Önemli olan bir husus da şu,
akılda çakan, artık bir film yapalım, ya da işte bu fikir hoşuma gitti yazmalı veya yazacak bir arkadaş/senarist bulmalıyım. Kısmından sonra o ilk andaki enerjiyi, heyecanı içeride tutabilmek. Ben en büyük düşmanın hiperaktivite olduğunu düşünüyorum, dikkat dağılır ve başka bir film izleyip, uzaylı senaryosundan , rocknroll konusuna geçer insan. Belki bu pis huy sadece bende var.Doğru proje olduğunu kabul edip başka şeylere sıçramamak için acele etmek lazım.
Eğer bu gerçekliği benimle paylaşan birileri varsa görüşlerini okumak isterim.
Buna sonuna kadar katılıyorum. Vakit bulduğumda uzunca yazmak isterim ama kısaca şöyle özetleyebilirim. Bu ya gercekten fikirden fikire atlayan, hiperaktif bir bünyenin ve beynin eseri ya da kendini yaratıcı kişiler zanneden bizlerin bahanesi. Bilemiyorum ama anladığım şey şu ki yapımcı yada senarist farketmez, önemli olan düşünmek, bulmak değil. Başlamak ve bitirmek, yapmak.
Hem hiperaktivite hemde bahane benim kanaatimce. Kendimi törpüleme yolundayım ben hep bu huyumdan dolayı. Benden çok iyileri var bu işi yapan ki o kadar film çekildi bu forumda, valla özenerek takip ediyorum.
Tam olarak hatırlamıyorum, kitaplardan mı öğrendim, kendim mi gleiştirdim de sonradan var olduğunu anladığım bir metod , proje fikri, çıkış noktası, tetikleyici olay her ne istersen de, önce onu yazıp hemen ardından, sonra değişeceğini adım gibi bilerek "son" yazıyorum. Bu güne birazcık farklılaşsa da değişen hiç olmadı o da ayrı 🙂 . Tabi bu senaryo için.
Geri kalan proje için bedeni, aklı, zihni heyecanıdiri tutmak için sinema hakkında hiç bişey bilmeyen ve bu işe başlamak isteyen bir arkadaş edinin, benim 2005 yılında ki halim gibi 😀 ... o size sürekli gaz verir. Bi öneri 🙂
barisferah, söylediklerini desteklemek için verdiğin örneklere bir bakar mısın? Sinema tarihinin en müstesna adamlarını anıyorsun. Charlie Chaplin diyorsun. Chaplin bir deha! Anormal biri. Manyağın, sıyırmışın teki. İnanılmaz derecede yetenekli, yaratıcı, birşeyleri yoktan var etmeyi başarmış biri. Sen istediğin kadar iyi ol, kendini Chaplinle karşılaştıramazsın. Çünkü senin elinde sana bu işi öğretecek devasa bir sinema tarihi var. Ama o sinema tarihi, seni aynı zamanda bağlıyor, hapse sokuyor. Çünkü ne çekersen çek başka bir filme benzeyecek. Bak kendin diyorsun Eisenstein izliyorum diye. Chaplin kimi izledi kendini eğitmek için? Hiçkimseyi. O bir dahi! Hadi Nolan'ı anman bir derece. Ama o herifte bir Başlangıç'ın senaryosunu 10 yılda son haline getirebildi. Herifte tank motoru kadar beyin, sınırsız olanak, tank motoru kadar beyinli bir birader bir de yakışıklı surat var. Bunlara rağmen o herif Memento'yu aşamadı, asla da aşamayacak çok yüksek olasılıkla. Çünkü aşması gereken devasa bir sinema tarihi var. Senin aşman gerektiği gibi. Bu örnekler rahatça çoğaltılablir diyorsun. Hayır, rahatça çoğaltılamaz. Senin vereceğin, hem yazmış hem yönetmiş ve ortaya başyapıt çıkarmış her örnek kişiye ben 2 katı aksini gösteren örnek veririm. Haydi bu mükayeseyi yapalım gel. Hem iyi bir fikir jimnastiği, arşiv kurcalama olur.
Bak asla "yapamasın, beceremezsin" demiyorum. Seni tanımıyorum şahsen, kimsin nasıl birisin bilmiyorum. Yaparsan da, biz de senin sohbet arkadaşların, forumdaşların olarak gurur duyarız. Ama tank kadar beyne, sınırsız olanağa, çok güçlü yardımcılara, dertsiz tasasız bir ortama ya da tam tersi seni delice şeyler üretmeye itecek bir motivasyona ihtiyacın var. Sinema tarihinde, muhteşem eserler üretenlerin hepsinin, kaçınılmaz olarak sıradan insanlarda olmayan itici güçleri vardır. Senin böyle artıların var mı? Hem yazacaksın, hem yöneteceksin, devasa engelleri aşacaksın, bulunmayanı bulup becerilemeyeni çözeceksin vs. Çooook zor! Bunu kabul etmelisin. Umarım amaçlarına ulaşablirsin. Ama hem yazıp hem yöneterek çoook iyi bir film ortaya çıkarmanın çok daha zor olacağını kabul etmelisin. Yanında 2 tane çok güçlü yardımcının olması, kesinlikle ortaya çıkaracağın eserin kalitesini arttıracaktır. Çünkü beynini, 1 tb'lık hard disk gibi c,d,e,f,g diye birsürü parçaya bölemezsin. Her parçaya farklı işletim sistemleri kuramazsın. Bir yandan kurgu programını, bir yandan mimari çizim programını, bir yandan muhasebe programını kullanamazsın. Ne klavyen o kadar hızlıdır, ne bölünmüş monitörü izleyecek 5 tane gözün vardır, ne de günlerce, haftalarca konsantreni ayakta tutabilecek enerjin.
