Forum

kaçış (hikayeme yor...
 

kaçış (hikayeme yorum yaparmısınız)

18 Gönderi
7 Üyeler
0 Reactions
3,591 Görüntüleme
(@hayta_kalem)
Gönderi: 12
Başlığı açan
 

arkadaşlar kalemimin kuvvetini arttırmak için yoruma ihtiyacım var

KAÇIŞ

Yazan : Yıldırım Özkal

Akşamın ilk saatleriydi. Güneş gitmiş yerini nemli bir karanlığa bırakmıştı.Şehrin ışıkları hafif hafif yağan yağmurun altında yaramaz çocuklar gibi oynaşıyordu.Ürkek bir rüzgar yumuşak toprak kokusunu bulduğu ilk açık pencereden içeriye bıraktı.Islanmış toprağın kokusu önce pencerenin önündeki masaya zıpladı,ardından da hemen kapı bitişiğindeki ahşap masanın arkasında,sandalyesinde kendinden gençmiş genç bir adamın ciğerlerine hücum etti.Genç adam aldığı toprak kokulu ilk nefeste kendine geldi.Hızlı hareketlerle silkelenip,kendine duyduğu öfkeyle kolundaki saatine baktı.Anlaşılan son çeyrek saati uyuklayarak geçirmişti.

Genç adam tamı tamına yirmi yedi yaşındaydı. Bir avukatlık bürosunda yardımcı eleman olarak çalışıyordu. Aslına bakacak olursanız yaptığı tek şey sağa sola koşturup avukatın ayak işlerini yapmaktı. Genç adam bir seksen boyunda ve atletik bir yapıdaydı. Onu güçlü gösteren geniş omuzlara sahipti. Kömür karası saçları subay tıraşlı,beyaz teni ise neredeyse pürüzsüzcesine güzeldi.Sanatsal kaşlarının altında saçlarıyla aynı rengi paylaşan gözleri,hayata dair umutların yitik donukluğunu taşıyordu.Onun gözlerine bakan,o gözlerden koyu bulutların fışkırdığını rahatlıkla söyleyebilirdi.

En az saçları kadar siyah takım elbisesinin ardındaki bu genç adam, yıllardır hayalini kurduğu o mucizevî anın gelmesini beklemiş, hayatının o andan itibaren değişmesini düşlemişti. Yaşamı boyunca bundan başka bir beklentisi olmamıştı. Yıllar yılı anın getirdiklerini yaşamış, asla ertesi gün için bir plan yapmamıştı. Sigorta şirketlerinin bireysel emeklilik planlarını anlatan reklamı her defasında gülerek izlemiş, hiçbir zaman kendini o ihtiyar adamın yerine koymamıştı. Kısacası hep amaçsız bir hayatı yaşamıştı. Ne bir fazlasını, ne de bir eksiğini…

Saatine tekrar baktı. Dijital saatin ışıklı göstergesi altı buçuğu gösteriyordu. Koridor lambasının ışığı ardına kadar açık olan kapıdan içeriye süzülüyor, önce masasındaki takvimi ardından da karşıda duran metal dolabı aydınlatıyordu. Kendine geldiğinden iyice emin olan genç adam, yaşlı bir adamın hareketleriyle sandalyesinden doğruldu. Her hareketinden, içinde bulunduğu durumdan ne kadar bıktığı anlaşılıyordu. Bu şekilde yaşamak artık canına tak etmişti. Son günlerde bu bıkkınlık hali yerini yavaşça çabuk sinirlenme, kontrol edilemeyen öfke haline bırakmaya başlamıştı. Tehlike çanlarının sesi genç adamın kulağını çınlatıyordu.

Beyaz, pamuk gibi yumuşak bir el, siyah takımın pantolon cebine kaydı. Birkaç bozuk parayı yalayıp geçen parmaklar, tanıdık bir anahtarlığı kavradı. Aradığını bulan el hızla dışarı fırlayıp kapı kilidine yöneldi. Eski iş hanının ikinci katında, sessizliği iki el kilit sesi bozdu. Aynı el anahtarı yuvadan çıkarıp aldığı cebe geri götürdü…

İş hanının kapısından çıkarken, genç adam içinde karşı koyulmaz bir hisse kapıldı. Başkalarının duyamadığı bir ses onu melodili sözleriyle kendine doğru çekiyordu. Hayatında bu kadar tatlı bir müziği duyduğunu hiç hatırlamıyordu genç adam. Suratındaki anlamsız gülümsemeyle, şarkının tarif ettiği yola koyuldu. Yol boyunca hep şarkıyı hissetti. İlk defa bir sese aşık oluyordu. Şarkı adeta beynini uyuşturuyor, bedeninin kontrolünü ondan alıyordu. Genç adam, sanki bir başkasınınmış gibi kendi bedenini birkaç metre uzaktan izlediği hissine kapıldı. Hiç ummadığı bir anda müzik kesildi. Yerini en az demir kadar sert ve soğuk bir korkuya bıraktı. Korkuyordu çünkü olanlara bir anlam veremiyordu. Korkuyordu çünkü bu duruma anlam yükleyecek bir dostu yoktu. Korkuyordu çünkü kendi bedeninde hapsolmuş bir yalnızlık çekiyordu.

Hiç kimseye hissettirmeden cesaretini bu korkunun üzerine çıkardı ve içinde bulunduğu durumdan bir anlıkta olsa sıyrılmayı başardı. Kendine geldiğinde bir mağazanın vitrinine bakıyordu. Vitrinde yeni yıl için yapılan süslemeler hoş bir ışık eşliğinde ürünleri tanıtıyordu. Pamuktan kararlın üzerinde oturan kırmızı tulumlu şişko adam, teknolojinin son ürünü bir müzik çaları kucaklıyordu. Genç adam gördüklerine inanamıyordu çünkü hatırladığı son görüntü büronun kapısını kilitleyen ve şu an cebinde duran anahtardı. İşte o andan şimdiki zamana kadar geçen süreyi tatsız bir karanlık süslüyordu. Sanki bir şekilde zihni yaşadığı son on dakikayı kaydetmiyordu. Garip olan bir şey daha vardı. Hiçbir şey hissetmiyordu. Ne ensesine düşen tek tük yağmur tanesini, ne de biraz ilerideki pastanenin açık kapısından caddeye fırlayan taze çöreklerin kokusunu. Hiç biri yoktu. Bunların yanında kafasında anlamsız bir hafifleme vardı. Sanki birisi beynini çıkarıp almış gibiydi. Kafatasının içinde hiçbir düşünce kırıntısından iz yoktu.

Gözleri yavaşça vitrindeki yansımaya odaklandı. Vitrinin koyu temasında kendi yansımasını gördü. Cildi en az bir kâğıt parçası kadar beyazdı. Ve gözlerinin olması gereken yerde koyu bir gölge vardı. İlk defa kendi gözlerindeki bulutları görüyordu. İnanamıyordu. Yaşadığı anlamsız günlere, çalıştığı işe, kısaca kendine inanamıyordu.

Bedeninin görünmeyen bir ateşle yandığını hissetti. Tuhaf bir istekle yumruklarını sıktı. O kadar sıktı ki ellerini gevşettiğinde avuç içlerinde tırnaklarının izleri vardı. Bir anda koşmaya başladı. Garip ama tempolu bir şekilde koşuyordu. Sanki ayakları daha önce bu görevi hiç yapmamış gibiydiler. Zaman zaman birbirlerine dolanıp adamın sendelemesine sebep olsalar da işlerini iyi yapıyorlardı.

Kaldığı apartmanın merdivenlerini koşarak tırmanmaya başladı. Bir, iki, üç, derken dördüncü kata ulaştı. Hızla anahtarını çıkarıp dairesinin kapısını açtı. Ayakkabılarını çıkarmadan içeri daldı. Ceketini yırtarcasına çıkarıp fırlattı. Pantolonunu çıkarırken neredeyse kemerini koparacaktı. Pantolon çıkmamakta ısrar edip ayaklarına dolandı. Onu hazırlıksız bir anında yakalamıştı. Genç adam hiç beklemediği bir anda yere yığılıp alnını sert zemine çarptı. Elbiselerinin gazabından kurtulan genç adam, alnından sızan ince bir kanla ayağa kalktı. Dairesindeki tüm pencereleri açıp hafif hafif esen rüzgârın rahatça içeriye girmesine izin verdi. Üzerinde sade şortuyla banyoya koştu. Lavabonun üstünde asılı duran ufak aynayı kapıp, salon penceresinin hemen önündeki üç kişilik koltuğa bıraktı. Biraz gerileyip aynadaki kendi siluetine baktı. Sonra titremeye başladı. Bu, öfke ve hüzün karışımının sinir sistemi üzerinde yarattığı bir illüzyondu. Aynada kendine bakarken düşünmeye başladı. Yaşadığı yirmi yedi seneyi düşündü. Geçirdiği boş ve saçma hayat düşüncesi kendinden tiksinmesine yetmişti.

Nefret duygusu hızla damarlarında yayılmaya başladı. Genç adam hislerinin bu kadar hızlı değişmesine inanamıyordu. Hisleri o kadar hızlı değişiyorlardı ki daha bir öncekine anlam yükleyemeden bir sonraki geliyordu.

Bir anda zaman durdu. Her şey olduğu yerde dondu. Yağmur damlaları havada asılı kaldı. Şehir sustu. Genç adam delice atan kalbinin sesinden başka bir şey duymuyordu. Nefes alamadığını hissetti. Sanki boğuluyor gibiydi. Koşarak açık olan camdan kafasını uzattı. Gözlerini gökteki bulutlara dikip soğuk havadan ufak bir enfes aldı. Aldığı nefes sönmüş ciğerlerini acıyla şişirdi. Genç adam kulaklarında kalbinin sesiyle gözlerini yavaşça donuk şehrin ışıklarına kaydırdı. Şehir ona uçsuz bucaksız gibi göründü. Kalbinin kulağındaki ritmine uyarak aldığı nefesi geri verdi. Ve hiç beklemeden derin bir nefes daha aldı. Yutkundu ve hızla aynanın başına geri döndü. Tüm bunlar olurken zamanın donduğunun farkındaydı. Zamandan ayrı hareket ediyordu. Odaklanıp bütün öfkesini ciğerlerinde topladı. Titreme kriziyle birlikte bu öfke yumağını bağırarak aynaya boşalttı. Aldığı derin nefes tükeninceye, son öfke yüklü hava zerresi ciğerini terk edinceye kadar bağırmayı sürdürdü. Hızlı ve kendinden emin bir hareketle aynayı tutup pencereden sokağa fırlattı. Dördüncü kattan düşen aynanın kırılma sesi çok uzaklardan geldi. Birbirinden ayrılan ayna parçalarının kırılırken attığı çığlık zamanı yeniden başlattı. Havada asılı duran damlalar yere doğru düşüşlerini tamamlayıp ufak bir su birikintisi oluşturdular.

Genç adam hızla yatak odasına koştu. Bulduğu kahverengi eşofmanlarını giyip, üzerine spor montunu geçirdi. Her zaman dolabının üzerinde duran sırt çantasına birkaç parça çamaşır tıkıştırdı. Yatağının altında karton kutuda duran ufak birikimini cebine tomarladı. Kesin alınmış bir kararla dairesinin kapısına yöneldi. Tam çıkacakken kapının hemen yanındaki ayakkabı dolabından, hiç giymediği beyaz spor ayakkabılarını ayaklarına geçirdi.

Şehrin doğu yakasındaki apartmanın loş bir ışıkla aydınlatılmış kimsesiz koridorlarında hızla çarpılan kapının sesi yankılandı. Genç adam merdivenleri üçer üçer inip sokağa açılan kapıya ulaştı. Kapıyı açmak için elini uzattığında alnından süzülen bir damla kan yanağından kayan ufak bir damla gözyaşına karışıyordu.

Önünde kaçışa açılan bir kapı vardı. Hiç tereddüt etmeden o ağır demir kapıyı aralayıp sokağa adımını attı. Daha ilk adımında bembeyaz spor ayakkabıları yerdeki yağmur birikintisine girdi ve saf beyaz görüntü adamın ağırlığıyla sıçrayan çamurlu sularla kirlendi. Tıpkı hayata dair alınan ilk nefeste, tertemiz ciğerlerin karbondioksitle kirlenmesi gibi…

Yağmur hızını artırmıştı. Damlalar birbirini kovalıyordu. Uzaklarda bulutlar şimşekleriyle adeta göğü kırbaçlıyordu. Genç adam içindeki bitmek bilmeyen istekle, yorulmadan koşuyordu. Her bir adımda yerden çamurlu sular sıçrıyordu. Ama o bundan rahatsız olmuyor aksine ruhunu hiçliğin kirliliğinden arındıran kutsal bir suymuşçasına keyif alıyordu. Gözlerinde garip bir parıltıyla koşuyordu. Şehrin bittiği yere doğru koşuyordu. Eski hayatından kaçmak için koşuyordu. Yüzündeki anlamsız gülümsemeyle koşuyordu…

Ertesi gün, önceki gece olanlardan habersiz olan şişko avukat bürosuna geldiğinde çok şaşırmıştı. Saat sabahın sekizini göstermesine rağmen genç adam ortalarda yoktu. Kapıdan girerken genç adamın masasında duran bir not dikkatini çekti. Notta sadece iki kelime karalanmıştı. “İstifa ediyorum” . Suratında umursamaz bir ifadeyle notu buruşturup çöpe attı. Sonra yavaşça o rahat koltuğuna kurulup bas-konuş a uzandı. Karşıdan gelen cızırtılı sesten bir çay ısmarlayıp gazetesini açtı. Asla genç adamın neyden kaçtığını bilemedi. Zaten bu konu o buruşturduğu notla birlikte zihninden çıkıp çöpü boylamıştı…

 
Gönderildi : 02/02/2010 9:49 pm
(@marepictures)
Gönderi: 0
 

bunu kimse okumaz sanırım , biraz aralık bırak, satır atlat göz yoruyor.

 
Gönderildi : 03/02/2010 2:42 am
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Marepictures gayet haklı. BU metni bu haliyle okumak çok güç.
Senaryo gönderiminde dikkat edilmesi gerekenler diye bir başlığımız var, görmemiş olabilirsin.
O başlık doğrultusunda metnini düzenlersen okuyup fikrimizi söylemeye çalışırız.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 03/02/2010 4:51 am
(@marepictures)
Gönderi: 0
 

Öncelikle bu hayta kalemi mümkünse tanımak isterim. 27 yaşında olabilirmisin mesela :)... Tasvir manyağı oldum okurken ama bundan dolayı çok keyif aldım. Soyut bir anlatım tarzı olmasından ötürü kameranın göremeyeceği ne varsa bu hikayede mevcut. Yazmak istediğin bu tarzda hikayelerse en uzunu bu kadar olsun bence. Ama, atıyorum bu büroda çalışan çocuk eğer ki silah alıp eline bir bir patronları öldürmeye başlarsa ve konuşma yetisini kaybederse. Sessiz katilin anıları olarak bu 3. tekil şahıs anlatımıyla on numara olur.

Seninki hayta kalem değilde güçlü kalem olsun bundan sonra. Başarılarının ve yazılarının devamını dilerim.

 
Gönderildi : 06/02/2010 7:43 pm
(@banbino)
Gönderi: 22
 

Bu sitede ilk benle iletisim kuran arkadas sensin...
Bu yazmıs oldugun hikayeyi burada da diyebilirim ki cok guzel ve etkileyici...
Arkadaslarıma ve adını vermek istemedigim tanıdık bir yapımcı ya da okuttum film icin gayet olumlu sözler duydum ve benimle aynı fikirdeler...
=)))
Suan yazıyormusun bilmiyorum ama sözunu unutma hikayeni bekliyorum =)))

 
Gönderildi : 07/02/2010 4:41 am
 Hepa
(@hepa)
Gönderi: 0
 

banbino, türkçemizi düzgün kullanalım.

*our AC-130 in the air

 
Gönderildi : 07/02/2010 6:03 am
(@banbino)
Gönderi: 22
 

türkçe diye mi yazılır Türkçe diye mi yazılır?
bu konuda yardımcı olurmusun?

 
Gönderildi : 07/02/2010 6:06 am
 Hepa
(@hepa)
Gönderi: 0
 

olurmusun yada olur musun?
Dön bir bak önce, sonra da forum kurallarına.

*our AC-130 in the air

 
Gönderildi : 07/02/2010 6:22 am
(@banbino)
Gönderi: 22
 

Tamam anladım seni =)) iyi geceler size...=)))

 
Gönderildi : 07/02/2010 6:25 am
(@exxexeex)
Gönderi: 0
 

Türkçe, küçük harf ile yazılır banbino, daha önce görmemiş ya da duymamış olabilirsin elbette ;).

la vita é bella

 
Gönderildi : 07/02/2010 6:38 am
(@sickman)
Gönderi: 0
 

Hop, seninki benden karacılık oynamayalım. Onun sonu iyi değil. Herkes kapısının önünü süpürse sokaklar tertemiz olur değil mi?

www.fadeoutstudios.com - www.soberworks.ist - www.budabi.tv

 
Gönderildi : 07/02/2010 6:40 am
(@banbino)
Gönderi: 22
 

Dogru diyorsunuz.Duymadım daha once...
(2008 öss %100 bursluyum)

Farkındaysanız sizde kendi hatanızı ikinci yorumda düzelttiniz. iyi geceler.

 
Gönderildi : 07/02/2010 6:42 am
(@exxexeex)
Gönderi: 0
 

Ne desen haklısın sickman, kendi hatamı da kabul ediyorum; kaldı ki farkında olarak yaptım ama tutamadım kendimi. Sebebini ise hiç sorma; biraz üzücü hepimiz için. Senin işin ise çok zor bunun da farkındayım, kolay gelsin.

la vita é bella

 
Gönderildi : 07/02/2010 6:43 am
(@hayta_kalem)
Gönderi: 12
Başlığı açan
 

arkadaşlar yorumlarınız için teşekkür ederim (özelliklede hikayeyle ilgili olanlardan) banbino bu arada sana söz verdiğim hikayeyi iki güne kalmaz bitiririm.bu arada inşallah yeni hikayelerimle sizleri yine rahatsız edeceğim 🙂

 
Gönderildi : 08/02/2010 4:28 pm
(@hayta_kalem)
Gönderi: 12
Başlığı açan
 

@marepictures tanışalım arkadaşım. yaş dün iti barıyle 23 oldu sen sor ben söyleyeyim 🙂

 
Gönderildi : 09/02/2010 7:54 pm
Sayfa 1 / 2
Paylaş: