, aynı saçma cümleleri kurarken bulacaksınız. Kim bilir, belki siz de o zaman bu kısa filmin bir parçası olduğunuzu fark edersiniz.
F I N I T O
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
SÜTÇÜ VE HAVADA KAVİSLER ÇİZEREK YERE DÜŞEN MUZA TEPKİSİZLİĞİ
Yazı İle Ekran Üzerine – Yapılan deneyde, uyuklayan 100 maymunun üzerine doğru muz atılmasıyla, 99’unun muzu havada kaparak hızla yediği görülmüştür. Geride kalan tek bir maymunun tepkisinin önemi yoktur.
Yusuf İstanbullu bir sütçüdür. Akşam eşi ve çocukları ile birlikte CNN Türk’te oynayan Mehmet Yaşin’in sunduğu “Yol Üstü Lezzet Durakları”nı seyretmektedirler. O an Adıyaman’da bulunan Mehmet Yaşin uğradığı lokantada, lokanta sahibi lezzetli ve taze süt bulamamaktan şikayet etmektedir. Yusuf yattığı yerden hızla doğrulur ve kendi sütünün ne kadar lezzetli ve taze olduğunu aile bireylerine anlatmaya başlar. Birdenbire susar ve aklına çılgın bir fikir gelmişçesine ahıra doğru koşar. Bir pet şişeye doldurduğu ılık ve taze süt ile geri gelir. “Sütümün tadına baktırmalıyım” diye heyecanla kekelemektedir. Hızla giyinip, aile bireylerinin itirazlarına aldırmadan “iki üç güne dönerim” diyerek, Adıyaman’a gitmek üzere otogarın yolunu tutar.
Uzun bir yolculuktan sonra Adıyaman’a varır. Lokantayı bulmak içinde bir süre zaman kaybeder. O anda lokanta sahibi yoktur ve akşam gelecektir. Sabırla beklemeye başlar. Adam geldiğinde heyecanla, kendini tanıtmadan elindeki pet şişeyi uzatır. Geçen süre içinde süt tadını kaybederek bozulmuştur.
Sütçü Yusuf hayal kırıklığı içinde, elinde pet şişesiyle gerisingeri İstanbul’un yolunu tutar. Eve beklenenden erken gelmiştir. Anahtarıyla kapıyı açıp girdiğinde, yatak odasından gelen tuhaf sesleri duyar. Koltuğa oturup televizyonu açarak, pet şişedeki bozulmuş sütü yudumlamaya başlar. Sehpanın üzerinde yenmiş muzların kabukları durmaktadır. CNN Türk’te Mehmet Yaşin’in sunduğu “Yol Üstü Lezzet Durakları”nın tekrarı oynamaktadır. Aynı yeri yakalamıştır yine. Lokanta sahibi, lezzetli ve taze süt bulamamaktan yakınmaktadır. Pet şişenin içinde kalan sütü sallayarak seyreder bir süre. Birden ayağa kalkar. Aklına parlak bir fikir gelmiş gibidir. Pet şişe elinde olduğu halde, evden geldiği gibi sessizce çıkarak sokağın kalabalığına karışır.
Kalabalığın ortasında durur. Fark edilmek istemektedir ama insanlar yanından geçip giderler. Hüzünlü gözlerle insanları seyreder. Peşinden acıklı bir çığlık eşliğinde, pet şişedeki sütü kafasından aşağı boca eder. Şimdi herkes ona bakmaktadır. Gözleri parlar; bu durumdan memnun olmuştur. Çılgınca kahkahalar atmaya başlar. Cebinden çakmak çıkarıp kendini tutuşturmayı dener ama beceremez. Şimdi yanından geçip gidenler de gülmektedir. O da bu kahkaha tufanına katılır. O kalabalıkta herkes durmuş, birbirlerine bakıp kahkahalarla gülmektedirler.
M U T L U S O N
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
gayet başarılı arkadaş.bence...
devamını bekliyorum emeğe saygı 😀
Hayatta bazı insanlar var onlar diğerlerinden farklılar... My
D İ L
Sessiz Film
Bir odanın içinde durmadan konuşan ve dolaşan bir kadın. Sesini duymuyoruz. Bir söylev mi veriyor; bir şeye mi kızıyor; içini mi döküyor, anlamıyoruz.
Sandalyede hareketsiz ve sessizce oturan bir adam onu dinliyor gibi gözüküyor. Tepkisiz ve düşünceli ve belki biraz da kederli.
Kadın pencerenin önüne doğru yürüyüp, aşağı seyrederken konuşmasını sürdürüyor. Adam birden başını kaldırıyor. Cebinden bıçak çıkarıp kadına arkasından yaklaşıyor.
Ne yaptığını tam göremiyoruz. Kadın çığlık çığlığa –hareketlerinden anlayabiliyoruz- kanlı bir suratla kapıya doğru koşup dışarı çıkıyor.
Adam elinde kanlı bir dil, bir süre hareketsiz ve donuk bir ifadeyle pencereden aşağı bakıyor. Sonra sandalyesine oturup, kadının kesik dilini masanın üstüne koyuyor. Ve gülümseyerek dili seyrediyor.
F I N
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
A D O L E S A N
15'li yaşlarda bir kız bir erkek yürümekteler, sevgililer. Ormanlık bir alan; önlerinde yaşlı bir adam onlara kılavuzluk etmekte. 2-3 metrede bir yere bozuk para bırakmakta ihtiyar.
Kız - (Erkeğe) Neden hiç yüzün gülmüyor?
Erkek - Ben Atatürk gibi nadir gülerim. Yakalamakta zorlanırsın. Bazen yalnız kaldığımda gülerim.
Kız - Tedirgin gibisin. Peki bu adam bizi nereye götürüyor?
Erkek - Bilmiyorum. O bizi götürmüyor ki; biz onun peşine takıldık.
Kız - (Kısık sesle, korkarak) Ama bana onu tanıdığını söylemiştin.
Erkek - Yalan söyledim.
3-4 metre önlerinde yürüyen ihtiyar dönüp anlamlı bir şekilde onlara bakar ve yürümeye devam eder. (2 dakika kadar yürümelerini seyrederiz) İhtiyarın yavaş yürüyüşü bozulmaya başlar. Hareketleri dengesizleşir, bir süre ayakta kalabilmek için mücadele eder ve yere yığılır. Çocuklar yanına koşarlar; ihtiyar ölmüştür ve hala cepleri bozuk para ile doludur. Çocuklar birbirlerine bakarlar. (Kesme)
Çocuklar bilmedikleri bir yolda arada bir yere bozuk para bırakarak yürümeye tek başlarına devam ederler. Bir süre sonra bozuk paraların verdiği ağırlıktan rahatsız olurlar ve paraları havaya saçıp görünmez oluncaya kadar koşmaya başlarlar.
(Gus Van Sant tarzı, yürürken arkadan çekim nefis gider kanaatimce)
F I N
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
hepsi super gercekten insanlar senaryosuzluktan kirilip giderken bu repertuar....
OYNAR BAŞLIK
Adamımız intihar mektubu yazmaktadır. İçsesini dinleriz. Masada fare zehiri ve bir bardak zehirli bulanık su vardır. Küçük bir tabakta, biraz da beyaz peynir vardır.
Derken bir telefon gelir ve adamımız mutlu olur. Kalemi kağıdı bırakır, intihardan vazgeçer.
Keyifle bir intihar mektubu yazarken kapı çalar. Kapıda yaşlı bir kadın vardır. "Tanrı misafiriyim" der, "ya da istenmeyen biri, ya da senin gecikmiş ölümün". Adamımızın yanından sıyrılarak içeri girer. Üstünde miki fare resimli bir tişört vardır. Karamazov Kardeşler'in Büyük Engizisyoncu bölümündekine benzer diyaloglar olur. Sonra hararet yükselir. Kadın, kahramanımızı intihar etmeye bir türlü ikna edemez.
Sonra yaşlı kadın ani bir hareketle bardağa doğru atılır. Adamımız, kadının ne yapmak istediğini anlamıştır. Bardağı elinden kapar, su dökülür. Kadın sonra aşağı atlamak için pencereye doğru koşar. Adamımız onu belinden kavrayarak durdurur vs. Buralar komik de olabilir.
Ve sonra vurucu bir son...
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Şaka heralde yada bizim dahil olmadığımız gizli bir tarikat.
Ben dahilim o tarikata, hegel önemli bir abimizdir. 🙂
Ozaman ben meteforlarin anaforunda boguldum zira hiç bir şey anlamadım bu snopsislerden 🙂
Bunlar için söylemedim ben, bunları okumadım açıkçası. Ama hegel benim senaryo ortaklarımdan biridir o anlamda söyledim.
(Eskilerden) Bunu evcilleştirip doğaya salabiliriz:
RUS PASTASI
Dış çekim ile başlıyoruz. Kalabalık içinde silik bir tip. Çok da adamımıza sabitlemeden çekiyoruz. (değersiz olduğu hissini arttırmak için) bir pastaneye giriyor. Elinde pasta –hediye paketi- ile çıkıyor.
Eve giriş. Dış kapıyı anahtarla açıyor. “Ben geldim” diyor. Kesme yapmadan –ağır bir kaydırma- mutfaktan yine kendi sesleniyor: “Hoş geldin” üzerini değiştirmiştir, zamanın geçtiğini anlıyoruz. Böyle tuhaf, küçük oyunları var.
Pastayı mutfakta tabağa koyup içeri masaya getirir. Bir de hediye paketi vardır. Pastanın üstünde 3 mum var. 3 mumu yakar, çakmağı söndürmeden bir de sigara yakar. Derin bir nefes çekip dumanını mumlara/pastaya üfler. Mumları söndürmeyi önemsemez.
Cep telefonu ile kendinin ve pastanın fotoğrafını çeker. Kolunu uzatabildiği kadar uzaktan çekmeye çalışması başka biri çekiyormuş hissi vermek içindir. Yalnız olduğunu saklamak ister.
(kendi kendine, kısık sesle) “İçimden bir ses ‘iyi ki doğdun’ diyor”
(sesini arttırarak, kendinden geçerek) “İyi ki doğdun Sami, iyi ki doğdun Sami”
Ayaktadır, kendinden geçmiştir, hep aynı şeyi bağırarak söyler. Sonra yorulur, sandalyesine çöker.
Cep telefonu ile arama yapar: “Merhaba, iyi günler. Bu gün benim doğum günüm. Bu gün boyunca bütün aramalarım bedava. Ben de rast gele aradım herhangi biri ile konuşmak için, siz çıktınız”….. “kızmanıza gerek yok, şaka falan yapmıyorum”…. “küfür etmenize gerek yok”… “bu gün benim doğum günüm ama”
İkinci arama: “Alo teyze, nasılsın… yok Kemalettin değilim ben.. rast gele aradım öylesine.. Doğum günüm bu gün de… tüm gün bedava konuşma hakkım var..neyi, ne süresi?... Kafirun?... Haa, genelde karıştırılır, evet. İki cümlesi aynıdır..vela entüm abüdune ma abud. Vela ene abidun ma abedtüm.. vela entüm abüdune ma abud. İki aynı cümle arası vela ene abidun ma abedtum diyeceksin.. Hatasız ezberleyinceye kadar farzlarda okumazsın teyze… sen de sağ ol.. Benim için de dua et…”
Üçüncü arama: (telefon kapalıdır, telesekretere mesaj bırakabilirsiniz der) “Telesekretere konuşamayanlardanım evet. Ama kalabalığa da konuşamam. Teke tekte de başarılı olduğum söylenemez. Doğum günüm bugün. (bu bölüm doğaçlama olarak, etkili bir şekilde uzatılabilir)
Kapaklı, plastik oyuncak cep telefonu yerde durmaktadır. Alır, açar ve bir tuşa basar. “İyi günler, yardım edebilir miyim” diye mikrofonik bir çocuk sesi duyulur. –vardır bu cümle-
Masadaki hediye paketini açar. Bir Kafka romanı “Dava” ve kitabın üzerinde bir tabanca vardır. Sahte bir şaşkınlık ifadesi. Tabancayı eline alır ve namlusunu pastaya daldırıp ağzına götürür. “Mmm, güzel, yaşamak kadar güzel” der. Ya da namlu ağzındadır, bulaşan pastayı yemiştir ve beklemektedir.
Masada duran el radyosunu alır. Açar ve klasik müzik yayını yapan bir yerde durur. Offret’teki Bach çalmaya başlar. Yayın birden kesilir ve şu anons yapılır:
“Önemli bir gelişme için yayınımıza ara veriyoruz…….” Nükleer savaş çıktığı, iki süper gücünde karşılıklı olarak füzeleri ateşlediği ve 12 dakika sonra İstanbul’a bir füze düşeceğini söyler.
Adamımız saate bakar, namlu hala ağzındadır. Tabancayı usulca masaya bırakır. Pencere kenarına bıraktığı zarfı –intihar mektubu- alır. Çakmakla tam yakacakken vazgeçer. Anlamsız bulduğunu sezdiren tuhaf bir gülümseme.
Dışarıda panik sesleri başlar, gittikçe büyür ses ve tuhaf bir gürültüye dönüşür. Müzik kaldığı yerden çalmaya devam eder.
Kamera, adamımızdan aşağı doğru tilt yapıp, ağırca evin içerilerine, hamam böceklerinin olduğu bir yere gidip onları çekerken jenerik girer. (nükleer savaştan tek canlı çıkacak tür hamamböcekleri imiş)
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
ben biraz kült buldum..