Forum

Bir Pazartesi Günü ...
 

Bir Pazartesi Günü - Öykü

3 Gönderi
2 Üyeler
0 Reactions
1,411 Görüntüleme
(@seddata)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Genç kalemler öykü yarışması için yazmıştım, dereceye giremediğim için burada yayınlıyorum.

BİR PAZARTESİ GÜNÜ - ÖYKÜ

Bir pazartesi günü, her sene yeni yıla giren insanların yeni yıldan beklediği umut gibi başlayan yeni hafta da yeni bir sayfa açmak için hafta sonunun bittiği, yeni bir haftanın başladığı ilk gün. İşte böyle bir günde, bir evin ikinci katından karşı komşunun evini gören penceresinden güneş içeriye sağlık aşılıyordu.

Murat, üzerinde okul kıyafetiyle aynanın karşısından sonraki ilk adresi olan bu pencereye yanaşıp, karşı komşunun evini bakıyordu. Kıyafetine bakılırsa baya bir hazırlık yapan Murat, bugün bir açılmanın bir aşk itirafı yapmanın heyecanını taşıyordu.

Belki açılmak için biraz daha beklemesi gerekiyor, belki de çok geç kalmıştı, ama Murat bunca zamandan sonra artık kararını vermişti, bugün pazartesi günüydü, bugün hayatına yeni bir yön verme zamanıydı, bugün itiraf günüydü, bugün o kalbindeki büyük bir boşluğa çare bulacaktı, ya da hepten mahvolacaktı.

Karşı evin dış kapısından gözünü ayırmayan Murat için artık beklenen olmuştu, kapıdan kendisiyle yaşıt, okul kıyafetlerini giymiş, kitaplarını, elinde gül demeti tutar gibi kavramış, saçlarıyla omuzlarına ipek giydirmiş güzel ve narin bir kız çıktı. Murat’ın pencereden karşıyı izlerken, “Mehtap” diye mırıldandı.

Kadınlardaki güzellik, içlerindeki saflığın su yüzüne çıkmasından mıdır bilinmez, fakat böyle saf bir güzelliği izlemek, berrak suyun, taşın üzerinden düşmesini izlemek gibi insanın karmaşaya uğramış bütün sinirlerini düzene koyuyor. Belki Mehtap’a bakan her göz için aynı şey geçerli değildir, ama Murat’ın duygularını anlatmak için bu kadar söz hiç de yeterli değildir.

Mehtap dışarı çıkıp okula doğru yürümeye başlamasıyla Murat’ın kitaplarını alıp dışarı çıkması neredeyse bir oldu.

Murat hızlı adımlarla Mehtap’ı takip ediyor, dışarı çıkmak isteyen kalbini bastırmak için derin derin nefes alıyordu. Artık yetişme anıydı, son bir nefes ve
Murat – Ne haber Mehtap?
Mehtap – İyilik ne olsun, senden ne haber?
Murat – İyi. Bugün daha güzel görünüyorsun, yoksa bana mı öyle geliyor.
Mehtap – Öyle mi? Teşekkür ederim, sanırım bugün biraz uğraştım.
Murat – Belli sanki birinden teklif bekliyor gibisin.
Mehtap – İnsan kendisine teklif yapılacağı günü bilebilir mi ki? Ya sana bir şey soracam, sence Kenan nasıl biri?
Murat – Kenan mı? Uzunu mu diyorsun?
Mehtap – Evet.
Murat – Bilmem, onunla hiç konuşkanlığım yoktur, çok göze batan biri, boyundan olsa gerek.
Mehtap – Boyu dediğin adamın karizması.
Murat – Neden Kenan’ı sordun?
Mehtap – Geçen bana teklif etti.
Murat – Peki kabul ettin mi?
Mehtap – Tabi ki kabul ettim, zaten birkaç gündür bakıyordu, yani bir teklif bekliyordum.
Murat – Peki, ben sana teklif etseydim kabul eder miydin?
Mehtap – Bunu düşünmen çok yanlış, teklifini kabul edeceğimi de nerden çıkardın?
Murat – Bir şey unuttum galiba.
Deyip geri evine döndü. Kitaplarını odasına bıraktıktan sonraki ilk adresi banyo oldu. Murat yine bir camın karşısına geçmişti. Bu sefer o camdan karşı komşunun evini değil, kendi aksini görüyordu. Uzunca bir süre yüzünde bir eksik varmışçasına, önünde babasının tıraş takımının olduğu aynada kendini derin derin süzüyordu.

