İstiklal Marşı'nın kabulü ile ilgili bir senaryo yazıp çekmeyi planlıyorum. Tabi internette kabulüyle ilgili yazıları okuyup da senaryoyu yazmayı planlıyorum doğal olarak. Sizin tavsiyelerinizi almak istedim sadece.
Buraya yazılabileceğini düşündüm. Yanlış yere yazdıysam kusura bakmayın.
Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesindeyim. Yardımcı olabilecek olan varsa çok iyi olur 🙂
Bilmiyorum işine yarar mı, ilham verir mi, ama İstiklal Marşı'nın ilk bestelerinden birini koyayım buraya. İlgisiz olduğunu düşünmezsin umarım.
Bana göre, şu cümleyle yola çıkılırsa daha etkileyici ve altmetni çok kuvvetli bir sonuç elde edilmiş olur inancındayım.
"Mehmet Akif Ersoy'un, İstiklal Marşı'nı yazma süreci"
Bu cümleyle yola çıkılırsa tek korkulacak sorun, uzun metraja kaçma sorunu olur. Ve bu çok büyük bir risk olur. İş tamamıyla senaristin becerisine düşer.
- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)
Kısa metraj yapacağız tabi ama yani. Sizden senaryo dışında da tavsiyeler alabilirim. Aslında bu fikiri filme çevirme konusunda her türlü önerilere açığım hatta açım. Şu an bir sürü kabul ile ilgili yazı indirdim.
O zaman benden bir öneri:
İnternetten değil kitaplardan oku.
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
bence çok zor bir tema seçmişsin. düşünüyorum da belgesel dışında nasıl bişey olur diye pek başarılı bir şey çıkacağını sanmıyorum.
İstiklal Marşı'nın kabulüyle ilgili şu belgeseli bir izle istersen.Fikir sahibi olmana yardımcı olur. 2,3 ve 4.bölümleride var.
Tavsiyeleriniz için teşekkür ederim. Bu süreci anlatan kitaplar biliyor musunuz peki?
linki vermemişim pardon.
" onclick="window.open(this.href);return false;
Ben bu konuda bir çalışma projesi hazırlayıp, Kültür Bakanlığı'na senaryo destek programına başvurmuştum.
Ancak kabul edilmedi, bu kapsamda belki senin çalışmalarında faydası olabilir diye, snopsis ile hikayeyi aşağıda takdirlerinize sunuyorum. İlgilenmeniz halinde internetten topladığım diğer çalışmalarımı da elektronik ortamda gönderebilirim. Eğer proje hayata geçirilir ise senaryo bölümünde veya öncesinde Hikaye-Kurgu bölümüne rumuzum olan Onüçüncünün yazılması benim için yeterli olacaktır.
Saygılarımla,
SNOPSİS- İstiklal Marşı
Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan hemen sonra, Yunan ordusu da 15 Mayıs 1920'de İzmir'i işgal etmiş, ardından da Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başlamıştı. Meclis, hiç vakit kaybetmeden aralarından seçtikleri “Halk Aydınlatma Kurulu” üyelerini Anadolu'ya gönderdi. Bunlar, halkı Milli Mücadele konusunda aydınlatmakla görevlendirilmişlerdi. Zira Anadolu'daki bozguncu faaliyetlerin önlenmesi ve düşmana karşı direnişin öneminin anlatılması en acil mesele durumundaydı. Meclis tarafından seçilen ve Anadolu'ya giderek halkı Milli Mücadelenin amaçları konusunda aydınlatmakla görevli bulunanlar, halkla ve bilhassa cephede askerlerle yaptıkları görüşmelerde bir “Milli Marş”a duyulan ihtiyaç ortaya çıktı. Bunun üzerine Meclisin muhtelif oturumlarında “Milli Marş” konusu gündeme geldi. İsmet İnönü ve diğer konuşmacılar bu ihtiyacı dile getirdiler. Böyle bir marş hem cephedeki askerin moralini yükseltecek, hem de yabancı devletlerle olan ilişkilerde ve resmi törenlerde kullanılacaktı.