İyi o zaman, madem filmleri hem yazıp hem yönetmek istiyorsun yapımcılığını da üstlen. Kostümleri de sen tasarla, görüntü yönetimini yap, kamerayı da sen kullan. Yapım tasarımını da yap, mekanları sen yarat. Oyuncuları sen seç, onları koşulsuz istediğin gibi yönet ve oynat. Müzikleri de sen yap. Ses işçiliğini de. Filmde ne varsa sen yap. Ooo, pardon, efektleri unuttuk. Esas onlar yaratıcılık ister, mutlaka sne yapmalısın. Yapablir misin? Hayır. Neden? Ne gücün yeter, ne enerjin, ne bilgin, ne becerin, ne eğitimin. Fİlm 10 uzmanlıktan oluşuyor ise, 10/10 zor, 5/10 daha kolay ise, 1/10 çok daha kolaydır. Kostüm tasarlamakla yönetmenlik ne kadar farklı ise, yazarlıkla yönetmenlik de o kadar farklıdır.
Bu kadar ahkam kesiyorum, kendi filmimi de ben yazdım. Ne tezat deil mi? Yazdım ve yönettim. Neden 2/10 yaptım da 1/10 yapmadım. Benim "itici gücüm" neydi? Cevap çok kolay ve net: 1/10'dan 2/10'a terfi edebilmek için 10 dakikalık filme 2 yıl çalıştım. Şu an, 2012'de çekmeyi planladığım filmin senaryosunu bitirdim ve oyuncularını seçiyorum. 10 dakikalık filmin senaryosu 20 sayfa. Çünkü o kadar çok çalıştım, o kadar fazla ayrıntıyı netleştirdim ki sette yaptığım iş 1/10 değil, 0,1/10 oldu. Çok rahattım. Hiç zihin kullanmadım, hiç düşünmedim. Gerek yoktu çünkü. Rahat olabilmeliydim çünkü ben sette iyi yönetmenlik yapacak kadar yetenekli ve deneyimli değilim. 1 dakikalık düşünmeyle bir çekimi güzel kılacak kadar yetenekli ve zkei değilim. 1 ay düşünürsem olabilir ama. Ben de bunu yaptım. Ayrıca sette yönetmenlik değil yapımcılık yapacağımı biliyordum. (Hatta en çok şoförlük beni yordu) Senaryodaki "çalışılmışlık" filmi yönetti, ben değil. Çünkü sette herşeyle uğraşırken bir de fikir üretecek enerjim olmayacaktı, bunu biliyordum. Hazırlıklıydım. Ve yine söylüyorum: keşke birileri bir senaryo üzerine 2 yıl çalışıp bana çekilmeye hazr bir proje verse. Ama kimse vermez. Bu nednele ben kendim yapmalıyım.
Bende seni tanımıyorum yanlış anlama dediğim gibi seninde dediğin gibi insandan insana göre fark var senin de üstünü çizdiğin gibi. Sen belki bahsettiğin kadar zeki olmayabilirsin ki bende zaten ben zekiyim diye asla demedim hatta yüzyıllardan beri çözülemeyen şu olguyu bile oturup tartışamayız. İyi sanatçı zeki midir? Yetenekli midir? Yoksa yeteneği ortaya çıkartan zeka mıdır? Yetenek veya zeka sadece bir veya bazı olgulara göre midir?
Doğruyu söylemek gerekirse ben bilmiyorum. Lakin bildiğim bir şey var, o da belki de çoğu insanın yanına bile yaklaşamayacağı kadar gelişmiş objektif bakış açım. Çoğu insan konuşur ya ben asla kendi çıkarlarım için yalan söylemem diye ben belki söyleyebilirim ama kendime asla söylemem. Ben kendimin ne olduğunu iyi biliyorum. Neleri yapabileceğimi, neleri yapamayacağımı üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyorum. Benim bahsettiğim konu sadece buydu.
İlk gün okula girerken ki sinematografik bakışımı biliyorum ve bugünkünü de biliyorum. Eğer oradan buraya geldiysem, buradan nereye kadar gidebileceğimi de iyi biliyorum. Asla Lars von Trier kadar iyi bir metafor ve olgu ustası olamayacağımı biliyorum, zaten istemiyorum da. Asla Charlie Chaplin kadar iyi bir komedi ve güldürü ustası olmayacağımı da biliyorum, zaten önemsemiyorum da. Zaten benim hedefim bunlar da değil. Bir yola çıkarken kendine hedef koymalısın, yoksa nereye vardığını bilemezsin. O yoldayken rotanı değiştirebilirsin ama nereye gittiğini her zaman bilmelisin. Ben bu işe başlarken hedefim Guy Ritchie'ydi. Adama hayrandım, lakin şimdi benim hedefim Nolan. Belki yarın öbür gün değişebilir, bilmiyorum ama asla kör topal gitmeyeceğimi biliyorum.
Bizim ülkemizdeki insanların sorunu fazla hayal kurmaları değil, sadece bir hayal kurup peşlerinden koşmamaları. Ben biliyorum ki hayalini kurduğum yerlere gelmem için her zaman bugün olduğu kadar çabalamam ve birazcık da şanslı olmam.
"Çünkü ne çekersen çek başka bir filme benzeyecek."
diye yazmışsın. Tarih boyunca normal insanların söylediği bir söz. Yapılacak başka bir şey kalmadı, artık hepsi birbirine benzeyecek vs... Bundan 1000 yıl önce insanlar dünyada keşfedilecek-bulunacak bir şey kalınmadı sanıyorlardı. Grönland bulundu, yine aynı şeyi dediler, daha sonra Amerika bulundu, yine aynı şeyi dediler ve Avustralya bulundu yine aynı şeyi dediler. Güneş, yıldızlar ve tüm evren dünyanın etrafında dönüyordu bir zamanlar. Madde diye bir şey yoktu, daha sonraları ise atom evrende ki en küçük parçacık oldu, şimdi ise Higgs'in yanında adeta bir dev. Biraz daha yakın tarihe gelirsek, daha basite indirgemek açısından. 2004 yada 2005 yılında NBA smaç şampiyonasından önce sunucu yapılacak her şey yapıldı demişti. J.R. Smith çıktı belinin çevresinde çevirdi ve bastı. Igoudala panyanın arkasında alley-oop yaptı ve bastı. İlk bilgisayar yapıldığında şu anda ki 3+1 evin tamamını kaplar cinsteydi ve şu anda 5 TL'ye alabileceğiniz en dandik hesap makinesinin yakınından bile geçemezdi lakin "abc" sunucusu haberi duyururken "Bilimin geldiği en son nokta, bundan sonrası yok" demişti.
Çünkü bazı insanlar hep hayıflanırlar "yapılacak her şey yapıldı, bize bir şey kalmadı, ulan 10 sene, 100 sene önce doğsaymışım". Böyle insanlar hep unutulurlar zaten. Tarih hayıflanmakla zaman harcamak yerine, aramaya devam edenleri hatırlar.
Motion-Picture olayı ilk çıktığında kimsenin aklında sinema yoktu bile. Millet tren istasyonuna giren treni çekmekle meşguldü. Ama Meiles çıktı ve neler yapılabileceğinin dersini verdi üstüne bir de "Ay'a Yolculuk" ilk örnektir tarihteki. Kısacası yapan adam yapıyor, konuşmuyor.
Ayrıca sinema tarihini veya herhangi bir sanat tarihi asla ama asla seni bağlamaz. Üstüne üstlük üstündeki bağları çözmene yardımcı olur. Tabi okumasını, incelemesini bilene. Bundan 43 sene önce Andy Warhol şöyle demişti "Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak". 43 sene önce'den bahsediyoruz. Daha bilgisayarlar bile doğru düzgün ortada olmadığı, internetin ise esamesinin bile okunmadığı bir tarihte. Şimdi görüyoruz ki ne kadar da haklıymış. 100 sene önce ise (Sanat diyemeyiz ama bilim de sanatın kardeşidir zaten) Tesla "gelecekte New York'ta ki bir kişi bir yazıyı Moscow'a da ki arkadaşına 1 sn'den daha kısa bir sürede gönderecektir ve bu kişi o yazıyı okuyabilecektir" demiştir -yada buna benzer birşeydi, uzun olduğundan aklımda kalmamış. ama kaynak kesinlikle götüm değil- bunu 20 sene önce hanginiz diyebilirdi? Bu insanlar özel buna bende katılıyorum. Ama özel olmak onların elinde olduğu kadar sizin de elinizde. Bu adamlar bir tek oturdukları yerden bir tek zekiler diye özel olmadılar. İncelediler, araştırdılar, okudular ve zekaları da işin içine girdi, sonuçta da özel oldular.
Benim burada amacım karşılıklı tartışma ortamı yaratmak değil. Çünkü zaten bu konuyu tartışmanın bir anlamı yok. Önemli olan iyi film çıkarmak. Filmi iyi olduktan sonra farketmez hiçbir şey. İsterse tek bir kişi hem tüm rolleri oynasın, yönetsin, senaryosunu yazsın, yapımcılığını yapsın vs.. vs.. Sen ekiple daha iyi çalışıyorum diyorsun, ben diyorum ki ekip olsun ama bazı şeyleri yine de ben yapacağım. Bunlar tamamen kişisel görüşler, 10 sene de tartışsak hangisinin doğru olduğunu kanıtlayamayız. Kısaca birbirimizin düşüncelerine saygı duymaktan başka çaremiz yok. Ayrıca ben zaten senin düşüncene saygı duyuyorum.
"Çünkü ne çekersen çek başka bir filme benzeyecek." fikrim üzerine yaptığın açıklamalarda kesinlikle yanılıyorsun. Bunun, bilimsel gelişimle, bilim adamarı (Tesla) ya da sanatçıların (Warhol) söylemleriyle açıklanabilecek bir tarafı yok. (Tesla'nınkiyle zaten hiç ilgisi yok, Warhol'unki de sanatsal değil, iletişimin popüler dünya üzerine etkisi üzerine bir öngörü) Hiç ilgisi bile yok. Benim bu iddiam apayrı birşey, gelecekte bilimsel gelişimin nerelere varacağı üzerine zihin jimnastiği apayrı birşey. Ve söylediğin gibi bilim ve sanat kardeş falan değildir. Kesiştikleri, birbirlerini destekledikleri anlar ver noktalar vardır ama bazı an ve noktalarda da düşmandırlar. Yöntemleri bambaşkadır. Bilimsel gelişmelerden aldığın meyille ve bakışla sanat dünyasını ve sanatsal gelişimi incelemeye çalışırsan çok büyük yanılgılara düşersin.
İnsanlık tarihinde sayısız deha bilimsel, teknolojik gelişmeler üzerine çok ama çok güçlü öngörülerde bulunmuştur. Ama sanat üzerine öngörüde bulunan yok denecek kadar azdır. Bu olanaksızdır çünkü. "Birgün şöyle bir sanat ortaya çıkacak" ya da "Sinema 100 sene sonra şöyle bir sanat haline gelecek!" Hadi, ara bul bu tip bir söylem bakalım! Bulamazsın. Yoktur çünkü. Sadece denemeler, girişimler, klişe söylem ile "zamanının ilerisinde üretimler" vardır. Bu zamanının ilerisi de en fazla çeyrek yüzyıldır, yarım yüzyıldır. Öyle yüz sene sonrayı, bin sene sonrayı (bilimde yapıldığı gibi yani) öngörmek olanaksızdır. Eğer istersen bunun sebep, kaynak ve nedenlerini de konuşuruz, şimdi uzatmayayım mesajımı, konuyu dağıtmayayım.