Murat’ın şu anki hislerinden çıkışını, tıraş bıçağındaki jilette araması, duyguların bir insanı, bir fareye veya bir aslana dönüşebileceğinin ya da insanı ayakta tutan şeyin, hayatta inandığı beklentiler olduğunun kanıtıydı adeta.

Murat, sebebini bilmeksizin musluğu sonuna kadar açıp, ellerini suyun altında tutarak jileti, titreyen ellerle bileğine yaklaştırıyordu. Artık hayatında değişim yapmasına sadece bir adım kalmıştı, ama suyun sakinleştirici etkisinin farkında değildi, çünkü ellerini suyun altında tuttukça, suyun yer ile bağlantısıyla vücuttaki elektrik nötr olacaktı. Belki su o kadar siniri yatıştırmak için yeterli değildi, ne de olsa yarı iletkendi ve yer ile bağlantısına baya bir yol vardı. O yüzden Murat’ın sağ elindeki jilet sol bileğine doğru yavaş yavaş yaklaşıyordu.

O nasıl bir histi, gerçekten insanın kalbi aslında bütün vücudu muydu, hatta beyin de kalbin sadece küçük bir parçası mıydı ki, kalpteki ansızın beliren acı yüzünden bir vücudun ölümüne karar veriliyordu.

Murat’ı o an ölümüne karar vermişse, peki onu yavaşlatan şey neydi? O da bilmiyordu, acaba beyin varlığını fark ettirmeye mi çalışıyordu. Onu yavaşlatan ve hâlâ bileğini kesmesini engelleyen şey, beyninde bir kız için üzeceği onca insan mıydı?

Murat’ın gözlerindeki şey çok küçük bir ışıktı, çok uzaktaydı, şeklini anlamak çok zordu ve o kadar karanlıktan ne kadar küçük olursa olsun gözün dikkatini çekecek kadar parlıyordu ve işte o ışık hala onun bileğini kesmesini engelliyordu.

O jilet sol bileğinin üzerinde dururken, musluktan akan saf su gerginliğini azaltırken Murat, birden “Murat” diyen annesinin sesiyle irkildi.

Annesi, Murat’ın hızla eve girişini fark etmemişti. Banyodaki musluktan akan suyun sesini duyunca merak edip banyonun kapısından seslendi.
Anne – Murat, oğlum sen misin?

Murat ses verip vermemekte emin değildi, elinde jiletle kafasını kapıya çevirmiş, öylece bakıyordu. Annesi, içerde oğlunun olduğunun farkındaydı, çünkü oğlunun geldiğini gördüğünde “oğlum geldin mi” diyen bir anne, elbette tekrar tekrar kapıya vurup soracaktı.
Anne – Oğlum ses versene, sen misin? Okula geç kalacaksın.
Murat, bir an geçmişine belki birkaç dakika öncesine, annesini en son gördüğü ana geri döndü. O jiletin bileğiyle birleşmesini engelleyen ışığın, annesinin yüzü
olduğunun farkına vardı. Birden “ne yapıyorum ben” diyerek jileti çöpe attı ve açık olan musluktan akan suyla, yüzünü yıkayıp gerçekten hayatında yeni bir sayfa açarcasına kapıyı annesine açtı.
Değersiz insanlar yüzünden üzdüğümüz onca değerli insanın içinden en değerli insan olan annemiz, hatta tek dayanağımız, uğruna ölümü düşündüğümüz insanların aksine, bizim için ölüme gözünü kırpmadan gidebilecek tek varlığımızdı.

Murat, teklifini başından savarcasına geri çeviren kıza, aylardır beslediği o onca sevgi ve muhabbet, şimdi en yakın dostuna, annesine kalmıştı.
Anne – Oğlum sen okula gitmedin mi? Geç kaldın şimdi.
Murat – Anne bugün iyi değilim okula gitmek istemiyorum.
Anne – Neyin var oğlum, başın mı ağrıyor?
Murat – Hayır iyiyim aslında, sadece bugün dersleri kaldırabileceğimi sanmıyorum.
Anne – Ama oğlum hasta değilsen, derslerden geri kalırsın.
Murat – Anne bugün gerçekten ders dinleyebileceğimi sanmıyorum. Lütfen bugün evde olmak istiyorum, benden bir isteğin varsa söyle.
Anne – Yok oğlum, iyi değilsen git odana dinlen.

Murat, ya yüzüne vurduğu sudan ya da annesinden “Murat” diye işittiği sesten kendine gelmiş ve odasına doğru yürümeye başlamıştı. Daha odanın kapısına varmadan, yine o sesi, annesinin “Murat” diyen sesini işitti.

Murat, annesini, onu çağırır çağırmaz koşup mutfakta, parmağıyla çöp poşetini işaret ederken buldu.
Anne – Oğlum şu çöpleri atar mısın?
Murat – Hemen anne!

Murat’ın annesi, daha önce Murat’tan çöpleri atmasını istediğinde, Murat’ın o isteğini geri çevirdiğini zaten hiç duymamıştı.

Murat, elindeki çöp poşetini kapı önündeki çöp bidonunun üzerinden bidonun içine bıraktığında, karşı komşunun evinden ardı arkası gelen bir çığlık duydu. Eve geri koşup annesini çağırıp, beklemeksizin geri dönerek karşı komşunun evine girdi.

Murat, hızla girdiği evin içinde bağırma seslerini takip ederek, banyoya kadar geldi. Gördüğü manzara karşısında, dili tutulmuş halde hareketsiz bekliyordu, ne olduğunu neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ani bir şaşkınlığın ardından Murat, hemen tişörtünü çıkartıp, yerde bilekleri kesilmiş vaziyette bulunan Mehtap’ın bileklerini sıkıca sardı ve beklemeksizin Mehtap’ı kucakladığı gibi dışarı çıktı.

Murat, kucağında baygın yatan Mehtap ve arkasında kendini kaybetmek üzere olan Mehtap’ın annesiyle sokakta koşarak, arabası olan en yakın komşusunun kapısını vurdu. Düşünmek için bile olmayan bir vakitte, içeriden arabanın anahtarının alınması ne kadar da uzun geliyordu. Belki sadece birkaç saniyeydi ama o birkaç saniye, bazen yaşadığımız anlar gibi, köz üzerinde yürürmüşçesine ömür alan anlardandı.

Mehtap artık hastaneye yetişmişti. Oyalanmamız için bize verilen onca kurguyu kendi düşüncemizmiş gibi düşünürken, ne olduğumuzu ve nereden geldiğimizi adeta unuttuğumuz gibi, ne Murat ne Mehtap’ın annesi hastaneye nasıl yetiştiklerini bilmiyorlardı, çünkü düşündükleri tek şey Mehtap’ın sağlığıydı.

Bir pazartesi günüydü, haftanın ilk ders gününün ilk ders saatini doldurmayacak kadar olay, herkesi akşama kadar, sadece Mehtap’ın gözlerini açmasını bekletmişti.

Neydi peki mesele, Mehtap, neden sevinçli gününde, güzelliğine güzellik kattığı bir anın birkaç dakika sonrasında intihara yeltenmişti.