Bu toplantıların bir sonucu olarak İsmet Paşa, Maarif Vekili Dr. Ziya Nur Bey'i ziyaret ederek bir marş yazılmasını teklif etti. Bu teklif üzerine mesele, İcra Vekilleri toplantısında ele alındı. Görüşmeler sonucunda bir “Milli Marş”ın yazılması ve bestelenmesi konusunda fikir birliğine varıldı. Maarif vekâletinin bu işi üstlenmesine karar verildi. Ayrıca Mecliste güfteleri inceleyecek bir komisyon kuruldu. Milli Eğitim Bakanlığınca konu ile ilgili bir genelge yayımlandı. Bu ilan üzerine kısa denilebilecek bir zaman içerisinde memleketin dört bir yanından vekalete şiirler gelmeye başladı. Süre bitmiş, yarışmaya 724 eser katılmıştı. Ancak Mehmet Akif, para ödülü sebebiyle bu yarışmaya katılmamıştı. Bu konuda kendisini sıkıştıranlara verdiği cevap ise tam ona göreydi: “Milletimin kurtuluş müjdesini verecek, imanını terennüm edecek bir eseri parayla yazacak karakterde bir adam değilim.”
Daha sonra ödül konusu onun istediği şekle dönüştürüldü. Şayet kazanırsa bu parayı almayacaktı. Mehmet Akif, bu kararın ardından “Taceddin Dergahı”ndaki odasına kapandı ve yazmaya koyuldu. Kimi zaman Mecliste, kimi zaman evde, sokakta, camide, yolda yürürken, mısralar bir bir Mehmet Akif'in gönlünden kağıtlara dökülmeye başlandı. Şiirin bir kısmı zaten Akif'in gönlünde ve beyninde hazırdı. 1910 yılından beri İstiklal Marşı'nı hatırlatan mısralar, beyitler, kıtalar yazıyordu. Dolayısıyla iş sadece Mehmet Akif'in gönlündekilerin kağıda dökülmesine ve kimi mısralarını yazdığı marşın tümüyle ortaya çıkmasına kalmıştı.
Mehmet Akif, yolda yürürken, meclisteki toplantıları dinlerken, gece uyurken bile aklında şiiri dolayısıyla üstlendiği büyük bir sorumluluk vardı. Yolda yürürken omuzlarındaki yıllardır savaşan vatan evlatlarının, onlara destek sağlayan halkın çektiği sıkıntı, üzüntüler ve umutlar yer alıyordu.
Neticede bu şiir iki gecede tamamlandı. 7 Şubat 1921'de arkadaşlarından birisi vasıtasıyla Maarif Vekaletine imzasız olarak teslim edildi. Fakat müsabaka heyeti Akif'in şiirini tanımakta gecikmedi.
İstiklal Marşı, ilk önce 17 Şubat 1921 tarihli “Sebil'ürreşad” ve “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinde “Kahraman Ordumuza” ithaf edilerek basıldı. Ardından 21 Şubat 1921'de Kastamonu'da çıkan “Açıksöz” gazetesinde yayımlandı. Marşın yazıldığından İstanbul'daki yurtseverlerin de haberi oldu. Şiirin yayımlandığı Açıksöz gazetesini bir şekilde elde eden Muallim Ahmet Halit, işgal altındaki İstanbul'da gizlice neşrederek halka dağıttı.
Milli Eğitim bakanlığına gönderilen şiirler arasından seçilen yedi şiir meclise getirildi. Mehmet Akif'in şiiri finale kalan bu yedi şiir arasındaydı. Meclis başkanlığı bakanlığın konuyla ilgili tezkeresini Meclisin 26 Şubat 1921 tarihli oturumunda gündeme alarak görüşmeye başladı. Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey'le Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey'in İstiklal Marşı'yla ilgili önergeyi Meclise verdiler. Yapılan görüşmelerden sonra 12 Mart 1921 tarihli oturumunda mesele görüşüldü. Meclis, nihayet aradığı marşı bulmuştu.
Mehmet Akif ise, içinde bulunduğu büyük maddi sıkıntısına rağmen ödüle konu olan 500 lirayı almadı. Mehmet Akif, vad edilen mükafatı almadığı gibi bu müstesna şiirini “ O şiir artık benim değildir. O, milletimin malıdır. Benim milletime karşı en kıymetli hediyem budur.”diyerek İstiklal Marşından sonraki en önemli eseri olan Safahat'ına almamış ve milletine armağan etmişti.
FİLM ÖYKÜSÜ
İSTİKLAL MARŞI
Yaşlı bir adam torununu ilkokulun bahçesine bırakmıştı. Geriye dönüp yürüdükten biraz sonra İstiklal Marşı çalınmaya başlayınca, yüzünü gönderdeki bayrağa dönüp saygı duruşunda beklemeye başladı. Önündeki çocukların saygısız bir şekilde konuşmalarını, kıpırdanmalarını, şımarıklıklarını üzüntülü gözlerle izledi. İçi ürperip, gözlerinden yaşlar akarken, kendisine anlatılan İstiklal Marşının yazılış sürecini hatırladı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan hemen sonra, Yunan ordusu da 15 Mayıs 1920'de İzmir'i işgal etmiş, ardından da Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başlamıştı. Meclis, hiç vakit kaybetmeden aralarından seçtikleri “Halk Aydınlatma Kurulu” üyelerini Anadolu'ya gönderdi. Bunlar, halkı Milli Mücadele konusunda aydınlatmakla görevlendirilmişlerdi. Zira Anadolu'daki bozguncu faaliyetlerin önlenmesi ve düşmana karşı direnişin öneminin anlatılması en acil mesele durumundaydı.
Meclis tarafından seçilen ve Anadolu'ya giderek halkı Milli Mücadelenin amaçları konusunda aydınlatmakla görevli bulunanlar, halkla ve bilhassa cephede askerlerle görüşmeler yaptı. Onların sıkıntılarını, yokluklarını çekti. Hatta bazıları vatan hainlerinden oluşan çetelerin saldırılarına maruz kaldı. Birebir askerler ve Kuvayi Milliyeciler ile görüşmeler sonucunda bir “Milli Marş”a duyulan ihtiyaç ortaya çıktı.
Bunun üzerine Meclisin oturumunda “Milli Marş” konusu gündeme geldi. İsmet İnönü ve diğer konuşmacılar bu ihtiyacı dile getirdiler. Böyle bir marş hem cephedeki askerin moralini yükseltecek, hem de yabancı devletlerle olan ilişkilerde ve resmi törenlerde kullanılacaktı.
Bu görüşmenin bir sonucu olarak İsmet Paşa, Maarif Vekili Dr. Ziya Nur Bey'i ziyaret ederek bir marş yazılmasını teklif etti. Bu teklif üzerine mesele, İcra Vekilleri toplantısında ele alındı. Görüşmeler sonucunda bir “Milli Marş”ın yazılması ve bestelenmesi konusunda fikir birliğine varıldı. Maarif vekâletinin bu işi üstlenmesine karar verildi. Ayrıca Mecliste güfteleri inceleyecek bir komisyon da kuruldu. Maarif Bakanlığınca konu ile ilgili bir genelge yayımlandı. Bu ilan üzerine kısa denilebilecek bir zaman içerisinde memleketin dört bir yanından vekalete şiirler gelmeye başladı. Süre bitmiş, yarışmaya 724 eser katılmıştı. Ancak Mehmet Akif, para ödülü sebebiyle bu yarışmaya katılmamıştı. Bu konuda kendisini sıkıştıranlara verdiği cevap ise tam ona göreydi: “Milletimin kurtuluş müjdesini verecek, imanını terennüm edecek bir eseri parayla yazacak karakterde bir adam değilim.”
Ancak, konuyla ilgili Mebuslar, Vekiller ve Paşalar, bir konuda hemfikirdiler. Öyle bir şiir yazılmalıydı ki, aralıksız on yedi yıl süren savaşlarda yorgun düşmüş bir milleti ürpertmeli, titretmeli, hatta ayağa kaldırmalıydı. Bu şiir hem tarih boyunca yaşanan acıları yansıtmalı, hem geçmişi geleceğe bağlamalı, hem de umut kaynağı olmalıydı. Bu şiiri ancak, yürek vuruşunu Peygamber yüreğinin ritmiyle bütünleyebilmiş bir şair yazabilirdi; ancak Mehmet Akif yazabilirdi. Zira Akif hem milletinin değer ölçülerine sımsıkı bağlı kalemi, dili, gönlü ve ahlakı güçlü bir vatanseverdi.
Konuyla yetkili olsun olmasın bütün çevresindekiler onu yarışmaya katılmaya iknaya çalıştı. En sonunda, ödül konusu Mehmet Akif’in istediği şekle dönüştürüldü. Şayet kazanırsa bu parayı almayacaktı.
Şiirin büyük bir kısmı, zaten Akif'in gönlünde ve beyninde hazırdı. 1910 yılından beri İstiklal Marşı'nı hatırlatan mısralar, beyitler, kıtalar yazmıştı.
Mehmet Akif bu kararının ardından, hızlı adımlarla kaldığı Taceddin Dergahına doğru yol aldı. Dergahın ahşap merdivenlerini çıkınca hemen sol taraftaki küçük odasına girer girmez, besmele çektikten sonra kalemi eline aldı ve yazmaya başladı :
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Kıtayı tamamladıktan sonra içeriye giren arkadaşı kağıttaki dizeleri görünce:
- Neden “korkma” ile başladın ?
Mehmet Akif - Bu kelime, Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında sığındığı Sevr Mağarası’nda, yol arkadaşı Hz. Ebubekir’in endişelenmesi üzerine söylediği teselli cümlesinin ilk kelimesidir. “Korkma ey Ebu Bekir, Allah bizimledir!”
Arkadaşı çalışmasını bölmemek için dışarı çıktığında Mehmet Akif aklında hazır tuttuğu dizeleri yazmaya devam etti.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ !
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Yüreğini ilhamının kaynağına kilitledikten sonra, Akif, şiirin gerisini yazmaya devam ederken arkadaşı da sessizce odadan ayrıldı. Mehmet Akif üzerindeki bu yükle tükenene kadar çalıştı.
Sabaha doğru uykuya dalınca, I. Dünya savaşı ile Kurtuluş Savaşındaki cephelerdeki askerleri, sıkıntı ve yokluk içerisindeyken bile, ekinlerini, kuzularını, çoraplarını ve çarıklarını veren fedakar halkını, cepheye sırtında bebeği ile mermi taşıyan kadınları, tek koluyla, tek bacağıyla cephe ve cephe gerisinde savaşmaya devam eden gazileri, askerlerin dibinde patlayan mermileri, bombaları gördü. Sırılsıklam terden uyanınca, masasına koşup kağıt kalem aradı. Temiz bir kağıt bulamayınca masanın üstündeki kalem ve çakısıyla rüyasında gördüklerini duvara kazımaya başladı.
Mehmet Akif’in diğer bir arkadaşı Hafız Beki Efendi uykusundan bu gürültü ile uyandı. Mehmet Akifin telaşla masasında kağıt aradığını gördü. Sonra eline aldığı çakı ve kalemle, yer yatağının sağındaki duvara, bir şeyler kazıdığını gördü. Mehmet Akif’i rahatsız etmemek için uykusunu bölmedi. Sabah ezanıyla kalkıp abdest aldıktan sonra namaza dururken, duvardaki dizeyi gördü.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Mehmet Akif sadece rüyalarında değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki toplantılarda, oturumlarda aklında hep şiiri vardı. Sabah Meclise giderken yolda, Meclis’teki Oturumlarda, aklındakileri önündeki kağıtlara müsvette olarak yazıyordu.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Cephelerdeki Türklerin kahramanlıkları, gazi ve şehit oluşları, cepheye silah, mühimmat ve erzak taşıyan gazi, kadın ve yaşlı erkekler, cephedeki kocasını, oğlunu, kardeşini bekleyen kızlar ve kadınların endişeleri ve ızdırapları; Mehmet Akif’in omuzlarına, bir mühimmat çuvalı, bir top mermisi gibi yıkılmıştı. Yolda yürürken bu sahneler Akif’in sırtında, omuzunda beliriyor, onun peşinden geliyor ve ona büyük bir yük bindiriyordu. Ancak Mehmet Akif bu yükten memnundu ve aklına gelen ve peşinden ayrılmayan bu sahneler sayesinde, Dergahtaki odasına girer girmez eline kağıt ve kalemini alıp, sırtında taşıdığı bu ilhamı, dizelere döküyordu:
Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celal ?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakka tapan milletimin istiklal.
Türk halkının yıllardır yaşadığı sıkıntıları bilmesine, neler yazacağını kararlaştırmasına rağmen, Türk halkının anlayacağı ve gönüllerini titreteceği şekilde tekrar halkına sunmasının mükemmelliğini arıyordu. Eline kağıt kalemi alınca bu mükemmelliği yakalıyordu:
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!
Ertesi gün, gene aynı şekilde, yolda ve Meclis’teki oturumlarda hep şiirini düşündü, oturduğu sıralarda müsvette yazmaya devam etti. Meclis’ten eve dönerken pazara meyve almaya uğradığında elma aldığı yaşlı birisi:
- Evlat, sen Mebusmuşsun. Bilse bilse sen bilirmişsin. Bu savaş daha ne kadar sürecek, aileler ne zaman birleşecek, ocaklar ne zaman tam tütecek diye sorunca,
Mehmet Akif sevecenlikle,
- Merak etme dayı, doğacaktır sana vadettiği günler Hakkın, kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.
Dedikten sonra, bu dizeyi kullanmak için elindeki meyveleri bırakıp hızla dergaha koştu. Odasına besmeleyle girip şiirine yeni bir dize daha ekledi.
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bu dizeyi de yazdıktan sonra çalışmasına ara verip önce yemek yedi sonra da namaz kılmaya başladı. Namaz kılarken, aklına gelen dizeler nedeniyle namazını bozup, tekrar kağıt kaleme sarılıyordu.
Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
Sabah uyandığında elini ve yüzünü yıkamadan kaleme şevkle sarılıp son dizeyi de kaleme aldı.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!
Mehmet Akif’in aralıksız çalışması sonucunda İstiklal Marşı iki gecede tamamlanmıştı.
7 Şubat 1921'de arkadaşlarından birisi vasıtasıyla Maarif Vekaletine imzasız olarak teslim edildi. Fakat müsabaka heyeti Âkif'in şiirini tanımakta gecikmedi.
Cepheye de gönderilen şiirler içinde askeri galeyana getiren, duygulandıran tek şiir Mehmet Akif’in şiiri olunca Genelkurmay başkanlığı Akif’in şiirinin İstiklal Marşı olarak oylanmasını ve kabul edilmesini istedi.
İstiklal Marşı, ilk önce 17 Şubat 1921 tarihli “Sebil'ürreşad” ve “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinde “Kahraman Ordumuza” ithaf edilerek basıldı. Ardından 21 Şubat 1921'de Kastamonu'da çıkan “Açıksöz” gazetesinde yayımlandı. Marşın yazıldığından İstanbul'daki yurtseverlerin de haberi oldu. Şiirin yayımlandığı Açıksöz gazetesini bir şekilde elde eden Muallim Ahmet Halit, işgal altındaki İstanbul'da gizlice neşrederek halka dağıttı.
Maarif Bakanlığına gönderilen şiirler arasından seçilen yedi şiir meclise getirildi. Mehmet Âkif'in şiiri finale kalan bu yedi şiir arasındaydı. Meclis Başkanlığı, Bakanlığın konuyla ilgili tezkeresini Meclisin 26 Şubat 1921 tarihli oturumunda gündeme alarak görüşmeye başladı. Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey'le Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey'in İstiklal Marşı'yla ilgili önergeyi Meclise verdiler. Yapılan görüşmelerden sonra 12 Mart 1921 tarihli oturumunda mesele görüşüldü. Meclis, nihayet aradığı marşı bulmuştu. Âkif ise, içinde bulunduğu büyük maddi sıkıntısına rağmen ödüle konu olan 500 lirayı almadı.
Bunun üzerine şairin samimi dostu Gözübüyükzade Ziya Bey, Akif’e yarı şaka yarı ciddi:
-Yahu, bu parayı niye almadın. Sırtında palton bile yok. Üstelik bana da iki yüz elli lira borcun var. Bari yarısını alıp borcunu verseydin.”
diye takılmıştı. Bunun üzerine Akif gayet kızgın bir şekilde:
-Borç başka, bu iş başka,
cevabını vermişti. Mehmet Âkif, vad edilen mükafatı almadığı gibi bu müstesna şiirini “ O şiir artık benim değildir. O, milletimin malıdır. Benim milletime karşı en kıymetli hediyem budur.”diyerek İstiklal Marşından sonraki en önemli eseri olan Safahat'ına almamış ve milletine armağan etmişti.
İstiklal Marşının bitmesiyle, gözü yaşlı ihtiyar, hatıralarından bu güne dönüp, gönderde sallanan Türk bayrağına doğru selam durduktan sonra, arkasını dönüp okul bahçesinden çıktı.
SON
Deccal, gördüm seni sobe.
Gerçi bu yazdığım olayın sansürlü haliydi.
Gerçeğini silmişim ama benim esas hikayemde, Güneydoğuda gazi olan bir teğmen, protez bacağıyla okula oğlunu bıraktıktan sonra, diğer çocukların İstiklal Marşına olan saygısızlıklarını görünce dayanamayıp, saygısızlık eden çocukların üstüne ateş ediyordu. Emniyet Genel Müdürlüğü'ndeki sorgusunda ise, bu işi neden yaptığını soran Polis Memuru'na;
Sen İstiklal Marşı nedir, nasıl kabul edilmiştir bunları biliyor musun ? diye başlayıp, hikayeyi anlatıyordu.
Elbette bu haliyle Kültür Bakanlığı'nın kabul etme imkanı olmadığı için, hikayemi sansürleyip göndermiştim. Ama yine de kabul görmedi. Saygılarımla,
Deccal, gördüm seni sobe.
onuncu,
şimdi kabataslak baktım yani snopsisi okumadım daha ama bakacağım. çok teşekkür ederim paylaştığın için. eğer senin bu projeni hayata geçirirsek elbette ismini paylaşacağız. böyle bir düşüncemiz olursa seninle daha çok iletişime geçeceğim 🙂
Off abi iyi ki değiştirilmiş bestesi, bu ne ya böyle marş mı olur 😕 bildiğin fasıl müziği gibi.
Kısa filmde anlatıcı olması daha mı iyi sizce? Yoksa direk olayların anlatılması mı daha hoş olur?
Kısa filmde anlatıcı olması daha mı iyi sizce? Yoksa direk olayların anlatılması mı daha hoş olur?
sen makarnayı ketçaplı mı seversin sade mi?
3 2 1 Akııyoorrrr!