Son paragrafında söylediklerine istinaden de şunu söyleyeyim, mesele saygı meselesi falan değil. Birbirimize tabii ki saygı duyarak konuşuyoruz bunları, o başka. Zıt fikirde olduğumuz odak şu:
Sen diyorsun ki "maksimum şeyi kendim yapmak istiyorum"
Ben de buna karşı bir soru yöneltiyorum sana.
Soru: Neden bunu yapıyorsun?
Cevap: Kendi hayal gücümü yansıtmak istiyorum.
Bana göre Türkçesi: Kendi şovumu yapmak istiyorum.
Neden senin söylediğini tercüme etme ihtiyacı duyuyorum? Çünkü yaptığın açıklama bana göre kesilnikle tatmin edici değil.
Bence hata 1 bu. Senaryo başkasının olursa ya da kendin yönetmez isen o projenin senin olmayacağını sanıyorsun. Ama yanılıyorsun. Bunun farkında olmaman zaten seni yanılgıya düşüren şey. Sen, kendini izletmek istiyorsun, bunu başarıp başaramayacağın (kendini perdeye yansıtıp yansıtamayacağın) konusunda şüphelerin var. "O zaman proje benim olmaz ki!" Olur be kardeşim.... Olur....
Sana, senin aklına gelmeyecek bir fikir verebilecek bir insanevladı yokmu bu dünyada? Sen kendi şovunu yapmak istiyorsun ama belki de bunu yapabilmenin yolu, senin gücünü, hayalgücünü, enerjini, becerini, yeteneğini ortaya çıkarmana kaynak olacak çok güçlü bir fikir almanda. Ve bu fikir belkide, mahallende salak salak gezinen 5 yaşındaki bir p.çin ağzından dökülecek. Bilemezsin. Ne olursa olsun fikir sana biryerden gelecek. Biryerden fikir al, geri kalan herşeyi sen yap. Bu durumda o yine senin şovun olmadı. Eee? Şimdi ne yapacaksın? "Kendi hayal gücümü" Senin hayal gücünü oluşturan şey, sinema tarihi. Edebiyat tarihi. sanat tarihi yani. Ne yaparsan yap, senin hayal gücün olmayacak! Bize izleteceğin film, senin eserin olmayacak. Seni besleyenlerin eseri olacak! Çünkü hepimiz sanat ve sinema tarihiyle eğitilmiş mirasyedileriz! Bundan kurtulmanın yolu yok. BU nedenle üreteceğin filmde, herşeyi bizzat yapmayı istemenin nedeni olarak "hayalgücü" diyorsun ya. Bana göre çok yetersiz bir açıklama. İkna olmuyorum yani ben bu açıklamanla. Desen ki "kimse benden daha özenli çalışmıyor, denedim, gördüm" eyvallah derim. Sebep: "Hayalgücüm!" Yok böyle birşey. Senin, benim, babamın, ninemin, Nolan'ın hayalgücü diye birşey yok! Hepsi ama hepsi eğitilmiş, beslenmiş hayalgücü! Yani hayalgücü değil, gerçekleştirilmiş hayalleri tekrarlama gücü. Da Vinci'nin vardı. Chaplin'in vardı. Eisenstein'in vardı. Çünkü onlar ilkti. Artık ilk yok, en iyi güncelleyen, en iyi uygulayan, tekrarlayan var.
Bugünün (bana göre sözde) yaratıcıları, yaratımda bulundukları mecradaki di,ğer örnek ve üretilmeri asla takip etmezler. Peter Greenaway asla film izlemez örneğin. Jack Nicholsun, Meryl Streep, tekrarını oynadıkları rolleri izlemezler asla. Çünkü onlar yaratıcı olmaya, senin gibi "kendi hayalgücünden beslenmeye" çalışırlar. O zaman senin de onlar gibi hayalgücünü temiz kılman, duru kılman lazım. Hem Eisenstein, Nolan izleyeceksin, hem de "hayalgücü"nden medet umacaksın, kusura bakma, yok böyle birşey. Çünkü onları izledin, onlarla beslendin mi? O hayalgücü artık senin değil. Hadi bir parça esneklik bırakayım, bahsettiğin (bana göre günümüz sinema dünyasının en salak adamı olan) Von Trier gibi "sevmemek için" izleyeceksin en azından. Eğitilmek, beslenmek için değil.
Bu arada, bu "yaratılmış hayalleri tekrarlama" meselesi asla aşağılayıcı birşey değil. Hiçbir ilk, o türün en iyisi değildir. Yoktur böyle birşey. İşte senin de elde etme şansın olan şey bu! Bunun yolu da sağlam, engin hayalgücünden çok yetenek, beceri, çalışma, özen vs'den geçer, hayalgücünden değil. Cameron gibi. Avatar, sinema tarihinin en "hayalgücü eseri" işlerinden biridir kesinlikle. Ama filmdeki yaratımda, benzersiz hiçbirşey yoktur. Öncesi olmayan hiçbirşey yoktur.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Görkem abi, aşağıyı okurken yukarıda ne yazdığını unutuyorum biraz daha sadeleştirsen mükemmel olacak 🙂
Yahu sen durmadan şuna ikna olmam, buna ikna olmam yazmışsın ama ben seni ikna etmek zorunda değilim ki bu durumda. Eğer konumuz objektif bir konu olsa tamam derim ama tamamen subjektif ve dediğim gibi ben sana kendi fikirlerine bir laf söylemiyorum ve diyorum ki ben kendimi böyle daha iyi yansıtacağıma inanıyorum. Sen istersen buna şov diyebilirsin ki ben de zaten bunu yalanlamam. Çünkü evet biraz da şov isteği var lakin asıl itici güç bu değil. Ben sana demiyorum ki "nasıl ekiple iş çıkartırsın. sen yaptığın işin sana mı ait olduğunu düşünüyorsun?" diye. Belki yarın öbür gün bakarım sen haklısın. Olabilir. Ya da yönetmen olurum, beni en azından benim kadar -belki benden daha iyi- yansıtacak bir kurgucu, görüntü yönetmeni bulurum. O zaman ekiple çalışırım. Lakin şu an da böyle bir şey olmadığı için, böyle kişiler olmadığı için benim düşüncem bu yönde.
Ve üstüne basa basa tekrarlıyorum. Benim işim seni ikna etmek değil, en azından bu topik altında. Yeterli değil mi açıklamalarım? Üzgünüm, yapabileceğim bir şey yok. Ayrıca tekrardan aynı şeyleri yazmamak adına kısaca cevap veriyorum. Diğer subjektif olmayan hiçbir konuda da haklı olduğunu düşünmüyorum. Mesela bilim konusunda özellikle. Bilim ile sanatın birlikteliğine göremeyen adamdan zaten sanatçı olmaz af edersin. Kaç yaşındasın bilmiyorum ama tahminimce 20 ila 25 yaşındasın büyük ihtimal. Bu yaşa gelmiş bir adama bazı şeyleri bu yaşına kadar kendi göremediyse ben hiç anlatamam. Sana tek bir sorum var bu konuda düşün belki kendin anlayabilirsin. Raphael, Michelangelo'dan da Leonardo'dan da çok daha iyi bir bileğe sahiptir ve çok daha fazla iş çıkarmıştır. Lakin Rönesans deyince aklımıza hep Leonardo ve Michelangelo gelir. 1000 yılın adamı seçilirken Leonardo seçilir, neden Raphael seçilmez? Bence otur ve bunların üzerine düşün biraz.
Bir de "The Man From Earth" kitabında ve filminde Jerome Bixby'nin yaptığı çok güzel bir tespit vardır. "Bilimin ilk kıvılcımlarını sanatın dalları içersinde göstermesi ne kadar ilginçtir?"
Sana göre yaptığım bu açıklamalar da yetersizdir ve ikna edici değildir. Bu sefer sana katılıyorum da lakin aldığım onlarca sanat tarihi dersinin, yaptığım araştırmaların, okuduğum kitapların ve daha bir çok şeyin bana verdiği yılların birikimini (Yanlış anlama sanat duayeni ayağı çekmiyorum.) sana verecek enerjim de yok zamanım da. Tabi sen buna karşın "Benim senden sanat tarihi almaya ihtiyacım yok, sen kendini ne sanıyorsun. Ben de kendimi şöyle şöyle geliştirdim vs." yazacaksın ve haklısında. Sende kendini bu yaşa kadar bir şekilde geliştirmişsindir ama benim de zaten demek istediğim o değil.
Neyse kısaca yazacağın cevapları önce üstüne bir düşünüp. Objektif ve subjektif olgularını bir daha kafanda yorup öyle cevap vermeni beklerim. Çünkü şu ana kadar verdiğin cevaplar sanki objektif bir olguya karşı konuşuyormuşçasına. Ve portakala limon muamelesi yaparak daha fazla tartışamam. Üzgünüm...
İstersen başlıkları ayırır ve ayrı başlıkta sanat bilim midir? Bilim sanat mıdır? Sanat ve bilim kardeş midir? Düşmanlar mıdır? Bunları tartışırız. Ya da sanatın geleceği ön görülebilir mi? Görülemez mi? Bunları seve seve tartışmaya devam ederim lakin subjektif konuları söylediğim gibi objektifmişçesine tartışmaya devam etmeyeceğim zira ikimiz de komik duruma düşüyoruz.
Hem Eisenstein, Nolan izleyeceksin, hem de "hayalgücü"nden medet umacaksın, kusura bakma, yok böyle birşey. Çünkü onları izledin, onlarla beslendin mi? O hayalgücü artık senin değil.
Bir de tüm yazın arasında şu cümle o kadar vahim ve acıklı ki afedersin. Üstünde durmadan geçemeyeceğim. Bak dediğin hiçbir şeye katılmıyorum gerçekten ama özellikle şu inanılmaz ama gerçekten inanılmaz derece de vahim bir söz. Neresinden bakarsan bak, hiçbir anlamı yok. Hiçbir doğru tarafı yok. Freud'a göre (Ki bende son derece katılıyorum) zaten beynimiz de oluşturduğumuz her şeyin, daha önce gördüğümüz, yaşadığımız, hissettiğimiz bir şeyle bağlantısı vardır. Freud'a göre insan beyninden çıkan hiçbir şey saf yaratı değildir. Belki "kolaj" diyebiliriz.
Yani başlangıçta aslında sadece birer "Tabula rasa"yızdır. Zamanla ilişki kurduğumuz her şey bu levhaya eklenir. Zamanı geldikçe yaptığımız tek şey bu levhadan bir şey seçip vermektir. Ya da levhadan karıştırarak vermektir. Ama benzersiz, saf yaratı yoktur.
Yani ben saf yaratı sahibi olmadığım gibi dünya üzerinde ki başka hiçbir bireyde buna sahip değildir. Ne Nolan, ne Eisenstein, ne Freud'un kendisi, ne Leonardo, ne de sen. Yapmamız gereken, yapabileceğimizin en iyisi bu levhayı olabildiğince doldurmak. Çünkü yeterince doldurduktan sonra işe bilinçaltımız karışır ve ortaya yeni yaratılar çıkar. Bizden önce ki o özel insanlarda bunu yaptı. Hepsi kendisinden öncesini çok ama çok iyi bilen insanlardı. Çünkü ne derler bilirsin "Geçmişi olmayanın geleceği olmaz." Senin senden öncekileri adeta yok sayman, sanatsal görüşünün, sanatsal zekanın nerede olduğunun göstergesidir aslında. Bak yanlış anlama ben sana aptal demiyorum, hatta zekanla ilgili hiçbir şey demiyorum. Belki çok zeki, inanılmaz zeki olabilirsin. Ama benim bahsettiğim sanatsal zeka, yaratı gücü. Bir arabanın motoru ne kadar kuvvetli olursa olsun benzin olmadan gitmez. Bu durumda benzin de bilgi oluyor.
Bir de sadece merak ettiğimden. Yani yalanlama için değil yanlış anlama. Jack Nicholson'ın film izlemediğini nereden okudun, öğrendin? Cidden sadece merak ettiğimden ve internette varsa bu yazı okumak istediğimden. Yani böyle bir usta, bu lafı dediyse okumak lazım, öğrenmek lazım. Ne dediğini birinci elden görmek lazım...
Devam da edebiliriz, kısa da kesebiliriz, başka başlığa da taşıyabiliriz, hepsi bana uyar. Hiç sorun yok. Cevap vermek istediğim birsürü şey var. Ama gerçekten fazla uzatmayalım bu durumda çünkü konu dağılıyor, odaktan kopuyoruz. İkimiz de iddialarımızı, fikirlerimizi sunduk, okuyan kendi çıkarsamasını yapsın. Ve beni şaşırtan ilk şey "Bak dediğin hiçbir şeye katılmıyorum gerçekten" demişsin. Hiçbirşeye! Sana göre tek bir doğru tespitim, yorumum yok öyle mi? Benim senin tespitlerinde katıldığım noktalar katılmadıklarımdan daha fazla. "Ben kendim üreteceğim" diyorsun, eyvallah, senin tercihin. Benim iddiam bunun çok yorucu olacağı ve yüksek olasılıkla bu yoruculuğun, ortaya çıkaracağın işi kötü yönde etkileyeceği. Benimki bir öneri yani sadece. Kendi tecrübelerimden de süzülen bir öneri. BU konuda doğru yanlış yok, karar ve takdir tabii ki senin. Seni kna etmeye çalıştığm şey bu değil. İstediğini yaparsın. Seni ikna etmek istediğim şey, sinemanın, farklı dallardaki uzmanların bir araya geldiği bir uğraşı alanı olduğu. Buna katılıp katılmadığını hiç belirtmedin ki....
Benim de görmezden gelemeyeceğim en önemli nokta şu ki: "Bilim ile sanatın birlikteliğine göremeyen adamdan zaten sanatçı olmaz af edersin" demişsin. Hani bu zaten benim konu üzerime iddialarımla direk ilgili sayılmaz çünkü ben sanatçı olup olmamayı hiç irdelemeye çalışmadım. İkisi birlikte olamaz da demedim. Hem bilim adamı hem sanatçı birçok kişi de var tarihte zaten. Zaten bu "birliktelik" kelimesinin bu cümlede naısl bir anlamda olduğunu da anlayamadım tam olarak. Sadece şunu net biçimde söyleyebilirim: İkisinin yöntemleri bambaşkadır. Amaçları kısmen yakın kısmen uzaktır. Üreticilerinin motivasyonları de kısmen yakın kısmen uzaktır. Ve bu apayrı, uzun bir konu. Ama ne senin tırnak içine aldığım yorumunun benim odaklandığım meseleyle ilgisi var, ne de zaten söylediğin şey doğru. Dediğim gibi, eğer istersen bunu ayrıca konuşalım.
Yİne söylediğim birşey için kaynak isteniyor, artık delirmenin eşiğindeyim. (barısferah, bu seninle ilgii bir şikayet değil, tarihi karışık bir mesele, üstüne alınma) Jack Nicholson'la yapılmış bir röportajı okumuştum. Orada muhabir, kendisinin çağdaşı hemen tüm büyük aktörlerin mutlaka kanun adamı ve mafya babası rolleri oynadıklarını söylüyordu. Ama Nicholson'ın kariyerinde bunlar yok denecek kadar az. Neden böyle diye soruyordu muhabir. Nicholson'da "Bu karakterler sinema tarihi boyunca çok enfes biçimlerde çizilmiş ve netleşmiş tiplemelerdir. Onlara dönüp bakmadan bu tip karakterleri oynayamazsınız. Ama ben bunu yapmaktan hoşlanmam" diyordu. Şİmdi bunu ne zaman nerede okudum hatırlamam olanaksız. Meryl Streep (Ki bana göre dişi Jack Nicholson'dır oyunculuk gücü ve karizma olarak) için ise net örnek verebilirim. 2004 yapımı The Manchurian Candidate filminde başkanın annesini oynamıştı Streep. Tabi bu film bir yeniden çevrimdi. Ve Streep, karakterini kendi yorumuyla oynamak istediği için eski filmi açıp izlememiş filmden önce, etkilenmek istemediği için.
Son birşey: "Bu yaşa kadar öğrenememiş adama ben öğretemem zaten" demen de pek hoş değil, kırıcı olma lütfen. Bak güzel güzel sohbet ediyoruz, hemfikir de olabiliriz, zıt görüşlü de olabiliriz, yeri gelir yanılabileceğimiz şeyi kabul de ederiz diye düşünüyorum. Ama bu yaşla gelmiş öğrenememiş, bundan sonra da öğrenemez yaklışımı hiç şık bir söylem değil. Bunun üzerine yaptığın 2 tahminde de yanılıyorsun, 20-25 değil 34 yaşındayım. Bu durumda sana göre hepten "umutsuz vak'a" olmalıyım sanırım. Birbirimizi tanımadığımızı ikimiz de belirttik. Peki sen, hiç tanımadığın ve sinema, sanat, bilim konuştuğun biri hakkında "bundan adam olmaz"a varan bir yorum yaptığının farkında mısın? Böyle bir öngörüde bulunman böyle bir sohbete yakışmıyor.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Görkem abi, aşağıyı okurken yukarıda ne yazdığını unutuyorum biraz daha sadeleştirsen mükemmel olacak 🙂
Ben artık yavaş yavaş hepten forum sayfalarından uzaklaşsam daha da iyi olacak galiba kardeşim.... Sen de haklısın....
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Senaryo sorunsalından bayağa uzaklaşmışsınız.
Fazla geç olmadan doğru yola dönmeniz dileğiyle ayrı bir polemiğe giriyorum.
İyi film senaryodan mı çıkar ? Yoksa iyi çekilmiş bir film, kötü ve sıradan bir hikayeyi meşhur eder ?
Deccal, gördüm seni sobe.
Devam da edebiliriz, kısa da kesebiliriz, başka başlığa da taşıyabiliriz, hepsi bana uyar. Hiç sorun yok. Cevap vermek istediğim birsürü şey var. Ama gerçekten fazla uzatmayalım bu durumda çünkü konu dağılıyor, odaktan kopuyoruz. İkimiz de iddialarımızı, fikirlerimizi sunduk, okuyan kendi çıkarsamasını yapsın. Ve beni şaşırtan ilk şey "Bak dediğin hiçbir şeye katılmıyorum gerçekten" demişsin. Hiçbirşeye! Sana göre tek bir doğru tespitim, yorumum yok öyle mi? Benim senin tespitlerinde katıldığım noktalar katılmadıklarımdan daha fazla. "Ben kendim üreteceğim" diyorsun, eyvallah, senin tercihin. Benim iddiam bunun çok yorucu olacağı ve yüksek olasılıkla bu yoruculuğun, ortaya çıkaracağın işi kötü yönde etkileyeceği. Benimki bir öneri yani sadece. Kendi tecrübelerimden de süzülen bir öneri. BU konuda doğru yanlış yok, karar ve takdir tabii ki senin. Seni kna etmeye çalıştığm şey bu değil. İstediğini yaparsın. Seni ikna etmek istediğim şey, sinemanın, farklı dallardaki uzmanların bir araya geldiği bir uğraşı alanı olduğu. Buna katılıp katılmadığını hiç belirtmedin ki....
Benim de görmezden gelemeyeceğim en önemli nokta şu ki: "Bilim ile sanatın birlikteliğine göremeyen adamdan zaten sanatçı olmaz af edersin" demişsin. Hani bu zaten benim konu üzerime iddialarımla direk ilgili sayılmaz çünkü ben sanatçı olup olmamayı hiç irdelemeye çalışmadım. İkisi birlikte olamaz da demedim. Hem bilim adamı hem sanatçı birçok kişi de var tarihte zaten. Zaten bu "birliktelik" kelimesinin bu cümlede naısl bir anlamda olduğunu da anlayamadım tam olarak. Sadece şunu net biçimde söyleyebilirim: İkisinin yöntemleri bambaşkadır. Amaçları kısmen yakın kısmen uzaktır. Üreticilerinin motivasyonları de kısmen yakın kısmen uzaktır. Ve bu apayrı, uzun bir konu. Ama ne senin tırnak içine aldığım yorumunun benim odaklandığım meseleyle ilgisi var, ne de zaten söylediğin şey doğru. Dediğim gibi, eğer istersen bunu ayrıca konuşalım.
Yİne söylediğim birşey için kaynak isteniyor, artık delirmenin eşiğindeyim. (barısferah, bu seninle ilgii bir şikayet değil, tarihi karışık bir mesele, üstüne alınma) Jack Nicholson'la yapılmış bir röportajı okumuştum. Orada muhabir, kendisinin çağdaşı hemen tüm büyük aktörlerin mutlaka kanun adamı ve mafya babası rolleri oynadıklarını söylüyordu. Ama Nicholson'ın kariyerinde bunlar yok denecek kadar az. Neden böyle diye soruyordu muhabir. Nicholson'da "Bu karakterler sinema tarihi boyunca çok enfes biçimlerde çizilmiş ve netleşmiş tiplemelerdir. Onlara dönüp bakmadan bu tip karakterleri oynayamazsınız. Ama ben bunu yapmaktan hoşlanmam" diyordu. Şİmdi bunu ne zaman nerede okudum hatırlamam olanaksız. Meryl Streep (Ki bana göre dişi Jack Nicholson'dır oyunculuk gücü ve karizma olarak) için ise net örnek verebilirim. 2004 yapımı The Manchurian Candidate filminde başkanın annesini oynamıştı Streep. Tabi bu film bir yeniden çevrimdi. Ve Streep, karakterini kendi yorumuyla oynamak istediği için eski filmi açıp izlememiş filmden önce, etkilenmek istemediği için.
Son birşey: "Bu yaşa kadar öğrenememiş adama ben öğretemem zaten" demen de pek hoş değil, kırıcı olma lütfen. Bak güzel güzel sohbet ediyoruz, hemfikir de olabiliriz, zıt görüşlü de olabiliriz, yeri gelir yanılabileceğimiz şeyi kabul de ederiz diye düşünüyorum. Ama bu yaşla gelmiş öğrenememiş, bundan sonra da öğrenemez yaklışımı hiç şık bir söylem değil. Bunun üzerine yaptığın 2 tahminde de yanılıyorsun, 20-25 değil 34 yaşındayım. Bu durumda sana göre hepten "umutsuz vak'a" olmalıyım sanırım. Birbirimizi tanımadığımızı ikimiz de belirttik. Peki sen, hiç tanımadığın ve sinema, sanat, bilim konuştuğun biri hakkında "bundan adam olmaz"a varan bir yorum yaptığının farkında mısın? Böyle bir öngörüde bulunman böyle bir sohbete yakışmıyor.
Yani kırıcı olduysam cidden özür dilerim ama o cümlede (Kalın punto ile işaretlediğim) kesinlikle yanlış anlaşılmışım (Ya da ben kendimi yanlış ifade etmişim. Bir de zaten yazarken de yanlış anlaşılmasın diye ben öğrenmek yerine görmek yazmayı tercih ettim. Öğrenmek çünkü çok somuttu benim orada anlatmak istediğim olguyu, bu yüzden konu için daha soyut bir kavram olan görmek kelimesini tercih ettim orada.). Ben orada aslında kendimi de katıyorum, tüm insanları katıyorum. Her yetişkin gibi sende, bende Freud'un 5 evresinden geçtik hayatlarımızın sonuna kadar taşıyacağımız (Yine Freud'a göre büyük bir travma olmadığı sürece) karakterimizi oluşturduk. Bu karakterlerimiz de doğal olarak kendilerine has birer düşünce tarzı oluşturdular. Ve biz bu düşüncelerimizi en fazla biraz sağa veya biraz sola çekebiliriz bu yaştan sonra. Benim anlatmak istediğim buydu. Yani ben ne söylersem söyleyeyim, sen bana 2 cm yaklaşırsın, ben sana 2 cm yaklaşırım. Ama aramızda metreler, kilometreler varken yan yana gelemeyiz. Yani benim orada bahsettiğim kimseyi adam yerine koymama değil ki zaten bu kararı vermekte veya bu yorumu yapmakta bana düşmez, bu terbiyesizliktir. Dediğim gibi böyle anlaşıldıysam ben özür dilerim.
Nicholson konusuna da gelirsek -sen zaten bahsetmişsin ama ben yine de yazayım dedim- derdim kaynak istemek, sidik yarıştırıp hadi kanıtla, ha ha kanıtlayamazsın demek değil, cidden merak ettiğimden dolayı kendim okumak istemem. Bana desen ki Freud'un böyle dediğini nereden biliyorsun, şu kitabını aç görürsün diyemem. Zaten hiçbir kitabını da tam anlamıyla okumadım. Genelde araştırma veya işte 2-3 sayfaşar okuma şeklinde.
Bir de zaten ben karşımda ki insana saygı duyuyorsam cevap yazarım. Yoksa bir tek sidik yarıştırmak için oturup 10 dk harcayıp uzun uzun mesaj yazacak bir adam değilim. 10 dk'da olsa harcadığım zamana acırım. Daha önce "sickman" ile bir tartışmamız olmuştu orada da bahsetmiştim. Ben bana bir şey kazandıracaksa tartışırım. Aynı zaman da tartıştığımda karşı taraf haklıysa bu benim yararımadır. Yarın, öbür gün bir şeyi yanlış yapmaktansa tartışma ortamında doğrusunu öğrenir, doğrusunu yaparım. Tartışma da yanlışı biliyorum diye asla çekinmem, kabullenirim. Çünkü yanlışımı düzeltmiş olurum, doğruyu öğrenmiş olurum. Kısaca tartışmadan öncekine göre kendimi geliştirmiş olurum. Hatta daha da dürüst olmak adına tartışma da haksız olmak benim bile yararıma, çünkü yanlış olduğum kanıtlanırsa doğrusunu öğrenirim böylece daha önce bildiğimden daha fazlasını -daha doğrusunu- şu an biliyor olurum.
Yine bir uzun yazıyı noktalarken yanlış anlaşılmadan dolayı tekrardan özür dilerim...
Barisferah nazik adam, benimle de tartıştı sonra abi büyüksün dedi elimi öptü falan
. Zevkle okuyorum birbirinizi yanlış anlama öykünüzü.
Senaryo sorunsalından bayağa uzaklaşmışsınız.
Fazla geç olmadan doğru yola dönmeniz dileğiyle ayrı bir polemiğe giriyorum.
İyi film senaryodan mı çıkar ? Yoksa iyi çekilmiş bir film, kötü ve sıradan bir hikayeyi meşhur eder ?
İyi film senaryodan çıkmaz ama iyi bir "çıkış noktası" iyi bir filmin öncül gerekliliğidir. BU çıkış noktası illa bir hikaye değildir. İyi çekilmiş bir fİlm İSE hikayeyi meşhur etmez.
İlginç bir noktadan girmeye çalışmısın konuya. Senaryo-iyi film çaprazlamaları oldukça keyifli analizlere olanak veren bir alan. Üzerine çok fazla düşünülebilir. Hele hele derece belirteçleri koyarsanız iş tadından yenmez yani.
Senaryo derken bunu 2'ye ayırmak gerekir. 1-: Metnin hikaye tarafı 2- Metnin sinemasal metin tarafı. Senaryo yazım tekniği/kurgusu/gelişimi vs. tarafı yani. Herbiri için ayrı değerlendirme yapmak lazım. Kısaca özetlersek:
Senaryonun filme katkısı 5/10 birimse. Bu 5'in de 2,5'u sinemasal metin, 2,5'u hikaye tarafıdır. Ve dikkat edilirse bu 5'in yarısı, sinemasal ögelerden oluşur. Yani bir filmin hikayesinin ne olup olmaıdğı toplamda ancak 1/4 oranında etkilidir. 3/4 tamamen sinemasal ögelerle meydana gelir. Diğer yarının yarısı kameranın kendisi, yarısı da kameranın çektikleridir. Çok kaba bir parselleme oldu gibi ama yaklaşık olarak böyledir.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Sayın Görkem, peki ya oyunculuk ?
Kötü bir hikaye,
kötü bir senaryo,
kötü planlar ve kompozisyonlar,
sıradan mekanlar,
sıradan bir görüntü ve sanat yönetmenliği (belki bu görevleri de yönetmen bile yürütmüş olabilir filmlerin künyelerini hatırlamıyorum)
ama rekoru kıralamamış Recep İvedik Serisi ?
Deccal, gördüm seni sobe.