Güneşin ışığıyla hayat bulan bir pazartesi gününün, bakkalların kepenkleri indirmeye başladığı vakitte, Mehtap, evinin banyosunda kapattığı gözlerini, hastane odasında başında Murat ve annesi dururken açmaya başladı, duygunları oynanmış genç bir kızın sessizliğiyle ağlamaya başladı.

Mehtap’ın annesi, Mehtap’ın başucundaydı, saçlarını okşuyordu, sorularla sıkmak istemiyordu, sadece uykudan uyanan bebeğini izliyordu.

Uyanalı epey zaman geçmiş, Mehtap artık kendine gelmişti. Annesi, böyle bir pazartesi gününde kızını kaybetme korkusuyla yorgun düşmüş, Mehtap’a bakarken söylediği tek şey “nasılsın kızım” diye sorduğu soruydu.

Bir pazartesi gününün son dakikalarına yaklaşırken, okul tişörtünü Mehtap’ın bileklerine feda ettiği için, Mehtap’ın başında doktor elbisesiyle bekleyen Murat, kendi yapamadığını başkasının nasılda şimşek hızıyla yapabildiğini, ortada bir neden yokken neden hayatına son vermek istediğini öğrenmek istiyordu. Murat adeta yatakta uzanmış halde, Mehtap yerine kendini izliyordu, sanki kesilen bilekler Mehtap’ın değil de kendisine aitti.
Murat – Aklından ne geçiyordu Mehtap? Bugün okula giderken çok mutluydun.
Mehtap’ın genç kızlık duyguları, erkeklerin bir tavlama için girdikleri iddia sonunda harap olmuştu.

İnsan bir elektrik şoku yiyince belki biran beklese kendine gelir, ama o şiddete maruz kaldığı sürece, sanki tüm hayat o şekilde devam edecekmiş gibi gelir. Bu yüzden Mehtap, hayat böyle devam edecekse, artık yaşamanın anlamı yok demişti kendi kendine. Çünkü bir gün dayanağı olacağı erkeklere inancını yitirmişti, Murat’ın uzun süre sevip de bir karşılık alamadığı kıza inancını yitirmesi gibi.

Mehtap, başında bekleyen Murat’a bakma gereği bile duymadı. Murat, sanki kendi kendine soru sorarmışçasına tekrar sordu.
Murat – Ne kadar da bencilsin. O jileti bileklerine götürürken, hiç anneni de mi düşünmedin?

Mehtap, başında bekleyen annesine rağmen kafasını Murat’a çevirip,
Mehtap – Bunun ne demek olduğunu anlayamazsın.

Derken ve saat gece yarısını gösterirken bir pazartesi günü daha bitti.

https://www.youtube.com/@seddata

 
Gönderildi : 27/02/2014 9:10 pm
(@mimfilm)
Gönderi: 0
 

anlatımınız çok akıcı. özellikle bazı betimlemeler çok orjinal ve etkileyici.
bu öykünün son hali mi acaba? çok fazla yazım hatası var.
bir de "pazartesi"ye yüklediğiniz anlamı pek çözemedim okuyucu olarak.
son olarak da, diyaloglarda tiyatro metni gibi (veya senaryo gibi) isimleri yazmasanız daha iyi olabilir.
tebrik ederim...

ben kuzeyemir

 
Gönderildi : 26/03/2014 8:56 pm
(@seddata)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Teşekkürler.

Yarışmaya üç gün kala yazdım, hatalar mevcut, yarışmaya gönderdiğim haliyle yayınlamak istedim, sonradan düzeltmedim, daha doğrusu düzeltme ihtiyacı duymadım. Aynı hafta Tursak'a senaryo göndermeye çalışınca, ikisinden de oldum, sanırım saydığın nedenlerden ötürü de yarışmadan derece alamamış olabilirim.

Tekrar Teşekkürler.

https://www.youtube.com/@seddata

 
Gönderildi : 27/03/2014 12:55 am
Paylaş: